BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

30 Nisan 2018 Pazartesi

Özbekistan Cumhurbaşkanı Size çok yanlışlar yaptık

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Erdoğan'la birlikte yaptığı konuşmada, Türk iş adamlarını ülkesine davet ederek 'Biz size karşı çok hata yaptık, Özbekistan'da Türk iş adamlarına engel olanlar, devlet siyasetine ihanet etmiş olacak' dedi.


Özbekistan Cumhurbaşkanı Mirziyoyev, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla başkent Taşkent'te düzenlenen Özbekistan-Türkiye İş Forumu'nda konuştu.

"BUGÜN TARİHİ BİR GÜN"


Çok sayıda Özbek ve Türk iş adamının katıldığı forumda Mirziyoyev, bugünün tarihi bir gün olduğunu ve bağımsızlık yıllarından bu yana ilk defa iki ülke devlet başkanlarının katılımıyla Özbekistan-Türkiye İş Forumu'nun düzenlendiğini belirterek "Türkiye, bizim stratejik ortağımız ve Türkiye ile iş birliğini daha da geliştirmek istiyoruz." ifadesini kullandı.

"ÇOK BÜYÜK YER ALTI, DEĞERLİ METAL VE PETROL-GAZ KAYNAKLARIMIZ VAR"




Mirziyoyev, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile çok önemli görüşmelerde bulunduklarını ve tarihi belgelere imza attıklarını dile getirerek son 1,5 yılda Erdoğan ile iki ülke arasındaki iş birliğinin gelişerek pekişmesi için çok çaba gösterdiklerini vurguladı. 

Mirziyoyev, yabancı sermaye için ülkede çok büyük imkan ve koşulların sağlandığnı, Özbekistan'ın çok büyük yer altı, değerli metal ve petrol-gaz kaynaklarına sahip olduğunu ifade ederek "Artık birbirimizi sınama dönemi geçti, artık büyük ve ortak projeleri hayata geçirme zamanı geldi." diye konuştu.

"BURASI BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN VATANI, ARTIK BİRLEŞMEMİZ LAZIM"


Mirziyoyev, turizm alanında büyük deneyime sahip olan Türkiye'den istifade etmek istediklerini belirterek eski milletvekili Sadık Badak'a Özbekistan turizminin gelişmesi için verdiği büyük katkılardan dolayı teşekkür etti. Görüşme sırasında Erdoğan'a, Hive, Kokand, Mergilan ve diğer şehirler hakkında bilgi verdiğini dile getiren Mirziyoyev, "Burası Büyük Türk milletlerinin vatanı. Artık birleşmemiz lazım." dedi.

"BİR ARA ARAMIZDA SOĞUKLUK DÖNEMİ OLDU, AMA ŞİMDİ BUZLARI ERİTTİK"


Mirziyoyev, Türk sermayesinin teşvik edilmesi amacıyla gereken yasal düzenlemelerin yapıldığını kaydederek iş çevrelerinin karşısındaki tüm engelleri kaldırdıklarını dile getirdi. Mirziyoyev, Türk işadamlarının Özbekistan'da verimli faaliyet yapmaları için mevcut bazı güvensizlik ve anlaşmazlıklara son vermek amacıyla Erdoğan ile 1,5 yıl boyunca çok çaba gösterdiklerini vurgulayarak "Bir ara, aramızda güvensizlik ve soğukluk dönemi oluştu. İkimiz bu buzları erittik ve bu buzlar artık hiçbir zaman olmayacak." ifadesini kullandı.

"TÜRK İŞ ADAMLARINA ENGEL OLAN DEVLETİMİZE İHANET ETMİŞ OLUR"




Türk iş adamlarını ülkesine davet eden Mirziyoyev, "İlk önce değerli Türk iş adamları ülkemize gelmez ise başka devletler bize güvenmez. 

Bundan dolayı bu toplantıda Başbakan başta olmak üzere tüm hükümet üyeleri hazır bulunuyor. Artık ülkede Türk iş adamlarına engel olmak, devlet siyasetimize ihanet yapmış olacak. Bunu herkesin bilmesi lazım." şeklinde konuştu.

"TÜM İLLERDE SERBEST EKONOMİ BÖLGELERİ OLUŞTURDUK"


Ülkede iş ortamının, vergi ve gümrük sisteminin tümden iyileştirilmesi ve girişimcilik için ruhsat alınmasının kolaylaştırılması amacıyla kararların alındığını ayrıca ülke genelindeki tüm illerde vergi ve gümrük muafiyetinin bulunduğu serbest ekonomi bölgelerinin oluşturulduğunu anımsatan Mirziyoyev, en kısa zamanda yeni vergi düzenlemesini kabul edeceklerini bildirdi.

"BİZ ÇOK HATALAR YAPTIK, BİR DAHA OLURSA SİZİN GÜVENİNİZİ TEKRAR KAZANMAMIZ MÜMKÜN DEĞİL"


"Sizlere şunu garanti etmek istiyorum. (Özbek yöneticiler) Sizlere helal ve samimi hizmet edecektir, sizlere gereken tüm koşulları sağlanacaktır. 

Bir daha aramızda herhangi bir anlaşmazlık olursa artık tekrar sizlerin güvenini kazanmak mümkün değil. Bizler çok hata yaptık. Bir kez daha tekrar ediyorum. Türk iş adamlarına yapılan ihanet devlet politikasına ihanet olacaktır."

29 Nisan 2018 Pazar

AMERİKA'NIN DERDİ NEDİR ?

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

İran bahane hedef Türkiye!
Kurulduğundan itibaren gittiği coğrafyaları kana bulayan Uzak Batı ülkesi Amerika, Ortadoğu’da bölgesel ve küresel çıkarlarını Türkiye üzerinden gerçekleştiremeyeceğini anladı.

Türkiye’nin millileştiğini, boyun eğen profil dışına çıktığını anlayan ABD, terör örgütleriyle işbirliğiyle bölgedeki çıkarlarına ulaşmayı amaçlıyor.
Emperyalist niyetlerini uygulamama hazımsızlığına düşen Amerika, Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi devletler ile yeni blok oluşturdu. ABD ve yeni blok ülkeler ile işgalci İsrail’i de içine alan ittifak girişimlerinin en önemli hedef Türkiye.
Güvenlik Stratejileri ve Terör Uzmanı Osman Kaya, ABD’nin küresel ve bölgesel çıkarlarını, bölgedeki hedefini, Suriye’den çekilip çekilmeyeceğini Diriliş Postası’na anlattı.
Kaya, ABD’nin başından beri, Türkiye ile olan münasebetlerini daima kendi çıkarları ekseninde şekillendirdiğini belirtti. ABD’nin işine geldiğinde ya da konjonktüre göre yaptıklarını veya yapacaklarını terörle mücadele gibi evrensel meşruiyet kavramlarıyla paketlediğine dikkati çeken Kaya, şunları söyledi:
“ABD, işine gelmediğinde ‘haydut’ yöntemlerine, hibrit savaş taktiklerine başvurmaktan imtina etmez. Her durumda da netice; kaos, terör, darbe, işgal, savaş, katliam, tehdit olarak ortaya çıkar. Üstelik bütün bunları hem dünyanın hem de muhatabının gözünün içine bakarak, hiçbir şey yokmuş, olmamış, olmuyormuş gibi yapar.”

ABD, Türkiye’yi bir müttefik olarak görüyor mu? ABD, Türkiye ile ilişkilerinde ne kadar samimi?

ABD başından beri, Türkiye ile olan münasebetlerini bölgesel ve küresel politikalarının mütemmim cüzü olarak görmüş, daima kendi çıkarları ekseninde şekillendirmiştir. ABD için Türkiye’nin müttefiklik vasfı ve değeri bu gerçekliğe tekabül eder. ABD içeride-dışarıda ister NATO gibi kurumsal oluşumlar kapsamında isterse doğrudan ikili ilişkilerinde, ilişkinin şartlarını reel politik üzerinden belirler ve yürütür.
ABD işine geldiğinde ya da konjonktüre göre yaptıklarını ya da yapacaklarını demokrasi, özgürlük, insan hakları, terörle mücadele gibi evrensel meşruiyet kavramlarıyla paketler, işine gelmediğinde “haydut” yöntemlerine, hibrit savaş taktiklerine başvurmaktan imtina etmez. Her durumda da netice; kaos, terör, darbe, işgal, savaş, katliam, tehdit olarak ortaya çıkar. Üstelik bütün bunları hem dünyanın hem de muhatabının gözünün içine bakarak, hiç bir şey yokmuş, olmamış, olmuyormuş gibi yapar.

ABD’nin yürüttüğü diplomasiyi, terör örgütleriyle işbirliğini nasıl okumak gerekir?



ABD, ekonomik, teknolojik, askeri ve siyasi gücünden beslenen diplomasi retoriğini pişkince kullanır. ABD, özellikle dışarıya karşı “yumuşak güç/soft power” ve “sert güç/hard power” olgularını kombine ederek uygular. İçeride de, yani Amerikan kamuoyuna karşı da kamu diplomasisini etkin şekilde kullanarak yaptıklarını Amerikan halkı nezdinde meşru ve kabul edilebilir hale getirmeye çalışır.
Bir de ABD, kendi düşmanlarını ya da düşman olarak lanse ettiklerini insanlığın sözde ortak düşmanıymış gibi kabul ettirmeye alışmıştır. Bir başkasının durumu ABD’nin ilgilenme alanı dışındadır. ABD kendisini hedef alanları terör örgütü olarak görür. Diğerlerinin de öyle görmesi gerektiğini dayatır. Onu hedef alanlar insanlığın ortak düşmanıyken, ötekine saldıranlar ABD’nin en sıkı dostu pozisyonuna sahip olabilir.
ABD etnik ayrılıkçı cinayet şebekesi PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmesine karşın, bu güne kadar tek bir kurşun atmamış tek bir tutuklama gerçekleştirmemiş olmasının izahı başka ne olabilir. FETÖ ile ilgili pişkin tavrı nasıl ile tevil edilebilir…
ABD’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı politikaların ifade etmeye çalıştığım mahiyeti öteden beri değişmemekle birlikte, özellikle, PKK/PYD-YPG terör örgütü ile ittifakı, FETÖ meselesindeki tavrı ile iyice gün yüzüne çıkmış, somutlaşmıştır. Kıbrıs konusunda uyguladığı Türkiye düşmanlığına varan politikalarının etkisi ise henüz kaybolmamıştır.
ABD’nin Suriye’de yürüttüğü, işgalci İsrail’e de güvenlik kalkanı olarak gördüğü politikaların hedef nedir? Bölgede Amerika’nın asıl hedefinde kim veya kimler var?
ABD’nin Suriye konusundaki niyeti ve pratiğinin başta İsrail’in güvenliği, İran nüfuzunun kırılması, engellenmesi, Rusya’nın dengelenmesi olarak görülse de ABD doğrudan Türkiye’yi hedef almaktadır. Zaten ABD’li yetkililer satır aralarında da olsa bu gerçeği itiraf etmektedirler.
Son olarak Suriye’den çekilme-kalma tartışmalarında, Türkiye’nin ABD’nin emperyalist niyetlerinin ve çıkarlarının zararına olacak şekilde genelde bölgedeki, özelde Suriye’deki etki alanının genişlediği ve bunun engellenmesi gerektiği mealinde açıklamalar duyduk. ABD’nin Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi devletleri ile oluşturmaya çalıştığı yeni blok, cephe oluşturma politikalarının altında da bu gerçeklik yatmaktadır. Saydığım ülkelerin son dönem politik tercihlerinde ve İsrail’i de içine alan ittifak girişimlerine İran faktörü ön plana çıksa da en önemli hedef Türkiye’dir.
Bölge ve Batılı ülkelerin gelişmeler ışığında duruşunu, ABD’nin çıkarları açısından nasıl değerlendirebiliriz?
ABD, İsrail’in güvenliği, enerji kaynaklarının kontrolü, küresel politikaların sıklet ve denge merkezi olarak görüyor, kıymetlendiriyor Ortadoğu’yu.
Bu nedenle ABD, bir taraftan saydığım ülkelerin mevcut idareleri üzerinden yerleşmeye, kalıcılaşmaya çalışırken bölgede, diğer yandan etnik ayrılıkçı iddialarına heyecan üfleyen herkes ile aynı torbaya girmeye teşne Barzani, PKK/PYD gibi grupları ve terör örgütlerini de etkili şekilde kullanıyor. ABD, bölgede nüfuz sahibi olmanın zeminini DAEŞ üzerinden kaybeden Suudi Arabistan’a lejyon yazılmaya bile razı şu anda. Bazen de Fransa, İngiltere gibi zaten bölgede var olan, ancak tarihsel gerekçelerle siyasi olarak da varlıklarını kurumsallaştırmaya çalışan ülkeler sahada görünür hale geliyor. Tabi bütün bunlar ABD ile işbirliği içinde, koordineli yürüyor.

