![]() |
Tamer Ashraf |
12 Mayıs 2018’de Irak'ta ABD'nin ülkeyi 2003'te işgal etmesinden bu yana 5. kez seçim gerçekleştirilecek.
Öncelikle Irak'taki
seçimi, yakın coğrafyadaki diğer seçimlerle birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Kısa süre içinde Lübnan ve Afganistan'da yapılacak seçimler, bu
ülkelerde seçimlerden sonra yaşanması muhtemel siyasi çıkmazlar ve ABD, İran ve
Suudi Arabistan gibi ülkelerin tutumlarıyla birlikte değerlendirildiğinde,
Irak'taki seçimin sadece bu ülkenin iç dinamikleri boyutunda
değerlendirilmemesi gerekliliği ortaya çıkar. Üstelik, ABD'nin İran'la yapılan Nükleer Anlaşma'nın gözden geçirilmemesi
halinde yapmış olduğu çekilme tehdidinin süresinin de 12 Mayıs'ta sona ermesi,
seçim sonrasının en az seçim süreci kadar önemli olacağını gösteriyor. Bu
nedenle, belki seçim sonuçlarını etkileyecek temel faktörler iç dinamiklere odaklanılarak
incelenmelidir; ancak seçim sonrası hükümet kurma sürecinin ve Irak'ta ortaya
çıkacak yeni dengelerin, bölgesel dinamiklerden bağımsız değerlendirilmesi
yanlış olacaktır.
Irak'ta seçime
giderken öncelikle ülkenin durumunun hatırlanması faydalı olabilir. 2014
yılında yapılan seçimden yaklaşık iki ay sonra Irak hükümeti ülkenin önemli bir
kısmında kontrolü kaybetmeye başladı. Hükümet kurulmadan önce DEAŞ hızlı bir ilerlemeyle Irak'ın
yaklaşık dörtte birini ele geçirdi. Hükümet, 2010 seçimine göre daha çabuk
kurulmuş olsa da temelde şu sorunlarla uğraştı:
Bir terör örgütüne karşı kaybetmiş olduğu topraklarda
egemenliğini ve fiili denetimi yeniden sağlamak; 2003 sonrasında hayli çarpık
ve yetersiz bir biçimde kurulan güvenlik güçlerinin yeniden örgütlenmesi,
silahlanması ve işlevsel hale getirilmesi; mevcut güvenlik güçlerine paralel
olarak kurulan yeni milis yapısını, Irak devletinin kurumlarına entegre
etmek/denetim altına almak; merkezi otoritenin siyasal gücünü ve yaptırım
kapasitesini ülkenin genelinde yeniden tesis etmek; çatışmanın tırmandırdığı
mezhepsel kutuplaşmanın etkilerini azaltmak; savaş ekonomisi nedeniyle artan
harcamalara karşın petrol fiyatlarının düşmesi sonucunda azalan gelirlerin
meydana getirdiği büyük ekonomik sorunlarla başetmek (artan işsizlik, yatırımların
yokluğu vb).
İbadi'nin avantajları ve zorlukları
Yukarıdaki sorunlar dikkate alındığında Başbakan Haydar İbadi’nin iktidara geldiğinde
önemli sorunlarla karşılaştığı görülür. Aslında İbadi başbakanlık koltuğuna
oturduğu döneme ait şu tespitler yapılabilir:
Güvenlik kurumları üzerinde son derece etkili eski
başbakanın (Nuri Maliki) liderlik
ettiği bir partinin içinden zayıf aday olarak şartların dayatmasıyla başbakan
seçilmişti. Seçildiğinde kendi partisinde bile, sözü tam olarak geçmiyordu.
Koltuğa oturduğunda DEAŞ'ın kontrol ettiği orta-kuzey bölge ile Irak KürtBölgesel Yönetimi’nde (IKBY) Bağdat’ın fiili otoritesi bulunmuyordu. Askeri
açıdan tamamen yenilmemek için ülkeye yeniden dış güçleri çağırmaya mecbur
kalmıştı. Morali bozulmuş, disiplini kaybolmuş bir orduya komutanlık ediyordu.
Milis teşkilatlarını kendisinin de hitap ettiği toplumsal ve siyasal tabanını
karşısına almadan dizginlemek zorundaydı.
