BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş
Sanayi ve Teknoloji Bakanı sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
Sanayi ve Teknoloji Bakanı sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

11 Temmuz 2018 Çarşamba

Yeni Bakanlık Yeni Ekonomi Berat Albayrak

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Yeni sistemde ekonomi yönetiminin yeniden yapılanması bekleniyor

Yeni dönemin ilk kararnamesi, Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında “Cumhurbaşkanlığı 1 Nolu Kararnamesi” olarak yayımlanacak. Bakanlıklara ilişkin düzenlemeler ve Cumhurbaşkanlığı teşkilatı bu kararnamede düzenlenecek.
Meclis’te tebrikleri kabul ettikten sonra Anıtkabir’i ziyaret edecek olan Erdoğan, daha sonra Beştepe’de yeni sistem törenine katılacak. Devlet protokolü, Beştepe’de saat 18.00’de yapılacak törende bir araya gelecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Temmuz Cumartesi sabahı Meclis’te partisinin grubunu toplayarak yeni döneme ilişkin mesajlar verdi. Erdoğan, “Yapacak çok işimiz var. Kolları sıvayarak çalışmaya başlayacağız. Böylece ülkeye yıllardır patinaj yaptıran, sürekli krizlere, kaoslara yol açan eski sistemi geride bırakıp, yeni sitemin kapılarını aralamış olacağız” dedi.
Özellikle ekonominin öncelikli çözüm bekleyen sorunlarına çözüm bekleyişi var.
İçeride ve dışarıda piyasalara güven verecek, çözüm için bütünlük içinde program geliştirerek uygulamanın kapısını açacak kadrolara ihtiyacımız var.

Berat Albayrak ekonominin yükünü taşıyacak

Başkanlık Kabinesi'nde ekonominin tepe sorumlusu BeratAlbayrak oldu .
Berat Albayrak, yurt içinde ve yurtdışında iyi eğitim görmüş bir genç adamdır. Enerji Bakanlığı döneminde Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını azaltmak için büyük çaba gösterdi.
Yeni görev ve sorumluluk alanı nedeniyle, eski çalışma arkadaşları ve bürokratik yapıyla ilişkisini kesip yeni bir çalışma düzeni oluşturmak mecburiyetinde.
Başkanlık Kabinesi'nde, yeni yapılanmada, 6 bakan ve bakanlık farklı konularda ekonomi ile doğrudan ilişkili görülüyor. Sanayi ve Kalkınma Bakanı Mustafa Varank, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan, Çalışma ve Aile Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk ve Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli. Bu bakanlar, Berat Albayrak’la çalışacaklar.
Türkiye’nin ekonomi patronu için, öncelikli konular, enflasyon, yüksek faiz, yüksek döviz kuru olarak görülüyor, ama bütün bunların arkasında ekonominin darboğazda olması var.
Ekonomi için darboğaz sorunu, cari açığın büyüklüğü ve cari açığın finansmanı konusundaki güçlüklerdir.
Ekonominin kaptanı Sn. Erdoğan, Türkiye’ye finans imkanı sağlayan ülkelerle Türkiye arasındaki sert rüzgarları dindirecek, yumuşatacak politikalara öncelik verirse, ekonominin patronunun işi de kolaylaşacak.
Türkiye’nin dış kaynak ihtiyacı dünya piyasalarında yüzen gezen dövizlere göre çok düşük miktarda. Türkiye borçlarının, ana para ve faizini zamanında ödemeyi aksatmayan bir ülke. Tıkanıklık, büyük ölçüde siyasi nedenlere dayanıyor.
İşte bu nedenle öncelik, ekonominin kaptanı Sn. Erdoğan’ın, Batılı finans çevreleriyle ilişkileri yumuşatmasıdır. Bu, Berat Albayrak’ın Türkiye’deki yeni yönetimin özelliklerini, ayrıcalıklarını ve yararını yurtdışında daha iyi anlatmasına imkan verecektir.
Başkanlık kabinesinde, eski hükümetler dönemindeki çok sayıdaki sorumlu birim ortadan kalkıyor.
Bunların en önemlileri, Hazine’nin Maliye ile birleştirilmesi, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın Kalkınma Bakanlığı'yla birleştirilmesi, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile birleştirilmesidir.
Uygulamada, alışıldığında bu birleşmeler büyük olasılıkla iş çevrelerine kolaylık sağlayacak.
Fakat yeni yapılanma tamamlanıncaya ve yeni yapılanmaya alışılıncaya kadar iş çevreleri yeni yapılanmanın getireceği iyiliklerden yararlanamayacaklar.
Bir serbest piyasa iktisatçısı olarak Berat Albayrak
Hazine ve Maliye Bakanlığı'na Berat Albayrak’ın gelmesinden sonra özellikle Batı medyasında ve genel olarak da dış piyasalarda son derece yanlış bir algı pompalanmaya başlandı. Sanki Albayrak piyasa ekonomisi ile sermayedarların düşmanı olan devletçi ve planlamacı bir iktisadi anlayışa sahip gibi bir imaj çiziliyor. Halbuki bu, tamamen yanlış…
Berat Albayrak’ın fikirlerini iyi bilen bir gazeteci olarak şunu söyleyeyim: Bilakis söylenenlerin tam aksine Albayrak tam anlamıyla bir serbest piyasa iktisatçısıdır. Bürokratik devletçilik ve kumandacılığın ekonomik hayata ne kadar zararlı olduğunu yazılarında vurgulamış biridir. Albayrak’ın milletvekili olmadan önce Sabah Gazetesi'nde köşesi vardı. Orada piyasa ve iş dünyası dostu bir iktisadi felsefeye sahip olduğunu örnekleriyle anlatırdı. Zaten kendisi de o dünyanın içinden geliyor. Senelerce bir büyük holdingin CEO’luğunu yaptı. Enerji Bakanlığı sırasında en büyük gayreti enerji piyasasının liberalleştirilmesi yönündeydi. Her zaman enerji üretiminin ağırlıklı olarak özel sektör tarafından yapılması gerektiğini savundu. Albayrak’ı  bir Zekeriya Temizel ya da Mümtaz Soysal kafasındaymış gibi gösterme çabaları Türkiye’ye zarar vermekten başka işe yaramaz...
Peki böyle yanlış bir imaj oluşturma gayretlerinin sebebi ne? Bence bunun iki nedeni var: Birincisi Albayrak’ın, Tayyip Erdoğan’ın damadı oluşu. Bu, iktisadi çevrelerde kendisine yönelik bir antipati oluşturuyor. Maalesef bu, ekonomik akıl ile değil siyasi duygularla olaya bakılmasının bir sonucu. Tamamen irrasyonel. Piyasa oyuncuları belli siyasi aktörleri çok benimsemişler ve onların dışında kimse bu makamlara gelsin istemiyorlar. O yüzden Albayrak’ı sanki piyasa ekonomisi karşıtı gibi gösteriyorlar. AK Parti çevresinde iktisatçı kılıfıyla gezen ve sermayeye düşmanlık yapan kimi fanatik isimlerle onu aynı kafadaymış gibi gösteriyorlar. Halbuki Albayrak bu kafadan şikâyet eden ve AK Parti çevresinde böyle insanların olmaması gerektiğini düşünen bir isim.
İkinci sebep ise maalesef hükümete yakın medyanın marjinal kısmında yer alan ve Berat Bey’i de tanımayan kimi yazarların  sırf yağcılık olsun diye Albayrak’ı  saçma ve ekonomik akla aykırı argümanlarla savunmaları. Bu da karalama çabalarına hizmet ediyor.
Ben bu yanlış algıları bir kenara bırakıp önümüzdeki dönemde ekonomik yol haritasını anlamak için dünkü devir teslim töreninde Albayrak’ın kurduğu şu üç cümleye odaklanmak gerektiğini düşünüyorum:
- Bütçe ve mali disiplin aynı şekilde değil daha da iyi şekilde devam edecek.
- Enflasyonu tek haneye indireceğiz.
- Piyasa ekonomisi kuralları içinde küresel sistemle daha entegre bir ilişki içine gireceğimiz süreci yaşayacağız. Ayakları yere basan bir Türkiye ekonomisi ortaya çıkacak.
Bu cümleler son derece rahatlatıcı ve piyasalara güven verici cümleler…

YENİ KABİNENİN ŞİFRELERİ

Onlarca liste, yüzlerce spekülasyonun ardından nihayet kabine açıklandı. Sıcağı sıcağına yorumlarım şunlar:
- Kendi sektörlerinde emek vermiş, öne çıkan iş dünyasından isimler ve bürokratları kamuoyu ilk kez tanıyacak. Teorisini değil, pratiğini bilenler bakanlıkta ne yapacak, hep birlikte göreceğiz…
- 1 başkan yardımcısı olması benim için sürpriz, en az 2-3 bekliyordum. Bakanlıkların sayısını 26’dan 16’ya indiren Erdoğan, yardımcı sayısını da bu mantıkla 1’de tutmuş, ancak istediği zaman bu sayı artabilir.
- Fuat Oktay kamuoyunda olmasa da bürokraside iyi bilinen ve hep övgüyle bahsedilen bir isim. Pazar günkü yayında Muharrem Sarıkaya’nın da hatırlattığı gibi e-devlete geçişte başarının büyük kısmı ona ait. Çalışkan ve üretken.
- Genelkurmay Başkanı’nın Savunma Bakanı olması ve bunun bir terfi kabul edilmesi Türkiye’de sivilleşme adına bir zafer. Siyasetin bekçisi konumundaki TSK’nın tarihe geçtiğinin kanıtıdır bu. Aynı gün MGK’nın kaldırılması da askeri vesayetin tamamen sona erdiğinin açık seçik ilanı. Bundan böyle askeri terfilere tamamen sivil otorite karar verecek, terfi süresi beklenmeyecek.
- Eğitim Bakanı’nın Ziya Selçuk gibi değerli bir isim olması da çok olumlu. Selçuk ismini ilk kez pazar akşamı yayında Sevilay (Yılman) zikretti. Eğitim en sıkıntılı alanların başında geliyor. Şayet uluslararası eğitim sistemlerini çok iyi bilen ve gelişmeleri takip eden Selçuk özgür bırakılırsa bu alanda nihayet tutarlı ve doğru politikalar yeşerecektir.
- En çok tartışılan ekonomi başlığına gelince: Berat Albayrak’la ilgili yorumumu yukarıda uzun uzun yazdım. Yurt dışından bana gelen çok sayıda mesaj ve e-maile bakınca görüyorum ki piyasalar Mehmet Şimşek beklentisine tepki veriyor ve bu nedenle dolar yükseliyor. Ben kısa süre içinde dünyayı çok iyi takip eden ve piyasa dostu bir iktisatçı olan Albayrak’ın dış piyasaları rahatlatacağını düşünüyorum. Bunun için Merkez Bankası’nın bağımsız olduğu, piyasa kurallarının sonuna kadar işlediği bir Türkiye olduğu imajı kuvvetlendirilmeli.
- Bu kabine gençliğiyle öne çıkıyor. Çoğu 70’li yıllarda doğan isimler. Geçen dönem son derece başarılı bir Adalet Bakanlığı yapan Abdulhamit Gül 41 yaşında. Yıllardır Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanlarından biri olan yeni Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ise 42. Berat Albayrak 40, aile bakanı seçilen Zehra Zümrüt Selçuk 39, Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu  ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum 41, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ise 45.

Berat Albayrak ekonomide başarılı olur mu?