Türkiye’nin tercihleri, politikası Amerika’yı nasıl etkiledi?

ABD, eskiden olduğu gibi bölgesel ve küresel çıkarlarını, müttefiklik, NATO üyeliği gibi yaklaşımlarla Türkiye üzerinden gerçekleştiremeyeceğini, Türkiye açısından soğuk savaş parametrelerinin önemli ölçüde anlamsızlaştığını, Türkiye’nin karar, tercih ve reflekslerinin klasik, boyun eğen profilin dışına çıktığını, millileştiğini, bağımsız karar alabildiğini, devlet olma vasfına sahip olduğunu, kendi göbeğini kendisinin kesmeye başladığını görüyor.
Bunun için göz göre göre Türkiye’yi hedef alan terör örgütleriyle işbirliğine gidiyor. Yeni rotalar belirliyor. Hazımsızlık çekiyor.

ABD’nin İncirlik’ten çekilmeye başladığı şeklinde iddialar var. Bu iddialar gerçeği yansıtıyor mu?

Diğer yandan, Türkiye’nin gerek jeopolitik gerekse jeostratejik konumu itibarıyla, hem Ortadoğu hem de küresel politikalar açısından hayati önemini kabul ediyor. Dolayısıyla her şeye rağmen ABD Türkiye’den vazgeçmek istemiyor ve müttefiklik retoriği ve NATO üzerinden yanında tutmaya çalışıyor.
Bu nedenle, ABD İncirlik’teki varlığını sonlandırmak bir yana, sonuna kadar orada kalmak için uğraş verecektir. Türkiye’nin Rusya, İran gibi ülkelerle ittifak etmesi de çıkarları ve bölgesel nüfuzu açısından hiç istemeyeceği bir gelişmedir. Türkiye’nin Rusya ile özellikle son dönemde ittifak boyutuna varan politikaları ABD’yi ziyadesiyle endişelendiriyor ve ABD, Rusya’yı Türkiye ile ilişkilerini zehirlemekle suçluyor.

ABD çark etti

ABD Başkanı Trump Suriye’den çekileceklerini, zira zarar ettiklerini açıkladı bir işadamı olarak. Ne var ki hemen ABD devleti araya girerek DAEŞ yenilene kadar ABD’nin Suriye’den çekilmeyeceğini açıkladı ve başkan görünümlü işadamı da doğal olarak çark etmek zorunda kaldı.
DAEŞ Suriye’de yenilse de ABD terk edemez. Çünkü bunca yatırım çekilmek üzerine yapılmamıştır. DAEŞ yenilse de muhtemelen başka bir adla yenilenir ve mutlaka ABD’nin kalıcılığına dönük bir proje geliştirilir.
Sonuç olarak ABD, eskiden olduğu gibi Türkiye için güvenilir de değildir, müttefik de.
“Hazımsızlık çekiyor”

Kaya, eskiden olduğu gibi bölgesel ve küresel çıkarlarını, Türkiye üzerinden gerçekleştiremeyeceğini anlayan ABD’nin, Türkiye’nin boyun eğen profilin dışına çıktığını, millileştiğini, bağımsız karar alabildiğini, devlet olma vasfına sahip olduğunu, kendi göbeğini kendisinin kesmeye başladığını gördüğünü belirtti. Kaya, “Bunun için göz göre göre Türkiye’yi hedef alan terör örgütleriyle işbirliğine gidiyor. Yeni rotalar belirliyor. Hazımsızlık çekiyor” şeklinde konuştu.

CİNAYET ŞEBEKESİNE KARŞI ABD’nin TAVRI



ABD’nin bu tutumunu irdeleyen Kaya, “ABD’nin etnik ayrılıkçı cinayet şebekesi PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmesine karşın, bugüne kadar tek bir kurşun atmamış tek bir tutuklama gerçekleştirmemiş olmasının izahı başka ne olabilir” şeklinde konuştu. Ülkesinin genel niyetine ilişkin ABD’li yetkililerin satır aralarında da olsa gerçeği itiraf ettiklerine işaret eden Kaya, şunları kaydetti:
“Son olarak Suriye’den çekilme-kalma tartışmalarında, Türkiye’nin ABD’nin emperyalist niyetlerinin ve çıkarlarının zararına olacak şekilde genelde bölgedeki, özelde Suriye’deki etki alanının genişlediği ve bunun engellenmesi gerektiği mealinde açıklamalar duyduk. ABD’nin Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi devletleri ile oluşturmaya çalıştığı yeni blok, cephe oluşturma politikalarının altında da bu gerçeklik yatmaktadır. Saydığım ülkelerin son dönem politik tercihlerinde ve İsrail’i de içine alan ittifak girişimlerinde İran faktörü ön plana çıksa da en önemli hedef Türkiye’dir.”

YENİ CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Geri sayımı başlayan seçimler öncesinde abidik gubidik işler dışında, millete anlatacak bir hikayesi olmayanlar, döndü dolaştı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni yeniden tartışmaya açtılar. Bu sistem yanlışmış, hülle koalisyonunun milletten onay alması durumunda doğrusunu yapacaklarmış ve parlamenter sisteme geri döneceklermiş.

KUVVETLER AYRIMI GÜÇLENİYOR

           "Yanlış olan nedir?" diye sorulduğu zaman, bir süre düşündükten ve bir sürü laf kalabalığından sonra bulabildikleri cevap, sistemde kuvvetler ayrılığının olmadığı ve bir tek adam düzeni kurulduğudur. Oysa, akıl, izan ve vicdan sahibi herkes artık çok iyi biliyor ki, yeni sistem söylenin tam tersine, kuvvetler ayrımını esas alıyor. Son derece demokratik bir düzen oluşmasının yolunu açıyor. Yasamayı etkin ve belirleyici hale getiriyor. Yürütmeyi günlük polemiklerin, siyasi çekişmelerin dışında tutuyor ve tamamen asli işine, yani icraat yapmaya yönlendiriyor. Yargıya tarafsız ve bağımsız bir statü kazandırıyor.

CUMHURUN ESERİ

           Bu konular referandumun öncesinde ve sonrasında uzun uzun konuşuldu ve her şey açıklığa kavuşturuldu. Türk milleti yeni sistemin ne olduğunu, buna neden ihtiyaç duyulduğunu ve ne getirdiğini biliyor ve zaten onay verdi. Bilmeyenler için de kolay yoldan öğrenme imkanı var. Biz yine de kısaca özetleyelim: Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, yasama, yürütme ve yargı organlarını birbirinden tamamen ayrılmakta ve hiç olmadığı kadar güçlendirmektedir. Buna bağlı olarak siyasi ve toplumsal uzlaşmanın ön plana çıktığı, demokrasinin temeli olan millî iradenin doğrudan tecelli ve temerküz ettiği bir yönetim yapısı kurulmaktadır. 16 Nisan'da millet iradesiyle kabul edilmiş ve uygulamaya sokulmuştur. Dolayısı ile cumhurun bizzat kendi mimarisi, bizzat kendi eseridir.

TÜRKİYE'NİN ÖNÜ AÇILACAK

Sistem ayrıntılı biçimde ve her tür ihtimal düşünülerek kurgulanmıştır.Yeni hükûmet sistemi, FETÖ benzeri terör yapılanmalarına, husumet ve hıyanete karşı güvencedir, güvenlik kilididir, millî bekanın sigortası, güvenli siperidir. Böyle olduğu içindir ki, Milliyetçi HareketPartisi tarafından teklif edilmiş, savunulmuş ve milletin onay vermesi ile de uygulamaya sokulmuştur. Beklenti yüksektir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle Türkiye'nin önü açılacak, bölgesel ve küresel bir güç merkezi hâline gelmesi ve Lider Ülke olması sağlanacaktır. Sistemin ayrıntılarında her şey düşünülmüş ve denge denetleme ayarları tam olarak oturtulmuştur. Yürütmedeki iki başlılık giderilmiş, yasama yetkisi tamamen TBMM'ye bırakılmış, kanun tasarısı yolu ile hükümetin yasamaya hakim olmasının önü kesilmiştir.

YASAMA YÜRÜTMEYİ DENETLİYOR

CHP ve curcuna ittifakının en çok istismar ettiği Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, aslında son derece sınırlıdır. Bu kararnameler kanun hükmü ve gücü taşımamaktadır. Kanunla düzenlenen konulara ilişkin olamamaktadır. TBMM'nin aynı konuda bir kanun çıkarması durumunda hükümsüz kılınmakta ve Anayasa Mahkemesi denetimine tabı tutulmaktadır. Cumhurbaşkanının fiili ve hukuki sorumsuzluğu sona ermekte, sadece "vatana ihanet" değil, her türlü eylem ve işlem bakımından cezai ve siyasi sorumluluk getirilmiştir. Yüce divana sevk için dörtte üçten, üçte ikiye dönülmüş ve kolaylaştırılmıştır. Dolayısı ile yasamanın yürütmeyi denetleme gücü artmıştır. Yasama ve yürütmenin kesin biçimde ayrılmış ve vatandaşlarımızın her ikisini de ayrı ayrı belirlemesinin yolu açılmıştır. Hükümeti oluşturan parti ile yasamada çoğunluğu elde tutan partinin aynı olması mecburiyeti ortadan kalkmıştır.Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı Anayasal teminat altına alınmıştır. 13 üyeden oluşan Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun 7 üyesi artık TBMM tarafından seçilmektedir.

