BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

27 Kasım 2018 Salı

Cumhurbaşkanı Erdoğan 20 belediye başkan adayını açıkladı

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Türkiye Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, dün İstanbul'da düşen askeri helikopterde hayatlarını kaybeden Albay Göksenin Aytural Şaylan, Üsteğmen Aykut Yurtsever, Astsubay Emre Vahit Bekli ve Uzman Çavuş Şahin Aslan'a Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı diledi.

  • Erdoğan 40 ilin belediye başkan adaylarını açıkladı
Türkiye'nin, hem siyasette hem de bölgesinde ve dünyada önemli gelişmeler yaşadığı bir dönemden geçtiğine işaret eden Erdoğan, şunları kaydetti:
"Akdeniz'de, Ege ve Kıbrıs'taki haklarımız meselesi, eskiden beri Türkiye'nin üzerinde hassasiyetle durduğu konulardır. Son dönemde hidrokarbon arama faaliyetleri sebebiyle bu bölgedeki sorunlar çok daha büyük çıkar çatışmalarının konusu olmaya başlamıştır. Arkasına kimi Avrupalı devletleri alan Yunanistan'ın ve onunla birlikte hareket eden Güney Kıbrıs Rum Kesiminin pervasız davranışları en başta kendileri için bir tehdit ve tehlike kaynağı haline gelmiştir. Ülkemizi 12 mil meselesinde adeta Ege Denizi'ne ayak basamaz, Kıbrıs meselesinde de kendi haklarını savunamaz duruma getirme gayretleri, açık söylüyorum, beyhudedir. Uluslararası hukuktan ve teamüllerden kaynaklanan haklarımızı sonuna kadar kullanmakta, buna engel olmak isteyenlere de hadlerini bildirmekte kararlıyız."

"Mülteci akını karşısında tir tir titreyenler..."

Fırsatçılığın kötü, uluslararası ilişkilerde fırsatçılığın ise çok daha kötü olduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Akdeniz'de kimi ülkelerin kendi iç meseleleriyle uğraşmasını fırsat bilerek, hakları olmayan alanlarda ekonomik ve siyasi hakimiyet kurmak isteyenlere fırsat vermeyeceğiz. Mülteci akını karşısında adeta tir tir titreyenler, konu petrol, doğalgaz ve siyasi rant olduğunda, birden aslan kesiliyorlar. İnsanlığa karşı vazifelerini yerine getirmeyenlerin, ekonomik çıkar için tüm kuralları ve uygulamaları zorlamaları riyakarlıktır. Şu anda 4,5 milyon insanı ülkesinde barındıran bir Türkiye var, diğer tarafta botlarla Akdeniz'e açılanları, hatta botlarını şişlemek suretiyle, Akdeniz'in, Ege'nin sularını gömenler var. Bunların hangisi insandan, insan haklarından yana? Geçmişte bize de defalarca oynanmış bu oyunlara artık karnımız toktur. Türkiye olarak ne Doğu Akdeniz'de ne de diğer bölgelerde kendi tezlerimizden en küçük bir taviz vermeyecek, milletimizin ve dostlarımızın haklarını sonuna kadar savunacağız."

"Karadeniz'in barış denizi haline gelmesini istiyoruz"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Karadeniz'de ise bir başka gerilimin tırmandığını, Rusya ile Ukrayna arasında uzun zamandır yaşanan ancak bir süredir durgunlaşmış gibi görünen hadiselerin yeniden alevlenmiş olmasından duyduğu üzüntüyü dile getirdi. 
Erdoğan, şöyle konuştu:
"Hem Rusya hem de Ukrayna'yı yakın dostu olarak gören, her ikisiyle de kurduğu derin iş birliğini geleceğe taşıma gayretinde bir ülke olarak, Karadeniz'in bir an önce barış denizi haline gelmesini istiyoruz. Bunun için Rus ve Ukraynalı dostlarımıza sorunlarını diyalog yoluyla çözmeleri çağrımızı tekrarlıyoruz. Dünyanın siyasi, ekonomik ve askeri olarak ciddi tehditlerin pençesinde kıvrandığı bir dönemde, Rusya ve Ukrayna'yı karşı karşıya değil, yan yana görmekten memnuniyet duyarız. Tarihi itibarıyla yan yana olan bu ülkeler ve bu ülkelerin insanlarının, yeniden o tarihi geçmişlerine dönmelerinde büyük faydalar gördüğümüzü ifade etmek isterim."

"DEAŞ balonunu Fırat Kalkanı harekatı patlattı"

Erdoğan, Suriye meselesinin, Türkiye'nin güvenlik öncelikleri arasında yer almayı hala sürdürdüğünün altını çizerek, dünyanın son yıllardaki en ciddi insani krizine sahne olan Suriye'de yaşananlar karşısında belki de tek ilkeli duruşu sergileyen ülkenin Türkiye olduğunu söyledi.
Suriye'den gelen milyonlarca mazluma kapılarını açıp yıllarca onları güven ve huzur içerisinde misafir eden Türkiye'nin, bunun yanında Suriye'nin toprak bütünlüğünü korumaya ve siyasi birliğini sağlamaya yönelik her çabanın yanında yer aldığını belirten Erdoğan, şöyle devam etti:
"DEAŞ bahanesiyle herkes Suriye topraklarında çıkar ve rant peşinde koşarken, biz risk alarak sahaya girdik, bu terör örgütüne en ağır darbeyi vurduk. Açık konuşuyorum, bölgemizdeki DEAŞ balonunu, Türkiye'nin Fırat Kalkanı Harekatı patlatmıştır. Dünyayı korkutmak için sürekli şişirilen, büyütülen, dev aynasında gösterilen DEAŞ'ın, aslında nasıl bir proje olduğu Türkiye'nin sahaya girmesiyle görülmüştür. İslam'ın başında en büyük dertlerden biri olan bu örgütü, biz çökertmeye başladık. Ama DEAŞ'a karşı olduğunu söyleyenler, ne yazık ki en ufak bir mücadele dahi vermediler. Bugün hala Suriye'nin belirli yerlerinde DEAŞ'ın varlığını sürdürüyor gibi gözükmesinin sebebi, aynı oyunun yeniden sahneye konulmak istenmesidir. Buradan tüm dünyaya sesleniyor ve diyorum ki; Suriye'de DEAŞ yoktur. Sadece DEAŞ görüntüsü altında bu ülkeyi ve bölgeyi karıştırmak için yedekte bekletilen, eğitilen, donatılan, varlıklarını sürdürmelerine izin verilen bir takım küçük çeteler vardır. Bölgenin petrolünü işletmek için DEAŞ bahanesiyle işgallerini sürdüren diğer terör örgütleri ve onları destekleyen güçler, bulundukları yerlerden çıkarlarsa mesele kendiliğinden çözülecektir. Hiç olmadı, biz Türkiye olarak birkaç ay içinde bu örgütün kalıntılarını tamamen bitirmeyi taahhüt ediyoruz. Verelim el ele, nasıl olacakmış gösterelim."

"Sadece kendilerini kandırırlar"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir başka oyunun ülke sınırları boyunca oynandığını belirterek, şunları kaydetti: 
"Türkiye sınırlarında tek bir DEAŞ unsuru kalmadığı halde, onbinlerce kişiyi silahlandıranların, herhalde anlıyorsunuz, araç gereçle tahkim edenlerin derdinin terörle mücadele olmadığı açıktır. Çünkü bu kesimler bizzat teröristlerle yatıp teröristlerle kalkıyor, bizzat teröristlerle yiyip teröristlerle içiyor. PKK'nın Suriye kolunu oluşturan, bu terör örgütünün tek hedefi ülkemizdir. Böyle bir tehdide karşı daha fazla tepkisiz kalmamız mümkün değildir. Kandil'deki terör elebaşılarının başına güya ödül koyanlar, onların emrindeki teröristlerle her gün iş tutuyorlar. Başlarına ödül koydukları teröristlerden emir alan grupların, ülkemize yönelik herhangi bir tehdit oluşturmadığını söyleyenler, sadece kendilerini kandırırlar."
Bugüne kadar verdikleri sözleri tutmayan, oyalama taktikleriyle Türkiye'yi idare edebileceklerini sananların, artık yolun sonuna geldiklerini görmeleri gerektiğine işaret eden Erdoğan, "Bizim hedefimizde sadece ülkemize yönelik husumetleri gün gibi ortada olan teröristler vardır. Müttefik olduklarını, stratejik ortak olduklarını söyleyenler, ilişkilerimizi siyasi, ekonomik ve askeri olarak güçlendirerek geleceğe taşımak isteyenler için işte bu bir fırsattır. Ülkemizi hedef alan teröristlerin önünden çekildikleri takdirde Türkiye'nin yanında yer aldıklarını anlayacağız. Aksi takdirde kendi bekamız için ne yapmamız gerekirse onu yapmaya devam edeceğiz." diye konuştu.

"2019'a güçlü giriş yapacağız"

"Aralık ayında çok olumlu gelişmeler yaşanmasını bekliyoruz"
Ekonomide yaz aylarında maruz kalınan saldırıların olumsuz etkilerini yavaş yavaş sildiklerini vurgulayan Erdoğan, şunları söyledi:
"Seçim ikliminin, bu olumlu gidişi gölgelemesine izin vermeyeceğiz. Bazı kesimlerin hala tereddütle yaklaştıklarını, yatırımları ve harcamaları konusunda 'bekle-gör' politikasına devam ettiklerini görüyoruz. Halbuki gün, bekleme değil, tam tersine fırsatları değerlendirme günüdür. Uluslararası yatırımcıların giderek artan ilgisi, ülkemizdeki çevrelere de örnek olmalıdır. Kaynakları atıl tutarak değil, yatırıma, üretime, ihracata, ticarete, istihdama yönelterek değerlendirmek hem en doğru hem de en hayırlı yöntemdir. Aralık ayında bu çerçevede çok olumlu gelişmeler yaşanmasını bekliyoruz."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin, -güya en sıkıntılı günlerinde- dünyanın en büyüklerinden olan İstanbul Havalimanı'nın, yine kendi alanında çok değerli bir yatırım STAR Rafinerisinin, TANAP'ın açılışlarını yaparak, TürkAkım Projesini topraklarına çıkartarak, dünya gündeminde en üst sıralarda yer aldığına dikkati çekti.

İhracat ve turizmde yaşanan gelişmelere de dikkati çeken Erdoğan, Türkiye'deki turist sayısının 40 milyona doğru gittiğini, bunun da rekor olduğunu belirtti. 
Erdoğan, "Bunca güzel gelişme ortada iken hala tereddütte kalmak bizim insanımıza yakışmıyor. Aralık ayı ile birlikte yeni bir yatırım ve istihdam seferberliği başlatarak 2019'a güçlü bir giriş yapacağız." ifadesini kullandı.

"Her yere aynı hizmeti götürdük"

Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ben İstanbul'a Büyükşehir Belediye Başkanı olduğum zaman, benden önceki belediyenin aldığı meşhur Ikarus'lar vardı. Bunlarda ne klima vardı ne de temizlik diye bir şey vardı. 

Mazot kokusundan, pislikten geçilmezdi. Geldik, ilk işimiz ne oldu biliyor musunuz? O Ikarus'ları yurt dışına sağa sola hibe olarak gönderdik. İnsanıma, milletime bu yakışmazdı. Onları elimizden bir an önce çıkardık ve süratle Mercedes marka otobüsleri İstanbulumuza soktuk. Niye bunu yaptık? Benim vatandaşıma, halkıma yakışan neyse onu yapmak zorundaydık da onun için yaptık. Bu her yerde böyleydi. Afedersiniz, altyapı diye bir şey yoktu. Susuzluk, almış başını gidiyordu. Bütün bunlardan İstanbul'umuzu kurtarırken 'burası Kadıköy'dür, CHP'lidir' demedik, 'burası Beşiktaş'tır, CHP'lidir' demedik. Her yere aynı hizmeti götürdük. 
Aslında CHP'nin aday belirleme taktiği dahi belediyecilik konusundaki zavallılığını göstermeye yeterlidir. Özellikle büyükşehirlerde CHP, AK Parti'nin adaylarını açıklamasını bekliyor. Hayırlı olsun. Niçin biliyor musunuz? Ona göre aday açıklayacaklarmış. Elhamdülillah. Çünkü mihenk taşı AK Parti, onun için. Yani bunların kafasında 'bu şehri kim daha iyi yönetir?' diye bir düşünce kesinlikle yok. Bunun yerine AK Parti'nin ve diğer partilerin oylarını alabilecek aday bulma cinliğine kafa yoruyorlar."