Başkan Tayyip Erdoğan, piyasaların Mehmet Şimşek beklentisinin aksine, Berat Albayrak'ı ekonominin başına geçirdi.
Berat Albayrak, Enerji Bakanlığı süresince çok başarılı işlerin altına imza attı. Ekonomide de aynı anlayışı sürdüreceğine ve aynı başarıyı yakalayacağına inanıyorum.
Neden mi?
Bakın, AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılında, Merkez Bankası'nın başında Süreyya Serdengeçti vardı. Bugün Berat Albayrak'la ilgili mırın kırın yapanlar, 2006 yılında da Tayyip Erdoğan'a akıl hocalığı yapmaya çalışıyordu. Serdengeçti, bir dönem daha kalsın istiyorlardı.
Serdengeçti, Türkiye için bir şanstı onlara göre. Entellektüeldi, bilgi birikim sahibiydi. Moderndi. Çağdaş bir kişiliği vardı. Ayakkabıları ile evinin içinde rahat rahat dolaşabilen bir isimdi.
Bugün, Berat Albayrak isminden rahatsız olanlar, aynı rahatsızlığı Durmuş Yılmaz Merkez Bankası'nın başına getirildiği 2006 yılında da yaşamıştı... Liyakatını değil, ayakkabılarını konuştular Durmuş Yılmaz'ın... Boynuz kulağı geçti, Serdengeçti unutuldu gitti. Durmuş Yılmaz, yaptığı başarılı işlerle Erdoğan'ı hem haklı çıkardı, hem de mahçup etmedi.
Hatırlayın!
Tayyip Erdoğan'ın işbaşına getirdiği Ali Babacan'a yaptıklarını. Bugün çok istedikleri, Türkiye'yi kurtaracağına inandıkları Babacan için çocuk dediler çocuk... Ağzı süt kokan bir çocuğun bakan yapıldığını söylediler, yazdılar, çizdiler...
Tayyip Erdoğan bir kez daha haklı çıkmıştı!
"Ağzı süt kokan çocuk" da, malum koroyu mahçup etmiş, onların başını öne eğdirmişti!
Başkan'ın yeni kabinesinde yer almayınca, bunların Mehmet Şimşek aşkları depreşti şimdi de... "Mehmet Şimşek gibi bir deha" varken... ve bir sürü zırva...
Yahu insanda biraz utanma olur, Mehmet Şimşek'in İngiltere'de dilencilik yaptığını söyleyen siz değil miydiniz? Elin gavurundan para dilenmekle, ekonominin düzelmeyeceğini çığıran siz değil miydiniz?
Yıllar yılı süren, akıl almaz karalamalar, yalanlar, iftiralar... şimdi de Berat Albayrak'a sardılar, saracaklar... Ahan da yazın buraya bir yılı bulmaz hepsi yalama olacak, hepsi Durmuş Yılmaz'a, Ali Babacan'a, Mehmet Şimşek'e çıkardığı gibi, Berat Albayrak'a da şapka çıkaracak.
Tayyip Erdoğan'ın damadı olduğu için değil, çalıştığı için, başardığı için Berat Albayrak ismi ön plânda. Ayrıca, Tayyip Erdoğan'ın damadı olduğu için rahata ermiş değil; ağır bir yükün aldına girdi Berat Albayrak... Ya başaracak, ya da başaracak. Aksi halde mahçup olur, mahçup eder!
Berat Albayrak, Enerji Bakanlığı'nda damat olduğu için başarılı olmadı. Doğru olanı yaptı; aldığı sorumluluğun gereğini yaptı. Ekonominin patronluğu onun için mükâfat değil, eziyet! Gecesi gündüzü zaten yoktu, şimdi hiç olmayacak...
Ben başarılı olacağına inanıyorum!
İnanmayanların canı sağolsun...
Günün sonunda mahçup olmak da var...
Allah mahçup etmesin!

30 Eylül 2019 Pazartesi

Berat Albayrak Yeni Ekonomi Programını açıkladı

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, "Yeni Ekonomi Programı'nın bu yılki ana temasına "Değişim başlıyor" dedik." ifadelerini kullandı.


Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, "Değişim Başlıyor" ana temasıyla hazırlanan Yeni Ekonomi Programı'nı (2020-2022) (YEP) bakanlıkta düzenlediği basın toplantısıyla açıkladı.
Yeni Ekonomi Programı'nın ilk yılını tamamladıklarını ve bir yıllık performansın sonunda programı revize ederek, ikinci yılın başlangıç vuruşunu yaptıklarını belirten Albayrak, 2019-2020 yıllarını "dengelenme dönemi" olarak adlandırdıklarını anımsattı. 

Albayrak, tarihin en büyük iki kur saldırısı, küresel piyasalardaki türbülanslar, Avrupa ekonomisinde küçülme gibi gelişmelerin yaşandığı zor bir dönemde dengelenme hedeflerinin başarıyla uygulandığını ve felaket senaryolarıyla toplumda hakim kılınmaya çalışılan saldırı döneminin yaşandığını söyledi. 
Ülkenin potansiyeline ve sahip olduğu altyapıya her zaman güvendiklerine dikkati çeken Albayrak, doğru hamleler sonucu kötümserliğin yerini günün ilk ışıklarıyla iyimserliğe bırakacağına hep inandıklarını dile getirdi.
Albayrak, bu yılki programın ana temasını "Değişim Başlıyor" olarak belirlediklerini aktararak, şöyle devam etti:
"Artık ülkemizin bir üst lige çıkması için zaruret haline gelmiş bu değişimi hep birlikte gerçekleştiriyoruz. Önümüzde yapacak çok ama çok işimiz var. Yaşanan kur ataklarının ardından büyük bir resesyon beklentisine rağmen, eksi 2'ler, 3'ler, 5'ler, 'Türkiye küçülecek' beklentilerine rağmen, kuvvetle muhtemel yıl sonunu pozitif büyümeyle kapatmaya hazırlanıyoruz. 2019'da ekonomide daralma beklentileri genel kabuldü. Ekonominin raydan çıkacağına ilişkin tezvirata, kredi daralmasına şahit olduk, büyüme hedeflerinin bu durumdan etkilendiğini gözlemledik. Ekonominin en büyük kırılganlığı olan cari açıkta önemli başarı elde ettik. Yıllık bazda cari fazlada Cumhuriyet tarihi rekoru kırdık. 'Ekonomi daralırken cari fazla verilmesi normal' diyenlerin de buradan bazı şeylerin payını alacaklarını düşünüyorum. '2009 yılında neden bu kadar küçülürken cari fazla vermedik?' diye her ortamda soruyorum. Bunun için sürecin adına 'Dengelenme' dedik, daha fazla büyümeyi hedeflemedik. Sağlıklı ve sürdürülebilir büyüyerek orta gelir tuzağından kurtulmayı hedefledik. Ekonominin her alanında, her parametrede ideali yakalamaya çalıştık."

"Özel tüketimde ivmelenme bekliyoruz"

Enflasyonda hem TÜFE hem de ÜFE'de beklentilerin çok ötesinde performans ortaya koyduklarına işaret eden Albayrak, tüketimde dipten dönüşü oldukça kısa sürede gerçekleştirdiklerini ve yılın ikinci yarısında ertelenen özel tüketimde de ivmelenme beklediklerini vurguladı. 
Albayrak, swap piyasasının ülkeye taşınmaya başlaması, Merkez Bankasının piyasalarda finansal istikrar politikasını önceliklendirmesi, faizin öngörülebilir olması, Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi ile finansal güvenliğin kalıcı hale gelmesi için çok önemli adımlar atıldığını aktararak, makroekonomik göstergelerin hemen hemen hepsinde kur ataklarının yaşandığı ağustos ayı öncesine gelindiğini bildirdi. 
Türkiye'nin bu dönemde kurda, faizlerde, borçlanma oranlarında ve Hazine tahvillerine olan ilgide en iyi ülke performansını gösterdiğine işaret eden Albayrak, tüketim talebinde daralma ve yatırımlarda erteleme gibi gelişmelere rağmen ihtiyatlı para ve maliye politikalarından taviz vermediklerini söyledi. 
Bakan Albayrak, alınan önlemlerle ekonomide yumuşak iniş sağladıklarına dikkati çekerek, "Şimdi önümüzde yeni bir dönem başlıyor. Dengelenme dönemi kazanımlarını koruyacağız ve bunun ötesinde bir süre daha bu süreci sürdürdükten sonra değişim sürecine başlayarak programımızı 2020 içinde ikinci faza taşıyacağız. YEP çerçevesi içinde 112 maddeden oluşan eylem planı hazırlamıştık. 112 maddenin 53'ünün 2019, 26'sının 2020 ve 33'ünün 2021'de hayata geçirileceğini takvime bağlamıştık. Şu anki durumda Eylül 2019 itibarıyla 53 eylemin yüzde 40'ını yani yaklaşık yüzde 75,3'ünü hayata geçirdik, diğer 13 eylemde de önemli ölçüde ilerleme kaydettik. 3 yıl boyunca hayata geçirilmesi planlanan 112 eylemin 44'ü yapılırken, 68'inde ilerleme kaydetme süreci devam ediyor." değerlendirmesinde bulundu.
Albayrak, bu dönemde ekonomide temel mücadele alanlarının başında yine enflasyonun geleceğini vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Eğer ekonomide güçlü Türkiye idealini ortaya koyuyorsak, eğer büyük sıçramayı ve bir üst lige çıkmayı hedefliyorsak enflasyonu yüzde 5'in altına çekmeden bunların gerçekleşmesi çok zor. Enflasyonu yüzde 5'in altına indirmek bizim temel hedefimiz olmayı sürdürüyor. Geçen yıl, 2019 yılı için yüzde 15,9'luk enflasyon hedefi koymuştuk. Enflasyonla mücadelede sağlanan başarıyla 2019'u yüzde 12'lik enflasyon tahminiyle geride bırakmayı hedefliyoruz. 2020 için 9,8 olarak konulan hedefi yüzde 8,5 olarak revize ettik. 2021 yılında yüzde 6, 2022 yılında da yüzde 4,9'luk enflasyon hedefliyoruz. Bu hedefler doğrultusunda para ve maliye politikaları eş güdümlü olmaya devam edecek. Merkez Bankasına enflasyonla mücadelede bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hükümetimiz ve bakanlık olarak güçlü destek vermeyi sürdüreceğiz. Mal ve hizmet piyasalarında rekabeti ve derinliği artıracak yapısal dönüşüm adımlarını sürdüreceğiz." 

"2020 yılına yüzde 5 büyümeyle başlayıp yıllık yüzde 5'lik büyümeyi devam ettirmeyi hedefliyoruz"

Albayrak, Enflasyonla Mücadele Programı ile "enflasyon yapışkanlığına karşı tarihte eşine ender rastlanan çok önemli bir başarı elde edildiğini" söyledi.
Belli bir süre enerji fiyatları ve ÖTV oranları gibi kamu tarafından yönetilen fiyat ve vergi ayarlamalarıyla fiyatlama davranışlarında olabilecek aşırı bozulmalara karşı çok sağlam bir duruş sergilendiğini belirten Albayrak, enflasyonun başarıyla düşmesi ve para politikasının etkinliğini kazanmasıyla fiyat ve vergi desteklerinin sona erdiğini hatırlattı. Albayrak, ÜFE ve TÜFE arasındaki makası beklentilerin çok ötesinde bir performansla kapatarak süreci tamamladıklarını bildirdi.
Buradaki kazanımları çok daha ileriye taşımak durumunda olduklarını vurgulayan Albayrak, mal ve hizmet fiyatlarındaki kur geçişgenliğini azaltmak için bazı ithal ürünlerin yerlileştirilmesi, alım garantili enerji kontratlarının yerlilik oranı da dikkate alınarak Türk lirası bazlı olmasını sağlayacaklarını dile getirdi. Albayrak, ayrıca bu alanda fiyatlarda düşüşü getirecek, rekabet ve verimliliği artıracak politika setini devreye alacaklarını kaydetti.
Gıda enflasyonuyla mücadele kapsamında gıda üretimini artırmak için sulama yatırımları yapılacağını, sebze-meyve fiyatlarında dönemsel dalgalanmaların önlenmesi amacıyla sera yatırımlarının teşvik edileceğini ifade eden Albayrak, Hal Yasası ve Perakende Yasası'nı en kısa sürede hayata geçirmeye çalışacaklarını anlattı.
Albayrak, "Kamunun yönlendirdiği bazı fiyat ve ücretlerde geçmiş enflasyon yerine YEP enflasyon hedeflerine göre ayarlamalar yaparak enflasyondaki atalet etkisini sınırlandıracağız." dedi.