KARANLIK PLANLAR



             Milletten ümidini kesenler, kriz, kaos, istismar, çatışma ve belirsizlikte çare aramakta, buna yönelik plan ve projeler geliştirip uygulamaya sokmaktadırlar. Sulandırma, zihin bulandırma, milletin aklıyla alay etme çabaları, karanlık planlardan medet umma beklentileri boşunadır. Türkiye, 24 Haziran 2018'de sandığa gidecektir. Etrafımızın amansız şekilde ateş çemberine alındığı, 7 düvelin birden üzerimize geldiği, kirli ve karanlık senaryoların sahnelendiği bu zor dönemde Türk milletinin kendi geleceğine, milli bekasına, birlik ve beraberliğine sahip çıkacağından hiçbir şüphemiz yoktur. Abidik gubidik işlerle siyaseti kara borsaya çeviren, karmaşık ve kaotik zihniyetleriyle sistem bunalımı, hatta rejim krizi çıkarmak için ellerini ovuşturan müflis siyaset erbabına, Türk milletinin hak ettiği cevabı vereceğine olan inancımız tamdır.

NİYET HAYIRLI

            Cumhur ittifakı, Türkiye'nin içinde bulunduğu şartların gereği olarak ortaya çıkmıştır. İstiklal ve istikbalimizin sarsılmaz biçimde perçinlenmesini ve yüceltilmesini hedeflemektedir. Niyet hayırlıdır, akıbetin de hayırlı olması kaçınılmazdır. Cumhur ittifakı, millî iradeyle dayalıdır. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuruluş felsefesine uygun biçimde geleceğe taşıyacaktır. Türk milletinin tarihî uzlaşmasıdır. Devletimizin güçlenmesini, vatanımızın yükselmesini, kutsallarımızın yücelmesini sağlayacaktır. Hiçbir vesayet odağını yer bırakmamaktadır ve Türkiye'nin geleceği bizzat milletimiz tarafından tayin ve tescil edilecektir. Bundan kaçış yoktur.

27 Nisan 2018 Cuma

HDP'li Sırrı Sakık'ın ağabeyi Namık Sakık AK Parti'den aday adayı.

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ 

HDP'li Sırrı Sakık'ın ağabeyi AK Parti'den milletvekili aday adaylığını açıkladı. Namık Sakık adaylık başvurusunun olduğu dosyayı AK Parti Muş il yönetimine teslim etti..

 

Irak'ta genel seçim: Olgular, tespitler, beklentiler

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Tamer Ashraf
Irak, 12 Mayıs'ta yapılması planlanan seçime, ekonomik olarak sorunlu, siyasal olarak kutuplaşmış, güvenlik olarak riskli bir halde giriyor.
12 Mayıs 2018’de Irak'ta ABD'nin ülkeyi 2003'te işgal etmesinden bu yana 5. kez seçim gerçekleştirilecek.

Öncelikle Irak'taki seçimi, yakın coğrafyadaki diğer seçimlerle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Kısa süre içinde Lübnan ve Afganistan'da yapılacak seçimler, bu ülkelerde seçimlerden sonra yaşanması muhtemel siyasi çıkmazlar ve ABD, İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin tutumlarıyla birlikte değerlendirildiğinde, Irak'taki seçimin sadece bu ülkenin iç dinamikleri boyutunda değerlendirilmemesi gerekliliği ortaya çıkar. Üstelik, ABD'nin İran'la yapılan Nükleer Anlaşma'nın gözden geçirilmemesi halinde yapmış olduğu çekilme tehdidinin süresinin de 12 Mayıs'ta sona ermesi, seçim sonrasının en az seçim süreci kadar önemli olacağını gösteriyor. Bu nedenle, belki seçim sonuçlarını etkileyecek temel faktörler iç dinamiklere odaklanılarak incelenmelidir; ancak seçim sonrası hükümet kurma sürecinin ve Irak'ta ortaya çıkacak yeni dengelerin, bölgesel dinamiklerden bağımsız değerlendirilmesi yanlış olacaktır.
Irak'ta seçime giderken öncelikle ülkenin durumunun hatırlanması faydalı olabilir. 2014 yılında yapılan seçimden yaklaşık iki ay sonra Irak hükümeti ülkenin önemli bir kısmında kontrolü kaybetmeye başladı. Hükümet kurulmadan önce DEAŞ hızlı bir ilerlemeyle Irak'ın yaklaşık dörtte birini ele geçirdi. Hükümet, 2010 seçimine göre daha çabuk kurulmuş olsa da temelde şu sorunlarla uğraştı:
Bir terör örgütüne karşı kaybetmiş olduğu topraklarda egemenliğini ve fiili denetimi yeniden sağlamak; 2003 sonrasında hayli çarpık ve yetersiz bir biçimde kurulan güvenlik güçlerinin yeniden örgütlenmesi, silahlanması ve işlevsel hale getirilmesi; mevcut güvenlik güçlerine paralel olarak kurulan yeni milis yapısını, Irak devletinin kurumlarına entegre etmek/denetim altına almak; merkezi otoritenin siyasal gücünü ve yaptırım kapasitesini ülkenin genelinde yeniden tesis etmek; çatışmanın tırmandırdığı mezhepsel kutuplaşmanın etkilerini azaltmak; savaş ekonomisi nedeniyle artan harcamalara karşın petrol fiyatlarının düşmesi sonucunda azalan gelirlerin meydana getirdiği büyük ekonomik sorunlarla başetmek (artan işsizlik, yatırımların yokluğu vb).
İbadi'nin avantajları ve zorlukları
Yukarıdaki sorunlar dikkate alındığında Başbakan Haydar İbadi’nin iktidara geldiğinde önemli sorunlarla karşılaştığı görülür. Aslında İbadi başbakanlık koltuğuna oturduğu döneme ait şu tespitler yapılabilir:
Güvenlik kurumları üzerinde son derece etkili eski başbakanın (Nuri Maliki) liderlik ettiği bir partinin içinden zayıf aday olarak şartların dayatmasıyla başbakan seçilmişti. Seçildiğinde kendi partisinde bile, sözü tam olarak geçmiyordu. Koltuğa oturduğunda DEAŞ'ın kontrol ettiği orta-kuzey bölge ile Irak KürtBölgesel Yönetimi’nde (IKBY) Bağdat’ın fiili otoritesi bulunmuyordu. Askeri açıdan tamamen yenilmemek için ülkeye yeniden dış güçleri çağırmaya mecbur kalmıştı. Morali bozulmuş, disiplini kaybolmuş bir orduya komutanlık ediyordu. Milis teşkilatlarını kendisinin de hitap ettiği toplumsal ve siyasal tabanını karşısına almadan dizginlemek zorundaydı.
Haydar İbadi iktidardaki ilk yıllarını hayli zorluklarla geçirse de son dönemde toparlamayı başardı. İbadi’nin başarı hanesine yazılabilecek en önemli artıların aşağıdaki gibi olduğu ileri sürülebilir:
Dış destek sayesinde DEAŞ'ın büyük ölçüde yenilmesi; IKBY'nin bağımsızlık referandumunu tersine çevirmesi ve tartışmalı bölgelerdeki Peşmerge hakimiyetinin sona erdirilmesi; bağımsızlık hedefleyen IKBY'nin maaşlarını ödeyebilmek için Bağdat'a bağımlı hale gelmesi; Haşdi Şabi'yi kısmen de olsa sisteme entegre etmeye başlaması.
İbadi’nin bu kazanımları, Zafer Koalisyonu’nun lideri ve en güçlü başbakan adayı iddiasıyla karşımıza çıkmasına neden olmakta. Fakat, Irak’ta herşey o kadar iyi durumda değil. Aşağıda değinilecek bazı konular, hem seçimde hem de sonrasında İbadi’yi zorlayacak faktörler olarak karşısına çıkabilir. Bu faktörler;
Başta Musul olmak üzere birçok il, ilçe ve kasabanın yıkıma uğraması; artan güvenlik harcamalarını karşılamakta zorlanan ekonomik durumun halk üzerinde son derece olumsuz etkiler doğurması; zorunlu iç göç nedeniyle demografik dengelerin bozulması; devlet içinde devlet hale gelen milis teşkilatının artık yasal ve kurumsal bir hal alması; Sünni Arapların tamamen atomize olması ve bu nedenle her an yeniden ayaklanmaya dönüşebilecek tepkiler ortaya koymaları ihtimali; DEAŞ'ın son iki ayda toparlanması ve yeniden harekete geçmesi.
Özetle, Irak 2018 seçimine, ekonomik olarak sorunlu, siyasal olarak kutuplaşmış, güvenlik olarak riskli bir halde girmektedir. Bu nedenle Irak genel seçime karşılaştığı hayati tehlikeyi atlattıktan sonra rahatlayan bir ülke olarak değil, yaşamsal tehdidi atlatmış ama yeniden 'komaya girme' ihtimali olan bir ülke olarak gitmektedir.