26 Kasım 2018 Pazartesi

Türkiye artık bağımlı değil bağlı

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Özal, Erbakan ve Erdoğan! Türkiye artık bağımlı değil bağlı
Tamer Ashraf
Türkiye'nin savunma sanayinde geldiği noktayı değerlendiren Güvenlik, Strateji ve İstihbarat Uzmanı, AYBÜ Öğr. Ü. Dr. Merve Seren, "Müttefiklerimizle politik çıkarlarımız uyuşmadığında silah ambargolarına maruz kalırdık. Artık durum öyle değil. Bugünün Türkiye’si güvenlik ve savunma politikasını bağımsız icra edebilecek düzeyde; ittifaklarına “bağlı” ama “bağımlı” değil." dedi.
Avrupa ülkeleri ABD ve İngiltere’den bağımsız ordu kurmayı tartışıyor. Yapalım diyen Fransa’nın caddeleri aniden alev aldı! Güçlü bir savunma sanayiine sahip olan İngiltere, ilk robot ordusuyla tatbikat gerçekleştirdi! Türkiye ise 103 şehidin katili 18 teröristi geçen hafta “eşek arısı” adlı mini dronla imha etti. Savunma Sanayiinde yaşanan büyük değişimde Türkiye'de yerini aldı. 2002'de 66 proje yürüten Türkiye, şu anda 553 projeyi yürütüyor, kendi İHA ve SİHA'sını üretiyor... Ancak iş bununla da bitmiyor...
“Stratejik İstihbaratın Güvenlik Stratejileri ve Politikaları Açısından Yeri ve Önemi” başlıklı teziyle doktora çalışmalarını tamamlayan, savaş, strateji, savunma yönetimi ve istihbarat konularında lisans ve lisansüstü dersler veren Seren Star'dan Fadime Özkan'a verdiği röportajda çarpıcı bilgiler aktardı: “Türkiye’nin İHA’da kat ettiği mesafe bir derinlik başarısıdır. Bunun ürün skalasına sirayeti gerek. 2002’de Türk savunma sanayiindeki proje sayısı 66 iken rakam 2016’da 553’e çıktı. Ciro da 6 milyar dolara yükseldi. Ancak yeterli değil”.
Türk Silahlı Kuvvetleri PKK’ya karşı daha önce hiç olmadığı kadar başarılı operasyonlar yapıyor. Bunun arkasında siyasi bir netlik, bütünlük, kararlılık var elbette ama asıl önemlisi askeri bir kapasite de var. Bu kapasitede yerli üretim silahların etkisi ne kadar?
15 Temmuz darbe teşebbüsünün hemen akabinde 24 Ağustos 2016 günü Fırat Kalkanı Harekatı başlatıldı ve bu operasyon 27 Mart 2017’ye kadar sürdü. Böylesine vahim bir darbe senaryosunun ardından TSK’nın bu kadar kısa sürede toparlanıp başarılı bir operasyon yürütebileceğini kimse tahayyül etmiyordu. Kaldı ki TSK, 2018 Ocak’ında başlatılan Zeytin Dalı Harekâtı namı diğer Afrin Operasyonu’nda sergilediği performans ile askeri kapasitesinin gücünü yeniden teyit etmiş oldu. Afrin Operasyonu, gerek TSK’nın gerekse savunma sanayiinin özgüvenini arttırdı. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı aynı zamanda savunma sanayiinin eskiye nazaran çok daha pro-aktif bir yapıya kavuştuğunu gözler önüne serdi.
Ancak burada bir şeye dikkat çekmemiz gerekiyor; biz askeri kapasite ile neyi kast ediyoruz? Sizin askeri gücünüz; haiz olduğunuz tüm imkan ve kabiliyetleri ihtiva eder. Bu salt ordu mevcuduyla yani istihdam edilen asker sayısıyla açıklanacak kadar basit bir mevzu değil. Keza terörle mücadeledeki başarınızı, sahip olduğunuz silah sistemlerine dayandırmak da bir o kadar indirgemeci bir yaklaşım olur. Zira TSK’nın muzaffer olmasının arkasında; mesleki tecrübe, profesyonellik, askeri teknolojiyi edinim ve kullanma becerisi, mobilizasyon, esneklik, harekat sahasına adaptasyon, kuvvetler arası koordinasyon, finansal yeterlilik, ulusal güvenlik mekanizması içerisinde yer alan kurum ve kuruluşların uyum ve işbirliği -MİT-TSK işbirliği- gibi, devlet-dışı silahlı aktörlere operatif yeterliliğin kazandırılması -Özgür Suriye Ordusu- gibi birçok unsur kritik rol oynar. Öte yandan maddi unsurların yanı sıra, manevi ve moral unsurları da hesaba katmak durumundasınız. Bu anlamda zafer, askeri taktik ve stratejiler kadar; ordunun moraline, azim ve cesareti ile kararlılığına da bağlıdır.


STRATEJİ Mİ SİLAH MI?


Zaferi getiren şey silah mıdır strateji mi?
Savaş Sanatı’nın iki duayen ismi var. Milattan önce beşinci ve üçüncü yüzyılda yaşayan Çinli stratejistler Sun Tzu ile Zhuge Liang. Sun Tzu; “Taktikleri olmayan strateji, zafere giden en uzun yoldur. Stratejisi olmayan taktikler ise yenilgiden önceki gürültüdür” der. Liang’a göre ise; “...üzerinde fikir birliği olmayan bir strateji, elinizde bir milyon kişilik bir ordu bile olsa düşmana gerekli korkuyu veremez”. Günümüzde bu tezler halen geçerli. Kısaca ister konvansiyonel savaşta ister terörle mücadelede olsun, doğrulttuğunuz silahtan daha ziyade akılcı stratejiler ve doğru hamleler belirleyici bir üstünlük kazandırır. Dolayısıyla hem siyasi atmosferi hem de harekat sahasını çok iyi okuyarak analiz etmeli; müteakiben askeri strateji ve taktiklerinizi belirlemek durumundasınız. Silah sadece sizin stratejinize hizmet eden bir araçtır; önemli olan bu aracı nerede, ne zaman, kime karşı ve nasıl kullanacağınızı hesap edebilme yeteneğinizdir. Rakiplerinize karşı izleyebileceğiniz en akılcı yöntem ise, “savaşmadan zafer kazanmak” prensibidir.


İŞ İHA’DA BİTSEYDİ ABD AFGANİSTAN’DA SONUÇ ALIRDI


Son dönem yürütülen terörle mücadelede İHA ve SİHA’ların rolü çok mühim. Mesela 103 şehidin katili olan 18 terörist “eşek arısı” adı verilen bir mini drone sayesinde etkisiz hale getirildi. İHA’lar SİHA’lar nasıl bir avantaj sağladılar?
Silah, terörizmle mücadele ederken kullandığınız araçlardan birisidir. Halihazırda İHA’lar en fazla kullanılan platformlar olarak devredeler ve şüphesiz bir ‘oyun değiştirici’ konumundalar. Bu bağlamda BAYRAKTAR İHA sistemleri, TSK’nın sınır ötesi harekatlardaki en büyük vurucu gücü olarak görev yapıyor. Ancak unutulmamalıdır ki, İHA’nın tespit, gözetleme ve imha gibi tüm görev yazılımları ve en nihayetinde komuta ve kontrolü ‘insan’dadır. Açıkça; insan aklının yerini makinalarla ikame edemezsiniz. Dolayısıyla savunma sanayiinde ve operatif misyonlarda istihdam ettiğiniz ‘mühendis’ ve ‘asker’ en büyük yatırımınızdır. Zira bugün İHA’ların yerini yarın daha farklı otonom sistemler alabilir, harekat sahasındaki değişim ve ihtiyaçlara göre askeri teknoloji kendisini sürekli yenilemekte.
Yarın harp meydanlarında bahsettiğiniz “Eşek Arısı” yerine belki yürüyen ve uçan 16 gramlık mini piyadeler göreceğiz. Geçen hafta İngiltere otonom sistemlere dayalı bir tatbikat gerçekleştirdi. Robot askerlerin boyutu belki küçülecek. Eşek Arısı türündeki İHA’lar, ekseriyetle özel kuvvetler ve istihbarat örgütleri tarafından yüksek öncelikli hedefleri yakın gözetleme ve keşfi maksatlı kullanılan sistemlerdir.
Tabii bazı görevler kapsamında Kara Kuvvetleri ve Deniz Piyadeleri tarafından da kullanılır. Bu tür İHA’ların en büyük avantajları son derece hafif ve küçük boyutta olmaları, nesnelere/canlılara benzemeleri ve çok kolay kamufle oldukları için tespitlerinin zor olmasıdır.
Diğer taraftan terörle mücadele; son derece kapsamlı, derin ve yoğun bir güvenlik yaklaşımına ihtiyaç duyar. Şayet böyle olmasaydı İHA’ları en fazla kullanan ülkelerin başını çeken ABD, bugün Taliban karşısında çoktan zafer ilan etmiş olurdu. Oysa gelinen aşamada Taliban, Afganistan’ın yüzde 70’ini yeniden kontrol altına almış durumda. Bu örnek, yüksek teknoloji üreten devletlerin de terörle mücadelede yüzde yüz başarılı olamayacağının en somut tezahürü.


ARTIK PKK DA DRONE KULLANIYOR!


Terörle mücadelede Türkiye çok mühim aşama kaydetti İHA’lar bunda rol oynadı ama PKK da karşı taktikler geliştiriyor. İHA kullanıyor mesela?
Hukuki boyutta gelinen mevcut aşama uluslararası sivil havacılığa ilişkin düzenlemelerdir. Yakın gelecekte havaalanında uçaklarla İHA’ların yan yana kalkışına şahit olabiliriz. Sonuçta İHA üretimi o kadar hızlı artıyor ki, sadece bunların kalkış ve inişleri bile mevzuat düzenlemesi gerektiriyor. Türkiye’de bu tür konularda yetkili mercii Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’dür. SHGM’nin 22 Haziran 2016 tarihli “İHA Talimatı”, örneğin suç işlemenin önüne geçmek maksadıyla kişilere tescil ve kayıt zorunluluğu getirmiştir. Kısaca İHA’ların hava sahasına entegrasyonundan uçuşa elverişlilik standartlarına, tahsis edilen kontrol linki frekanslarından müşterek çalışabilirliğe birçok hukuki düzenleme önümüzde duruyor.
Geleceğin harekât konseptlerinde “sürü halinde harekâtlara tanıklık edeceğiz. Aslında bu şimdiden geçerli olmaya başladı. Tarihte ilk defa sürü halinde İHA kullanarak saldırı yöntemi devlet dışı silahlı aktörlerden tarafından yapıldı. DEAŞ, Irak’ta koalisyon unsurlarına ve Irak Güvenlik Güçlerine karşı saldırırken, HTŞ, Rusya’nın Tarsus ve Humeyyim üslerine saldırdı. Son olarak bu tarz saldırı yönteminin PKK tarafından kullanılmaya çalışıldığını gördük. Daha önce 2016 ve 2017 yıllarında PKK’nın tek bir İHA ile saldırı denemelerinde bulunduğunu görüyoruz. 10 Kasım 2018 tarihinde ise, Şırnak’ta 8 adet plastik patlayıcı yüklü İHA ile sürü saldırı girişiminde bulundu.
X-UAV Talon tipi İHA’lar ile tören alanlarına yaptığı kamikaze saldırılarda tören alanında bulunan jammerlar sayesinde EYP’ler patlamadı. Yakın gelecekte bu tarz saldırıların sayısında artış olabilir. Bu sebeple İHA konusuna dair en önemli mevzulardan birisi, terör örgütlerinin İHA teknolojisine adaptasyonları ve kullanımın yaygınlaşması olacaktır. Sürü harekatlarının yanı sıra “insansız sistemler odaklı hava savunması” ile “ağ merkezli komuta kontrol ve harekat” önemli başlıklar olacaklardır.