"Yılı cari fazla vererek kapatacağız"

Dengelenme döneminin en başarılı alanlarının başında cari denge konusunun geldiğine işaret eden Albayrak, şöyle konuştu:
"Bu alan önümüzdeki dönem politikalarımızın en öncelikli meselesi olmaya devam edecek. 2019 yılı için cari açığın milli gelire oranında yüzde 3,3'lük hedef koymuştuk. Az rastlanır bir başarı ortaya koyarak yılı cari açık değil, inşallah cari fazla vererek kapatacağız. Büyüme hedefimiz ve ekonomideki toparlanmanın sonucu olarak talepteki değişimle birlikte cari dengede açık vereceğimizi önümüzdeki süreçte biliyoruz ama bu açığı dış finansman ihtiyacını makul düzeyde kalmasını sağlayacak bir seviyede tutacağız. Bu çerçevede 2020 yılı için cari açıkta milli gelire oranla yüzde 1,2'lik bir seviye hedefliyoruz. Bunu 2021'de 0,8'e ve 2022'de bu yapısal yapısal dönüşümlerle sıfıra indirmek için çalışacağız."
Albayrak, dış ticarette sağlanan değişim ve dönüşümün, cari açıkta sağlanan ve sürdürülecek kazanımların temelini oluşturduğunu söyledi.
Lüks tüketim mallarının ithalatına yönelik tedbirlerin 2020'de devam edeceğini, ithal ara malların üretimine yönelik çalışmaların yoğun şekilde süreceğini anlatan Albayrak, İVME Paketi ile başlatılan ihracatı ve yerlileştirmeyi destekleyen ölçülü ve sektör odaklı kredi politikasının 2020'de çok daha genişleyerek ve artarak devam edeceğini bildirdi.
Albayrak, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından açıklanan Sanayi Strateji Belgesi'nin bu alanda önemli bir görev ifa edeceğini aktardı. 
Bakan Albayrak, Türkiye Varlık Fonu'nun cari dengeyi güçlendiren, ülkenin stratejik hedeflerini destekleyen ve özel sektör iş birliklerine dayanan sabit sermaye yatırımlarıyla bu sürece katkıda bulunacağını, Turizm Strateji Belgesi'nin de önemli desteğini göreceklerini vurguladı.
Tüm yatırım ve teşvik uygulamalarında cari denge öncelikli uygulamaları artırarak devam ettireceklerini belirten Albayrak, Lojistik Master Plan ile ihracat ve sanayi alanındaki hedeflere büyük destek sağlayacaklarını aktardı. Albayrak, bu alanda oldukça kapsamlı bir politika ve tedbir setini detaylı şekilde çalıştıklarını kaydetti.

Vergi reformu

Bu yıl bütçe dengesinde program hedefinin biraz üzerinde kalındığına işaret eden Albayrak, şu değerlendirmede bulundu:
"Ekonomideki yavaşlama nedeniyle gelirlerimizin hedeflerimizin altında kalması bu sonuçtaki önemli faktörlerden birisi oldu. Böylesi zor bir dönemde ekonomiyi desteklemek, cari açığı azaltmak, enflasyonla mücadelede hedeflerimize ulaşmak için özellikle ithalatı frenlemeye yönelik adımlar atmamız da kaçınılmazdı. Önümüzdeki dönemde de gerek duyulduğunda üretime dayalı ekonomik dönüşümü finanse etmek için bütçe imkanlarını yine gerekirse kullanacağız ancak bunları yaparken her halükarda bütçe açığının milli gelire oranını yüzde 3'ün altında tutacağız. Bütçe açığının milli gelire oranında 2019'u yüzde 2,9 ile kapatmayı hedefliyoruz. 2020 ve 2021'de aynı oranı sürdürmeyi, 2022'de ise yüzde 2,6'ya düşürmeyi amaçlıyoruz. Bu kapsamda vergi adaleti sağlayacak, çok kazanandan çok, az kazanandan daha az vergi alınmasının önünü açacak ve gelirleri artıracak, uluslararası uygulamaları örnek alan bir vergi reformuyla ilgi adımları atmaya başlıyoruz. Ayrıca kamuda giderleri azaltmaya yönelik güçlü bir politika setini uygulayacağız. KİT'leri verimlilikleri artacak, kamu maliyesine yükleri azalacak şekilde yapılandırıyoruz."
Albayrak, kamu kaynaklarının kullanımının etkinliğini takip etmeyi kolaylaştıracak şeffaflığı ve hesap verebilirliği artıracak program bazlı, performans esaslı bütçelemeyi Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı ile birlikte hayata geçireceklerini söyledi.
Berat Albayrak, mali açıdan sürdürülebilirliği sağlamak ve kamu maliyesine olan yükü azaltmak amacıyla Sosyal Güvenlik Sistemi'nin aktüeryal dengesini güçlendirici politikaları sosyal adaleti gözeterek hayata geçireceklerini ifade etti.
Vergi tahsilat performansını artırmak amacıyla çok önemli değişiklikler yaptıklarını anlatan Albayrak, denetçilere sektör bazlı eğitimler verdiklerini, vergi tahsilat performansının haftalık olarak takip edilmesine imkan veren bir sistem kurduklarını, kamu yatırım harcamalarının ve teşvik programlarının etkinliğini artırıcı bir değişim programı başlattıklarını bildirdi. 

Büyüme hedefleri

Tüm alanlardaki hedeflerle uyumlu, kazanımları riske atmayacak büyüme planlamasını da tamamladıklarını vurgulayan Albayrak, şunları kaydetti: 
"Büyümede geçtiğimiz sene YEP çerçevesinde koyduğumuz yüzde 2,3'lük hedefin biraz uzağında kalacağız. Özellikle ikinci çeyrekle birlikte yaşanan, tekrar seçimle ötelenen ekonomideki bir çeyreklik kaymanın büyümeye etkisini bu yıl görmüş olduk. Yüzde 2,3'lük hedefin altında kalmanın baz etkisini de dikkate alarak 2020 yılını bir önceki yıldaki yüzde 3,5'lik rakamı güncelleyerek yüzde 5 büyümeyle başlayıp program boyunca, ülkemiz için sürdürülebilir ve doğal oran olan yıllık yüzde 5'lik büyümeyi devam ettirmeyi hedefliyoruz. Nitekim öncü veriler özellikle üçüncü çeyrekle birlikte ekonomik aktivitedeki toparlanmayla iş gücüne katılım ve istihdam oranlarında iyileşme sinyallerini vermeye başladı. 2020 yılında bunu daha da ileriye taşıyacağız. Başta enflasyon olmak üzere hedeflerimizde yakaladığımız başarı, faizlerde ve risk primimizde düşüşü beraberinde getirdi ve 2020 yılında bu düşüş güçlenerek devam edecek."
Yılın ikinci yarısından itibaren kapasite artırıcı yatırımların başlamasının, düşen faizlerle birlikte görülmeye başladığını belirten Albayrak, yapılan çalışmaların sadece bu sürecin başlı başına yüzde 4'lük bir büyümeyi doğal seyrinde sağlayacağını gösterdiğini söyledi.
Albayrak, proje bazlı yatırım teşvik sistemi başta olmak üzere Ar-Ge, yenilikçilik ve teknolojik dönüşümle yüksek katma değerli ürünlerin üretimine ekstra destek vereceklerinin altını çizerek, "11. Kalkınma Planı'nda yer alan kimya, ilaç, tıbbi cihaz, makine, elektrikli teçhizat, otomotiv, elektronik ve raylı sistem araçları olarak belirlenen imalat sanayi sektörleri, yeni ekonomik programın ruhunda da öncelikli alanımız olacak." ifadesini kullandı.
İvme finansman paketi ve benzeri araçlarla cari açığın düşürülmesine katkı veren katma değerli ve teknolojik üretim yapan firmaları ve projeleri öncelikli teşvik edeceklerine değinen Albayrak, "Varlık Fonu, petrokimya, madencilik ve yerli kaynağa dönük enerji üretimi alanları başta olmak üzere özel sektör iş birliklerinde sabit sermaye yatırımlarında daha etkin rol oynayacak. Sanayide kapasiteyi artıracak, maliyetleri düşürecek, rekabet potansiyeli kazandıracak Ulusal Verimlilik Planı'nı devreye alacağız. Ayrıca kapsamlı olarak bir mevzuat taramasını başlattık. Şirketleri, büyümeme yönünde teşvik eden, büyümeden kaçındıran düzenlemeleri de gözden geçirecek, yenileyeceğiz." diye konuştu.
Albayrak, büyümeyle ilgili çok kapsamlı çalışma yaptıklarına dikkati çekerek, "Yüzde 5’lik bu büyümeyle bütçeye baskı oluşturmayacak, biriken reel durgun alanı da hesaba katarak, fiyat artışına da neden olmayacağız." dedi.

"İşsizlikte iyileşme görülecek"

Büyüme hedefleri ve politikalarının hızlıca tesis edilmesinin istihdamdaki artışı da beraberinde getireceğini vurgulayan Albayrak, şunları kaydetti:
"2019'u yüzde 12,9'luk bir işsizlik oranıyla kapattıktan sonra, işsizlik oranını 2020'de yüzde 11,8'e, 2021'de yüzde 10,6'ya ve 2022'de 9,8'e düşürmeyi hedefliyoruz. Ekonomik aktivitedeki toparlanma ile iş gücüne katılım ve istihdam oranlarında iyileşmeyi göreceğiz. Program dönemi boyunca istihdamdaki kişi sayısının yıllık ortalama 1 milyon 66 bin kişi artarak işsizlik oranının kademeli gerilemesi sağlanacak. İstihdam teşviklerinin etki analizleri yapılarak, teşviklerin ihtiyaçlara göre yeniden tasarlanmasını sağlayacağız. İstihdamda, kredi şartlarının uygun hale gelmesi, inşaatta da talebin canlanmasını ve arz fazlasının azalmasını göreceğiz. Nitekim son bir yıldaki istihdam kaybının yaklaşık üçte ikisi inşaat sektöründen kaynaklandı. Tamamlanmaya yakın yapıların bitirilmesinin desteklenmesiyle kısa dönemde bu alandaki istihdama olumlu katkı sunacağını göreceğiz."
Albayrak, sulama ve sera yatırımlarının desteklenmesiyle tarımda arzı artırmaya yönelik zamanında verilen uygun fiyat ve yapılan alımlarla tarım sektöründe de işsizliğin azalmasının sağlanacağını belirterek, bireysel tüketimin artmasının, uygun kredi şartlarının, stok ve revizyon yatırımlarının, sanayi ve hizmet sektöründe ve turizm alanında istihdamı artıracağını dile getirdi.
"Gençlerde işsizlik, istihdam piyasasında talep edilen mesleklere yönelik, özellikle yoğun anlamda talebi olan, kodlama, bilgi işlemci, satış elemanı gibi benzeri alanlardaki hedef odaklı sertifika ve meslek edindirme programlarıyla maksimum genç istihdam edilerek bu rakamları da azaltacağız." diyen Albayrak, orta yaş gruplar, kadınlar ve gençlere yönelik girişimcilik ve meslek kazandırma programlarıyla orta vadede de işsizlikle mücadele edileceklerini söyledi.

Dolarizasyona karşı tedbir seti

Albayrak, programın son alanını, finansal istikrar için devreye alınacak politika setleri ve aksiyonların oluşturduğuna işaret ederek, program dönemi boyunca, finansal istikrarın güçlendirilmesi, dolarizasyonun azaltılması ve tasarrufların artırılması öncelikli hedeflerin başında olacağını kaydetti.
Finansal sistemin sermaye piyasası bacağını güçlendirilmek için çalışacaklarına da dikkati çeken Albayrak, uygulanacak olan vergi, teşvik ve kamu finansman politikaları yoluyla ülke kaynaklarının cari dengeyi güçlendirecek, yerli ve katma değeri yüksek üretime yöneleceğini ifade etti.
Albayrak, belirlenen hedefler doğrultusunda kredi kanallarının açılmasını sağlayacaklarına değinerek, şöyle devam etti:
"Dolarizasyona karşı bir tedbir setini devreye alacağız. BIST'de yeni oluşturulacak alternatif ürünler, Omnibus ile Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) piyasasının uluslararası teminat özelliği getirilmesi başta olmak üzere, hisse senedi piyasasında hisselerin gruplandırılarak yatırımcının kolay seçiminin sağlanması, halka açılmanın vergi indirimleriyle derinleştirilmesi, döviz piyasasının kurulmasıyla birlikte ilave tedbirler getirilmesi önümüzdeki süreçteki önemli planlarımız arasında yer alıyor.
Bankacılık sektörü için sık sık gündeme getirilen NPL'lerle ilgili reform niteliğinde bir adım atıldı. Bankalarımız için artık temiz bir sayfa başlangıcı önümüzdeki dönemde göreceğiz. Artık bankaların, gerçek meseleleri olan, finansman sağlama işine döneceklerini düşünüyoruz. Birçok defa vurguladığım hedeflerle uyumlu finansman modellerini tıpkı kamu bankalarının yaptığı gibi özel enstrümanları yeni ürünleri devreye alarak sektörde daha etkin rol oynayacaklarını bekliyoruz."