Seçimi etkileyecek faktörler



Irak’ta seçimi etkileyecek faktörler, başlıca üç kategoride (seçmen davranışları, seçim sisteminin etkileri ve parti/koalisyonların yeni misyon arayışı) incelenebilir.
Irak’ta kamuoyu yoklaması yapmak hem fiziksel şartlar nedeniyle güç hem de bu konuda güvenilir ve ehil kurum bulmak zor. Çalışmaların bir kısmını Batılı kurumlar gerçekleştirirken az sayıda Iraklı kurumun incelemeleri de gözlemlenebilmektedir. Bu çalışmaların sunduğu bilgilerden yola çıkarak Iraklı seçmenlerin tercihlerini etkileyen beş temel parametre olduğu söylenebilir: Ekonomik sorunlar, hizmetlerin yetersizliği, yolsuzluk gibi kötü idareden kaynaklanan sorunlar; etnik ve mezhepsel kimliklerin yükselmesi; etnik ve mezhepsel kimliklerin yükselmesine tepki olarak ortaya çıkan bıkkınlık ve yeni arayışlar; güçlü lider ile istikrar arasında kurulan ilişki; güvenliğin sağlanıp sağlanamadığı.
Ekonomik sorunlar, hizmetlerin yetersizliği, yolsuzluk ve işsizlik uzun süredir Irak siyasetinin en önemli konusudur. Önceki seçimlerden farklı olarak, IKBY’de de bu dinamiklerin büyük bir etkisi olacağı söylenebilir. Ülkenin orta kesimlerinde çatışma ve operasyonların etkisiyle yıkım yaşanmıştır. Ancak, güneyde de pekçok altyapı sorunu vardır. Hatta kısa süre öncesinde Bağdat civarında altyapı sorunları nedeniyle gösteriler düzenlenmişti. Ancak ekonomik sorunların en çok etkilemesi beklenen yer Kuzey Irak olacaktır. Ocak ayından beri ekonomik sorunlar ve yolsuzluk nedeniyle düzenlenen gösterilerle sarsılan bölgede seçmen tercihleriyle bu sorunlar arasında yakın bir ilişki olması ihtimali çok güçlüdür.
Irak’ta etnik ve mezhepsel kimliklerin yükselişi son 15 yılın değişmeyen dinamiğidir. Ancak, DEAŞ'la mücadele sırasında bu kimlikler üzerinden yaşanan kutuplaşma doruğa çıkmıştır. DEAŞ'ın insanları sırf inançlarından ötürü öldürmesi bu çatışmayı körüklemiştir. Fakat, DEAŞ'a karşı yürütülen operasyonlarda güvenlik güçlerinin ve Haşdi Şabi’nin İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarına da yansıyan mezhepçi tutumu kutuplaşmayı daha da artırmıştır. Irak Ordusu, kısmen bu sürecin dışında tutulabilse de Federal Polis, milis grupları ya da terörle mücadele timlerinin uygulamaları, Sünni Araplar arasında büyük tepki toplamıştır. DEAŞ'a karşı mobilize edilen milislerin temel motivasyonunun mezhep olması, DEAŞ'ın meydana getirmek istediği kutuplaşma ortamına hizmet etmiştir. Bu nedenle hem Sünni hem de Şii Iraklılarda çatışmalar nedeniyle mezhepçilik daha da baskın hale gelmiştir.
Benzeri bir biçimde, IKBY’nin bağımsızlık çabası ülkedeki Arap-Kürt ayrışmasını artırmıştır. Öyle ki, birçok kişiye göre Erbil-Bağdat arasındaki sorunlar merkeziyetçilik-federalizm tartışmasından çıkarak etnik bir perspektife oturmuştur. Bu nedenle, gerek Sünni ve Şii Araplar arasındaki mezhepsel çekişme, gerekse de Arap-Kürt anlaşmazlığı seçmen tercihlerini etkileyecek gibi görünmektedir. Ancak yukarıdaki gelişme tüm Iraklı seçmenleri etkilememiştir. Hatta paradoksal olarak Irak’ta mezhepçiliğin ya da etnik milliyetçiliğin oluşturduğu yıkımı gören çevreler, bu seçimde farklı koalisyonlar oluşturmuştur. Örneğin, Mukteda Sadr’ın önderliğinde kurulan Sairun Koalisyonu, Sadr Hareketi’nin siyasal alandaki takipçileri ile Irak Komünist Partisi arasında gerçekleşmiştir. Bir yanıyla dini kimliğin ağır bastığı diğer yanıyla zıt bir ideolojinin hakim olduğu bir koalisyonun ortaya çıkması önemli bir örnektir. Aynı biçimde Ammar El Hekim’in ailesinin on yıllardır etkisi altında tutuğu partiden ayrılarak göreli merkezi bir çizgiye oturması ve liberal söylemler kullanması dikkat çekicidir. Yine Başbakan İbadi’nin Zafer Listesi’nde IKBY’den yeni çıkış yakalayan partiler ile Musul, Anbar ve Selahaddin gibi bölgelerden Sünni Arapların bulunması en azından yeni arayışlar olduğunun göstergesidir.
Seçmenlerin tercihini etkileyen diğer bir faktör “güçlü lider” figürüdür. Irak’ın yakın siyasi tarihinin tamamını domine eden bu fikrin zayıfladığı söylenemez. İstikrarın demokrasinin kalıcı kurumları ve hukuk devleti ile değil, karizmatik ve güçlü bir liderle sağlanabileceği anlayışı Irak’ta varlığını korumakta, sadece aktör değiştirmektedir. 2010 ve 2014’te Maliki’nin şahsında ortaya çıkan güçlü lider fikri bugün İbadi ile somutlaşmaktadır. İbadi’nin 2014’te başbakan olması göreli zayıflığının sonucu iken bugün onu başbakanlığa taşıyabilecek faktör “zafer” kazanan bir lider olmasıdır. Zaten, Koalisyonu’nun adından da bu anlaşılmaktadır. Ancak bu eğilimin Iraklı Sünni Araplar ve Kürtler arasında eskisi kadar güçlü olmadığı söylenebilir. IKBY’de Mesut Barzani’nin en azından belli bir süre için eski gücünden uzak olması, Sünni Arapların güçlü bir liderinin olmaması bu kesimlerde arayışın güçlü lidere değil de yerel çıkarlara odaklanmasına neden olabilir.
Son olarak Iraklı seçmenleri en çok etkileyecek faktörlerden birisi güvenlik olacaktır. Irak’ta güvenlik sağlanmış gibi görünse de gerek seçim sırasında gerekse sonrasında DEAŞ'ın saldırılarını yoğunlaştırması beklenebilir. İbadi’nin zaferini ilan etmesi önemli bir siyasal propaganda adımıdır. Fakat, Anbar ve Kerkük’ten başlayan dalga görmezden gelinemez. Yakında bu dalganın Batı Musul ve Selahaddin’in bazı bölgeleri ile Diyala’nın batısına doğru yayılması ihtimali küçümsenemez. Özellikle seçimden kısa süre önce artacak saldırılar hem bazı bölgelerdeki adayları hem de sandığa gitmek isteyen halkı yıldırmayı hedefleyecektir. Bu durum Musul, Anbar ve Selahaddin gibi vilayetlerde seçimin sonuçlarını etkileyecek kadar önemli olabilir.

Olası gelişmeler ve seçime ilişkin ilk beklentiler



Irak’ta genel seçim 2005’den beri değişim süreci geçirmektedir. Sünni Arapların büyük ölçüde boykot ettiği, Kürtler ve Şii Arapların birer liste kurduğu günlerden, Şii Arapların ve Kürtlerin ikiye bölündüğü, Sünni Arapların ise bir büyük listede toplandığı pekçok örnek yaşanmıştır. Bu seçimde ise çok parçalı bir tablo karşımıza çıkmaktadır. 2’si mezhepçi kimlikleri daha ağır basan 5 Büyük Şii Arap Listesi; 1’i Koalisyondan 2'si birer büyük partiden ibaret 3 Kürt oluşumu ve çoğu diğer listelere dağılan 2 orta büyüklükte Sünni Arap listesi, karşılarına onlarca yerel aday ve liste alarak yarışacaklardır. Bu durum, seçimin sonucunda açıkça taraflardan birisinin tek başına hükümet kuramayacağını göstermektedir. En çok sandalye kazanabilecek koalisyonun dahi 329 sandalyeli mecliste, 70’in biraz üstünde vekillik kazanması bekleniyorsa, seçimin sonucunda çoklu koalisyon kaçınılmaz olacaktır. Ancak, şu ana kadar hep “ulusal birlik” hükümetleri kurulan Irak’ta ilk kez bir çoğunluk hükümeti kurulması denenebilir. Bu durumda akla gelen en önemli olgular:
Seçimden galip çıkmak başbakanlığı garanti etmemektedir. Hatırlanacak olursa 2010’da İyad Allavi, 2014’te Nuri Maliki seçimden en çok sandalyeyi kazanarak ayrılsa da başbakan olamamışlardır.
Haşdi Şabi’yi yani Fetih Koalisyonu’nu dışlayacak bir hükümetin yaşama şansı yoktur. Çok zayıf bir olasılık bulunsa da eğer hükümeti kurmak isteyen kişi Fetih Koalisyonu’nu dışlarsa güvenliği sağlayamaz duruma gelecektir. Bu nedenle, muhtemelen seçimden ikinci olarak çıkacak Fetih Koalisyonu ya da diğer bir değişle Haşdi Şabi’nin siyasal ayağının Irak siyasetinin merkezine oturması kaçınılmaz görünmektedir. Bu işgalden sonra milisi olan partilerden; partileşen milislere dönüşüm olarak da okunabilir. Yakın gelecekte Sünni Araplar arasında da benzer eğilimin yaşanması şaşırtıcı olmayacaktır.
Sünni Araplar’ın dağınıklığı ve teknik sorunlar nedeniyle mecliste az temsil edilecek olması halihazırda ısınamadıkları bir siyasi sisteme daha fazla yabancılaşmalarını sağlayabilir. 2005 sonu ve 2014’teki seçimlerden sonra benzer gelişmelerin nelere yol açtığı hatırlanacak olursa, bu durum Irak için ciddi bir risktir. Hükümetin, Iraklı Kürtleri dışlaması beklenemez. Çoğunluk hükümeti bile kurulacak olsa büyük partiler kadar “Vatan” Koalisyonu ve Yeni Nesil Hareketi’nin gelecek hükümetlerde yer alması beklenebilir.
Son olarak, partiler arasındaki sandalye sayısı ne kadar az olursa pazarlıklar o kadar çetin geçecektir. Ancak, seçim sonrası hükümet pazarlıkları sadece Bağdat’ta yürütülmeyecektir. ABD, İran ve Suudi Arabistan’ın Irak hükümetinin kurulması sürecine müdahale etmesi şaşırtıcı olmayacaktır.


26 Nisan 2018 Perşembe

“Abdullah Gül, sahiden Erdoğan’ın kardeşi mi?”

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

2007 yılında Erdoğan tarafından “Adayımız, bugüne kadar bu yolda olduğumuz, bu hareketi beraber kurduğumuz Abdullah Gül kardeşimdir.” diyerek Cumhurbaşkanlığına aday gösterilen Gül, bugün muhalefetin çatı adayı olarak Erdoğan'ın karşısına çıkma planları içinde olduğu konuşuluyor. Yeni Akit yazarı Zekeriya Say, "Peki, Abdullah Gül sahiden Erdoğan’ın kardeşi mi?” diye sorarak Gül'ün bu zamana kadar gösterdiği "kardeşliği!" yazdı.


Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül

Erdoğan henüz iki aylık cumhurbaşkanı bile değildi, selefi Gül’ün evine bayram ziyaretine gitti.
Kayseri’de kurulan “Abdullah Gül Müzesi"nin açılışında, kurdeleyi yine Erdoğan kesti.
Gül’ün gelininin, İstanbul Üniversitesi'ndeki mezuniyet törenine dahi katıldı.
Bülent Arınç, “Makam aracım Ankara’da kaldı. Altımda araba yok” bahanesine sığınırken, Erdoğan;
Gül’ün babası Ahmet Hamdi Gül’ün cenaze törenine hem iştirak etti, hem gözyaşı döktü, hem de tabutu ilk o omuzladı.
 Peki, Gül ne yaptı?
“Aktif siyasette olmadığım için mitinge katılmayacağım” diyerek, “Fetih Şöleni”ne katılmadı.
Ak Parti Kayseri mitingine katılmayı, yine “siyasetin içinde değilim” bahanesiyle reddetti.
Hemşehrisi ve dönemin Ekonomi Bakanı Mustafa Elitaş'ın oğlunun Kayseri'deki düğününe gitmedi.
22 Mayıs 2016’da, Ahmet Davutoğlu’nun “Genel Başkanlık” görevini Binali Yıldırım ‘a devrettiği “AK Parti Olağanüstü Kongresi”ne davet edildiği halde icabet etmedi.
Binali Yıldırım’ın, “Başbakan”lıktaki 100. günü münasebetiyle, Çankaya Köşkü’nde eski AK Partililere verdiği “akşam yemeği”ne de davet edildi, oralı olmadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 23 Şubat 2017’de Ak Partili eski milletvekilleri külliyede ağırladı, Gül bu daveti de geri çevirdi.
İki gün sonra, yani 25 Şubatta;
Ankara Arena’da düzenlenen “16 Nisan Anayasa Değişikliği Referandumu” tanıtım toplantısına, 40 bin Ak Partili katılırken, Gül katılmamayı tercih etti.
20 Mart 2017’de, bu kez Başbakan Binali Yıldırım’ın Ak Partili eski bakanlar için düzenlediği “kahvaltılı toplantı” davetini iplemedi.
Erdoğan’ın, 33 aylık aradan sonra kurucusu olduğu AK Parti'ye, “Cumhurbaşkanı” kimliğiyle yeniden üye olduğu 2 Mayıs 2017’deki törende gözler en çok Gül’ü aradı.
Her nasıl olduysa;
FETÖ’nün hain darbe girişiminin seneyi devriyesinde, "15 Temmuz Şehitler Köprüsü"nde düzenlenen anma törenine teşrif etti fakat eşi Hayrunisa Gül yoktu.
14 Ağustos 2017’de, “kurucusu” olduğundan sitayişle bahsettiği Ak Parti’nin 16. yıldönümü etkinliklerine, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından telefonla aranarak davet edildi. Gül, bu özel daveti de geri çevirdi.
7 Ekim 2017’de, Afyonkarahisar’da düzenlenen Ak Parti 26. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’ için yapılan daveti de “es” geçti.
Buna mukabil, aynı zaman zarfında;
Eşi Hayrünnisa Hanımefendi ile birlikte, Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki “Joan Miro. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” sergisini hiç bir şey olmamış gibi gezebildi.
Yaşar Kemal’in, Teşvikiye Camisi’nde kılınan cenaze namazında, Kemal Kılıçdaroğlu ve Selahattin Demirtaş ile birlikte omuz omuza saf tutabildi.
Sütlüce’de bulunan ve hakkında hiçbir malumat sahibi olmadığım “İstanbul Dostluk Derneği”ni ziyaret etti.
Boğaziçi Üniversitesi’nde, “başkanlık sistemi”nin tartışıldığı derste, eski rektör Prof. Dr. Üstün Ergüder; “Türkiye’ye özgü bir başkanlık sisteminin olamayacağını” söylerken, katılımcılar arasında Gül ve eşi de vardı.
“Başörtülüler Arabistan’a gitsin” diyen 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in cenaze törenine bile katıldı.
Karar yazarı Mustafa Karaalioğlu’nun kızının 9 Eylül’deki düğünü ile…
28 Aralık 2017’de, Karar gazetesini ziyaret ederek yazar ve yöneticilerle görüşmesini hatırlatmaya dahi gerek yok, sanırım!..
Son olarak;
Önceki gün, yani 24 Nisan’da Saadet Partisi tarafından düzenlenen, Ruşen Çakır ve Uğur Dündar gibi Erbakan’la uzaktan yakından ilgisi olmayan kimselerin davet edildiği “Erbakan Ödülleri” töreninde arzı endam etti, Abdullah Gül.
Ne girişte, ne de çıkışta soru sorulmasını istemeyen Gül, tören boyunca manasız manasız gülümsedi, eliyle yüzünü karışlayıp durdu.
Benim asıl merak ettiğim husus ise;
Ak Parti’nin hemen bütün davetlerini geri çeviren Gül’ün, “23 Nisan Resepsiyonu”ndan yalnızca bir gece sonra, Uğur Dündar ve Levent Gültekin gibi iflah olmaz “Tayyip Erdoğan düşmanları” ile aynı törene hangi saiklerle katıldığıydı.
Öyle ya,
10 Ağustos 2014 seçimlerinden sonra, sürekli olarak “Ak Parti kurucusu” olduğundan dem vurduğu halde, partisinin davetlerine “siyasetin içinde değilim” bahanesiyle icabet etmeyen Gül,
Saadet Partisi’nin, Erbakan Vakfı tarafından dahi yerden yere vurulan “şov” amaçlı davetine katılmakta bir beis görmemiş, gece boyunca “gülücük” dağıtıp durmuştu.
Hâlbuki bir gece önce, TBMM’de düzenlenen “23 Nisan Resepsiyonu”nda, kendisine,
“Kulislerde Abdullah Gül’ün ismi çok zikrediliyor bu aralar” diye soru sorulan Erdoğan’ın;
“Yok be!.. Benim hiç öyle bir derdim, öyle bir problemim yok” derken bile, yüzünden dökülen bin parçaydı.
Gazetecilerin sorduğu soruda “Gül” ismi geçer geçmez nasıl da yüzünde hüzün dolu bir ifade belirdi.
Belli ki;
“kardeşim” dediği Gül’ün isminin, CHP ve İP’in “abidik-gubidik” planlarıyla anılması onu üzmüştü.
Ya da,
Yıllardır aynı davaya birlikte hizmet ettiğine inandığı arkadaşı tarafından “sırtındaki bıçaklanma”nın verdiği acının, hüznün ifadesiydi belki o bakış!..
Belki de Maksim Gorki’nin;
“Bir sürü dostunun içinde elbet düşmanların olacak ama unutma ki onca düşmanın içinde belki seni dostun vuracak” tezinin, gayri ihtiyari doğrulanması üzmüştü, Erdoğan’ı.
Hülasa,
FETÖ’cü alçaklar dahi, Gülen gibi bir hainin “bir tebessümüne tüm mallarımı bağışlarım” derken…
Abdullah Gül’ün;
Kendisine “kardeşim” diyen..
Cumhurbaşkanlığı makamını kendi elleriyle teslim eden…
Acı, tatlı ve tüm özel günlerinde yanında olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sırf makam, mevki uğrun kalbini kırması, yüzünün asılmasına sebebiyet vermesi anlaşılır şey değil!..
En azından buna bilerek tevessül etmişse, o kişi kesinlikle Erdoğan’ın “kardeşi” değil, diye düşünüyorum!...

25 Nisan 2018 Çarşamba

FRANSA'NIN TÜRKİYE KARŞITI EYLEMLERİ ARTIYOR

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Zeytin Dalı Harekâtı'nda TSK'nın karşılaştığı en büyük zorlukların başında kuşku yok ki PKK/PYD terör örgütü tarafından kullanılan ve farklı boyutlarda, bulunduğu coğrafi alanda tam savunma sağlayabilecek şekilde inşa edilen betondan yapılma korugan, tünel ve bunkerlerdi.

Üstün askeri bilgi gerektiren bu yeteneğe PKK/PYD terör örgütünün sahip olmayışı, dahası Suriye'de iç savaş sürerken bahse konu olan yapıların ortaya çıkarılması için yüksek miktarda betona duyulan ihtiyacı da terör örgütünün kendi başına karşılayamayacağı üzerinden çok geçmeden anlaşılmıştı.
Ne var ki Suriye'de iç savaşın sürmesine rağmen beton üretim tesisine sahip olan tek firmanın Fransız menşeli olması bir anda akıllara tabi olarak Fransa'nın PKK/PYD terör örgütüne düşünülenin ötesinde destek verdiği gerçeğini getirdi.
Kaldı ki harekâtın ilerleyen aşamalarında bu durum tescil edilmiş ve Fransız firmasının sağladığı destekle PKK/PYD terör örgütünün belki de milyonlarca metreküplük betonları kullanarak TSK karşısında savunma alanları yaptığı ortaya çıkmıştı.
Aynı ülkenin Zeytin Dalı Harekâtı boyunca uluslararası alanda sürekli eleştiride bulunması hatta bir defasında BM Güvenlik Konseyi'ni toplamaya cüret etmesi ve fakat Türkiye'nin kararlı duruşu karşısında geri adım atmış olması ise unutulmamıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başarılı bir diplomasi yürüterek yerinde ve zamanında Fransa Cumhurbaşkanı ile zaman zaman yaptığı görüşmeler, Türkiye'nin kararlılığını korumasında büyük katkı sağlarken, yeri geldiğinde "yüksek tonda" konuşması ise diplomatik usulde Türkiye'nin gücünü Fransa'ya göstermesine katkıda bulunmuştur.
Ne var ki Fransa, Türkiye karşıtı eylemlerini Afrin'in PKK/PYD'li teröristlerden temizlenmesi sonrasında daha da artırmaya koyulmuştur.
Üstelik bu eylemlerin çapının genişlediği, sadece Suriye ile kalmayıp, Doğu Akdeniz, Ege ve Balkanlara kadar yayılan, dahası Türkiye'nin dış politika perspektifini doğrudan hedef alan bir yapıya büründüğü anlaşılıyor.
Afrin kent merkezinin TSK tarafından alınmasının hemen akabinde Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda PKK/PYD'li teröristleri ve yandaşlarını ağırlayan Fransa, başta Menbiç olmak üzere Suriye'nin kuzeydoğusundaki sahalara asker göndereceğini açıklaması içerisinde bulunduğumuz dönemin ilk önemli işareti oldu.
Bununla da kalmayıp, yine Suriye'nin kuzeydoğusunun "güvenlikli bölge ilan edilmesi" çabası çerçevesinde çalışmaları destekleyeceğini duyuran da yine Fransa olmuştur.
Bu durum Esad'ın Duma'da muhaliflere kimyasal silah kullandığı iddiasının gerçekleştiği günlerle yakınlık gösterirken, ABD ve İngiltere ile beraber rejime yönelik saldırı düzenleyen Fransa'nın bölgeye yönelik askeri sevkiyatında gözle görülür bir artış yaşandığı anlaşılıyor.
Hali hazırda Doğu Akdeniz'e deniz gücü konuşlandıran Fransa, bunun yanı sıra Menbiç'e gönderdiği askeri güçleriyle sınır hattımızda devriye faaliyetlerine bile başlamış vaziyettedir.
Bu faaliyetler çerçevesinde yine Fransa'ya ait askeri helikopterlerin her gün sınır hattımızda belirli aralıklarla uçuş gerçekleştirdiği de biliniyor.
Fransa, ülkemize yönelik tehdit oluşturan terör bölgesinde "koruma gücü" altında eylemlerini sıklaştırmışken, Macron'un ağzından, Suriye'ye yönelik gerçekleştirilen yeni eylemlerle Türkiye ile Rusya'nın arasını açmayı başardığını iddia etmiştir.
Macron bununla da kalmamış, Balkan ülkelerinin Türkiye ve Rusya ile yakınlaşmasına izin vermeyeceklerini öne sürmüştür.
Yaşanan gelişmeler Fransa'nın Türkiye'nin etrafının çevrildiği tüm bölgelerde ülkemiz aleyhinde oluşturulacak girişimleri desteklediği hatta yeni koşulların meydana çıkarılabilmesi için de uğraş verdiğini güçlü şekilde işaret etmektedir.
Şimdi ise aynı çabalar kapsamında Fransa'nın Ege Denizi'nde de Türkiye karşıtı eylemlerin tarafı olmak üzere harekete geçtiğini gösteren gelişmelerin yaşandığına tanık oluyoruz.
Mevcut durumda Ege'de hukuksuz iddialarla neredeyse her geçen gün Türkiye'ye karşı provakatif girişimlerde bulunan Yunanistan'ın, Türkiye ile güç yarıştırmaya gücü yetmeyeceğini anladığı anlarda Fransa'nın kendisine yardımda bulunması kuşku yok ki sıradan bir gelişme ya da tesadüfi olarak değerlendirilemeyecektir.
Yıllardan bu yana ağır bir ekonomik kriz içerisinde bulunan ve sadece AB'nin verdiği destekler ile karşılığında tüm kamu varlığını 99 yıllığına bu oluşuma devrederek aldığı krediler sayesinde ayakta güç bela duran Yunanistan, donanmasını yenileyecek imkânı olmamasına karşın Fransa'dan "finansal kiralama" yoluyla 2 adet savaş gemisi kiraladı.
Üzerlerindeki silah sistemlerinin dâhil edildiği savaş gemilerinin, 5 yıl süreyle kirada kalacağı ve Yunanistan her yıl kira bedeli olarak 100 milyon Euro ödeyeceği ifade ediliyor.
Konuyu ilginç kılan bir başka nokta ise Fransa tarafından Yunanistan'a kiralanacak olan savaş gemilerinin, kimyasal silah kullandığı iddiasıyla Esad rejimine karşı icra edilen askeri saldırıda kullanılan filonun içerisinden seçilmiş olması.
Şüphe yok ki Ege'de Yunanistan'ın tahrik edici tutumları karşısında bir başka ülkenin değil de Fransa'nın böylesi bir yolu seçmesi, Yunanistan'ın yanında yer aldığını gösteren bir tutum olarak okunmalıdır.
Suriye'de Türkiye'yi doğrudan tehdit eden PKK/PYD terör örgütüne her türlü desteği veren, Doğu Akdeniz'de Suriye rejimini bahane göstererek varlık gösteren Fransa, şimdi yine bir başka senaryo ile Ege Denizi'nde Türkiye'nin karşısına çıkıyor.
Yaşanan bu gelişmelerin sadece Fransa'nın kendisini has olmadığına dair şüphe uyandıran gelişmeleri de üst üste koyduğumuzda -ki benzeri faaliyetlerde diğer bazı ülkelerin de olduğu malumdur- ülkemize karşı müttefik olduğu iddia edilen ülkelerden gelen kolektif bir tehdit oluşmaya başlamıştır.
Bu şatlar altında giderek müttefiklik ilişkilerimizi sorgulamamız geren bir dönemin içerisine giriyoruz.
Yaşananlar karşısında Türkiye milli güvenlik perspektifinden taviz veremeyeceğine göre, şartların aynı haliyle devam etmesi söz konusu olursa bu durumun yaşanmasının kaçınılmaz bir sonuç olacağını belirtmemiz gerekir.