Haydar İbadi iktidardaki ilk yıllarını hayli zorluklarla
geçirse de son dönemde toparlamayı başardı. İbadi’nin başarı hanesine
yazılabilecek en önemli artıların aşağıdaki gibi olduğu ileri sürülebilir:
Dış destek sayesinde DEAŞ'ın
büyük ölçüde yenilmesi; IKBY'nin
bağımsızlık referandumunu tersine çevirmesi ve tartışmalı bölgelerdeki Peşmerge
hakimiyetinin sona erdirilmesi; bağımsızlık hedefleyen IKBY'nin maaşlarını
ödeyebilmek için Bağdat'a bağımlı hale gelmesi; Haşdi Şabi'yi kısmen de olsa sisteme entegre etmeye başlaması.
İbadi’nin bu kazanımları, Zafer Koalisyonu’nun lideri ve en
güçlü başbakan adayı iddiasıyla karşımıza çıkmasına neden olmakta. Fakat,
Irak’ta herşey o kadar iyi durumda değil. Aşağıda değinilecek bazı konular, hem
seçimde hem de sonrasında İbadi’yi zorlayacak faktörler olarak karşısına
çıkabilir. Bu faktörler;
Başta Musul olmak
üzere birçok il, ilçe ve kasabanın yıkıma uğraması; artan güvenlik
harcamalarını karşılamakta zorlanan ekonomik durumun halk üzerinde son derece
olumsuz etkiler doğurması; zorunlu iç göç nedeniyle demografik dengelerin
bozulması; devlet içinde devlet hale gelen milis teşkilatının artık yasal ve
kurumsal bir hal alması; Sünni Arapların tamamen atomize olması ve bu nedenle
her an yeniden ayaklanmaya dönüşebilecek tepkiler ortaya koymaları ihtimali;
DEAŞ'ın son iki ayda toparlanması ve yeniden harekete geçmesi.
Özetle, Irak 2018 seçimine, ekonomik olarak sorunlu, siyasal
olarak kutuplaşmış, güvenlik olarak riskli bir halde girmektedir. Bu nedenle
Irak genel seçime karşılaştığı hayati tehlikeyi atlattıktan sonra rahatlayan
bir ülke olarak değil, yaşamsal tehdidi atlatmış ama yeniden 'komaya girme'
ihtimali olan bir ülke olarak gitmektedir.
Seçimi etkileyecek faktörler
Irak’ta seçimi etkileyecek faktörler, başlıca üç kategoride
(seçmen davranışları, seçim sisteminin etkileri ve parti/koalisyonların yeni
misyon arayışı) incelenebilir.
Irak’ta kamuoyu yoklaması yapmak hem fiziksel şartlar
nedeniyle güç hem de bu konuda güvenilir ve ehil kurum bulmak zor. Çalışmaların
bir kısmını Batılı kurumlar gerçekleştirirken az sayıda Iraklı kurumun
incelemeleri de gözlemlenebilmektedir. Bu çalışmaların sunduğu bilgilerden yola
çıkarak Iraklı seçmenlerin tercihlerini etkileyen beş temel parametre olduğu
söylenebilir: Ekonomik sorunlar, hizmetlerin yetersizliği, yolsuzluk gibi kötü
idareden kaynaklanan sorunlar; etnik ve mezhepsel kimliklerin yükselmesi; etnik
ve mezhepsel kimliklerin yükselmesine tepki olarak ortaya çıkan bıkkınlık ve
yeni arayışlar; güçlü lider ile istikrar arasında kurulan ilişki; güvenliğin
sağlanıp sağlanamadığı.
Ekonomik sorunlar, hizmetlerin yetersizliği, yolsuzluk ve
işsizlik uzun süredir Irak siyasetinin en önemli konusudur. Önceki seçimlerden
farklı olarak, IKBY’de de bu dinamiklerin büyük bir etkisi olacağı
söylenebilir. Ülkenin orta kesimlerinde çatışma ve operasyonların etkisiyle
yıkım yaşanmıştır. Ancak, güneyde de pekçok altyapı sorunu vardır. Hatta kısa
süre öncesinde Bağdat civarında altyapı sorunları nedeniyle gösteriler
düzenlenmişti. Ancak ekonomik sorunların en çok etkilemesi beklenen yer Kuzey
Irak olacaktır. Ocak ayından beri ekonomik sorunlar ve yolsuzluk nedeniyle
düzenlenen gösterilerle sarsılan bölgede seçmen tercihleriyle bu sorunlar
arasında yakın bir ilişki olması ihtimali çok güçlüdür.