İTTİFAKLARA BAĞLI AMA BAĞIMLI DEĞİLİZ


Türkiye ne yapmalı?
Türkiye için önemli olan ise, kendi silahını üretmesinin her zaman için bir ‘çarpan etkisi’ yaratacağını unutmamasıdır. Doğu-Batı Almanya birleştikten sonra Doğu Almanya’nın elindeki kalaşnikoflar Türkiye’ye hibe edilmişti ama terörle mücadelede kullanmamıza izin çıkmadı, modifiye etmek zorunda kaldık. Keza aynı kullanım yasağı, Almanya’dan satın alınan tanklar için geçerli oldu. Daha eski zamanlara gittiğimizde, müttefiklerimizle dış politik çıkarlarımız uyuşmadığında silah ambargosuna maruz kaldık.
ABD Başkanı Johnson’ın mektubundaki NATO silahlarının kullanılamayacağına ilişkin tehditkar ve, sert üslup halen hafızalardadır. O dönemde Ankara, kimden mermi alabilirimin derdine düşmüştü. Fakat Türkiye artık 1970’lerin 1990’ların Türkiye’si değil. Artık İsrail’in İHA’larına muhtaç olmayan bir Türkiye var karşınızda. Bugünün Türkiye’si kendi güvenlik ve savunma politikasını bağımsız icra edebilecek bir düzeyde; ittifaklarına “bağlı” ama “bağımlı” değil.


ÖZAL, ERBAKAN, ERDOĞAN


Altay tankı, Milgem, İHA, SİHA…vd. Bu yerli üretim askeri araçlar, silahlar gerçekten sağlam, iyi, nitelikli araçlar silahlar mı, yoksa Türkün Türk’e propagandasına mı maruz kalıyoruz?
Aslında savunma sanayii değil; bilim-teknolojide ve buna bağlı olarak Ar-Ge ve Ür-Ge yatırımlarında geç kalınmışlık yaşandığı kabul edilmelidir. Bu geç kalınmışlık; siyasi konjonktür ve karar alıcı mekanizmayla doğrudan ilintili bir durum. Koalisyon dönemlerinde bütçe üzerinde yaşanan çetin tartışmaları düşünün; her partinin hedef kitlesi ve öncelik sıralaması farklıydı. Ancak geçmişte Erbakan ve Özal’ın teknoloji adaptasyonu konusunda son derece girişimci ve öngörülü oldukları aşikar. 2000’li yıllardan sonra savunma sanayiinde yaşanan sıçrama ise tamamen hükümetin bu alana öncelik tanıması ve ihtiyaç duyulan finansman kaynağını siyasi iradeyle beraber sunmasından kaynaklanıyor.


HAVADA, KARADA, DENİZDE OLMAK ARTIK YETMİYOR


Elbette geç kaldığımız için sıkıntılar yaşıyoruz; biz tam bir noktaya ulaştığımızda, diğer devletler bir üst basamağa çıkmış oluyor. Örneğin artık kara, deniz ve havada üstün olmanız yetmiyor. Eğer uzay ve siber-uzay imkan ve kabiliyetlerinizi geliştirmezseniz, girdiğiniz savaştan galip ayrılamazsanız. Trump, Haziran 2018’de “Uzay Kuvveti” kurulması talimatını verdi. Ancak biz kuvvet kurmak bir yana, halen Ulusal Uzay Ajansımızı devreye sokamadık. Diğer taraftan savunma sanayii zaman zaman gizli/örtülü ambargolara maruz kalabiliyor; ürünlerin alt sistemlerinde veya yedek parçalarda tedarik sıkıntısı yaşayabiliyoruz. Sertifikasyonlarda kasıtlı geciktirmelere maruz kalabiliyoruz. Bu durumu aşmak için şu anda SSB, ürünlerin yanı sıra alt sistem ve bileşenleri de yerlileştirme yönünde büyük çaba sarf ediyor.


TEKNOLOJİK BAĞIMSIZLIK VE DERİNLİK


Savunma sanayiimizin avantajları dezavantajları neler?Nerelerde sıkıntı var?
Türkiye’nin önceliği “teknolojik bağımsızlık” ve “teknoloji derinliği” kazanmak olmalı. Zira bu sadece savunmada değil; dış politikadaki elinizi de güçlendiriyor, sizi avantajlı konuma geçiriyor. Bağımsızlığınızı kazanacaksınız ama aynı zamanda teknolojik öngörüye sahip olacak, akılcı yatırımlar yapacaksınız. Ancak bu şekilde küresel pazarda rekabet edebilirlik seviyesine ulaşırsınız. Bu anlamda Türk savunma sanayiinin İHA’da kat ettiği mesafe, bir derinlik başarısıdır. Bunun diğer ürün skalasına da sirayet etmesi gerekiyor.
2002’de Türk savunma sanayiindeki proje sayısı 66 iken, bu rakam 2016’da 553’e çıktı. Yine, savunma sanayiinin cirosu 6 milyar dolara yükseldi. Ancak bu yeterli değil. Vakıf şirketlerinin TSK dışında müşteri portföyünü geliştirmesi lazım. Böylece tek kaynaklı beslenmenin önüne geçilmiş olacak; şirketler kendi kendilerini idame edebilecek mali yeterliliğe kavuşacaklardır.


VEKALET İÇİNDE VEKALET SAVAŞLARI


Savunma sanayii deyince sanki sadece savunma hali algısı oluşuyor, haliyle maruz kalma halini de çağrıştırıyor. Doğru mu formüle ediyorum bilemiyorum ama sorum şu, savunma sanayii taarruz silahlarını da kapsıyor mu, yoksa onun ayrı bir adı var mıdır?
Aslında “taarruz, saldırı” kelimeleri gerek diplomatik düzeyde gerekse literatürde hoş karşılanmadığından hep “savunma” konsepti üzerinden ilerliyoruz. Aslında “en iyi savunma, saldırıdır” diye bir motto var. Sizin savunmada kalabilmeniz için saldırı imkan ve kabiliyetlerine haiz olmanız şart. Geliştirdiğiniz silahı, füzeyi maksadınıza göre ister savunma için ister saldırı için kullanabilirsiniz. Gerisi sistemlerin yazılımları vd. ögeleriyle alakalı bir durum. Buradaki temel sav, saldırı yahut savunma fark etmeksizin “askeri teknoloji geliştirme yetkinliği” kazanmanız.
Şu anda 4. nesil savaşları yaşıyoruz. Bu nesilde, gayri nizami ve asimetrik unsurlar gittikçe daha fazla önem kazanıyor. Vekalet içinde vekalet savaşlarına şahit oluyoruz.
Bugün Suriye sahası, “hibrit harp” için en somut örneği teşkil ediyor. Bu savaşta devlet ve devlet-dışı silahlı aktörlerin her türlü yöntem ve araçlarına tanıklık ediyoruz. Suriye, devletlerin yanı sıra devlet-dışı silahlı aktörlerin de teknolojik adaptasyonlarının giderek güçlendiğinin gösteriyor. Dolayısıyla siz devlet olarak savunma ve saldırı yeteneklerinizi eş zamanlı olarak geliştirmek zorundasınız.
Bir parantez açıp, askeri teknolojilerin daha sonra sivil kullanıma girdiğini vurgulayalım. Bugün kullandığınız telefonlar, bilgisayarlar, İHA’lar hep askeri maksatlı geliştirilen ürünlerdir. Örneğin İHA’lar, sadece harp meydanlarında değil; sınır güvenliği, ulaştırma, haritalama, hava olaylarını izleme gibi birçok farklı görevde kullanılıyorlar.


F35 VE S-400 TAMAMEN FARKLI


Malum, F-35’lerle S400’lerle ilgili sorun yaşıyoruz ABD ile. Ne düşünüyorsunuz, Türkiye’nin bu iki silaha hayati önemde ihtiyacı mı var? F-35 ile S-400 konseptleri birbirinden tamamen farklıdır. Birisi savaş uçağı, diğeri ise hava savunma sistemi. Burada her iki sisteme ihtiyaç duymanız tamamen risk ve tehdit algınıza bağlı. Örneğin sınır ötesi harekatlar icra eden bir ülkenin elinde F-35 bulunması caydırıcılık gücü açısından son derece önemli. Keza etrafı balistik füze envanterleriyle çevrili bir Türkiye’nin güçlü bir hava savunma sistemine sahip olması da bir o kadar elzem. İkisini birbirinin yerine ikame edemezsiniz.


GELECEK TEKNOLOJİ, OTONOM SİLAHLAR


Dünyanın sayılı ordularından birine sahip olduğumuz söyleniyor. İnsan unsuruyla mı, silah unsuruyla mı?
En başta söylediğim gibi, Türkiye’nin askeri kapasitesini sadece TSK’nın mevcudu üzerinden analiz etmek hatalı olur. Aynı şekilde bir ordunun gücü de ne asker sayısına ne de elindeki silaha bağlıdır. Eğer böyle olsaydı; Suudi Arabistan, ABD’nin en büyük silah müşterisi olarak muazzam güçlü bir orduya sahip olurdu. Oysa Kraliyeti bugün, özel askeri güvenlik şirketleri (ekseriyetle ABD ve İngiltere) koruyor. Yine, Suudi Arabistan satın aldığı milyar dolarlık son teknoloji savaş uçaklarını kullanacak pilotları gidip İngiltere’den veya Pakistan’dan kiralıyor. Batıdan örnek verelim; İskandinav ülkeleri savunma finansmanı ve askeri teknoloji açısından son derece gelişmiş (örneğin bizim “eşek arısı” dediğimiz micro İHA, Norveç firmasıProx Dynamics tarafından geliştirildi) durumdalar. Zorunlu askerlik yerine tamamen profesyonel olsun dediler, bazı ülkelerdeki başvuru sayısı beklentilerin o kadar altında kaldı ki, askerlik mesleğini nasıl cazip hale getireceğiz derdine düştüler. Diğer Avrupa ordularını düşünün, ne kadarı NATO nezdindeki kinetik operasyonlarda görev aldılar? On yıllardır Avrupa ordusu kurulmalı mı diye tartışıyorlar, ancak kimse bu ordunun savaşma kabiliyetine ilişkin doğru düzgün bir fikir beyan edemiyor. Zira ABD ve İngiltere olmaksızın kurulacak bir Avrupa ordusunun “muharip yeteneği” üzerinde ciddi çekinceleri var. Türkiye’nin dünyanın sayılı ordularından birisi olarak referans gösterilmesinin arkasında bir sürü unsur var. En başta tarih ve kültür geliyor. Türklerin “savaşçı” karakterine dair yerleşik bir bilinç var. Aklıma ilk gelenler; Mete Han, Cengiz Han, Atilla, Timuçin,Bumin Kağan, Alparslan, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve daha nice efsaneleşmiş isimler... Ayrıca bir Osmanlı gerçekliği var. Bu anlamda genetik kodlarda saklı bir savaş tarihi ve kimliği yatıyor. Atatürk’ün askeri dehasının yanı sıra Türk halkının Kurtuluş Savaşı esnasında düşman karşısında verdiği mücadele en büyük ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Tarihsel ve kültürel kodların haricinde, mecburi askerlik önemli bir rol oynuyor. Böylece en kötü durum senaryosunda “savaşa hazırlık” seviyenizi arttırmış oluyorsunuz.