Sermaye piyasaları için reform paketi

Albayrak, yılda 60 ila 100 milyar lira büyüklük sağlayacak Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) sosyal tarafların mutabakatıyla kurulacağını ve sermaye piyasalarını derinleştirecek kapsamlı bir reform paketinin devreye sokulacağını söyledi. 
Berat Albayrak, İstanbul Finans Merkezi'nin de 2021'in sonuna doğru devreye alınacağını kaydetti.

"Bu sene çok daha etkin şekilde sahada olacağız"

Geçen sene YEP'i açıkladıklarında, ekonomideki sorunları doğru tespit eden bir program olduğuna dair geri dönüşler aldıklarını belirten Albayrak, "Bugün bir kez daha sağlam adımlar ve aksiyonlarla yeni bir program ortaya koyduğumuzu tüm kalbimle söylüyorum. Çok zor bir süreci milletimizin ve paydaşlarımızın desteğiyle geride bıraktık." diye konuştu.
Albayrak, oluşturulmak istenen tüm panik ve korku havasını dağıttıktan sonra artık kolları yeniden sıvadıklarına işaret ederek, uluslararası piyasalara güven ve kredibilite açısından her türlü şeffaf iletişim noktasında bu süreci yönetmeye devam edeceklerini vurguladı.
Bu sene farklı olarak, çok daha etkin şekilde sahada olacaklarını aktaran Albayrak, şöyle devam etti: 
"Değişim tüm Türkiye olarak hepimizden başlıyor. Türkiye yeni bir ekonomik modele geçiyor bu programın ruhunda. Bir üst lige çıkmak istiyorsak tüm paydaşlar olarak değişmek zorundayız. Reel sektörümüz ve bütün paydaşlarımız ülkemizin her yerinde artık sahada. Bu bilinçle bu süreci gerek bizler gerek paydaşlarımız hep birlikte yaşayacağız. Bu programın yürütülmesi, gerekirse değişiklerle ilgili istişareler yapacağız, görüşlerimizi paylaşacağız. KOBİ'lerimize ayrı bir önem vereceğiz. Etkili olabilmeleri için beklentilerini, sorunları dinleyeceğiz. Ülkemizin yeni bir başarı hikayesini milletimizin desteği, reel sektörümüzün, yani sanayicimizin, tarımın, hizmet sektörünün ve finans sektörünün tam kapasiteyle çalışması, bunlarla birlikte, yeni YEP'le birlikte gerçekleştireceğiz."
Albayrak, programın hazırlanmasında emeği geçenlere teşekkür etti. 


26 Kasım 2018 Pazartesi

Türkiye artık bağımlı değil bağlı

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Özal, Erbakan ve Erdoğan! Türkiye artık bağımlı değil bağlı
Tamer Ashraf
Türkiye'nin savunma sanayinde geldiği noktayı değerlendiren Güvenlik, Strateji ve İstihbarat Uzmanı, AYBÜ Öğr. Ü. Dr. Merve Seren, "Müttefiklerimizle politik çıkarlarımız uyuşmadığında silah ambargolarına maruz kalırdık. Artık durum öyle değil. Bugünün Türkiye’si güvenlik ve savunma politikasını bağımsız icra edebilecek düzeyde; ittifaklarına “bağlı” ama “bağımlı” değil." dedi.
Avrupa ülkeleri ABD ve İngiltere’den bağımsız ordu kurmayı tartışıyor. Yapalım diyen Fransa’nın caddeleri aniden alev aldı! Güçlü bir savunma sanayiine sahip olan İngiltere, ilk robot ordusuyla tatbikat gerçekleştirdi! Türkiye ise 103 şehidin katili 18 teröristi geçen hafta “eşek arısı” adlı mini dronla imha etti. Savunma Sanayiinde yaşanan büyük değişimde Türkiye'de yerini aldı. 2002'de 66 proje yürüten Türkiye, şu anda 553 projeyi yürütüyor, kendi İHA ve SİHA'sını üretiyor... Ancak iş bununla da bitmiyor...
“Stratejik İstihbaratın Güvenlik Stratejileri ve Politikaları Açısından Yeri ve Önemi” başlıklı teziyle doktora çalışmalarını tamamlayan, savaş, strateji, savunma yönetimi ve istihbarat konularında lisans ve lisansüstü dersler veren Seren Star'dan Fadime Özkan'a verdiği röportajda çarpıcı bilgiler aktardı: “Türkiye’nin İHA’da kat ettiği mesafe bir derinlik başarısıdır. Bunun ürün skalasına sirayeti gerek. 2002’de Türk savunma sanayiindeki proje sayısı 66 iken rakam 2016’da 553’e çıktı. Ciro da 6 milyar dolara yükseldi. Ancak yeterli değil”.
Türk Silahlı Kuvvetleri PKK’ya karşı daha önce hiç olmadığı kadar başarılı operasyonlar yapıyor. Bunun arkasında siyasi bir netlik, bütünlük, kararlılık var elbette ama asıl önemlisi askeri bir kapasite de var. Bu kapasitede yerli üretim silahların etkisi ne kadar?
15 Temmuz darbe teşebbüsünün hemen akabinde 24 Ağustos 2016 günü Fırat Kalkanı Harekatı başlatıldı ve bu operasyon 27 Mart 2017’ye kadar sürdü. Böylesine vahim bir darbe senaryosunun ardından TSK’nın bu kadar kısa sürede toparlanıp başarılı bir operasyon yürütebileceğini kimse tahayyül etmiyordu. Kaldı ki TSK, 2018 Ocak’ında başlatılan Zeytin Dalı Harekâtı namı diğer Afrin Operasyonu’nda sergilediği performans ile askeri kapasitesinin gücünü yeniden teyit etmiş oldu. Afrin Operasyonu, gerek TSK’nın gerekse savunma sanayiinin özgüvenini arttırdı. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı aynı zamanda savunma sanayiinin eskiye nazaran çok daha pro-aktif bir yapıya kavuştuğunu gözler önüne serdi.
Ancak burada bir şeye dikkat çekmemiz gerekiyor; biz askeri kapasite ile neyi kast ediyoruz? Sizin askeri gücünüz; haiz olduğunuz tüm imkan ve kabiliyetleri ihtiva eder. Bu salt ordu mevcuduyla yani istihdam edilen asker sayısıyla açıklanacak kadar basit bir mevzu değil. Keza terörle mücadeledeki başarınızı, sahip olduğunuz silah sistemlerine dayandırmak da bir o kadar indirgemeci bir yaklaşım olur. Zira TSK’nın muzaffer olmasının arkasında; mesleki tecrübe, profesyonellik, askeri teknolojiyi edinim ve kullanma becerisi, mobilizasyon, esneklik, harekat sahasına adaptasyon, kuvvetler arası koordinasyon, finansal yeterlilik, ulusal güvenlik mekanizması içerisinde yer alan kurum ve kuruluşların uyum ve işbirliği -MİT-TSK işbirliği- gibi, devlet-dışı silahlı aktörlere operatif yeterliliğin kazandırılması -Özgür Suriye Ordusu- gibi birçok unsur kritik rol oynar. Öte yandan maddi unsurların yanı sıra, manevi ve moral unsurları da hesaba katmak durumundasınız. Bu anlamda zafer, askeri taktik ve stratejiler kadar; ordunun moraline, azim ve cesareti ile kararlılığına da bağlıdır.


STRATEJİ Mİ SİLAH MI?


Zaferi getiren şey silah mıdır strateji mi?
Savaş Sanatı’nın iki duayen ismi var. Milattan önce beşinci ve üçüncü yüzyılda yaşayan Çinli stratejistler Sun Tzu ile Zhuge Liang. Sun Tzu; “Taktikleri olmayan strateji, zafere giden en uzun yoldur. Stratejisi olmayan taktikler ise yenilgiden önceki gürültüdür” der. Liang’a göre ise; “...üzerinde fikir birliği olmayan bir strateji, elinizde bir milyon kişilik bir ordu bile olsa düşmana gerekli korkuyu veremez”. Günümüzde bu tezler halen geçerli. Kısaca ister konvansiyonel savaşta ister terörle mücadelede olsun, doğrulttuğunuz silahtan daha ziyade akılcı stratejiler ve doğru hamleler belirleyici bir üstünlük kazandırır. Dolayısıyla hem siyasi atmosferi hem de harekat sahasını çok iyi okuyarak analiz etmeli; müteakiben askeri strateji ve taktiklerinizi belirlemek durumundasınız. Silah sadece sizin stratejinize hizmet eden bir araçtır; önemli olan bu aracı nerede, ne zaman, kime karşı ve nasıl kullanacağınızı hesap edebilme yeteneğinizdir. Rakiplerinize karşı izleyebileceğiniz en akılcı yöntem ise, “savaşmadan zafer kazanmak” prensibidir.


İŞ İHA’DA BİTSEYDİ ABD AFGANİSTAN’DA SONUÇ ALIRDI


Son dönem yürütülen terörle mücadelede İHA ve SİHA’ların rolü çok mühim. Mesela 103 şehidin katili olan 18 terörist “eşek arısı” adı verilen bir mini drone sayesinde etkisiz hale getirildi. İHA’lar SİHA’lar nasıl bir avantaj sağladılar?
Silah, terörizmle mücadele ederken kullandığınız araçlardan birisidir. Halihazırda İHA’lar en fazla kullanılan platformlar olarak devredeler ve şüphesiz bir ‘oyun değiştirici’ konumundalar. Bu bağlamda BAYRAKTAR İHA sistemleri, TSK’nın sınır ötesi harekatlardaki en büyük vurucu gücü olarak görev yapıyor. Ancak unutulmamalıdır ki, İHA’nın tespit, gözetleme ve imha gibi tüm görev yazılımları ve en nihayetinde komuta ve kontrolü ‘insan’dadır. Açıkça; insan aklının yerini makinalarla ikame edemezsiniz. Dolayısıyla savunma sanayiinde ve operatif misyonlarda istihdam ettiğiniz ‘mühendis’ ve ‘asker’ en büyük yatırımınızdır. Zira bugün İHA’ların yerini yarın daha farklı otonom sistemler alabilir, harekat sahasındaki değişim ve ihtiyaçlara göre askeri teknoloji kendisini sürekli yenilemekte.
Yarın harp meydanlarında bahsettiğiniz “Eşek Arısı” yerine belki yürüyen ve uçan 16 gramlık mini piyadeler göreceğiz. Geçen hafta İngiltere otonom sistemlere dayalı bir tatbikat gerçekleştirdi. Robot askerlerin boyutu belki küçülecek. Eşek Arısı türündeki İHA’lar, ekseriyetle özel kuvvetler ve istihbarat örgütleri tarafından yüksek öncelikli hedefleri yakın gözetleme ve keşfi maksatlı kullanılan sistemlerdir.
Tabii bazı görevler kapsamında Kara Kuvvetleri ve Deniz Piyadeleri tarafından da kullanılır. Bu tür İHA’ların en büyük avantajları son derece hafif ve küçük boyutta olmaları, nesnelere/canlılara benzemeleri ve çok kolay kamufle oldukları için tespitlerinin zor olmasıdır.
Diğer taraftan terörle mücadele; son derece kapsamlı, derin ve yoğun bir güvenlik yaklaşımına ihtiyaç duyar. Şayet böyle olmasaydı İHA’ları en fazla kullanan ülkelerin başını çeken ABD, bugün Taliban karşısında çoktan zafer ilan etmiş olurdu. Oysa gelinen aşamada Taliban, Afganistan’ın yüzde 70’ini yeniden kontrol altına almış durumda. Bu örnek, yüksek teknoloji üreten devletlerin de terörle mücadelede yüzde yüz başarılı olamayacağının en somut tezahürü.


ARTIK PKK DA DRONE KULLANIYOR!