24 Nisan 2018 Salı

ABİDİK GUBİDİK İTTİFAKI!

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Türk siyasetinde bugün yaşananları iyi anlayabilmek için 7 Haziran seçimleri sonrası yaşananları da çok iyi hatırlamak ve bilmek gerekiyor. Siyaseti şekillendirme operasyonları o günlerde başlamıştı. CHP'yi yöneten ve yönlendiren üst akıl, ısrarla CHP-MHP-HDP koalisyonu kurdurmaya kalkmıştı. MHP, PKK'nın siyasi kolunun olduğu bir koalisyona elbette giremezdi ve tavrını muhataplarına çok sert göstermişti. Sonra 1 Kasım seçimleri yaşandı. Bu seçimler sonrası, 7 Haziran seçimlerinden MHP'ye intikam ve öfke biriktirenler harekete geçti. Yanlarına MHP'den aday yapılmamış, aday yapılmış ama seçilememiş ve FETÖ'nün bir işaretiyle harekete geçen kim varsa hepsini de aldılar. O günden beri MHP üzerindeki operasyonları bir türlü bitmiyor. Sürekli MHP'ye saldırıyorlar, itibarsızlaştırmak için her yalana, iftiraya başvuruyorlar.
1 Kasım seçimleri sonrası FETÖ'nün başlattığı MHP üzerindeki operasyonda kimler kullanıldı, bu operasyonlara kimler destek verdi hepsi ortadadır. Bugün de kimler MHP'ye saldırıyorsa bakın, hep yine aynı ekip…
Bunların en net beraberlik pozlarını 16 Nisan referandumunda görmüştük. CHP, HDP, PKK, FETÖ, SP ve (MHP'den atılanlar) "HAYIR CEPHESİ" olarak yanyana gelmişlerdi. Bugünlerin temeli o günlerde atılmıştı. Burada en önemli figüranlar ise MHP'den atılanlar olmuştur. O günleri hatırladığınızda, bugün 15 CHP milletvekilinin talimatla nasıl birden bire parti değiştirdiğini daha iyi anlayacaksınız. Adını İYİ koyanların, ruhundaki kötülükleri o zaman net göreceksiniz.
CHP, 16 Nisan referandumunda MHP'den atılanlara kol kanat germişti. Sırf "MHP'ye zarar versinler" diye onlara televizyonlarını, gazetelerini, toplantı salonlarını açmışlar, salonlarını bile CHP'liler doldurmuştu. CHP'li belediye başkanları, o MHP'den atılanları baş konuk olarak ağırlamış, afişlerini yaptırmış ve astırmıştı. CHP bunların bakıcılığını üstlenmişti. Referandumdan sonrada zaten Kemal Kılıçdaroğlu, HDP ve bunlara katkılarından dolayı birlikte teşekkür etmişti.
MHP'den atılanlar, CHP ile bağlarını 1 Kasım seçimlerinden sonra hiç koparmadılar. Yemekte buluştular, konferansta buluştular, gizli gizli buluştular. Gün geldi adına İYİ dedikleri özünde intikam ve proje barındıran bir parti kurdular. MHP'li günlerinden hiç eser kalmamıştı. "Partimiz ülkücü parti olmayacak" diye baştan çizgiyi belirlediler. Parti kurulma aşamasında iken program taslaklarına "Kürdistan" ifadesini koydular. Partiyi kurdular teröristbaşı Öcalan'a ait olan "Eşit vatandaşlık" kavramını parti programı yaptılar. Yani teröristbaşı Öcalan'ın dediği gibi "Türkiye içinde iki ayrı ülke var, onların vatandaşları eşit şartlarda yaşasın" dediler. MHP'de iken ağzından "Diyarbakırlı" olduğuna dair hiçbir söz duymadığımız Meral Akşener kendini Diyarbakırlı ilan etti ve kendini Kürtçe pankartlarla karşılattı. "HDP onurumuzdur" diyenleri parti kurucusu yaptılar. CIA'nın kurduğu derneklerde yöneticilik yapanları partide kurucu ve danışman yaptılar. Daha neler yaptılar neler…Tam bir CHP modeli oldular, HDP'nin küçük bir boy halini aldılar.
Şimdi herkes "CHP, 15 milletvekilini nasıl İP'e gönderdi" diye hayret ediyor. Hayret edilecek bir durum yok, zaten bu partiyi kuran CHP'yi de yöneten aynı iradedir.
Bugün 15 milletvekilini kurbanlık koyun gibi İP'in önüne bırakan Kemal Kılıçdaroğlu, bu partiye de Aytun Çıray gibi FETÖ'cü iş adamlarıyla arası çok iyi olan, ABD'de FETÖ'cülerle görüşen CHP'li heyet içinde bulunan bir adamı gönderip Genel Sekreter ve sözcü yaptırmadı mı?
Bu parti "MHP'ye zarar versin" diye, CHP'nin yancısı olarak kurulan bir partidir. O yüzden şaşılacak, hayret edilecek bir durum yoktur.
CHP yan sanayi ürünü olan partisine 15 milletvekilini göndermiştir. Ama onlar nasıl gönderildi orası meçhul. Çünkü her milletvekili çok üzgün, tedirgin ve adeta köle gibi poz veriyordu. CHP kendi kurdurduğu partiye yine kendi milletvekillerini göndermiş oldu. Meselenin özeti budur.
"Biz ne çukur ne cukka ne de yıkım ittifakı yapacağız. Grup kurmak için abidik gubidik işler yapmayacağız. Biz 100 bin imzayla çıkacağız" diyen Meral Akşener'in sözlerini elinde patlattılar o kadar…
Siyasi gelişmeleri çok düzgün takip edenler bilir, normalde traji-komik bir süreç yönettiler.
Önce MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, 26 Ağustos erken seçim tarihini önerdiğinde Türkiye'de "IYI Parti seçime giremez" şeklinde şu açıklamayı yapan ilk kişi Özgür Özel'di:
 "Seçim kanunu diyor ki, bir partinin seçime girebilmesi için en az 41 ilde örgütlenmiş olması lazım. Daha sonra büyük kurultayını yapmış olması lazım. Ve büyük kurultayından en az 6 ay geçmiş olması lazım. İYİ Parti, 6 ayı 1 Eylül'de dolduruyor. Seçimler 26 Ağustos'ta gerçekleşirse İYİ Parti seçime katılamaz."
Ne AKP'den, ne MHP'den, ne YSK'dan bile açıklama yapılmadığı halde bu partiyi kuran CHP ilk açıklamayı yapmıştı. Amaçları İP üzerinden mağduriyet oynamak idi. Erken seçim tarihi 24 Haziran'a çekildi. Bu sefer CHP'den bu partiye gönderilen Aytun Çıray isimli siyaset komedyeni çıktı ve İP'in seçimlere katılabileceğini şu sözlerle duyurdu: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu bilgi ve belgeleri inceledikten sonra 20.04.2018 saat 17.00 itibarı ile Yüksek Seçim Kuruluna 24 Haziran 2018 tarihinde yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimlerine katılma yeterliliğine sahip olan partilerin listesini vermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın YSK'ya verdiği ve daha önce seçimlere katılma hakkına sahip olan dokuz partiye ilâveten İyi Parti'yi de eklemiştir. Bu durumda İyi Parti'nin 24 Haziran'da yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimlerine katılma hakkı tescil etmiştir."
Bunu duyurduktan bir gün sonra ise 15 CHP milletvekili paketlenip, siyaset pazarının kölesi gibi İP'in kapısına bırakıldı. Madem seçimlere katılabilecek partiler içinde İP'de vardı. Bu 15 milletvekili niçin CHP tarafından İP'e verildi?
"İP seçimlere giremez" diye ilk açıklamayı yapanlar kendileri, "Yargıtay'ın listesinde partimizin adı var, seçimlere giriyoruz" diye ilk açıklayan kendileri… Sonra da kendi kendilerine "Bizi seçime sokmayacaklar" diye ağlıyorlar. Kendileri çalıp, kendileri oynuyorlar. Hunili deliler gibiler desek inanın abartmayız.
AKP-MHP bir konuda beraber hareket edince "Faşistlik, tek adam rejimi" oluyor. Bunlar beraber hareket edince demokrasi diye pazarlıyorlar. Son 4-5 yıldır PKK'nın safında yer tutan CHP'nin yaptıklarını birde "Kuva-yi Milliye Ruhu" diye pazarlıyorlar ki, bizimde "Allah delilikte bile bir sınır versin" diye dua edesimiz geliyor.
CHP'yi HDP'leştirmiş Kemal Kılıçdaroğlu eline de Meral Akşener'in İP'ini almış sallayıp duruyor. CHP, HDP, İP arasındaki dayanışma doğrudur, olması gerekendir. Çünkü yönetenleri aynı, ruhları aynı, eylemleri aynı, söylemleri aynıdır. Biz  "Niye birbirlerine sahip çıkıyorlar?" demiyoruz. Sadece PKK ortak noktasında bile aynı şeyleri söyleyenler "MHP'ye nasıl laf söyleyebiliyor?" diyoruz. Gerçi onda da haklılar, onların sahip çıktığı terör örgütü PKK'yı bugün Doğu ve Güneydoğu'da, Afrin'de, Irak'ta toprağa gömen MHP-AKP ittifakının güçlü iradesi olmadı mı?
Biz, 4300 terörist leşini Afrin'de sayarken, onlar hep beraber Afrin operasyonuna karşı çıkmıyor muydu?
O halde herkes kendi bulunduğu safın kurallarına göre birbirine sahip çıkıyor.
CHP, HDP, İP, SP ruh olarak, beden olarak birbirine tam uyum içinde iken elbette aralarında alıp-vermeleri hayret edilecek bir durum olmamalı. Bizim vurgularımız sadece çelişkilerini ve oyunlarını milletimize göstermek adınadır.
Yoksa 15 değil 100 milletvekilini birbirlerine hediye etseler de aralarında hiçbir fark yoktur. Abidik Gubidik ittifakının curcunası ve cümbüşü bizi eğlendirmiyor da değildir.