GÜÇLÜ DEVLET GÜÇLÜ ORDU


Bir başka husus ise Türkiye’nin tehdit algısı. Makyavelist söylem halen bizde geçerli; “güçlü devlet, güçlü ordu”. Batının tehdit algısı farklı olduğu için bunu “ölü bir yatırım” olarak görebiliyorlar. Ama bizim coğrafyamız, rahat nefes almamıza izin vermiyor. Biz sürekli “hazırlıklı” olmak durumundayız. Sadece devletler değil, devlet dışı silahlı aktörler de aynı oranda tehdit yöneltiyorlar. Türkiye kadar büyük bir tehdit skalasına sahip olup, ayakta durmayı becerebilen nadir ülke vardır. Eğer sizin silahlı kuvvetleriniz, emniyet güçleriniz, jandarmanız, sahil güvenliğiniz ve istihbaratınız güçlü olmasaydı, şu anda çok farklı bir ülkede beka mücadelesi veriyor olurduk.


ASKERİ POTANSİYEL BİLİNİR


Devletler birbirlerinin savunma-saldırı kapasitesini ve askeri sıkıntılarını bilir mi?
Eğer çok gizli askeri programlar yürütmüyorsanız, genelde evet bilirler. Fakat bir İsrail iseniz, en yakın müttefikiniz ve hatta hamisiniz ABD’den bile gizli programlar yürütmeniz kuvvetle muhtemel. Örneğin İsrail ne zaman nükleer silah programını başlattı, ne zaman bitirdi, nükleer arsenalinde kaç tane harp başlığı var bilinmiyor. ABD’de Rand Corporation tarafından yayımlanan bir raporda 65-85 arası deniyor. Oysa İran Dışişleri Bakanı Javad Zarif, P5+1 görüşmeleri esnasında İsrail’in 400 nükleer harp başlığına sahip olduğunu iddia etmişti.
Türkiye’nin bilinmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü siz bir NATO müttefikisiniz. Her yıl ne kadar askeri harcama yaptığınızı dahi bildiriyorsunuz. Mevcut envanteriniz de bilinir. Kaldı ki NATO devletlerinin askeri kapasiteleri, müşterek tatbikatlarda ortaya çıkar. Örneğin Türkiye’nin başarılı katılım gösterdiği, NATO’nun son yıllardaki en büyük askeri tatbikatı “Trident Juncture”, 15 Ekim-8 Kasım 2018 tarihleri arasında icra edildi. Bu tür tatbikatlar, sizin kazandığınız yeteneklerin sınanması açısından oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra sektöre ilgili biri iseniz, “The World Defense Almanac”ı takip edebilirsiniz, devletlerin kuvvet bazındaki girdileri tek tek listeleniyor. Keza literatürde devletlerin askeri güç endeksini ölçen “Military Balance” gibi farklı kaynaklar var. Ayrıca bölgesel yahut konuya odaklı bir sürü farklı fuar düzenleniyor, örneğin Türkiye iki yılda bir IDEF fuarına ev sahipliği yapıyor.


NATO ÜYELERİ BİRBİRLERİNİN SİBER YETENEKLERİNİ BİLMEZ


Ülkeler bu fuarlara gelerek hem kendi teknolojilerini ve caydırıcılık güçlerini sergiliyorlar hem de ürünlerini pazarlayarak müşteri kazanma yarışına giriyorlar. Ancak İran ve Kuzey Kore gibi bazı ülkelerin askeri yeteneklerini zaman zaman çok fazla abartıya kaçarak medyaya servis ettiklerini göz önünde bulundurmanız gerek. Fuarda 1970’lerdeki tankları modifiye edip yeni ürün gibi piyasaya tanıtanlar oluyor (!) Ancak bir not ekleyim; işler, “siber” alana gelince değişiyor. NATO kara, deniz, hava ve siber-uzay’dan sonra beşinci harekat alanı olarak “siber”e resmiyet kazandırdı. Fakat NATO’lu müttefikler dahi birbirlerinin siber yeteneklerini tam olarak bilemezler. Bunu göstermeniz demek, müdahaleye açık hale gelmeniz demek ve muhtemel bir siber saldırıdaya maruz kaldığınızda faili bulmanız ve bundan bir ülkeyi doğrudan sorumlu tutmanız epey zor. Siber-uzay konusunda en kapsamlı hukuki düzenleme “Tallinn Manual 2.0” ancak bu düzenleme herhangi biryaptırım içermiyor.


25 Kasım 2018 Pazar

Irak'ta Türkmenlerin dışlanması istikrara darbe vuracak

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Irak parlamentosunda 10 milletvekiline sahip Türkmenlerin temsil edilmemesi, ulusal birlikteliğe gölge düşürüyor ve Türkmenler göz ardı ediliyor.



Irak eski Başbakanı Haydar el-İbadi, 21 Kasım 2017’de DEAŞ'ın askeri olarak mağlup edildiğini açıklayarak, Irak’ta yeni bir dönemin başladığını ilan etmişti. Yaklaşık 3,5 yıl süren DEAŞ'la mücadele dönemi, Irak’ta farklı dinamikler ortaya çıkardı. Bu dinamiklerin DEAŞ sonrası dönemde etkisini uzun bir süre koruyacağını söylemek mümkün. Zira 12 Mayıs 2018’de gerçekleştirilen parlamento seçimleri öncesi ve sonrasında yaşanan siyasi gelişmeler ve tartışmalar bu durumu kanıtlar nitelikte oldu. Irak’taki hemen her süreçte olduğu gibi Türkmenler de yaşanan gelişmelerden nasibini acı bir tecrübe ile yeniden aldı.

Söz konusu seçimler, DEAŞ sonrası sürecin ardından yapılan ilk seçimler olması nedeniyle, Irak için önemli bir köşe taşı niteliği taşıyor. Zira 30 Nisan 2014’te yapılan parlamento seçimlerinin ardından, Haziran 2014’te DEAŞ'ın Irak topraklarının bir kısmında kontrol sağlaması, hükümetin olağanüstü ortamda kurulmasına sebebiyet verdi. 2017 yılı sonu itibariyle DEAŞ'ın Irak’taki kontrolü sona erdirilmiş olsa da örgütün bıraktığı izler, siyaset üzerinde önemli etkiler ortaya çıkardı. DEAŞ'ın Irak’taki kontrolü süresince güvenlik ve siyaset alanında yaşanan güç boşluğu, Haşdi Şabi gibi yeni aktörlerin siyaset ve güvenlik alanında etkili olmasını beraberinde getirdi. Öte yandan 25 Eylül 2017’de gerçekleştirilen IKBY referandumu ve sonrasında yaşanan gelişmelere ek olarak, Irak merkezi hükümetinin 16 Ekim 2017 tarihinde yaptığı operasyonla Kerkük ve tartışmalı bölgelerde kontrolü yeniden ele alması, siyasi dinamikleri önemli ölçüde değiştirdi ve Irak’ta yeni bir siyasi harita oluştu.

Bu şartlar altında seçimlere giren Irak’ta seçimlerden önce oluşan koalisyonlar ve ittifaklar Irak’taki siyasetin farklılaştığına dair bir kanıt niteliğinde. Nitekim seçimlere 204 parti ve 27 koalisyon yer aldı ve Irak’ta ilk kez etnik ve dini gruplar bu denli çok parçalı bir siyasi yapı ile seçimlere girdi. Türkmenler ise ilk kez Kerkük’te tek liste ile seçimlere katılırken, Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı Musul, Selahaddin gibi vilayetlerde ise farklı koalisyonlar içerisinde yer aldı.

Seçimlerde Türkmenlerin tutumu
DEAŞ'tan en fazla etkilenen grupların başında gelen Türkmenler arasından 11 parti seçimlere katılmak için kayıt yaptırırken, Türkmen siyasetinin en güçlü olduğu vilayet olan Kerkük’te Türkmen siyasi partileri, Irak Türkmen Cephesi (ITC) Başkanı Erşad Salihi önderliğinde “Kerkük Türkmen Cephesi” isimli liste ile seçimlere girme konusunda anlaştı. Bu durum Türkmenlerin siyasi birlikteliği ve bütüncül kimliklerini korumaları açısından son derece önemli bir gelişme oldu. Bununla birlikte Kerkük’te beş farklı listeden 32 Türkmen aday da seçimlere katıldı. Türkmen siyasi partileri Kerkük haricinde başka bir vilayette ortak liste ile seçimlere girme kararı almamış olması, diğer bölgelerdeki Türkmen kimliğinin varlığının ortaya konuşması açısından önemli bir eksiklik oldu. Musul, Selahaddin ve Bağdat’ta Türkmen partilerin de yer aldığı koalisyonlar oluşturuldu.

Türkmen partilerin, diğer partiler gibi, birçok konuda ayrışma ve bölünme nedeniyle zaten az olan etkileri daha da azaldı. Bazı etkili Türkmen siyasi figürlerin şahsi menfaatleri yönünde hareket etmesi ve Türkmen lider ve siyasetçilerin anlaşamayarak birden fazla kişinin bir makama aday olması, Türkmen siyasetindeki ayrışmaları daha da derinleştirdi. Dolayısıyla bu durum halka da yansıdı ve Türkmenlerin sosyal boyutundaki sorunların daha da derinleşmesine neden oldu. Sonuç olarak, Türkmen siyasi hareketi dağılmış, zayıflamış ve kendi içinde bölünmüş bir hal aldı. Bu durum Türkmenlerin seçim performansını da olumsuz yönde etkiledi. Nitekim tartışmalı geçen seçimler ve daha sonrasında gündeme gelen hile iddialarının gölgesinden açıklanan seçim sonuçlarına göre Türkmenler farklı vilayet ve listelerden 10 milletvekiline sahip oldu. İlk kez Kerkük’te ortak bir liste ile seçimlere giren Türkmenler, Kerkük’ten 3 milletvekili çıkardı. Bu sayıyı 2014’teki seçimlerde 2 milletvekiline sahip olan Türkmenler için nispi bir başarı olarak değerlendirmek mümkün olmakla birlikte, Kerkük’te özellikle KYB’nin seçim hilesi yaptığına yönelik güçlü kanıtların olması, Kerkük’teki seçim sonuçlarının gerçeği yansıtmadığı iddialarını haklı çıkarıyor. Öte yandan 4 milletvekili Musul’dan (Telafer) seçilirken, 2 milletvekili Selahattin (Tuzhurmatu) ve 1 milletvekili de Bağdat’tan seçildi. Musul’dan seçilen Türkmen milletvekillerinin tamamının Telaferli adaylar olması göze çarparken, 4 milletvekilinden 3’ünün Haşdi Şabi içerisindeki grupların oluşturduğu Hadi el-Amiri liderliğindeki Fetih Listesi’nden seçilmesi de dikkat çekici bir gelişme oldu. Diğer taraftan Irak’taki en büyük ve en yaygın Türkmen siyasi partisi olan Irak Türkmen Cephesi’nin Kerkük dışındaki vilayetlerde katıldığı koalisyonların hiçbirinden milletvekili seçtirememiş olması da Irak Türkmen Cephesi’nin Türkmen coğrafyasındaki etkinliğine dair tartışmalara yol açtı. Bununla birlikte Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşad Salihi haricinde seçilen Türkmen milletvekillerinin tamamının yeni yüzler olması ve daha önce temsil edilmeyen gruplardan seçilmeleri, Türkmenlerin siyasal davranış yönünü de farklılaştırmış görünüyor.

Türkmenleri dışlama çabası
Irak’ta 12 Mayıs 2018 tarihinde yapılan tartışmalı parlamento seçimlerinin ardından seçim sonuçlarının onaylanması ile Irak’ta hükümet kurma süreci başladı. İlk seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından farklı siyasi grupların bir araya gelerek parlamentodaki en büyük grup olma konusunda başlattığı yarış bir sonuca ulaşamazken, farklı düzeylerdeki makamlar için azami düzeyde üzerinde anlaşma sağlanabilecek adaylar belirlendi. Nitekim 15 Eylül 2018 tarihinde Irak parlamentosunda yapılan oylama ile Enbar eski Valisi Muhammed el-Halbusi parlamento başkanı seçilirken, Beşir Haddad ve Hasan Kerim el-Kaabi de başkan yardımcıları olarak belirlendi. Bu süreçle birlikte hükümet kurma takvimi için ilk somut adım atılmış oldu. Parlamento başkanı ve yardımcılarından sonra 2 Ekim tarihinde Irak parlamentosu, cumhurbaşkanını seçmek için toplandı ve yapılan oylamada, KYB’nin adayı olarak Irak parlamentosuna sunulan ve en güçlü aday olarak görünen Berhem Salih, beklendiği şekilde cumhurbaşkanı olarak seçildi. Yemin töreninden sonra Berhem Salih, Adil Abdülmehdi’yi hükümeti kurmakla görevlendirdi.