Terörle mücadelede Türkiye çok mühim aşama kaydetti İHA’lar bunda rol oynadı ama PKK da karşı taktikler geliştiriyor. İHA kullanıyor mesela?
Hukuki boyutta gelinen mevcut aşama uluslararası sivil havacılığa ilişkin düzenlemelerdir. Yakın gelecekte havaalanında uçaklarla İHA’ların yan yana kalkışına şahit olabiliriz. Sonuçta İHA üretimi o kadar hızlı artıyor ki, sadece bunların kalkış ve inişleri bile mevzuat düzenlemesi gerektiriyor. Türkiye’de bu tür konularda yetkili mercii Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’dür. SHGM’nin 22 Haziran 2016 tarihli “İHA Talimatı”, örneğin suç işlemenin önüne geçmek maksadıyla kişilere tescil ve kayıt zorunluluğu getirmiştir. Kısaca İHA’ların hava sahasına entegrasyonundan uçuşa elverişlilik standartlarına, tahsis edilen kontrol linki frekanslarından müşterek çalışabilirliğe birçok hukuki düzenleme önümüzde duruyor.
Geleceğin harekât konseptlerinde “sürü halinde harekâtlara tanıklık edeceğiz. Aslında bu şimdiden geçerli olmaya başladı. Tarihte ilk defa sürü halinde İHA kullanarak saldırı yöntemi devlet dışı silahlı aktörlerden tarafından yapıldı. DEAŞ, Irak’ta koalisyon unsurlarına ve Irak Güvenlik Güçlerine karşı saldırırken, HTŞ, Rusya’nın Tarsus ve Humeyyim üslerine saldırdı. Son olarak bu tarz saldırı yönteminin PKK tarafından kullanılmaya çalışıldığını gördük. Daha önce 2016 ve 2017 yıllarında PKK’nın tek bir İHA ile saldırı denemelerinde bulunduğunu görüyoruz. 10 Kasım 2018 tarihinde ise, Şırnak’ta 8 adet plastik patlayıcı yüklü İHA ile sürü saldırı girişiminde bulundu.
X-UAV Talon tipi İHA’lar ile tören alanlarına yaptığı kamikaze saldırılarda tören alanında bulunan jammerlar sayesinde EYP’ler patlamadı. Yakın gelecekte bu tarz saldırıların sayısında artış olabilir. Bu sebeple İHA konusuna dair en önemli mevzulardan birisi, terör örgütlerinin İHA teknolojisine adaptasyonları ve kullanımın yaygınlaşması olacaktır. Sürü harekatlarının yanı sıra “insansız sistemler odaklı hava savunması” ile “ağ merkezli komuta kontrol ve harekat” önemli başlıklar olacaklardır.


İTTİFAKLARA BAĞLI AMA BAĞIMLI DEĞİLİZ


Türkiye ne yapmalı?
Türkiye için önemli olan ise, kendi silahını üretmesinin her zaman için bir ‘çarpan etkisi’ yaratacağını unutmamasıdır. Doğu-Batı Almanya birleştikten sonra Doğu Almanya’nın elindeki kalaşnikoflar Türkiye’ye hibe edilmişti ama terörle mücadelede kullanmamıza izin çıkmadı, modifiye etmek zorunda kaldık. Keza aynı kullanım yasağı, Almanya’dan satın alınan tanklar için geçerli oldu. Daha eski zamanlara gittiğimizde, müttefiklerimizle dış politik çıkarlarımız uyuşmadığında silah ambargosuna maruz kaldık.
ABD Başkanı Johnson’ın mektubundaki NATO silahlarının kullanılamayacağına ilişkin tehditkar ve, sert üslup halen hafızalardadır. O dönemde Ankara, kimden mermi alabilirimin derdine düşmüştü. Fakat Türkiye artık 1970’lerin 1990’ların Türkiye’si değil. Artık İsrail’in İHA’larına muhtaç olmayan bir Türkiye var karşınızda. Bugünün Türkiye’si kendi güvenlik ve savunma politikasını bağımsız icra edebilecek bir düzeyde; ittifaklarına “bağlı” ama “bağımlı” değil.


ÖZAL, ERBAKAN, ERDOĞAN


Altay tankı, Milgem, İHA, SİHA…vd. Bu yerli üretim askeri araçlar, silahlar gerçekten sağlam, iyi, nitelikli araçlar silahlar mı, yoksa Türkün Türk’e propagandasına mı maruz kalıyoruz?
Aslında savunma sanayii değil; bilim-teknolojide ve buna bağlı olarak Ar-Ge ve Ür-Ge yatırımlarında geç kalınmışlık yaşandığı kabul edilmelidir. Bu geç kalınmışlık; siyasi konjonktür ve karar alıcı mekanizmayla doğrudan ilintili bir durum. Koalisyon dönemlerinde bütçe üzerinde yaşanan çetin tartışmaları düşünün; her partinin hedef kitlesi ve öncelik sıralaması farklıydı. Ancak geçmişte Erbakan ve Özal’ın teknoloji adaptasyonu konusunda son derece girişimci ve öngörülü oldukları aşikar. 2000’li yıllardan sonra savunma sanayiinde yaşanan sıçrama ise tamamen hükümetin bu alana öncelik tanıması ve ihtiyaç duyulan finansman kaynağını siyasi iradeyle beraber sunmasından kaynaklanıyor.


HAVADA, KARADA, DENİZDE OLMAK ARTIK YETMİYOR


Elbette geç kaldığımız için sıkıntılar yaşıyoruz; biz tam bir noktaya ulaştığımızda, diğer devletler bir üst basamağa çıkmış oluyor. Örneğin artık kara, deniz ve havada üstün olmanız yetmiyor. Eğer uzay ve siber-uzay imkan ve kabiliyetlerinizi geliştirmezseniz, girdiğiniz savaştan galip ayrılamazsanız. Trump, Haziran 2018’de “Uzay Kuvveti” kurulması talimatını verdi. Ancak biz kuvvet kurmak bir yana, halen Ulusal Uzay Ajansımızı devreye sokamadık. Diğer taraftan savunma sanayii zaman zaman gizli/örtülü ambargolara maruz kalabiliyor; ürünlerin alt sistemlerinde veya yedek parçalarda tedarik sıkıntısı yaşayabiliyoruz. Sertifikasyonlarda kasıtlı geciktirmelere maruz kalabiliyoruz. Bu durumu aşmak için şu anda SSB, ürünlerin yanı sıra alt sistem ve bileşenleri de yerlileştirme yönünde büyük çaba sarf ediyor.


TEKNOLOJİK BAĞIMSIZLIK VE DERİNLİK


Savunma sanayiimizin avantajları dezavantajları neler?Nerelerde sıkıntı var?
Türkiye’nin önceliği “teknolojik bağımsızlık” ve “teknoloji derinliği” kazanmak olmalı. Zira bu sadece savunmada değil; dış politikadaki elinizi de güçlendiriyor, sizi avantajlı konuma geçiriyor. Bağımsızlığınızı kazanacaksınız ama aynı zamanda teknolojik öngörüye sahip olacak, akılcı yatırımlar yapacaksınız. Ancak bu şekilde küresel pazarda rekabet edebilirlik seviyesine ulaşırsınız. Bu anlamda Türk savunma sanayiinin İHA’da kat ettiği mesafe, bir derinlik başarısıdır. Bunun diğer ürün skalasına da sirayet etmesi gerekiyor.
2002’de Türk savunma sanayiindeki proje sayısı 66 iken, bu rakam 2016’da 553’e çıktı. Yine, savunma sanayiinin cirosu 6 milyar dolara yükseldi. Ancak bu yeterli değil. Vakıf şirketlerinin TSK dışında müşteri portföyünü geliştirmesi lazım. Böylece tek kaynaklı beslenmenin önüne geçilmiş olacak; şirketler kendi kendilerini idame edebilecek mali yeterliliğe kavuşacaklardır.


VEKALET İÇİNDE VEKALET SAVAŞLARI


Savunma sanayii deyince sanki sadece savunma hali algısı oluşuyor, haliyle maruz kalma halini de çağrıştırıyor. Doğru mu formüle ediyorum bilemiyorum ama sorum şu, savunma sanayii taarruz silahlarını da kapsıyor mu, yoksa onun ayrı bir adı var mıdır?
Aslında “taarruz, saldırı” kelimeleri gerek diplomatik düzeyde gerekse literatürde hoş karşılanmadığından hep “savunma” konsepti üzerinden ilerliyoruz. Aslında “en iyi savunma, saldırıdır” diye bir motto var. Sizin savunmada kalabilmeniz için saldırı imkan ve kabiliyetlerine haiz olmanız şart. Geliştirdiğiniz silahı, füzeyi maksadınıza göre ister savunma için ister saldırı için kullanabilirsiniz. Gerisi sistemlerin yazılımları vd. ögeleriyle alakalı bir durum. Buradaki temel sav, saldırı yahut savunma fark etmeksizin “askeri teknoloji geliştirme yetkinliği” kazanmanız.
Şu anda 4. nesil savaşları yaşıyoruz. Bu nesilde, gayri nizami ve asimetrik unsurlar gittikçe daha fazla önem kazanıyor. Vekalet içinde vekalet savaşlarına şahit oluyoruz.
Bugün Suriye sahası, “hibrit harp” için en somut örneği teşkil ediyor. Bu savaşta devlet ve devlet-dışı silahlı aktörlerin her türlü yöntem ve araçlarına tanıklık ediyoruz. Suriye, devletlerin yanı sıra devlet-dışı silahlı aktörlerin de teknolojik adaptasyonlarının giderek güçlendiğinin gösteriyor. Dolayısıyla siz devlet olarak savunma ve saldırı yeteneklerinizi eş zamanlı olarak geliştirmek zorundasınız.
Bir parantez açıp, askeri teknolojilerin daha sonra sivil kullanıma girdiğini vurgulayalım. Bugün kullandığınız telefonlar, bilgisayarlar, İHA’lar hep askeri maksatlı geliştirilen ürünlerdir. Örneğin İHA’lar, sadece harp meydanlarında değil; sınır güvenliği, ulaştırma, haritalama, hava olaylarını izleme gibi birçok farklı görevde kullanılıyorlar.


F35 VE S-400 TAMAMEN FARKLI


Malum, F-35’lerle S400’lerle ilgili sorun yaşıyoruz ABD ile. Ne düşünüyorsunuz, Türkiye’nin bu iki silaha hayati önemde ihtiyacı mı var? F-35 ile S-400 konseptleri birbirinden tamamen farklıdır. Birisi savaş uçağı, diğeri ise hava savunma sistemi. Burada her iki sisteme ihtiyaç duymanız tamamen risk ve tehdit algınıza bağlı. Örneğin sınır ötesi harekatlar icra eden bir ülkenin elinde F-35 bulunması caydırıcılık gücü açısından son derece önemli. Keza etrafı balistik füze envanterleriyle çevrili bir Türkiye’nin güçlü bir hava savunma sistemine sahip olması da bir o kadar elzem. İkisini birbirinin yerine ikame edemezsiniz.


GELECEK TEKNOLOJİ, OTONOM SİLAHLAR


Dünyanın sayılı ordularından birine sahip olduğumuz söyleniyor. İnsan unsuruyla mı, silah unsuruyla mı?
En başta söylediğim gibi, Türkiye’nin askeri kapasitesini sadece TSK’nın mevcudu üzerinden analiz etmek hatalı olur. Aynı şekilde bir ordunun gücü de ne asker sayısına ne de elindeki silaha bağlıdır. Eğer böyle olsaydı; Suudi Arabistan, ABD’nin en büyük silah müşterisi olarak muazzam güçlü bir orduya sahip olurdu. Oysa Kraliyeti bugün, özel askeri güvenlik şirketleri (ekseriyetle ABD ve İngiltere) koruyor. Yine, Suudi Arabistan satın aldığı milyar dolarlık son teknoloji savaş uçaklarını kullanacak pilotları gidip İngiltere’den veya Pakistan’dan kiralıyor. Batıdan örnek verelim; İskandinav ülkeleri savunma finansmanı ve askeri teknoloji açısından son derece gelişmiş (örneğin bizim “eşek arısı” dediğimiz micro İHA, Norveç firmasıProx Dynamics tarafından geliştirildi) durumdalar. Zorunlu askerlik yerine tamamen profesyonel olsun dediler, bazı ülkelerdeki başvuru sayısı beklentilerin o kadar altında kaldı ki, askerlik mesleğini nasıl cazip hale getireceğiz derdine düştüler. Diğer Avrupa ordularını düşünün, ne kadarı NATO nezdindeki kinetik operasyonlarda görev aldılar? On yıllardır Avrupa ordusu kurulmalı mı diye tartışıyorlar, ancak kimse bu ordunun savaşma kabiliyetine ilişkin doğru düzgün bir fikir beyan edemiyor. Zira ABD ve İngiltere olmaksızın kurulacak bir Avrupa ordusunun “muharip yeteneği” üzerinde ciddi çekinceleri var. Türkiye’nin dünyanın sayılı ordularından birisi olarak referans gösterilmesinin arkasında bir sürü unsur var. En başta tarih ve kültür geliyor. Türklerin “savaşçı” karakterine dair yerleşik bir bilinç var. Aklıma ilk gelenler; Mete Han, Cengiz Han, Atilla, Timuçin,Bumin Kağan, Alparslan, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve daha nice efsaneleşmiş isimler... Ayrıca bir Osmanlı gerçekliği var. Bu anlamda genetik kodlarda saklı bir savaş tarihi ve kimliği yatıyor. Atatürk’ün askeri dehasının yanı sıra Türk halkının Kurtuluş Savaşı esnasında düşman karşısında verdiği mücadele en büyük ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Tarihsel ve kültürel kodların haricinde, mecburi askerlik önemli bir rol oynuyor. Böylece en kötü durum senaryosunda “savaşa hazırlık” seviyenizi arttırmış oluyorsunuz.