Irak’ta etnik ve mezhepsel kimliklerin yükselişi son 15
yılın değişmeyen dinamiğidir. Ancak, DEAŞ'la mücadele sırasında bu kimlikler
üzerinden yaşanan kutuplaşma doruğa çıkmıştır. DEAŞ'ın insanları sırf
inançlarından ötürü öldürmesi bu çatışmayı körüklemiştir. Fakat, DEAŞ'a karşı
yürütülen operasyonlarda güvenlik güçlerinin ve Haşdi Şabi’nin İnsan Hakları
İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarına da yansıyan mezhepçi
tutumu kutuplaşmayı daha da artırmıştır. Irak Ordusu, kısmen bu sürecin dışında
tutulabilse de Federal Polis, milis grupları ya da terörle mücadele timlerinin
uygulamaları, Sünni Araplar arasında büyük tepki toplamıştır. DEAŞ'a karşı
mobilize edilen milislerin temel motivasyonunun mezhep olması, DEAŞ'ın meydana
getirmek istediği kutuplaşma ortamına hizmet etmiştir. Bu nedenle hem Sünni hem
de Şii Iraklılarda çatışmalar nedeniyle mezhepçilik daha da baskın hale
gelmiştir.
Benzeri bir biçimde, IKBY’nin
bağımsızlık çabası ülkedeki Arap-Kürt ayrışmasını artırmıştır. Öyle ki,
birçok kişiye göre Erbil-Bağdat arasındaki sorunlar merkeziyetçilik-federalizm
tartışmasından çıkarak etnik bir perspektife oturmuştur. Bu nedenle, gerek
Sünni ve Şii Araplar arasındaki mezhepsel çekişme, gerekse de Arap-Kürt
anlaşmazlığı seçmen tercihlerini etkileyecek gibi görünmektedir. Ancak
yukarıdaki gelişme tüm Iraklı seçmenleri etkilememiştir. Hatta paradoksal
olarak Irak’ta mezhepçiliğin ya da etnik milliyetçiliğin oluşturduğu yıkımı
gören çevreler, bu seçimde farklı koalisyonlar oluşturmuştur. Örneğin, Mukteda
Sadr’ın önderliğinde kurulan Sairun Koalisyonu, Sadr Hareketi’nin siyasal
alandaki takipçileri ile Irak Komünist Partisi arasında gerçekleşmiştir. Bir
yanıyla dini kimliğin ağır bastığı diğer yanıyla zıt bir ideolojinin hakim
olduğu bir koalisyonun ortaya çıkması önemli bir örnektir. Aynı biçimde Ammar El
Hekim’in ailesinin on yıllardır etkisi altında tutuğu partiden ayrılarak göreli
merkezi bir çizgiye oturması ve liberal söylemler kullanması dikkat çekicidir.
Yine Başbakan İbadi’nin Zafer Listesi’nde IKBY’den yeni çıkış yakalayan
partiler ile Musul, Anbar ve Selahaddin gibi bölgelerden Sünni Arapların
bulunması en azından yeni arayışlar olduğunun göstergesidir.
Seçmenlerin tercihini etkileyen diğer bir faktör “güçlü
lider” figürüdür. Irak’ın yakın siyasi tarihinin tamamını domine eden bu fikrin
zayıfladığı söylenemez. İstikrarın demokrasinin kalıcı kurumları ve hukuk
devleti ile değil, karizmatik ve güçlü bir liderle sağlanabileceği anlayışı
Irak’ta varlığını korumakta, sadece aktör değiştirmektedir. 2010 ve 2014’te
Maliki’nin şahsında ortaya çıkan güçlü lider fikri bugün İbadi ile
somutlaşmaktadır. İbadi’nin 2014’te başbakan olması göreli zayıflığının sonucu
iken bugün onu başbakanlığa taşıyabilecek faktör “zafer” kazanan bir lider
olmasıdır. Zaten, Koalisyonu’nun adından da bu anlaşılmaktadır. Ancak bu eğilimin
Iraklı Sünni Araplar ve Kürtler arasında eskisi kadar güçlü olmadığı
söylenebilir. IKBY’de Mesut Barzani’nin en azından belli bir süre için eski
gücünden uzak olması, Sünni Arapların güçlü bir liderinin olmaması bu
kesimlerde arayışın güçlü lidere değil de yerel çıkarlara odaklanmasına neden
olabilir.
Son olarak Iraklı seçmenleri en çok etkileyecek faktörlerden
birisi güvenlik olacaktır. Irak’ta güvenlik sağlanmış gibi görünse de gerek
seçim sırasında gerekse sonrasında DEAŞ'ın saldırılarını yoğunlaştırması
beklenebilir. İbadi’nin zaferini ilan etmesi önemli bir siyasal propaganda
adımıdır. Fakat, Anbar ve Kerkük’ten başlayan dalga görmezden gelinemez.