Adil Abdülmehdi’nin görevlendirilmesinin ardından anayasal düzenlemeler doğrultusunda en fazla 30 gün sürmesi öngörülen hükümet kurulma aşaması başladı. Abdülmehdi her fırsatta teknokrat bir hükümet kuracağını açıklasa da yaklaşık 20 günün sonunda 22 kişilik bakanlar kurulu listesini hazırladı ve bu kabineyi 24 Ekim 2018 tarihinde Irak parlamentosuna getirdi. Ancak siyasi grupların bir kısmının, belirlenen kişileri kabul etmeyerek toplantı salonunu terk etmeleri sonucu, Adil Abdülmehdi’nin parlamentoya getirdiği kabine üyelerinden ancak 14’ü güvenoyu alabildi, diğer isimler hakkında bir oylama yapılamadı. Söz konusu 22 kişilik listenin en fazla dikkat çeken yönlerinden biri, İbadi kabinesinde olduğu gibi, Irak’ın üçüncü ve kurucu asli unsuru olarak ifade edilen Türkmenlere bir bakanlık dahi verilmemesi oldu. Bakanlıklar için oluşturulan isim listesinde Türkmenlere yer verilmemiş olması, Irak’ın birliği ve bütünlüğüne ters olduğu gibi eşit ve demokratik ülke olma iddiasını da baştan çökertti. Nitekim Türkmenler “bir” bakanla dahi olsa 2003 sonrası oluşturulan her kabinede temsil edildi. 2014 seçimlerinden sonra da bir Türkmen bakan kabine de yer alırken, 2016 yılında İbadi tarafından yapılan kabine revizyonunda Türkmenlerin sahip olduğu İnsan Hakları Bakanlığı lağvedilerek, Türkmenlere başka herhangi bir bakanlık verilmedi. 2018 kabinesinde de Irak’ta azınlık bir unsur olarak Hristiyanlar temsil edilirken, oluşturulan son kabinede Türkmenlerin temsil edilmiyor olması, eşitlik ilkesine ters bir durum oluşturuyor. Irak parlamentosunda 10 milletvekiline sahip Türkmenlerin temsil edilmemesi, ulusal birlikteliğe gölge düşürüyor ve Türkmenler göz ardı ediliyor. Bu anlamıyla DEAŞ sonrası sürecte en fazla mağdur edilen kesim olan Türkmenler, siyasi süreçten de dışlanmış görünüyor. Öte yandan her ne kadar seçim sonrası 10 Türkmen milletvekili parlamentoda bir grup kurduklarını açıklamış olsa da bakanlık seçimi konusunda ortak hareket edemedi ve ortak bir aday çıkartamadı.

Bakanların bağımsızlığı tartışmalı
Irak parlamentosu tarafından onaylanan bakanlar kağıt üzerinde “teknokrat ve bağımsız” görünüyor olsalar bile bu kişilerin de partiler ve siyasi kitleler tarafından aday gösterilmiş olmaları, bağımsızlıkları konusunda soru işaretleri ortaya çıkarıyor. Yeni göreve getirilen bakanların siyasi gruplar tarafından aday gösterilmeleri nedeniyle ilerleyen süreçte siyasi partilerin baskılarına maruz kalmaları muhtemel. Bununla birlikte, demokratikleşme sürecindeki ülkelerde siyasi bağlar da zaman zaman kurumsal işleyişin korunmasını kolaylaştırmakta. Bu noktada siyasi korumadan uzak, bağımsız adayların, pozisyon elde edemeyen siyasi gruplar ya da milis grupların baskısı altında kalabileceği de göz önünde tutulmalı. Özellikle Irak’ta teknokrat ve siyasi bakımdan bağımsız bir kabinenin yürütülebilmesi için devlet denetim mekanizması ile güvenlik aygıtının geliştirilmesi ve hükümetin pozisyonunu koruyabilecek yeterlilikte olması şart. DEAŞ'la mücadele sürecinin getirdiği zorlukla birlikte, bölgesel ve küresel politik müdahaleler, IKBY ile yaşanan siyasi çekişme, DEAŞ sonrası süreçte Sünni Arapların pozisyonu gibi sorunlar da Abdülmehdi’yi bekleyen en ciddi meseleler. Siyasetteki eşitsizlik de istikrarı bozucu bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle Irak’taki siyasi istikrar ve hükümetin devamlılığının sağlaması zor görünüyor. Bu noktada Irak’ta gerçek bir ulusal uzlaşının gerçekleştirilerek, tam katılımcı bir yönetim mekanizmasının kurulması en iyi çıkış yolu.

Ancak başta Türkmenler olmak üzere siyasal ve etnik eşitsizlikle karşı karşıya kalan toplumların sorunları, ülkedeki problemleri daha da derinleştiriyor. Bu noktada Irak’ta Türkmen kimliğinin gittikçe erozyona uğradığı ya da uğratıldığını söylemek yerinde olacak. Türkmenler, 2003 sonrası Irak’taki siyasi sistem içerisinde hak ettikleri pozisyona gelemezken hem yerel hem de genel politikada günden güne geri plana düştü. Özelikle 2014 Haziranında DEAŞ'ın Irak’ta hakimiyet bölgeleri oluşturmasından sonra, siyasi olarak gerileyen Türkmenler, DEAŞ'ın yol açtığı bütün olumsuzluklarla da karşı karşıya kaldı. Türkmenler doğrudan DEAŞ'ın hedefi haline gelirken, örgütün kontrol ettiği ya da etkide bulunduğu başta Telafer ve Musul olmak üzere, Kerkük, Tuzhurmatu, Diyala gibi yerlerden göç etti. En az 600 binden fazla Türkmen’in mülteci konumuna düştüğü söyleniyor. Türkmenlerin bir kısmı Irak’ın güneyindeki Necef, Kerbela, Hille gibi bölgelere göç ederken, bir kısmı da Irak’ın kuzeyinde Duhok ve Erbil’e bir kısmı ise Türkiye’ye göç etmeye mecbur kaldı. Böylelikle Türkmenler göç ettikleri bölgelerde azınlık nüfus konumuna düştü. Sosyal hayatın da uzağında kalan Türkmenler, gittikleri bölgelerde yabancılık çekti ve işsizlik, eğitimsizlik gibi sorunlarla karşı karşıya kaldı. Öte yandan DEAŞ'ın alan hakimiyeti sonlandırılmış olmasına rağmen Telafer ve Tuzhurmatu gibi yerlerde yaşayan Türkmen halkının büyük bölümü halen evlerine dönemedi.

Gelinen noktada Türkmenlerin yeniden ciddi bir toparlanmaya ihtiyacı var. Bu bağlamda bazı Türkmen milliyetçilerinin çabaları ve Türkiye hükümetinin bu konudaki rolü takdir edilmeli. Özellikle de bu çabaları desteklemek ve birleştirmek ve siyasi liderleri birlikte çalışmaya teşvik etmek, anlaşmazlıkların çözümüne katkıda bulunmak bakımından Türkiye’nin önemli desteği olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak bu tek başına yeterli değil. Türkmen liderlerden siyasetçilere, aydınlardan sokaktaki sıradan insana kadar bütün Türkmen halkının inisiyatif alması gerekiyor. Türkmenlerin birlikte duruş sergiledikçe, bunun göz ardı edilmesi giderek zorlaşacak. Türkmenler bunun en iyi örneğini seçim sonrasında gösterdi. Kerkük’teki seçimlere itiraz eden Türkmenler, 28 gün boyunca meydanlarda birlik içerisinde haklarını savundu ve bu gösteriler sonucunda oylar yeniden elle sayıldı. Sonuçlara ilişkin büyük bir değişiklik olmadıysa da Türkmenlerin varlığını hissettirebilmek ve koruyabilmek için en doğru yolun birliktelikten geçtiğini göstermesi açısından tarihi bir köşe taşı oldu. Bu anlamıyla Türkmenlerin bu birlikteliği sağlaması durumunda hiçbir kesimin Türkmenlerin haklarını görmezden gelmesi mümkün olmayacağını söylemek yerinde olacak.


MHP Genel Başkanı Bahçeli: MHP Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin aktif öğesidir

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


MHP Genel Başkanı Bahçeli, "MHP, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin aktif bir öğesidir. Hükümet sisteminin muhafazası için her fedakarlığı seve seve yaparız." dedi.


MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Antalya'nın Serik ilçesindeki bir otelde düzenlenen partisinin İl Başkanları ve Belediye Başkanları Toplantısı'nın kapanış oturumunda yaptığı konuşmada, milliyetçiliğin bir millete mensubiyet şuuru olduğunu söyledi.

Türk milliyetçilerinin Türk milletine hem şuurla hem de emsalsiz bir sevdayla bağlı olduğunu belirten Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Klasik politik şablonlara uymayız, çıkar hesabı yapmayız. Türkiye'nin pek çok sorunu varken, yeni bir hükümet sisteminin tesis ve temin çalışmaları sürüyorken, hele hele cumhuriyetin üçüncü evresine henüz geçmişken hiçbir gelişmeye ilgisiz kalamayız, olaylar karşısında duyarsız ve sorumsuz hareket edemeyiz. Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin teoriden pratiğe kadar her aşamasında içindedir, aktif bir ögesidir. Mimarisinde pay sahibi olduğumuz hükümet sisteminin muhafazası için ihtiyaç duyulan her fedakarlığı elbette seve seve yaparız. Bundan gocunmayız."

Ülkeyi savunmanın zahmete katlanmadan, bedel ödemeden mümkün olmayacağını ifade eden Bahçeli, ortak akılla hareket edilmesi gerektiğini ve bu ortak aklın da Türkiye Cumhuriyeti'nin istikbal haklarının emniyetli kulvarı ve halaskar kudreti olduğunu vurguladı.

MHP'nin hem davanın hem de davasında erimiş feragat timsallerinin ana karargahı, ana kucağı, ana çatısı olduğunu söyleyen Bahçeli, ülkücülüğün, dava adamlığının hasletlerine sahip olmayanların, irade gösteremeyenlerin, bedel ödemeyi göze alamayanların, kararının arkasında duramayanların, fikrini ve mücadelesini savunamayanların, soluğu kesilince geleceği reddedenlerin, zoru görünce kuytuya sinenlerin sahip olabilecekleri bir unvan olmadığına dikkati çekti.

"İstikbalin güvencesi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi"
Ülkücülüğün özünün de sözünün de bir olduğunun altını çizen Bahçeli, şöyle konuştu:

"Gelecek gevşeklikle inşa edilemez. Korkaklardan Fatih çıkamaz. Bugünün Türkiye'si geçmişin fedakarlıkları üzerine bina edilmiştir. Geleceğin Türkiye'si de bugünün faziletli fedakarlıklarıyla oluşacaktır. Tarih olmakla tarihi olmayı, tarihe geçmekle tarihin geçmesini çok iyi yorumlamak, aralarındaki farkı çok iyi okumak lazımdır. Biz bir tarih yazıyoruz. Türk milliyetçiliği hem kurucu hem de kurtarıcı vasfıyla tarihe altın harflerle geçmişti. Rahmetle andığımız Milli Mücadele kahramanları üzerlerine düşeni fazlasıyla yapmışlardı. Sıra bizdedir, sıra ecdadın bu çağdaki varislerine gelmiştir. Türkiye'nin ve Türk milletinin son yıllarda yaşadığı beka düzeyindeki tehditler, bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusu olan milliyetçilere ve ülkücülere yeni ve çok daha önemli bir görev yüklemektedir."