GÜÇLÜ DEVLET GÜÇLÜ ORDU


Bir başka husus ise Türkiye’nin tehdit algısı. Makyavelist söylem halen bizde geçerli; “güçlü devlet, güçlü ordu”. Batının tehdit algısı farklı olduğu için bunu “ölü bir yatırım” olarak görebiliyorlar. Ama bizim coğrafyamız, rahat nefes almamıza izin vermiyor. Biz sürekli “hazırlıklı” olmak durumundayız. Sadece devletler değil, devlet dışı silahlı aktörler de aynı oranda tehdit yöneltiyorlar. Türkiye kadar büyük bir tehdit skalasına sahip olup, ayakta durmayı becerebilen nadir ülke vardır. Eğer sizin silahlı kuvvetleriniz, emniyet güçleriniz, jandarmanız, sahil güvenliğiniz ve istihbaratınız güçlü olmasaydı, şu anda çok farklı bir ülkede beka mücadelesi veriyor olurduk.


ASKERİ POTANSİYEL BİLİNİR


Devletler birbirlerinin savunma-saldırı kapasitesini ve askeri sıkıntılarını bilir mi?
Eğer çok gizli askeri programlar yürütmüyorsanız, genelde evet bilirler. Fakat bir İsrail iseniz, en yakın müttefikiniz ve hatta hamisiniz ABD’den bile gizli programlar yürütmeniz kuvvetle muhtemel. Örneğin İsrail ne zaman nükleer silah programını başlattı, ne zaman bitirdi, nükleer arsenalinde kaç tane harp başlığı var bilinmiyor. ABD’de Rand Corporation tarafından yayımlanan bir raporda 65-85 arası deniyor. Oysa İran Dışişleri Bakanı Javad Zarif, P5+1 görüşmeleri esnasında İsrail’in 400 nükleer harp başlığına sahip olduğunu iddia etmişti.
Türkiye’nin bilinmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü siz bir NATO müttefikisiniz. Her yıl ne kadar askeri harcama yaptığınızı dahi bildiriyorsunuz. Mevcut envanteriniz de bilinir. Kaldı ki NATO devletlerinin askeri kapasiteleri, müşterek tatbikatlarda ortaya çıkar. Örneğin Türkiye’nin başarılı katılım gösterdiği, NATO’nun son yıllardaki en büyük askeri tatbikatı “Trident Juncture”, 15 Ekim-8 Kasım 2018 tarihleri arasında icra edildi. Bu tür tatbikatlar, sizin kazandığınız yeteneklerin sınanması açısından oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra sektöre ilgili biri iseniz, “The World Defense Almanac”ı takip edebilirsiniz, devletlerin kuvvet bazındaki girdileri tek tek listeleniyor. Keza literatürde devletlerin askeri güç endeksini ölçen “Military Balance” gibi farklı kaynaklar var. Ayrıca bölgesel yahut konuya odaklı bir sürü farklı fuar düzenleniyor, örneğin Türkiye iki yılda bir IDEF fuarına ev sahipliği yapıyor.


NATO ÜYELERİ BİRBİRLERİNİN SİBER YETENEKLERİNİ BİLMEZ


Ülkeler bu fuarlara gelerek hem kendi teknolojilerini ve caydırıcılık güçlerini sergiliyorlar hem de ürünlerini pazarlayarak müşteri kazanma yarışına giriyorlar. Ancak İran ve Kuzey Kore gibi bazı ülkelerin askeri yeteneklerini zaman zaman çok fazla abartıya kaçarak medyaya servis ettiklerini göz önünde bulundurmanız gerek. Fuarda 1970’lerdeki tankları modifiye edip yeni ürün gibi piyasaya tanıtanlar oluyor (!) Ancak bir not ekleyim; işler, “siber” alana gelince değişiyor. NATO kara, deniz, hava ve siber-uzay’dan sonra beşinci harekat alanı olarak “siber”e resmiyet kazandırdı. Fakat NATO’lu müttefikler dahi birbirlerinin siber yeteneklerini tam olarak bilemezler. Bunu göstermeniz demek, müdahaleye açık hale gelmeniz demek ve muhtemel bir siber saldırıdaya maruz kaldığınızda faili bulmanız ve bundan bir ülkeyi doğrudan sorumlu tutmanız epey zor. Siber-uzay konusunda en kapsamlı hukuki düzenleme “Tallinn Manual 2.0” ancak bu düzenleme herhangi biryaptırım içermiyor.


27 Temmuz 2018 Cuma

Trump ve ABD

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Trump'ın twitleri dünyayı şaşkına çeviriyor 

Paylaşımlarında iç meselelerin yanı sıra birçok ülkeye sert mesajlar veren ya da övgüler yağdıran Trump'ın özellikle Kuzey Kore, Rusya ve Almanya hakkında yaptığı yorumlar, küresel çapta tepkilere neden oldu.

ABD Başkanı Donald Trump'ın göreve geldiğinden bu yana sosyal medya hesabında yaptığı bazı paylaşımları dünyayı şaşkına çevirdi.
Paylaşımlarında iç meselelerin yanı sıra birçok ülkeye sert mesajlar veren ya da övgüler yağdıran Trump'ın özellikle Kuzey Kore, Rusya ve Almanya hakkında yaptığı yorumlar hafızalara kazındı.
ABD Başkanı'nın bazı atamaları ve görevden almaları Twitter üzerinden duyurması da hayretle karşılandı.
Bunlardan en dikkat çekicileri eski Dışişleri Bakanı RexTillerson ve eski Özel Kalem Müdürü Reince Priebus'ı görevden aldığını duyurduğu paylaşımları oldu.
Trump, Tillerson'ın görevden alındığını Twitter hesabında "CIA Başkanı Mike Pompeo, yeni dışişleri bakanımız olacak. Şahane bir iş yapacak! Hizmetleri için Rex Tillerson'a teşekkürler. Gina Haspel, CIA'nin yeni direktörü, bu göreve seçilen ilk kadın olacak. Hepsine tebrikler!" ifadeleriyle duyurdu.
ABD Başkanı, özel kalem müdürlüğüne Pierbus'un yerine John Kelly'nin atandığını da Twitter hesabından kamuoyuyla paylaştı.
Rusya'nın ABD seçimlerine müdahalesi konusunda da çok sayıda twit atan Trump'ın en dikkat çekici paylaşımlarından biri, Özel Yetkili Savcı Robert Mueller ile ilgili olandı.
Mueller'in kendisine karşı ön yargılı olabileceğini savunan Trump, "Mueller'in ekibinde neden 13 katı Demokrat, bazı büyük, sahtekar Hillary destekçileri var da hiç Cumhuriyetçi yok? Geçenlerde bir diğer Demokrat da katıldı. Bunun adil olduğunu düşünen var mı?" ifadesini kullandı.
Rusya soruşturmasıyla ilgili rakibi Hillary Clinton'a çattığı bir başka twitinde Trump, Clinton ve Demokrat Partiyi istihbarat şirketi GPS Fusion'a gerçekleri yansıtmayan bir dosya hazırlaması için para vermekle suçladı.
Twitter'da ABD basınına da sert eleştiriler yönelten Trump, bu konuda en fazla yankı uyandıran paylaşımında "Yalan haberler medyası (@nytimes, @NBCNews, @ABC, @CBS, @CNN) benim değil, Amerikan halkının düşmanı." değerlendirmesine yer verdi.
Kuzey Kore ile "nükleer düğmenin büyüklüğü" atışması
Kuzey Kore ile haziran ayında Singapur'daki zirveyle nükleer silahsızlanma müzakerelerini başlatmadan önce Trump'ın, Pyongyang yönetiminin lideri Kim Jong-un'un yeni yıl konuşmasında "nükleer düğmenin masasında olduğu" açıklamasına karşı attığı twit çok konuşuldu.
ABD Başkanı, twitinde "Bitip tükenmiş ve açlıktan kıvranan rejimden birileri, lütfen ona benim de nükleer düğmem olduğunu söylesin. Bu düğme onunkinden çok daha güçlü ve büyük. Ve benim düğmem çalışıyor." ifadesini kullandı.
Donald Trump, kendisine yaşlı diyen Kim için de Twitter'da "Ben ona hiç kısa ve şişmansın dedim mi? Pekala, onun dostu olmak için çok uğraşıyorum, belki bir gün bu olur!" yorumunu yapmıştı.
"Hazır ol Rusya, akıllı füzeler gelecek"
Twitter'da Rusya için de kimi zaman olumlu kimi zaman olumsuz yorumlar yapan, özellikle Rusya'nın ABD seçimlerine müdahalesi soruşturması hakkında Rusya'yı aklayan yorumlar paylaşan Trump'ın, dikkat çekici paylaşımlarından biri Rusya'yı Suriye üzerinden tehdit ettiği twiti oldu.
Trump, bu twitinde "Rusya, Suriye'de herhangi bir füzeyi vurup indirme sözü veriyor. Hazır ol Rusya çünkü yeni, nazik ve akıllı füzeler gelecek. Halkını gazla öldüren ve bundan da zevk alan bir hayvanla ortak olmamalısın." ifadesini kullandı.
ABD Başkanı, bir diğer paylaşımında da "Rusya ile ilişkilerin, ABD'nin yıllardır sürdürdüğü aptalca politikalar nedeniyle hiç bu kadar kötü olmadığını" ileri sürerek şimdi de kendi yönetimine yönelik hileli bir cadı avı yürütüldüğü değerlendirmesini yaptı.
"Avrupa'yı koruyoruz, sonra da ticarette adaletsizce pataklanıyoruz"
Trump, Twitter'da en fazla yüklendiği ülkelerden Almanya'yı göçmen politikası ve NATO bütçesi konusunda sert bir dille eleştirdi ve yakın gelecekte AB ülkelerine uygulayacağı ek gümrük vergilerinin işaretini verdi.
"Almanya'da göçmenler kabul edildikten sonra suç yüzde 10 arttı (yetkililer bu suçları bildirmek istemiyor). Diğer ülkeler daha da beter. Akıllı ol Amerika!" paylaşımını yapan Trump, "ABD, NATO için herhangi bir ülkeden çok daha fazla ödeme yapıyor. Bu ne adil ne de kabul edilebilir. Almanya, NATO için gayri safi yurt için hasılasının yüzde 1'ini öderken biz gayri safi yurt içi hasılamızdan çok daha fazla olarak yüzde 4 ödeme yapıyoruz. Bunun mantıklı olduğuna inanan var mı? Büyük finansal kayıpla Avrupa'yı koruyoruz, sonra da ticarette adaletsizce pataklanıyoruz. Değişim geliyor!" dedi.
Konuyla ilgili başka bir twitinde de "Geçen yılki ziyaretimden bu yana talebim üzerine NATO ülkeleri tarafından fazladan milyarlarca dolar harcanıyor ancak bu yeterli değil. ABD çok harcıyor. Avrupa'nın sınırları perişan. Boru hattı için Rusya'ya milyarlarca dolar verilmesi kabul edilemez." paylaşımını yaptı.