Yakında bu dalganın Batı Musul ve Selahaddin’in bazı bölgeleri ile Diyala’nın
batısına doğru yayılması ihtimali küçümsenemez. Özellikle seçimden kısa süre
önce artacak saldırılar hem bazı bölgelerdeki adayları hem de sandığa gitmek
isteyen halkı yıldırmayı hedefleyecektir. Bu durum Musul, Anbar ve Selahaddin
gibi vilayetlerde seçimin sonuçlarını etkileyecek kadar önemli olabilir.
Olası gelişmeler ve seçime ilişkin ilk beklentiler
Irak’ta genel seçim 2005’den beri değişim süreci
geçirmektedir. Sünni Arapların büyük ölçüde boykot ettiği, Kürtler ve Şii
Arapların birer liste kurduğu günlerden, Şii Arapların ve Kürtlerin ikiye
bölündüğü, Sünni Arapların ise bir büyük listede toplandığı pekçok örnek
yaşanmıştır. Bu seçimde ise çok parçalı bir tablo karşımıza çıkmaktadır. 2’si
mezhepçi kimlikleri daha ağır basan 5 Büyük Şii Arap Listesi; 1’i Koalisyondan
2'si birer büyük partiden ibaret 3 Kürt oluşumu ve çoğu diğer listelere dağılan
2 orta büyüklükte Sünni Arap listesi, karşılarına onlarca yerel aday ve liste
alarak yarışacaklardır. Bu durum, seçimin sonucunda açıkça taraflardan
birisinin tek başına hükümet kuramayacağını göstermektedir. En çok sandalye
kazanabilecek koalisyonun dahi 329 sandalyeli mecliste, 70’in biraz üstünde
vekillik kazanması bekleniyorsa, seçimin sonucunda çoklu koalisyon kaçınılmaz
olacaktır. Ancak, şu ana kadar hep “ulusal birlik” hükümetleri kurulan Irak’ta
ilk kez bir çoğunluk hükümeti kurulması denenebilir. Bu durumda akla gelen en
önemli olgular:
Seçimden galip çıkmak başbakanlığı garanti etmemektedir.
Hatırlanacak olursa 2010’da İyad Allavi, 2014’te Nuri Maliki seçimden en çok
sandalyeyi kazanarak ayrılsa da başbakan olamamışlardır.
Haşdi Şabi’yi yani Fetih Koalisyonu’nu dışlayacak bir
hükümetin yaşama şansı yoktur. Çok zayıf bir olasılık bulunsa da eğer hükümeti
kurmak isteyen kişi Fetih Koalisyonu’nu dışlarsa güvenliği sağlayamaz duruma
gelecektir. Bu nedenle, muhtemelen seçimden ikinci olarak çıkacak Fetih
Koalisyonu ya da diğer bir değişle Haşdi Şabi’nin siyasal ayağının Irak
siyasetinin merkezine oturması kaçınılmaz görünmektedir. Bu işgalden sonra
milisi olan partilerden; partileşen milislere dönüşüm olarak da okunabilir.
Yakın gelecekte Sünni Araplar arasında da benzer eğilimin yaşanması şaşırtıcı
olmayacaktır.
Sünni Araplar’ın dağınıklığı ve teknik sorunlar nedeniyle
mecliste az temsil edilecek olması halihazırda ısınamadıkları bir siyasi
sisteme daha fazla yabancılaşmalarını sağlayabilir. 2005 sonu ve 2014’teki
seçimlerden sonra benzer gelişmelerin nelere yol açtığı hatırlanacak olursa, bu
durum Irak için ciddi bir risktir. Hükümetin, Iraklı Kürtleri dışlaması
beklenemez. Çoğunluk hükümeti bile kurulacak olsa büyük partiler kadar “Vatan”
Koalisyonu ve Yeni Nesil Hareketi’nin gelecek hükümetlerde yer alması
beklenebilir.
Son olarak, partiler arasındaki sandalye sayısı ne kadar az
olursa pazarlıklar o kadar çetin geçecektir. Ancak, seçim sonrası hükümet
pazarlıkları sadece Bağdat’ta yürütülmeyecektir. ABD, İran ve Suudi
Arabistan’ın Irak hükümetinin kurulması sürecine müdahale etmesi şaşırtıcı
olmayacaktır.