İlhamını ve sevgisini Türk milletinin köklü tarihinden alan milliyetçi, ülkücü hareketin, devletin ve milletin bekası için bugün dünden daha önemli görevlerle karşı karşıya olduğunu belirten Devlet Bahçeli, "Unutmayınız ki bütün kindar gözler üzerimizdedir. Bütün dikkatler bize çevrilmiştir. Uyursak mezarımızı kazarlar. Uyuşursak zulüm oklarını fırlatırlar. Bu kapsamda ön almalıyız, beka düzeyindeki tehditleri analiz edip lazım gelen stratejik müdahaleleri zamanlama hatasına düşmeden yapabilmeliyiz. Bir gerçek vardır, o da şudur: Türkiye Cumhuriyeti'nin istikrarlı yönetimi, istikbalinin güvencesi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'dir. Bunu sağlayacak siyasi imkan ve irade ise Cumhur İttifakı'dır." ifadelerini kullandı.

Türkiye'nin önüne hendek kazan, sandıktan umudunu kesip sokağa oynayan, demokrasi dışı arayışlara gülücükler saçan bir blok olduğuna işaret eden Bahçeli, bu odakların bütün mel'un niyet ve eylemleriyle ortada olduğunu söyledi.

Yerli ve yabancı iş birlikçilerin emperyalizmin tetik çeken eli olmaya çoktan hazır olduklarını vurgulayan Bahçeli, şöyle devam etti:

"Bir yanda cumhurun huzur ve güvenliği için kurulmuş bir ittifak duruyorken, diğer yanda cumhurun kaos ve kargaşaya düşmesi için el ovuşturan ihanet ve ihtilaf oluşumu pusudadır. Zafer cumhurun olmaz ise zillet altın vuruşunu yapacak, öldürücü darbeyi indirecektir. CHP-HDP-İP aynı çizgidedir. 24 Haziran'da sonuç alamayan bu güruh, 31 Mart'a umut bağlamıştır. Ancak hevesleri Allah'ın izniyle kursaklarında kalacak, Türkiye'nin doğruluşuna, yeni hükümet sisteminin doğasına zarar veremeyeceklerdir. Sadece dileyerek, sadece bekleyerek, sadece ümit ederek amacımıza ulaşamayız, tehlikeleri bertaraf edemeyiz. Önce tedbir almalıyız, sonra tevekkül etmeliyiz. 31 Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimleri'ni bir sistem oylamasına, bir hükümet tartışmasına, bir rejim krizine dönüştürmek isteyenlerin senaryolarını başlarına geçirmek, alayıyla mücadele etmek boynumuzun borcudur, milletimizin bize yüklediği tarihi bir vazifedir. Vazife kutsaldır, vazife kutludur, ihmali veya inkarı acıklı sonuçlara sebebiyet verecektir."

Terör örgütlerinin devrede, Türkiye'nin yıkımı için kuyruğa giren faaliyet içinde olduklarını söyleyen MHP Genel Başkanı Bahçeli, CHP ile İP'in kaos bekçiliğine soyunduklarını savundu.

AİHM'nin Demirtaş hakkındaki kararı
HDP'nin ise PKK'yı tekrar belediyelere taşıma amacında olduğuna işaret eden Devlet Bahçeli, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Selahattin Demirtaş ile ilgili kararına ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:

"PKK'lı Demirtaş'ın serbest kalmasını isteyenler zillet ittifakının çarpık ortaklarından başkası değildir. HDP'ye 'Kürt siyasi hareketi' diyen ipsizler sahadadır. Türkiye'yi yabancılara ihbar eden, yabancı sefirlerle masalar kurup gelecek hayallerine dalan zilletin ana aktörleridir. İşte PKK'lı Demirtaş ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği kararı gördünüz, duydunuz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi skandal bir karara imza atmıştır. Terörü öven, terör saldırılarını provoke eden tescilli bir bölücünün siyasi nedenlerle cezaevine sokulduğu iddia edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 20 Kasım'da ülkemize PKK'lı Demirtaş'ı 'derhal serbest bırakın' çağrısı yapmış, üstelik utanmadan tazminata mahkum etmiştir. Elinde 53 insanın kanı bulunan Demirtaş'ı adeta mağdur ve hakkı yenmiş birisi gibi göstermek ayıptır, ahlaksızlıktır, hukuksuzluktur, Türk milletine hakarettir."

AİHM'in Türk adaletini hiçe saydığını ifade eden Bahçeli, Türkiye'nin yabancı başkentlerden değil, Ankara'dan yönetildiğini belirtti. Bir mahkeme kararının önce vicdanlara uygun olması gerektiğini vurgulayan Bahçeli, İspanya'da bölücü ve teröre bulaşmış bir partinin kapatılmasını onaylayan, konu Türkiye olunca bölücü ve teröristleri aklamaya kalkışan AİHM'nin ihanet mahkemesi olmaktan başka bir işe yaramadığını dile getirdi.

"31 Mart'a ne kazanıp ne kaybederiz gözüyle bakmıyoruz"
"Gezi olaylarını övüp yerli Sorosların arkasında duranların, FETÖ'yü masum görüp FETÖ'cülere sığınma hakkı tanıyanların, 15 Temmuz darbe teşebbüsüne hala inanmayanların, Türkiye'nin baskı ve dayatmalarla geri adım atmasını bekleyenlerin, PKK'yı yıllarca destekleyip Türkiye'ye saldırtanların hukuku da batsın, kararı da batsın, demokrasisi de batsın, özgürlük ve insan hakları anlayışları da yerin dibine geçsin." diyen Bahçeli, MHP'nin Türkiye'nin içine düşürülmeye çalışıldığı çıkmazı gördüğünün altını çizdi.

Önlem alınmazsa, milli fedakarlık yapılmazsa 31 Mart'ta Türkiye'yi siyasi kara kış beklediğine işaret eden Bahçeli, şöyle konuştu:

"Biz 31 Mart'a 'Ne kazanıp, ne kaybederiz?' gözüyle bakmıyoruz. Biz 31 Mart'a 'Şu kadar belediye benim olsun, bu kadar Adalet ve Kalkınma Partisi'nde bulunsun.' diye de yaklaşmıyoruz. 31 Mart'ı Türkiye'nin beka mücadelesi açısından dönüm noktası olarak değerlendiriyoruz. Ülke gitmişken, çarşı karışmışken, yeni hükümet sistemine hain bir sefer düzenlenirken belediyelerin hepsini biz alsak ne olacak almasak ne çıkacak? Yarın olacakların, geçmişte olanlar ile ilişkisini kavramış bir gönül ve görüş derinliğine ulaşmak zorundayız. Dün söyledik haklı çıktık, bugün yine söylüyoruz, eğer önlem alınmazsa gene haklı çıkacağız. Cumhur İttifakı'nda bir ara sorun çıkaran gelgitleri kenara bıraktık. Yanlış anlamaları, maksadını aşan söz ve değerlendirmeleri milli beka için yok saydık."

İstanbul, Ankara ve İzmir'de büyükşehir belediye başkan adayı göstermeyeceklerini yineleyen Bahçeli, bu illerde AK Parti'nin istediği adayı çıkarabileceğini söyledi. MHP olarak müsterih bir vicdanla ve ön şartsız adayı destekleyeceklerini belirten Bahçeli, "Zillet ittifakı bu büyükşehirler dışında ortak aday çıkardığı her yerde de Cumhur İttifakı'nın gereği her neyse onu yapacağız, onun yanında olacağız. Milliyetçi Hareket Partisi milleti için vardır. Milliyetçi Hareket Partisi geleceğin güçlü Türkiye'si için üzerine düşeni yapacaktır. Biz kiracı değiliz, yolcu değiliz, konargöçer değiliz, gelip geçici değiliz, devlet de bizimdir millet de biziz, vatan da bizimdir, bayrak da bizim. Böyle diyor ve inanıyorsak üstlendiğimiz milli görev ve fedakarlığı yapmak bizim için şereflerin şerefi olacak, Türk milleti bu kutlu ve haklı davayı sonsuza kadar hayırla yad edecek, tarih hayranlıkla anacaktır." ifadesini kullandı.

"24 Haziran'ın gerisine düşmeyelim"
31 Mart seçimlerinde partililerinden çok çalışmalarını isteyen Bahçeli, 24 Haziran'ın gerisine düşülmemesi için gereken çabanın gösterilmesi gerektiğini bildirdi. Adaylığını açıkladıkları kişilerin şevkle ve inanmışlıkla sahada olacaklarını vurgulayan Bahçeli, henüz adayı belli olmayan belde, ilçe, il ve büyükşehirlerle ilgili de çalışmaların sürdüğünü anlattı.

Partililerine sonuna kadar güvendiğini vurgulayan Bahçeli, şunları kaydetti:

"Bugüne kadar yerel yönetimlerde partimizin marka olmasına, imrenilecek seviyelere gelmesinde, vatandaşlarımızın takdirini kazanmasında büyük emekleriniz ve hizmetleriniz geçti. Üretken belediyeciliğin hakkını layıkıyla verdiniz. Hepinizi tebrik ediyorum. Aynı heves, aynı heyecan, aynı azim, aynı kararlılıkla yolunuza devam ediniz. Yozlaştırıcı, yıpratıcı telkin ve tesirlere karşı, fikir istikrarını, hayat biçimini ve çalışma çizgisini ısrarla sürdürebilecek yalın, ilkeli ve düzgün bir özel hayata sahip olmaya dikkat ediniz. Günlük hayatın ve dış tesirlerin yıkıcı etkisini süzecek ve ülküdaşlarımızın etkilenmelerini önleyecek koruyuculuğa sahip olunuz."

"Siyasi tarihimizin akışına yön verecek kararlar alındı"
İki gün boyunca devam eden toplantıların son derece verimli, doyurucu ve ufuk açıcı geçtiğini söyleyen Bahçeli, "Toplantımızda siyasi tarihimizin akışına yön verecek kararlar alınmıştır." diye konuştu.

MHP'yi mazlumların tercümanı, gariplerin kalp atışı olarak nitelendiren Bahçeli, MHP'nin Türkiye'nin son kalesi, son direniş hattı olduğunu söyledi. MHP'nin gelecek yıl 8-9 Şubat'ta 50'nci yılını gururla kutlayacağını belirten Bahçeli, "Adana'da başlayan muazzam hareket, muhteşem diriliş hamlesi önümüzdeki yıl Allah'a şükürler olsun ki yarım asrı geride bırakmış olacaktır. Dile kolay tam yarım asırdır millet hizmetindeyiz. Tam yarım asırdır ülkü ve ülke mücadelesi veriyoruz. Kurucu Genel Başkanımız ve Başbuğumuz Türkeş Bey'in açtığı yolda, belirlediği ilkeler doğrultusunda, gösterdiği istikamet boyunca yılmadan, yıkılmadan yürüyüş halindeyiz." dedi.

Arkalarına bakmadan, tuzaklara takılmadan, oyunlara aldanmadan Türk milletini yüceltmek, hak ettiği yükseklere taşımak için çalıştıklarını anlatan Bahçeli, hak, hakikat ve Allah yolunda ilerlediklerini kaydetti. Yükleri ağır olsa da kaldıracak iradeye sahip olduklarını dile getiren Bahçeli, heyecanlarının sıcaklığının ise buz dağlarını eritecek kadar yoğun olduğunu ifade etti.

Yıllar içinde kurumuş toprağın suyla buluşması gibi milletle buluştuklarını, yatağına sığmayan taşan ırmaklar gibi Anadolu'nun her yerine ulaştıklarını belirten Bahçeli, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Kimi zaman unutulduk, kimi zaman unuttu sandılar. Yeri geldi can evimizden vurulduk, yeri geldi cana can kattık. Sabır, akıl, iman ve ülkücü şuurla nice zorluğa katlandık. Yine de pes etmedik, yine de umudumuzu kaybetmedik. Haklıydık, hakkımızın teslimini bekledik. Haysiyetliydik, bunun görülüp takdim ve tescilini arzu ettik. Karamsarlık bulutlarının, kötümserlik salgınının, kötülük akımının hakimiyetine direndik, hücumuna karşı dik durduk. 'Önce ülkem' dedik, 'önce millet' diye seslendik. 'Ne mutlu Türk'üm diyene' sözünden beslendik. 'Türküz' dedik, 'Türkçüyüz' dedik, elbette Turan'ın ülküsüyle bezendik. Kaynağını Türk-İslam ülküsünde bulmuş Türk milliyetçileri olarak Türk'e kefen biçecek kadar aklını oynatmış karanlık çevrelere gerekirse siyaseten, gerekirse can feda diyerek meydan okuduk."