İran'a "Dikkatli olun!" tehdidi

Ülkesinin İran ile varılan nükleer anlaşmadan çekilmesini sağlayan Trump, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'yi hedef alan bir twitinde de büyük harflerle, "Bir daha asla ama asla ABD'yi tehdit etme. Yoksa sonuçları, tarihte acı çeken bazıları gibi olur. Biz artık sizin kaçıkça şiddet ve ölüm içeren sözlerinize katlanacak bir ülke değiliz. Dikkatli olun!" ifadesini kullandı.
ABD Başkanı, sosyal medyada son dönemde ek gümrük vergileri nedeniyle karşı karşıya geldiği komşusu Kanada'nın Başbakanı Justin Trudeau'yu da hedef aldı. Trump, "Kanada Başbakanı Justin Trudeau, G7 toplantılarında çok nazik ve uysal. Benim ayrılmamdan sonra düzenlediği basın toplantısına kadar. Çok sahtekarca ve çaresizce. Bizim vergilerimiz, onun süt ürünlerine getirdiği yüzde 270'e yanıt." dedi.
Pakistan'ı da terörle mücadele etmemekle itham eden Trump, Twitter'da "ABD'nin son 15 yılda aptal gibi Pakistan'a 33 milyar dolar verdiğini, Pakistan'ın ise karşılığında yalandan, Amerikan liderlerini aptal yerine koymaktan başka bir şey yapmadığını, Afganistan'da peşine düştükleri teröristlere sığınak sağladığını" savundu.
Trump'ın ulusal basını hedef alan bir twitinde İngilizce "coverage" yerine hiçbir anlama gelmeyen "covfefe" kelimesini kullanması da ülkede tartışmalara yol açtı. Kelimeyle ilgili video klipler çekildi ve esprili paylaşımlar yapıldı.

Trump etkisi AB ile Çin'i yakınlaştırıyor



ABD-AB arasında yaşanan gerilim ile ABD-Çin arasında yaşanan gerilimin üreteceği muhtemel sonuçlardan biri, AB-Çin arasındaki ilişkilerin, daha güçlü bağlarla şekillenmesi olabilir.
Çin 2013 yılında Kuşak ve Yol Girişimi adı altında, dış pazarların kilidini açmaya yönelik bir rekabetçi bağlantı stratejisini başlatmıştı. Bu girişim, süreç içerisinde bütünsel olarak Çin’in stratejik ve dış politika planlamasında en önemli araç haline dönüştü.
Çin bu girişim kapsamında gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere son otuz yılda kendisinin başardığı kalkınma planını altyapı yatırımları yolu ile ihraç ederken, kendisinin merkezinde olduğu bir ticaret ağı oluşturmayı planlıyor. Ancak bu girişimin uzun vadede sürdürülebilir olabilmesi için, mevcut teknolojilerini girişim kapsamındaki ülkelere transfer ederken, kendi üretim teknik ve teknolojilerini de bir üst noktaya taşımak durumunda. İşte bu bağlamda Çin liderleri, Kuşak ve Yol Girişimi’nin açıklanmasından iki yıl sonra, 2015 yılında, “Made in China 2025” adı altında yeni bir strateji daha ortaya koydu.
Bugün ABD ve Çin arasında başlayan ticari anlaşmazlıkların altında yatan en önemli sebeplerden biri de Made in China 2025 stratejisidir. ABD-Çin arasındaki ekonomik rekabet henüz bir ticaret savaşına dönmese de hızla bu yöne doğru evrilmektedir. Bu çerçevede Çin’in Avrupa Birliği (AB) ile gelişen ilişkileri, Pekin'in ABD’ye karşı ortaya koymaya çalıştığı alternatifler bağlamında önem taşıyor.

Çin’in yeni ekonomik kalkınma stratejisi

Çin Başbakanı Li Keqiang 2015 yılında “Made in China 2025” stratejisini kamuya açıklarken, stratejinin tanımını inovasyon odaklı bir gelişim arayışı olarak özetlemişti. Uygulanacak stratejinin amaç ve kapsamını ise akıllı teknolojilerin uygulanabilirliği ile ilgili olarak temellerin güçlendirilmesi, yeşil kalkınmanın önemi ve Çin’in üretimini miktardan ziyade kaliteli ve katma değerli ürüne yükseltme çabası olarak belirtmişti. Strateji; siber güvenlik dahil olmak üzere yeni nesil bilgi teknolojileri, üretim verimliliği sağlayan yüksek kaliteli sayısal kontrol araçları ve robot teknolojileri, havacılık ve uzay teknolojileri, okyanus mühendisliği ekipmanları ve yüksek gemicilik teknolojileri, gelişmiş demiryolu ekipmanları, enerji tasarrufu sağlayan yeni araç teknolojileri, temiz enerji hedefleri kapsamında yeni teknolojili güç ekipmanları, tarım ve tarım makineleri, grafen ve nano malzemeler gibi yeni teknoloji içeren ürünler, biyomedikal ve yüksek performanslı tıbbi cihazlar olmak üzere 10 sektörü kapsıyor.
Çin hükümeti, yerli yüksek teknoloji işletmelerini desteklemek ve daha fazla Çinli firmanın denizaşırı ülkelerde genişlemesini teşvik etmek için sübvansiyonlar, krediler ve tahviller de dahil olmak üzere geniş kaynaklarla yatırım yapıyor. Made in China 2025 stratejisi kapsamında merkezi hükümetin planladığı harcama toplamı 1,5 milyar doların üzerinde olmakla birlikte, yerel hükümetler de toplamda 1,6 milyar dolar harcama yapacaklarını taahhüt etmişlerdi. Bunun yanında Çin hükümeti beş ulusal üretim inovasyon merkezi ve 48 yerel üretim inovasyon merkezi kurdu. Çin, 2025 yılına kadar ulusal üretim inovasyon merkezi sayısını 40’a çıkarmayı amaçlıyor.
Çin, günümüzde ülkenin büyümesini sağlamak için giyim, ayakkabı ve tüketici elektroniği gibi temel tüketim malları üretmeye ve ihraç etmeye devam ediyor. Bu açıdan bakıldığında, bu düşük katma değerli sektörlerde, Çin, başta Meksika, Brezilya, Hindistan gibi diğer gelişmekte olan ülkelerle rekabet ediyor. Yani dünyanın ikinci en büyük ekonomisi olmasına rağmen Çin, günümüzde gelişmekte olan bir ülke olarak adlandırılıyor. Çin ekonomik kalkınmayı teşvik ve yoksulluğun azaltılması gibi en önemli konularda kayda değer başarılar elde etmiş olmasına rağmen, gelir seviyesi yüksek ekonomilerin seviyesine ulaşabilmek konusunda hala büyük zorluklarla karşı karşıya. Kişi başına düşen milli gelir, ABD'deki 59 bin dolara kıyasla sadece 8 bin dolar düzeyinde. Bu bağlamda “Made in China 2025” stratejisi, gelişmekte olan birçok ülkeyi rahatsız eden orta gelir tuzağından kaçmak için Çin'in ileri teknoloji sektörlerine doğru hareket etmesini hedeflemesi açısından da çok önemli.
Ancak dünyada yükselen ekonomiler ve ekonomik küreselleşme süreçleri de dikkate alındığında Çin’in “Made in China 2025” stratejisinin yalnız olmadığı görülebilir. Geçtiğimiz haziran ayında Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı, 2018 yılına ait Dünya Yatırım Raporu’nu yayınladı. Raporda gelişmiş ve gelişmekte olan 101 ekonominin sanayi politikaları incelenmiş ve küresel gayrisafi milli hasılanın yüzde 90’ını oluşturan 84 ülkenin özellikle son 10 yılda endüstriyel kalkınma stratejilerini benimsediği ve son 5 yılda da bu stratejilerini hızlandırdıkları sonucuna varılmış. Raporda Hindistan, Güney Afrika, Bangladeş, Vietnam’dan Almanya, Japonya ve elbette Çin’e kadar uzanan çok sayıda sanayi politikasının ayrıntılı olarak incelemeleri bulunmakta. Hükümetler doğal olarak teknolojik yeniliğe odaklanmış durumdalar ve yatırımcı davranışlarını temel altyapıya yönlendirme konusunda mesai harcamaktalar. Günümüzde temel alt yapıdan anlaşılan ise teknolojik ve dijital altyapının hazırlanması.

“Made in China 2025” ABD’yi neden endişelendiriyor?

Bu noktada, Trump yönetiminin bu kadar fazla kalkınma planı arasından Çin’in Made in China 2025 stratejisini ticaret savaşlarının merkezine yerleştirip, ABD’de uygulanan tarife değişikliklerinin Made in China 2025 programını engellemek için tasarlandığını açık bir şekilde ifade etmesi ilginç olsa da sürpriz değil. Almanya’nın ulusal stratejisi olan Endüstri 4.0'ın Çin versiyonu olarak değerlendirilen bu strateji, ana kıta Çin’deki önde gelen üretici ve tedarikçilerin bir dizi teknolojiyi ithal etmekten vazgeçmesini hedef almakta. Dolayısıyla bu durum ABD ve AB’de, yani günümüz teknolojilerinin lider bölgelerinde endişelere neden olmaktadır.
Zaten Çin’in dünyanın ikinci büyük ekonomisi durumuna yükselmesi ve devam eden ekonomik kalkınması, kaçınılmaz olarak ABD ile doğrudan rekabete girmesine neden olacaktı. Özellikle 2008 yılındaki ekonomik kriz ile birlikte Doha Kalkınma Gündemi müzakerelerinin sonuçsuz kalması, Amerika liderliğindeki neo-liberal küreselleşme projesinin içinde bulunduğu bir krizi işaret etmiş ve Çin’in küresel ekonomi üzerindeki etkisini, belirleyici bir aktör olarak iyice ortaya çıkartmıştı. Ancak ABD’nin bu rekabeti korumacı stratejiler ile engellemeye çalışması hem kendi kurduğu düzenin kontrolünü artık kaybettiğine dair bir itiraf niteliği taşımakta hem de ABD ekonomisi özelinde düşünüldüğünde, kendi üretimini artırmaktan ziyade zayıflatma riskleri de taşımakta.
Çin halen yüksek teknoloji içeren endüstrilerde yaptığı atılımlara rağmen, kendi teknoloji ve inovasyon gündemini ve yeni nesil üretim hedeflerini ilerletmek için yabancı teknoloji transferine ihtiyaç duyuyor. Örneğin Çin havacılık endüstrisi Amerikan uçak üreticisi Boeing ile potansiyel olarak rekabet edebilecek ticari jetler geliştirmekten çok uzak. Çin günümüzde Boeing firmasının büyük bir müşterisi olmaya devam ediyor. Günümüzde ABD, Çin'den sınırlı yüksek teknolojili ürünler ithal etmekle birlikte, yüksek teknolojili ürünlerin üretiminde kullanılan birçok parçayı Çin’den ithal ediyor. Yani ABD, Çin’den uçak satın almıyor ve uzunca bir süre de alması olası görünmüyor. Ancak ABD'de uçak üretmek için kullanılan parçaları Çin’den ithal ediyor ve daha sonra bitmiş ürünlerini Çin'e ve diğer yabancı alıcılara ihraç ediyor. Bu durumda Çin’den ithal edilen yüksek teknoloji kapsamındaki ürünlere uygulanacak olan yüzde 25’lik gümrük tarifesi Boeing firmasının üretim maliyetlerine yansıyacak ve rekabet gücünü özellikle Avrupalı rakiplerine karşı (Airbus) zayıflatacaktır. Kısacası Trump’ın başlattığı ticaret savaşları, eğer ki Çin, misilleme olarak ABD malları üzerinde gümrük tarifeleri uygulamaya karar verirse, ABD'li üreticileri artan üretim maliyetleri ile ve birçok ABD'li ihracatçıyı da kendileri için en büyük pazar olan Çin pazarına erişimin azalması tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak. Ayrıca Çin'in kendi iç piyasası, endüstriyel iyileştirme için kendi kendine katalizör olabilecek dinamikliğe sahip görünüyor.
Çin’in ABD’ye muhtemel cevabı: Güçlü ve etkin alternatifler yaratmak
Aslında büyük bir karmaşayı da içeren bu ekonomik rekabet aynı zamanda bir dönüşümün de eşiğinde olduğumuzun bir göstergesi. Trump’ın neredeyse İngiliz merkantilizmini hatırlatan korumacı politikaları yeni bir dönüşümün eşiğinde olan dünya ekonomisi için bir çözümden ziyade daha çok engeller ve sınırlandırmalar içeriyor. Tam da bu sebeple, Trump ile temsil edilen değişim ve dönüşüme karşı güçlü muhafazakâr direnç, değişeme açık ve küreselleşme yanlısı bir karşı kutup oluşturabilir. Bu durum yapay değil aslında oldukça doğal bir tepki olarak gelişmeye devam ediyor. Sorulması gereken en önemli soru da burada ortaya çıkıyor: Bu karşı tepkiyi koymaya çalışan aktörler bu direnci kırabilecek mi?
ABD-Çin arasında başlayan ve yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan ekonomik rekabetin bir diğer ayağı da ABD-AB arasında, NATO bünyesinde güvenlik sorunlarının ele alındığı toplantılarda ortaya çıktı. ABD-AB arasında yaşanan gerilim ile ABD-Çin arasında yaşanan gerilimin üreteceği muhtemel sonuçlardan biri, AB-Çin arasındaki ilişkilerin daha güçlü bağlarla şekillenmesi olabilir.
Aslında Çin bu alternatif arayışını sadece AB ile değil muhtemelen Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika gibi 90’lardan bu yana gittikçe daha aktif ve sofistike dış politika geliştirdiği bölgelerde de deneyecektir. Ancak ekonomik büyüklük açısından AB-Çin ilişkileri ayrı bir öneme sahip. Örneğin daha geçen hafta Pekin’de toplanan yıllık AB-Çin zirvesi bu zamana kadar yapılan zirvelerdeki itidalli havanın aksine her iki tarafın da birbirine karşı oldukça olumlu mesajlar verdiği bir zirve oldu. AB tarafı Çin’in serbest ticarete ve küreselleşmeye katkısını methederken Çin ise AB ile daha yakın ilişkiler önerdi. ABD yaptırımlarının ve tehditlerinin hedefinde olan iki aktör için böyle bir yakınlaşma belki de kaçınılmaz.
Çin’in AB ile ticareti yaklaşık 460 milyar dolar civarındayken, AB’nin ABD ile ticareti 660 milyar dolar civarında. ABD’nin tarife engelleri ve korumacı politikalarından sonra aradaki farkın yer değiştirmesi ortaya ilginç bir tablo çıkartabilir. Bu zamana kadar AB’nin daha çok insan hakları ve demokrasi gibi siyasi ve sosyal değerleri önceleyerek oluşturduğu Çin politikası da böylece ekonominin merkeze alındığı bir politika ile yer değiştirebilir. Ya da karşılıklı müzakere ile bir yandan ekonomi diğer yandan siyasi ve sosyal değerler konusunda bir uzlaşma sağlanabilir.
Çin açısından alternatif oluşturmak ve Trump’ın korumacı ekonomik politikalarına böylece direnmek kısa vadeli bir çözüm olabilir. Ancak benzer esnekliği AB’nin göstermesi çok kolay değil. Zira AB’nin, hele de Brexit ile başı beladayken, korumacı bir ekonomik düzende varlığı bile sorgulanır hale gelebilir. Dolayısıyla AB için ABD’nin ekonomi ve güvenlik konularında oluşturduğu baskı ortamını kırmak ve yeni bir küreselleşme sürecini, en güçlü adaylardan biri olan Çin ile beraber ilerletmek bir çözüm olabilir. AB’nin taşıyıcı gücü olan Almanya uzun süredir Çin ile ekonomik ve siyasi mesafeyi yakınlaştırmıştı. AB de Çin’in ekonomik ve siyasi anlamdaki meydan okumalarına rağmen yeni dönemde Çin ile yeniden temellendirmeyi deneyecektir. Zira diğer ihtimaller çok da iç açıcı değil.