İngiliz Kürdistan'ının Taşeronları

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

"Yurtta Sulh" koalisyonundan beklenen hamleler geliyor. Şimdi sırada beklenen "dönme" ler var! 15 Temmuz'dan bir ay kadar sonra, 12 Ağustos 2016'da bu köşede "Yurtta Sulh, 4'lü Koalisyon muydu?" başlıklı bir yazı kaleme almış ve darbenin başarılı olması halinde kurulacak bir hükümetin, Diyarbakır'daki 4 ayaklı minareye benzeyeceğini ileri sürmüştük.

Gülen'in 15 Temmuz'dan iki hafta sonra CNN'e verdiği röportajda duvarda duran dört ayaklı minare tablosu, PKK'ya verilmiş bir subliminal mesaj olarak yorumlanmıştı.
 "Siyasi ayak" konusunda ise herkes topu birbirine atıyordu.
Oysa bize göre "siyasi ayak" 4 parçalı bir koalisyondu!
Çünkü demokratik tabanı olmayan darbecilerin tercih ettiği sulh ortamı, 12 Eylül 1980'deki ilk 3 yıl gibi gibi partisiz, fikirsiz, seçimsiz dönemdi.
Öyleyse FETÖ'ye höre "Yurtta Sulh" demek "partisizlik" veya "bütün partilerin birliği" ydi.

İŞTE DÖRT SİYASİ AYAK!..

2012 MİT kriziyle başlayan 15 Temmuz misyonu, siyasi ihtiraslar üzerinden tamamlanabilirdi.

Gülen Cemaatini ihya edecek bir siyasi ortamın oluşması için AKP ve MHP'den parçalar koparmak ve bu iki ayağı, iktidar için her yolu mubah gören CHP- HDP ikilisine eklemek yeterliydi.
- MHP siyasi ayak konusunda hassasiyet gösterince ilk kırılma MHP'de yaşandı ve İP kuruldu.
Bugünlerde ise seçimlerin 24 Haziran'a alınmasıyla birlikte takkeler düştü, kel göründü ve Gül'ün adaylığı daha rahat konuşulmaya başladı.
- SP'nin psikolojik katalizör olarak kullanıldığı bu inşa faaliyeti, AKP'den koparılacak kitle parçacıkları için yapılan son hazırlık olarak görülebilir.
- CHP ve HDP zaten iktidar yolunda sandığı bir ara istasyon olarak gören devrimci makyavelizmin zirvesindedir.
Türk siyasetindeki bu doku zaafları da uzun zamandır İngiltere, ABD ve FETÖ tarafından takip edilmektedir.

"007 JAMES GÜL, KRALİÇENİN HİZMETİNDE!"



Kraliçe Elizabeth'in "sömürge gezer" gibi yaptığı geziler, yerinden zamanına, siyasi muhatabından davet edilen konuklara kadar mesaj yüklü gezilerdir.
Kraliçe Elizabeth, 37 yıl aradan sonra ilk kez 13 Mayıs 2008'de Abdullah Gül Türkiye'sini ziyaret etmiştir.
Misyon: "Yeni Türkiye" dir.
Kraliçe Elizabeth, Abdullah Gül'ü, 90 yıl önce İngiliz işgal gemilerinin demirlediği Karaköy rıhtımına yanaşan HMS ILLUSTRIOUS gemisinde kabul etmiştir.
Exeter'den doktoralı Abdullah Gül, 14 Mayıs 2008 günü, Kraliçenin elinden "En Onurlu İngiliz Askeri Yüksek Şövalye Nişanı" almıştır.
Ergenekon davasının başlamasına 6 ay, Balyoz davalarının başlamasına daha 1,5 yıl vardır.
Ertesi gün gemideki resepsiyona çağrılarak ödüllendirilenler arasında, yazdığı biyografide "Atatürk'ün Çankaya'daki bir baskından Latife Hanım'ın çarşafını giyerek kaçtığını" anlatan Üsküdar Amerikan kolejli yazar İpek Çalışlar da vardır.
Cumhuriyet ve Taraf yazı işleri müdürü, Tarsus Amerikan Kolejli Oral Çalışlar'ın eşi'85
Abdullah Gül'ün o akşam Kraliçe'ye takdim ettiği ikinci isim de İngilizlerin adamı olduğu için 1922'de linç edilen Gazeteci Ali Kemal'in torunu, büyükelçi Selim Kuneralp'tır.
Gül, Kraliçeye: "Londra Belediye Başkanı Boris Johnson gibi Kuneralp'in de Ali Kemal'in torunu" olduğunu anlatmıştır.
Exeter'li Abdullah Gül zamanında pek çok bürokrat İngiltere'ye dil kursuna veya doktoraya gönderilmiştir.
PKK'ya taban yaptıran ve HDP'ye oy rekoru kırdıran Oslo süreci de Exeter'li Gül'ün 2009'da "güzel şeyler olacak" diyerek peş peşe verdiği üç "Kürdistani" beyanatla başlamıştır.
Gül'ün atadığı Valilerin, Emniyet Müdürlerinin, Rektörlerin çoğu FETÖ'cüdür.
Bölgedeki komutanlar ve Genelkurmaydaki subaylar, FETÖ darbecisidir.
Dönemin Hakkari Valisi gibi Oslo'ya aracılık eden Neçirvan Barzani ile Celal Talabani de Exeter'lidir.
Gül'ün başlattığı Oslo süreci, İngiltere'nin Kürdistan'ı, FETÖ eliyle kurma sürecidir.
Gül, 2010 yılındaki iade-i ziyaretinde Kraliçe'den "yılın devlet adamı" ödülünü almıştır.
Aynı yıl Üniversiteler arası ortak Kürdoloji çalışmaları başlamıştır.
İngiltere'nin Exeter merkezli Kürdistan projesi, 15 Temmuz'da Türk Milleti tarafından durdurulmuştur.

CHİP'Lİ 15'LER!

İşte bugün milli ve yerli AKP-MHP-BBP bloğuna karşı kurulmaya çalışılan "Gül-Kılıçdaroğlu-Demirtaş-Akşener" seçim ittifakı, bu arka plan ışığında "anlaşılmaz" olmaktan çıkmaktadır.
Dün "merkez sağda rüzgar yapar" diye yola çıkarılan Akşener'e hülle edilen 15 CHP'li "Solcu" nun şaşkın ve mahcup duruşu, bu tarihi arka plan bilindiği zaman bir anlam kazanmaktadır.
İngiltere, "Yeni Türkiye" adı altında Türk İnkılabını yemeye çalışmaktadır.
ABD, Ortadoğu'da kendisine yeni bir Petrol üssü kurmaktadır.
Bu petrol üssü, aynı zamanda "Büyük İsrail" in Fırat ayağıdır.
İşte bu dört ayaklı çümbüş ittifakı da iktidar hırsıyla iş bu İngiliz Kürdistanı'nın taşeronluğunu yapmaktadır!



Erivan alarmı

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Hep yazdığımız gibi, her yer karışık. Yeni Dünya Düzeni'nin oluşması için TARAFLAR var güçleriyle savaşmakta. İnanılmaz olaylar yaşanıyor. Çoğu anlaşılmıyor. Yazan çizen de çok az. Sadece bakan çok kişi var. Oysa içine girip anlamamız gerekmekte. Hem de acilen...