"Terör saldırılarıyla susacağımızı sandılar, rezil rüsvaya döndüler"
Kozmopolit azgınlıklara, komünist akımlara, küreselci, bölücü ve sömürgeci alçaklara direne direne, şeytanları taşlaya taşlaya, yılanın deliğini yıka yıka bugünlere geldiklerini anlatan Bahçeli, "Terörizmle sineceğimizi, terör saldırılarıyla susacağımızı, iddia ve irademizin kırılacağını zannettiler. Ekonomik tetikçilerini kışkırttılar. FETÖ iblisini 15 Temmuz'da üzerimize saldılar. 251 insanımızın şehadetine neden oldular. İşgali denediler. İstilayı özendirdiler. Etnik ve mezhep kutuplaşmasını teşvik ettiler. Ancak ihmal ettikleri, görmezden geldikleri milli cesaretin, milli ruh ve azametin karşısında her seferinde mahv-ı perişan oldular, rezil rüsvaya döndüler." diye konuştu.

Bu topraklardan Türk milletinin mührünü sökmeye, Türklüğün izini silmeye hiç kimsenin, hiçbir zulmet odağının gücü yetmeyeceğini vurgulayan Bahçeli, bu milletin bileğini hiçbir vahşi emelin, vandal hedefin bükemeyeceğini kaydetti. Türk Milletinin hıyanet ve husumete karşı etten duvar öreceğini belirten Bahçeli, istiklalin Türk milletinin ezeli ve ebedi hakkı olduğunu söyledi. Bahçeli, aksini iddia edenlerin aslını da neslini de yok sayan haramzadeler olduğunu aktardı.

MHP Genel Başkanı Bahçeli, elleri nasırlı dedelerin, elleri kınalı anaların, duvağı yeni açılmış gelinlerin, kundağa düşen sabilerin, zikreden diliyle, şükreden kalbiyle, sabreden bedeniyle nefes alan tüm insanların umudu olmak için samimiyetle, safiyetle, şereflice çaba sarf ettiklerini, doğru olduklarını ve doğru hedeflere kilitlendiklerini bildirdi.

Üstlendikleri sorumluluğun büyük, kutlu ve bir o kadar ağır olduğuna işaret eden Bahçeli, dünyadaki gelişmeleri doğru ve Türkçe okuyabilen bir görüş derinliğine sahip olduklarının altını çizdi.

"Lider ülke ve süper güç Türkiye" hedefi
Cumhuriyetin 100'ncü yılı 2023 yılında "Lider ülke Türkiye"ye ulaşma inancı ile çalıştıklarını kaydeden Bahçeli, İstanbul'un fethinin 600'üncü yılı 2053 yılında da "Süper Güç Türkiye'ye" varmayı gaye edindiklerini bildirdi.

Bir amaca sahip olmadan, yalnızca yaşıyor olmaktan başka bir gaye taşımayan toplumların tarihin acımasız çarkında nasıl öğütüldüğünün geçmişte görüldüğünü ifade eden Bahçeli, şunları söyledi:

"Bizim gayemiz vardır, ülkümüz vardır, hiç kimse şüphe etmesin ki tertemizdir. Ülkücü, zamanı, yaşanan anın dar kalıpları içinde yorumlayamaz. Yaşanmış geçmişi yaşanacak geleceği inşa etmekte bir ibret ve övünç dönemi olarak görür. Ülkücünün gelecek vizyonu, Türk milletinin dünya üzerinde olmasını arzuladığı en üst mertebeyi hedef alan ve uzun vadeyi kapsayan ufuk ötesi bir arayışı olmalıdır. Ülkümüz, 'Büyük Türk milletini, Ona farklılık, anlam ve değer kazandıran; tarihin derinliklerinden terkip yaparak getirdiği, dil, gönül, ahlak, inanç, akıl ve vicdanda taşınan muhteşem değerler manzumesini, bir kutlu emanet olarak köklerinden kopartmadan, anlayıp, kavrayıp koruyup, geliştirerek, insanlık var oldukça sonsuza kadar yaşatmak; bu yüksek değerleri temsil etmesini hedeflediğimiz milli devletimizin, Türklük, İslamlık ve insanlığın barış, huzur, adalet ve esenliği için, yeryüzünün en güçlü devleti olmasına çalışmaktır."


23 Kasım 2018 Cuma

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'ndan çok sert 'Demirtaş' açıklaması

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Bakan'dan çok sert 'Demirtaş' açıklaması;
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, AİHM'in aldığı Demirtaş kararını değerlendirerek, "İnsan Hakları Mahkemesi bu verdiği kararla siyasi karar verdiğini kanıtlamıştır. Bu karar hukuki değildir, siyasidir. " dedi.




Katıldığı canlı yayında gündeme dair sorularını cevaplayan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu AİHM'in aldığı 'Demirtaş' kararını yorumladı. Bakan Çavuşoğlu şunları söyledi;

"Önce şunu söyleyeyim. 12 yıl yaklaşık Avrupa Konseyi’nde zaman geçirdim.

O dönemde de Avrupa Konseyi’nin tamamının reforma tabii tutulması önceliğimizdi. Ve İnsan Hakları Mahkemesi dahil tüm kurumların reforma tabii tutulması süreci, önemli katkılarım da oldu. İnsan Hakları Mahkemesi’nden 5 bin civarındaki dosyayı Türkiye’ye getirerek devlet vatandaş ile kucaklaşmış oldu.


BU SİYASİ BİR KARARDIR


Venedik Komisyonu ve İnsan Hakları Komiserliği, İşkenceyi Önleme Komitesi ve özellikle İnsan Hakları Mahkemesi siyaset yapılacak platformlar değildir. Venedik Komisyonu, benim de dostumdur; siyasallaştı.
İnsan Hakları Mahkemesi de bu verdiği kararla siyasi bir karar verdiğini kanıtlamıştır. Bu bir siyasi karardır.


İTİRAZ HAKKIMIZ VAR


Hem daha önceki kararlarınızda makul şüpheyle tutuklandığını söylüyorsunuz. Makul şüphe varsa, tutukluluğunun uzatılması, devam edilmesi, serbest bırakılması bizim kanunlarımız çerçevesinde olur.Buna itiraz hakkımız var, bir. 47 yargıcın katıldığı bir ortamda kararlar veriliyor.
Ama diğer taraftan “bu karar uygulanmadı, üyelik tehlikeye düşüyor.” Kim söylüyor bunu?


BU KARARLARI UYGULAMAYAN BAŞKA ÜLKELER DE VAR


Yunanistan kaç yıl oldu azınlıklarla ilgili kararları uygulamıyor? Türk isminin kullanılmasına izin verilmediği için İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı.Bu kararları uygulamayan başka ülkelerin olduğunu da vurgulamaya çalışıyorum. İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği bu kararı eleştirmek de bizim hakkımızdır." 


AİHM’in Demirtaş kararı Türkiye için bağlayıcı mı değil mi?


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasıyla ilgili kararını bazı hukukçular yerinde ve hukuki bir karar olarak değerlendirirken, diğerleri kararın siyasi olduğunu savunuyor.
AİHM verdiği kararda, kendi tarihinde bir ilke imza atarak tutuklanmış bir vekilin seçme ve seçilme hakkıyla ilgili bir değerlendirme yaparak, bu hakkın ihlal edildiğine karar verdi.

AİHM kararları ve karar süreçleri konusunda yetkin hukukçulardan Kerem Altıparmak Euronews Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede bu ilke dikkat çekiyor.
Altıparmak, “Vekilin seçime girememesi gibi konular AİHM’in önüne geliyordu ama seçilmiş bir kişinin seçilmiş kişi olarak görevini yapamıyor olması ilk defa mahkeme tarafından karara bağlandı. Bu noktada ilginç olarak halkın ifade özgürlüğünün de sınırlandığını söylemesi. Sadece vekilin parlamentoda faaliyette bulunamaması değil, halkın ifade özgürlüğünü etkileyen bir yönü olduğunu söylüyor” diyor.

Bunun yanında mahkemenin, Demirtaş’ın tutukluluğunun ardında “Gizli bir amaç” olduğunu belirttiğini söyleyen Altıparmak, bu yorumun da Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu sürede gerçekleşen referandum ve seçim olduğuna değiniyor.


Demirtaş hapisteyken bir referandum bir seçim yapıldı 


Bundan iki yıl önce tutuklanan Demirtaş’ın cezaevinde olduğu dönemde başkanlık sistemine geçiş anlamı taşıyan Anayasa referandumu ve kendisinin de aday olduğu cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı.
Altıparmak, Türkiye’nin altına imza attığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gereği ve Anayasa’daki düzenlemeler neticesinde kararın bağlayıcılığı konusunda bir tartışma olmadığını belirtiyor.

AİHM kararında, Demirtaş’ın tutuksuz yargılanması gerektiğini belirtiyor. Buna göre yerel mahkemenin Demirtaş hakkında tahliye kararı vermesi gerektiği düşünülüyor.
Demirtaş’ın avukatlarından olan Ramazan Demir de Twitter’da yaptığı paylaşımda, “AİHM kararı ile beraber Edirne Cezavine giriyoruz şimdi. Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde son ziyaretimiz olması dileğiyle” dedi.

Ancak kararın siyasi olduğu ve AİHM’in kararlarının bağlayıcılığının olmadığı yönünde yorumlar da var.
Bu tartışmayı başlatan da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “AİHM'in verdiği kararlar bizi bağlamaz” ifadeleri oldu.


“Tahliye kararı Türk mahkeme ve yargıçlarına bağlı”


Euronews Türkçe’nin sorularını yanıtlayan hukukçulardan Mehmet Sarı da Erdoğan’ın sözlerine katılıyor ve AİHM’in kararlarının bir kişinin tahliyesi söz konusu olduğunda belirleyici olmadığını savunuyor.

Kararda Demirtaş’ın makul şüphe şartı ile gözaltına alındığının kabul edilmesine rağmen mahkemelerin siyasi kararlar verdiğinin belirtilmesini eleştiren Sarı, “Bunu belirtmesine rağmen süreci bir hukuki tartışma değil de siyaset olarak belirtmesi AİHM açısından bir çelişki barındırıyor. Diğer taraftan kararın içeriğinde Demirtaş’ın fonksiyonunu görmezden gelmesi kabul edilebilir bir şey değil” diyor.
AİHM’in kararlarının bağlayıcılığı konusunda ise, son sözün Türkiye’deki mahkeme ve yargıçlarda olduğunu söyleyen Sarı, “Doğrudan tahliye, yargılama veya infaz hukukunu işletme hürriyeti Türk mahkemeleri ve yargısının yetkisindedir. Buna bir uluslararası sözleşmelerin etkisi devletin takdiriyle ilgilidir” diye ekliyor.

Hukukçu Yaman Akdeniz ise Anayasa’nın 90. maddesi gereği AİHM kararlarının uygulanmak zorunda olduğunu savunuyor ve tahkliye kararının Türk yargısı açısından bağlayıcı olduğunu belirtiyor.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül de karar sonrası yaptığı açıklamada, "Kararı bir görelim. Bu konuda yargılamayı yapan yargı mercii karar verecektir" ifadelerini kullandı.
Demirtaş’ın avukatları 2017 yılının Mart ayında bir dizi ihlal gerekçesiyle AİHM’e başvurmuş, AİHM yine avukatların talebi üzerine Temmuz 2017’de dosyayı acil koduyla işleme koymuştu.

AİHM'den skandal Selahattin Demirtaş kararı!


AİHM'den skandal Demirtaş kararı: "Demirtaş serbest yargılansın!" Son dakika bilgisine göre AİHM, Edirne tutuklu bulunan eski HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın serbest kalması gerektiğine hükmetti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Terörden yargılanan Selahattin Demirtaş için skandal bir karara imza attı. Mahkeme HDP'li Demirtaş için 'Serbest Yargılansın' kararı verdi.