Çin ticaret ağını yeniden kuruyor



Batılı, yani Portekizli, İspanyol, Hollandalı ve ardından İngiliz denizciler ticaret amacı ile 15’inci yüzyılda Güneydoğu Asya’ya ilk geldiklerinde Çinlilerin kurduğu muhteşem bir ticaret ağı ile karşılaşmışlardı. Ancak Batılıların gelmesi ile birlikte Çin kademeli olarak kurduğu bu ticaret ağının kontrolünü kaybetmiş ve Doğu ve Güneydoğu Asya’da sürdürdüğü 2000 yıllık merkez ve yönetici ülke konumunu 17. yüzyılın ortalarında kaybetmişti. Bilinen tarihi boyunca üreten ve kendi içine kapalı bir coğrafya olan Çin, yine üreterek biriktirdiği serveti ile hep dış tehditlere açık olmuştur. Bir bakıma Çin’in dış tehditlere karşı kendi içine kapanması 19’uncu yüzyılın başında gerçekleşen sanayi devrimini kaçırmasına ve coğrafyada çalkantılı geçen iki asra neden olmuştur. Yine aynı dönemde İngilizler, Hindistan’dan getirdikleri afyonu illegal yollarla Çin’e satmış ve bu uyuşturucu maddeye alışan Çin toplumunda sosyal sorunlar baş göstermeye başlamıştır. Afyon satışını kontrol almaya çalışan Çin imparatorluk yönetimi, 19’uncu yüzyıl içerisinde İngilizlerle iki defa savaşmış ve bu iki savaşı da kaybederek İngilizlere ticari imtiyazlar tanımak zorunda kalarak afyon ticaretinin kontrolünü de kaybetmiştir. Yani afyon, İngilizler için Çin pazarına nüfuz edebilmelerinin anahtarı olmuştur.
Şimdi görülen o ki Çin, Kuşak Yol Girişimi (Yeni İpek Yolu) ile birlikte özellikle kendi bölgesindeki ticaret ağını tekrar kurarken, Made in China 2025 stratejisi ile birlikte, Kuşak Yol Girişimi’nin sürdürülebilirliğini sağlayarak bölgedeki liderliğini kaybetmesine neden olan Sanayi Devrimini kaçırma hatasını, 21’inci yüzyılın dijital devrimini kaçırarak tekrarlamak istemiyor. Muhtemelen Trump ve kurmayları da kendilerini gümrük tarifelerine getirdikleri ek vergilerle kısa dönemli korumaya alırken, 21. yüzyılın afyonunun ne olabileceği konusundaki çalışmalarını sürdürüyorlardır.

31 Ekim 2018 Çarşamba

Cummhurbaşkanı Erdoğan Açıkladı: Uzun Menzilli Hava Savunma Sistemi Üretimine Başlıyoruz

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

TÜRKGÜN  HABER PORTALI




Son Dakika! Erdoğan Açıkladı: Uzun Menzilli Hava Savunma Sistemi Üretimine Başlıyoruz ve İsmi Siper Olacak 

Son dakika! Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Milli Teknoloji Geliştirme Töreni'nde müjdeyi verdi. 

Buna göre Türkiye, uzun menzilli hava savunma sistemi üretimi yapacak ve projenin adı 'Siper' olacak.




Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Milli Teknoloji Geliştirme Töreni'nde müjdeyi verdi. 

Erdoğan, "Milli uzun menzilli bölgesel hava savunma sisteminin oluşturulması Savunma Sanayi Başkanlığımız öncülüğünde başlatıldı. 
İlk teslimat 2021 yılında. Projenin ismi Siper olacak." dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şöyle:


"HEDEFLERDEN BİRİ, UYDU AYNALARININ ÜLKEMİZDE ÜRETİLMESİYDİ"


Bugün burada birbirinden önemli milli teknoloji geliştirme teknolojileri altyapı çalışmaları için bir araya geldik. 

TSK'ya teslim edilen yeni nesil silahların ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Ortaya koyduğumuz hedeflerden biri de uydu aynalarının ülkemizde üretilmesiydi.


"TÜRKİYE, SAVUNMA TEKNOLOJİLERİNİN HER ALANINDA HIZLA İLERLİYOR"


Kritik teknoloji olarak kabul edilen maliyeti yüksek parçaların maliyeti yüksekti. 

Bu proje sayesinden milli kabiliyet sayesinde geliştirme imkanı bulduk. Ödenen yüksek tutarların yurt içinde kalmasını sağlıyoruz. 
Türkiye; savunma, havacılık ve uzayteknolojilerinin her alanında söz sahibi olma yolunda hızla ilerliyor. 
Tesiste uydu kameralarının yanında yurt dışı tedarikinde sorun yaşanan hassas optik ve teleskop aynalarının üretimi gerçekleştirilecektir.


"İŞ DÖNÜP DOLAŞIP SAVUNMA SANAYİMİZE GELİYOR"


Dünyada sayılı laboratuarlardan biri oldu. 
Ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Türkiye'ye yapılan saldırılardan biri de uyguladığımız bağımsız politikalara tepki olduğunu biliyorum. İş dönüp dolaşıp savunma sanayimize geliyor. Savunma sanayinde yüzde 65 olan yerlilik millilik oranını daha da yukarı taşıyacağız.


"ELEKTROMANYETİK FIRLATMA SİSTEMİNİ ÜLKEMİZDE ÜRETTİK"


Savunma sanayi sektörümüz bugün binden fazla şirket yanında kobilerin araştırma kuruluşlarının yanında milli bir yapıya ulaşmıştır. 

Elektromanyetik fırlatma sistemini ülkemizde üretmeyi başardık. Işın projesi kapsamında yerli imkanlarla üretilen lazer sistemlerimiz yüksek isabet oranına sahip.


"PROJENİN İSMİ 'SİPER' OLACAK"



Lazer silahlarımız kendi mühendislerimiz tarafından üretildi. Proje kapsamında millileştirildi. Günümüzde güvenlik kavramının anlamı değişti. 

Fiziki güvenlik siber güvenlikle tahkim edilmesi gerekiyor. Sınırlarımız içinde ve dışında operasyonlarda yerli savunma sanayi araçlarını aktif olarak kullanıyoruz. 
Uzun menzilli bölgesel hava füze savunma sistemi ihtiyacımız gündeme geliyor. 
Bu sistemin önemi ortada. Milli uzun menzilli bölgesel hava savunma sisteminin oluşturulması Savunma Sanayi Başkanlığımız öncülüğünde başlatıldı.
İlk teslimat 2021 yılında. Projenin ismi Siper olacak. 

Bakan Albayrak: 6 Başlık Altında KDV ve ÖTV İndirimlerini Devreye Sokuyoruz


Son dakika! Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak, yeni vergi indirimlerini açıkladı. Otomotiv, beyaz eşya, mobilya ve konutta KDV ve ÖTV indirimleri yapılacak. İndirimler yarından itibaren geçerli olacak.


Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, vergi denetim kurulu toplantısı sonrası yeni vergi indirim paketini açıkladı. Bakan Albayrak, "6 başlık altında KDV ve ÖTV indirimlerini devreye alıyoruz" dedi. Buna göre;
  • Beyaz eşyada ÖTV sıfırlanacak
  • Motor hacmi 1600 cc altındaki araçlarda ÖTV 15 puan düşecek
  • Ticari araçlarda KDV yüzde 18'den 1'e düşecek
  • Mobilyada KDV yüzde 18'den 8'e inecek
  • Tapu harçlarının yüzde 4'den 3'e indirilmesi yıl sonuna kadar devam edecek.
  • Konut satışında KDV oranlarında yüzde 18'den 8'e indirim uygulamasını devam ettiriyoruz.

"ENFLASYONLA MÜCADELEYE DESTEK VEREN FİRMA SAYISI 2 BİN 500'Ü AŞTI"


"Yeni dönemde maliye alanında özellikle ortaya koyduğumuz hedeflere ulaşmak, reformları hayata geçirmek için Vergi Denetim Kurulunu yeniden kurgulayacağız.
Ekonomide tüm göstergelerde oldukça pozitif gelişmeler sağladık. Kurdaki köpük denilen seviyenin de Ekim ayı enflasyonu ile kırılmaya başladığını görüyoruz.
Fiyatlamalardaki negatif dalgalanmayı kırmak için enflasyonla mücadele programı başlatmıştık. Destek veren STK ve kurum sayısı 2 bin 500'ü aştı. Kurda ve faizdeki trend aşağı yönlü oldukça buradaki indirim oranlarının yüzde 10'un üzernie çıkmaya başladığını görmekten memnuniyet duyuyorum.
Kredi faizlerinde son bir ayda çok ciddi pozitif gelişmeler yakalandı. Yüzde 40-50'ler konuşulurken bugün itibariyle geldiği nokta ortalama yüzde 30'ların altına inmeye başladı. Mevduat faizleri yüzde 20'nin altına inmeye başladı. Bu trendin aşağı inmeye başladığını gösteren gelişmelerden biri."
google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html