Her yeri, her kişiyi... ABD Dışişleri Bakanı Tillerson'ın görevden alınması, CIA Direktörü Pompeo'nun Dışişleri Bakanlığı'na getirilmesi, CIA Direktörlüğü görevine ise Gina Haspel'in atanması hareketli günlerin habercisiydi. Çok yazdık. Yazdıklarımızdan küçük bir hatırlatma yapalım. Bugüne gelelim... Yaklaşık 1 ay önce yazmışız...
"Ortadoğu'nun yeniden dizayn edilmesi için hızlı kararlar alınıyor. Çok hızlı hem de! Trump'ın kabinesindeki değişiklikler Ortadoğu için elbette. Bir de çok kişinin gözden kaçırdığı bir bölge daha var! Bir ülke! ERMENİSTAN! Ermenistan'da Serj Sarkisyan, görevi bırakma kararı aldı. Çünkü emirler Washington ve Londra'dan geldi. Onun yerine Britanya Büyükelçisi Armen Sarkisyan Ermenistan'ın yeni cumhurbaşkanı oldu. Hem de kapalı oylamada 101 vekilin 90 oyunu alarak... Ermenistan stratejik olarak artık çok önemli. Aralık ayının son günlerinden başlayan İran ayaklanmasıyla Ermenistan'daki değişikliğin ortak amacı aynı. Adım adım geliyorlar yani... Washington ve Londra, anlaşmanın mümkün olmadığı bir dönemde bir kez daha büyük ve ortak bir adım attı. Hatırlayın daha dün Manchester'da bombalar patlıyor, Londra terörle sallanıyordu. Ermenistan'da göreve gelen Armen Sarkisyan, Kraliçe II. Elizabeth'in manevi oğludur. Kendi annesinden bile daha fazla değer verdiği Kraliçe II. Elizabeth'in sözleri, onun için emirdir. Armen Sarkisyan'ın yakın olduğu bir diğer önemli isim ise Mike Pompeo'dur. Armen Sarkisyan'ın Chicago Üniversitesi'nde özel bir görevi vardı. Bu görevi ona sunan kişi ise Mike Pompeo'ydu. Nereden nereye değil mi! Artık Washington-Londra ortaklığının Ermenistan'da nefes alan vücudu Armen Sarkisyan..."
Ancak CUMHURBAŞKANI olarak yürüyemeyen Serj Sarkisyan, BAŞBAKAN olarak devam etmek istedi. Sokaklar karıştı. Asker bile caddelere indi. Ve Sarkisyan bırakmak zorunda kaldı. ADAMLAR yaptıkları planları tıkır tıkır uygulamakta... Ermenistan meselesi de böyle... İran'a gidecek bir kolu olacak. Bu net. Ancak bizlerin de olan bitene çok daha dikkatli bakmamızda büyük fayda var! Roller aynı kalmak kaydıyla AKTÖRLERİ DEĞİŞTİREREK buralarda da planları var. Bilelim... 
Daha önce Altını Çizdiğimiz,

 SERJ SARKİSYAN GİTTİ Mİ? GİTTİ! NEDENİ BELLİ Mİ? BELLİ!

İtiraz, yaptığı göreve değil kendisineydi!
Dayanamadı gitti...
Devam...
İstanbul dışındaydım. Çok zamanım olmadı. Suudi Arabistan karıştı. Darbeye mi kalkışıldı, DRONE krizi mi yaşandı, bir grup gövde gösterisi mi yaptı? BİLİNMİYOR. Daha doğrusu biliniyor ama açıklanmıyor! Gelin buradan birkaç adım atalım. Sonra yine içeriye gelelim... Etrafımızda olup biten her şey bir şekilde bizi etkiler. ADA'da yaşamıyoruz neticede. Bunu bilerek ANALİZ yapmak gerekmekte...
Neyse...
Uzakta da olsa gördüğüm SUUDİ ARABİSTAN'da bir DARBE PROVASI yapıldığı...NET! Şunu unutmamak gerekir ki; Arabistan'da sadece 2 prens kalsa bile, darbe ihtimali daima yüzde 50'dir. Bu şık yine SARAY'da kendini gösterdi. REST şeklinde hem de! Saray içi silahsız darbe ile Veliaht Prens Muhammed bin Nayif, görevden alındı ve yerine Kral Selman'ın oğlu Muhammed bin Selman getirildi. Nayif, Rothschild ailesine yakın biriydi. ABD'nin önemli okullarından biri olan ama hep geri planda tutulan Lewis and Clark Üniversitesi'nde John R. Howard ve James A. Gardner'ın himayesinde eğitim gördü. Nayif başarısız bir öğrenciydi. Okulu, dersleri sevmiyordu. Ama zekası yadsınamazdı. O nedenle Rothschild ailesinin projelerinden olan John R. Howard ve James A. Gardner'a teslim edildi.
Haziran 2017'de SARAY DARBESİ ile Nayif görevden alınınca, aile Arabistan'a ve tarihin en büyük şirketi olan ARAMCO'ya uzaklaştı. Zaten konunun merkezinde her zaman ARAMCO vardı. Şimdi, Cumartesi gecesi, gerçekleşen darbe girişimi, ailenin aslında bir ortaklık teklifiydi. Bugün için darbe başarısız olsa da istenildiği anda başarılı olacağı belgelendi. Bunu Washington ve Londra gördü! Gösterildi! Veliaht Prens Selman'ın yanı başındaki 2 kişi, Rothschild ailesinden emir alır. Henüz onlar emir almadı. Veliaht Prens Selman bulunduğu yerin öneminden dolayı korkarak karar alıyor. Kolay da değil. Koca bir DOLAR imparatorluğunu ve YENİ DÜZENİN hammaddesi petrolü elinde tutuyor... Herkesin gözü üzerinde... Bu nedenle önce ABD ile sonra da İngiltere ile anlaştı. Yaşamak için de Rothschild ailesiyle yürümek istedi. Yaklaştı. Ancak AİLE, SELMAN yerine Washington ve Londra ile ortaklık arıyor. İKİ BÜYÜK GÜÇLE YÜRÜMEK İSTİYOR. Son derece anlaşılır bir durum yani... Bütün bunlar olurken AİLE tarihi kararlarından birini aldı. Daha önce olması mümkün görünmeyen bir işe imza attı...Finans dünyasında ağır ekonomik krizler çıkartacak yetki hala kendilerinde. Bugüne kadar hep gizemli kalmayı tercih eden aile, Yeni Dünya Düzeni'nde açık olmaya karar verdi. Jacob Rothschild, geçen günlerde Jemima Goldsmith'i Londra'daki malikanesinde konuk etti. Rothschild Hanedanlığı'nın dizisini yapmasını istedi. Dizi tarihinin belki de en çok izlenecek projesi için start verildi. Dizide ailenin ne kadar güçlü olduğu, 100 merkez bankasını nasıl yönettikleri, başta Kraliçe II. Elizabeth olmak üzere tüm ülkelerdeki etkinlikleri ayrıntılarla anlatılacak...
Jemima Goldsmith, aileye hep çok yakındı. Jemima'nın kardeşi Zac Goldsmith, Alice Miranda Rothschild ile evli. Diğer kardeşi Ben Goldsmith ise Kate Rothschild ile uzun süre evli kaldı. Rothschild ailesinin dizi kararı ise Yeni Dünya Düzeni'nde gücün kimde olduğunun herkes tarafından bilinmesi ihtiyacından doğdu. Bazı ülkeler vardır. Güçlü değildir ama o hissi uyandırır. Bazı işadamları vardır, parası yoktur ama dünya o işadamının çok güçlü olduğuna inanır. ROTHSCHILDLER ise çok güçlüdür ancak haklarında çok bilgi yoktur. Bulamazsınız...
İŞTE AİLE SAVAŞIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ GÖRDÜĞÜ İÇİN DİZİ İLE GELME KARARI DA VERDİ! VE BU KARAR ÇOK ÖNEMLİDİR! MİLATTIR!
İşte bu yeni algı yöntemleriyle birlikte değişen dünyaya yeni bir Rothschild stratejisi geliyor. 2012 yılından beri Londra'daki Ekvator Büyükelçiliği'nde yaşayan Julian Assange da Rothschild ailesiyle çalışır. Eğer aile olmasaydı, bugün hapiste öldürülmüş bir Assange olurdu. Assange AİLE için çalışıyorsa demek ki ABD ile AİLE, Kraliçe ile AİLE arasında bir restleşme vardı! İşte bu şimdi yerini savaşa bıraktı...
Rothschild ailesi ile Kraliçe II. Elizabeth'in ilk çatışmasının da Assange üzerinden gerçekleştiğini görmeliyiz. AİLE Assange'ın Londra'da yaşamasını sağladı. Ancak Kraliçe II. Elizabeth de onun elçilik dışına çıkmasına izin vermedi. Şimdi önümüzdeki dönem çok daha etkili adımların atıldığına şahit olacağız.
ARAMCO sadece bir şirket değil. ARAMCO ile birlikte Akdeniz'deki enerji de yönetilecek. ARAMCO, istediği zaman petrolü 200 dolara çıkartacak, istediği takdirde 20 dolara düşürecek. Bu güç, hiçbir ordu ile sağlanamaz. Mümkün değil! O nedenle ARAMCO'nun geleceği, bölgenin ve kıtaların geleceğini belirleyecek. Burada patron Suudiler olmayacak. Bunu Selman da biliyor, tüm prensler de. Ancak ellerinde bunu değiştirecek bir güç yok. ARAMCO'nun tek başına büyük şirket olmasını isteyen de Rothschild ailesiydi. Washington da buna izin verdi ve birkaç ay öncesinde de devreye girildi.
Ailenin en büyük hatası, ARAMCO'nun bu kadar güçlenip merkezde tek başına olmasıydı.
Petrol fiyatlarının düşük seviyede seyrettiği 2017 yılında ARAMCO'nun açıklanan karı yaklaşık 40 milyar dolar. Gerçek rakam ise 100 milyar dolara yakın.
Petrol fiyatlarının 180 dolara çıktığı an ARAMCO'nun günlük karı 1.3 milyar dolar, yıllık karı ise 400 milyar dolara yakın olacak. Para gücünün dışında, başta Çin olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerini de kontrol altına alacaksın. ARAMCO BU! İşte bu güç nedeniyle ARAMCO çok ama çok önemli. Washington ile Londra'nın anlaşması AİLENİN DIŞARIDA KALMASINA YOL AÇTI. AİLE DE ARAMCO'YU BIRAKMAK NİYETİNDE DEĞİL. HEM DE HİÇ! Suudi Arabistan bu hamlelere ne cevap verecek?
Muhtemelen kazanan ülkeyle hareket edecek. Ya da tekrar Rothschild ailesinin garantörlüğünde günlerini geçirecek. Ailenin en önemli güçlerinden biri de Eski Maliye Bakanı İbrahim el-Assaf'tı. Veliaht Prens Selman'ın gözaltına aldırdığı prens ve yetkili isimler arasında o da vardı. ARAMCO yönetim kurulu üyesi de olan İbrahim el-Assaf, şirketin kara kutusudur. Önümüzdeki günlerde İbrahim el-Assaf'ın geleceği, ARAMCO'nun da kaderini belirleyecek. Şu anda güç Washington'dan yana. Ancak İbrahim el-Assaf, Washington karşıtıdır. Operasyon sonrası birçok evraka imza attırılan İbrahim el-Assaf'ın psikolojik açıdan zor durumda olduğu iddia ediliyor. Tabii bu Washington'ın yaydığı ancak aile tarafından kabul görmeyen bir iddia.
KAVGA BU! Şimdilik taraflar da böyle... Bütün bu çarpışmanın burada, TÜRKİYE'de, hissedilmemesi mümkün değil... Konu AKDENİZ olunca burada son sözü kimin söyleyeceği her zamankinden daha önemli hale gelmekte...
Yakında göreceğimiz TANSİYON da bunun eseri... Zaten başladılar... Dikkatli izleyin. Çok şey göreceksiniz....

KAYNAK : Ergun DİLER / Takvim Gazatesi


google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html