GEREKÇE MAKUL SÜREYMİŞ!


Arupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kasım 2016 tarihinden beri tutuklu bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın dosyası hakkındaki başvuruyu karara bağladı. 
AİHM, Demirtaş'ın serbest bırakılması gerektiği kararını verdi.
AİHM kararına, Demirtaş'ın makul sürede yargılanmadığını sebep gösterdi.


18 Kasım 2018 Pazar

ABD önce terörü desteklemekten vazgeçmeli

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Tamer Ashraf
ABD’nin bu terörist başını iade etmemek için ileri sürdüğü gerekçelerin hiçbiri akla ve hukuka uygun değildir. ABD eğer Türkiye ile iyi geçinmek ve gerçek anlamda bir stratejik ortaklık kurmak istiyorsa, ivedilikle bu terör örgütün korumaktan ve kollamaktan vazgeçmelidir.

Kaşıkçı cinayetiyle ilgili hergün yeni bir gelişme yaşanıyor. Türkiye’ye gelen Suudi savcı, cinayeti işleyen ekibin içinde yer alan 5 kişi için idam istedi. Bu önemli bir gelişmedir, ancak olayın üzerindeki perdeyi tamamen kaldırmaya yetmiyor. Cesedin nerede olduğu hala belli değil. Türkiye artık uluslararası bir mesele hale gelen olayın, kararlılıkla üzerine gidiyor. Yargılanmanın Türkiye’de yapılmasını istiyor.

SUUD’DA PRENS ÇOK!


ABD’nin bu kararlılık karşısında Prens Selman’ı korumak ve Suudi Arabistan üzerindeki baskıyı azaltmak için Türkiye’ye FETÖ elebaşı üzerinden havuç uzattığı iddiaları konjonktüre uygun olsa da, akla uymuyor. ABD, Prens Selman’a özel bir önem veriyor, ileriye yönelik planlarını bu isim üzerinden yapıyor olabilir. Ancak, Selman için risk alacağı kanaatinde değilim. Zira, Suudi Arabistan’da bir tane Prens yok. Sayısını bilmediğimiz kadar isim var ve her biri sıranın kendisine gelmesi için her şeye razı durumda. Bu şartlarda Fetullah Gülen’i havuç olarak uzatmanın çok daha başka ve önemli sebepleri olmalıdır.

CİDDİ MESELELERİMİZ VAR


Türkiye’nin ABD’den hayati önemde beklenti ve talepleri var. FETÖ elebaşının iade edilmesi bunlardan bir tanesidir ve son derece haklı ve hukuki sebeplere dayalıdır. ABD’nin bu terörist başını iade etmemek için ileri sürdüğü gerekçelerin hiçbiri akla ve hukuka uygun değildir. Bir ajan papaz için dünyayı ayağa kaldırdılar, ama bütün dünya televizyonlarının canlı yayınladığı bir darbe girişimi ile Türkiye’nin doğrudan varlığına ve birliğine kast eden bir terör örgütünün başı için sudan bahane üretiyorlar. Bu iki yüzlülüğü anlamamız ve kabul etmemiz imkansızdır. ABD ile çözülmesi gereken başka meselelerimiz de var. Hakan Atilla orada hala haksız ve hukuksuz bir şekilde tutukludur. Aynı şekilde Halkbank kararı tamamen kasıtlıdır. Daha önce yapılmış protokole rağmen F-35 savaş uçaklarının teslimi konusunda büyük zorluk çıkarılmaktadır.Menbiç’deki PYD’li teröristlerin temizlenmesi için verilen sözler hala tutulmamıştır.

TÜRKİYE İÇİN AĞIR TEHDİT


ABD ile aramızdaki sorunları alt alta sıralayacak olsak, en başa PKK uzantısı PYD’ye yapılan desteğin sona erdirilmesi, verilen silahların geri alınması yazılır.
ABD’nin terör örgütü PYD’yi kendi elleriyle beslediği, donattığı, eğittiği artık bütün dünyanın bildiği açık bir gerçektir. PYD terör örgütüne Suriye’nin kuzeyinde bir devletçik kurduracak kadar imkan verdiler. Bu durum Türkiye için ağır bir tehdittir. O terör örgütü sınırlarımızda oldukça bize huzur yoktur. Ne görmezden gelebiliriz, ne böyle bir yapının oluşmasına izin verebiliriz. Dolayısı ile ABD eğer Türkiye ile iyi geçinmek ve gerçek anlamda bir stratejik ortaklık kurmak istiyorsa, ivedilikle bu terör örgütün korumaktan ve kollamaktan vazgeçmelidir. Bizim ABD’den öncelikli ve hiçbir şartta vazgeçemeyeceğimiz talebimiz budur. Çeşitli uyarılar yapılmış, defalarca teklif götürülmüştür.

ALTIN KASEDE ZEHİR


ABD’den bu kanlı örgütle yaptığı işbirliğini sonlandıracak ne bir işaret, ne bir söz vardır. Tam tersine PKK ile PYD’nin aynı şey olmadığını söyleyerek, PKK’lı terör başları için sözde ödüller koyarak aklımızla alay ediyor, bu kanlı yapıyı bize hazmettirmeye çabalıyorlar. Şu tesadüfe bakınız ki, tam da bunlar yaşanırken, birileri yeni bir çözüm sürecinden bahsetmektedir. Yeri gelmişken, Sayın Bahçeli’nin bu konudaki uyarısını bir defa daha hatırlatmakta fayda görüyorum: “Türkiye’yi kurnazca ve kurulan tuzaklarla yeni bir çözüm sürecine çekme, yeni bir çözülme fırtınasına sokma arayış ve çabaları varsa, bilinmelidir ki, Türk milleti altın kase içinde servisi yapılan öldürücü zehri asla içmeyecek, bu oyuna kesinlikle gelmeyecektir. Terörle masa kurulmaz, teröristlerle müzakere yapılmaz, aman dileyerek, seri tavizler vererek akan kan durmaz, cinayetler son bulmaz. Geçmişte yaşananlar tecrübedir ve hamd olsun Türkiye badireli günleri atlatmıştır. Terörizmin bitişi konuşmayla olmaz, hainleri yok etmeden milli huzur ve sükûnet gerçekleşemez.”

ABD ATEŞLE OYNUYOR


ABD aklımızla daha fazla alay etmesin. Yapılacak olan bellidir. Türkiye kendi hukukunu da, varlığını ve güvenliğini de her şart altında korumak durumundadır. Kaşıkçı cinayeti Türkiye’de işlenmiştir ve dava da Türkiye’de görülmelidir. Terör başlarına ödül oyunları ile FETÖ tiyatroları ile bizi oyalayıp, sınırımızda bir terör devleti kurdurmaya uğraşılmaktadır. Yine sayın Bahçeli’nin dediği gibi, komşu ülkelerin sınır ve haritalarıyla oynamaya kalkışarak Türkiye’yi kafeslemek için zaman ve zemin yoklamak; bunu da kukla ve maşa örgütler IŞİD, PKK, YPG’yle yapmak vahşettir, kaostur, ateşle oynamaktır. Türkiye müttefiklik hukukuna her türlü olumsuzluğa ve aleyhe gelişmeye rağmen saygı duymuş, riayet göstermiştir. Aynı tutum ve tutarlılığı ABD’den beklemek en tabii hakkımızdır.

Bitip Tükenmediniz!


Ne bereketli toprakmış arkadaş…
Bitip tükenmek bilmiyorlar! İhanet memlekette kol geziyor… Kahpelik meslek olmuş gerine gerine dolaşıyor… Müfteri, sahtekâr, dolandırıcı üreyecek bataklığı bulmuş… Kalleşlik, nankörlük geçer akçe bu toprakta… Bin yıllık kardeşini düşman diye dikmişler karşına efeleniyor…

Ne bereketli toprakmış arkadaş…
Onca nadasa, kara, dona, çapaya, ilaçlamaya rağmen “ayrık otları” bitip tükenmek bilmiyorlar! Allah ile aldatıp “iman pazarlayan” kâfir sürüsü, seni beni cehennemle yargılıyor… Müslümanlık taslayıp ölülerimize küfreden ahlâksızlar, kul hakkından bahsediyor… Mürekkep yerine lağım akan kalemini cüzdanının emrine veren satılmışlar, adam beğenmiyor… Sırtında cüppesi, minberden belediye başkanlığı adaylığını açıklayacak kadar dünyevi zevke dalmış münafıklar adalet ahkâmı kesiyor… Tasması başkasının elinde bazı devşirmeler, milleti laik-dinci tahrikiyle bölmeye uğraşıyor… İlim adamı maskeli utanmazlar, yalan, iftira ve bilim dışı beyanlarıyla milletin beynini yıkamak için çabalıyor…

Ne bereketli toprakmış arkadaş…
İçeriden dışarıdan bitip tükenmediler! Kur’an’ın neresinde varsa, gözlerine kadar kara çarşafa bürüdükleri şarlatanları sokağa saldı, heykel parçalatıyor… Ar damarı çatlamış sözde profesör etiketli meczup Said-i Kürdî’ye övgü düzüp Mustafa Kemal’e çamur atıyor… Muhafazakâr etiketli kadınlar, edepsizce kocalarını bırakıp ona buna eş olmaya hazır olduklarını beyan ediyor… Mübarek dini şeyhine indirgemiş zavallı sürüleri, Allah’ı görecek, Hz. Ali ve Fatıma’yı misafir edecek kadar akıl ve imandan uzak… Mektep bitirememiş sahte tarihçiler, milletin, devletin, millî değerlerin temellerini oyuyor… Türk’ü, Türk milletini, Türkçeyi ikinci plana atmış, Arap sevicisi Osmanlıcılar, özgürce yaşadıkları cumhuriyete iftira yağdırmakta sakınca görmüyor… İnsan hakları, adalet, eşitlik naraları atıp kundaktaki bebelerin hakkını gasp eden siyaset erbabının liyakat ve sadakati kalmamış…

Uyan ey Türk milleti…
Haini, kalleşi, kahpesi bitmeyen bu topraklar senin… Bu bataklığı kurutmak zorundayız… Vicdanın, merhametin, şefkatin, adaletin, hak ve hukukun bu topraklardaki tecellisi biraz daha gecikirse… Dağda donan Mehmetçik haberinin, şarkıcı bilmem kimin dayak yemesinin önüne geçmesi biraz daha gecikirse… Hainle vatanseveri, zalimle mazlumu, şirretle iffetliyi, safsatayla bilimi aynı kefelere koymaktan vazgeçilmesi biraz daha gecikirse… Mensubu olduğun Türklüğün soyu sopu, tarihi ve kültürü, bu topraklardaki kökleri deşifre edilmesi biraz daha gecikirse… Ona buna yaranmak için vazgeçtiğin bu mübarek toprağa vurulmuş Türk mührünü göstermesi biraz daha gecikirse… Demokrasi kılıflı yıkıcıların, özgürlük teranecisi emperyalist iş birlikçilerinin, milleti lime lime doğrayan din simsarlarının işgal ettiği bu bataklığın kurutulması biraz daha gecikirse… İnan düşmanın topla tüfekle yapamadığını yapacaklar… Ne dilin, ne dinin, ne ezanın, ne vatanın, ne bayrağın, ne işin bu bereketli topraklarda olmayacak!

Tehdit büyük, tehlike yakında, durum vahimdir!
Onlar asla bitip tükenmeyecekler… Bir gün ASALA, bir gün DHKP-C, bir gün Ermeni meselesi, bir gün PKK/PYD, bir gün IŞİD, bir gün FETÖ olarak mutlaka göreceksin… İçerideki uzantıları kâh gazeteci, kâh siyasetçi, kâh şeyh, kâh hoca, kâh profesör, kâh iş adamı kılığında… Varsın bitip tükenmesinler… Yılma, yıkılma, vazgeçme, uyan, diri ol, iri ol… Evlatlarına, bayrağına, imanına, Türklüğüne güven… Bunlar mutlaka geldikleri gibi gideceklerdir!


google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html