BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

30 Mayıs 2019 Perşembe

'Yüzyılın Anlaşması': Ekonomik yardım siyasi hedefleri gizliyor

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Tamer Ashraf

"Yüzyılın Anlaşması" olarak adlandırılan barış planının ekonomik boyutu ABD'li yetkililerin en fazla açıklığa kavuşturduğu kısım. Ancak Arap ülkelerinin dikkat kesildiği siyasi boyut hala belirsiz.

Trump yönetiminin, İsrail-Filistin meselesinin çözümüne yönelik "Yüzyılın Anlaşması" olarak adlandırılan barış planının ekonomik boyutu ABD'li yetkililerin en fazla açıklığa kavuşturduğu kısım. Ancak Arap ülkelerinin dikkat kesildiği siyasi boyut hala müphemliğini koruyor.
ABD Başkanı Donald Trump'ın damadı ve kıdemli başdanışmanı Jared Kushner, şubat ayında gerçekleştirdiği bölge turunda ziyaret ettiği ülkelerin liderlerine (Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Bahreyn, Katar, Suudi Arabistan, Türkiye) planın ekonomik boyutuyla ilgili bilgi vermiş, Kudüs'ün nihai statüsü, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulup kurulmayacağı gibi temel anlaşmazlık konularına ise hiç değinilmemişti.
Arap ülkeleri, Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz Al Suud'un 2002 yılında Beyrut zirvesinde gündeme getirdiği Arap Barış Planı'yla uyumlu şekilde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulması için çağrılar yapıyor.

Bağımsız devlete sözde alternatif

"Yüzyılın Anlaşması" planının ilk uygulama adımı olarak Bahreyn'in başkenti Manama'da 25-26 Haziran'da "Refah için Barış" adlı bir ekonomi çalıştayı düzenlenmesi öngörülüyor. Söz konusu toplantıya uluslararası ve bölgesel iş çevrelerinden katılım gösterilmesi, Arap ülkelerinden iş adamı ve yatırımcılar ile bazı ülkelerin dışişleri ve ekonomi bakanlarının iştirak etmesi bekleniyor. Bölgedeki yatırım fırsatlarının ele alınacağı toplantıda potansiyel ekonomik büyüme, beşeri sermaye gelişimi, Filistin başta olmak üzere bölgede teşvik edici bir yatırım ortamı oluşturulması konuları değerlendirilecek.
Filistin topraklarında yatırımı teşvik etmek, daha fazla ekonomik yatırım için bölgesel ve uluslararası destek toplamak, çalıştayın hedefleri arasında. ABD, Filistinlilerin, kendilerini zor sosyal ve ekonomik şartlardan kurtaracak bu yatırım ve teşviklerden memnun olacağını düşünüyor. Washington yönetimi, bu yatırım ve teşviklerin ayrıca, Filistinlilerin İsraillilerle kalıcı barış müzakereleri için şart koştukları bağımsız devlete "sözde" alternatif olacağına inanıyor.
Planın açıklanan ekonomik boyutu, Filistinlilerin ekonomisini güçlendirmeyi ve onlara daha iyi bir gelecek temin etmeyi içeriyor. "Açıklanmayan" siyasi boyutunda ise ABD yönetimi, dönüş hakkı, yerleşim birimleri, Kudüs'ün nihai statüsü gibi önemli temel meselelerin karara bağlanmasını ya da halihazırda tartışılmasını ertelemeyi tercih ediyor.
Bahreyn, ABD ortaklığında çalıştaya ev sahipliği yaparak Filistin'in çıkarlarını koruma sorumluluğunu ifa ettiğini düşünüyor. Bahreyn, "Refah için Barış" adlı çalıştaya, Filistin halkının meşru taleplerini gerçekleştirmek için kaynaklarını güçlendirmesini ve kalkınmasını sağlamak adına sarf edilen çabalara destek kapsamında ev sahipliği yapıyor.
Bahreyn resmi ajansına göre, bu ekonomi çalıştayı, bölgede barışın tesis edilmesine olanak sağlamak için yatırımları ve girişimleri teşvik etmek amacıyla görüş alışverişi ve strateji belirlemede sivil toplum kuruluşları, iş dünyası ve hükümet liderlerinin toplanmasını sağlayan önemli bir fırsat teşkil ediyor.
Bahreyn, Dışişleri Bakanı Halid bin Ahmed'in 21 Mayıs'taki açıklamasına göre, Filistin halkının başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet kurmak başta olmak üzere meşru haklarını geri almasına ve ekonomik durumuna destek olma konusundaki sabit tutumuna bağlı kalıyor.
İsrail medyası, İsrail Maliye Bakanı Moşe Kahlon'un da çalıştaya katılacağına dair haberler naklederken, birçok Arap ülkesi bu konudaki resmi tutumunu açıklamadı.
Suudi Arabistan, Bahreyn'de ABD ile iş birliği içinde düzenlenecek "Refah için Barış" çalıştayına katılacağını duyurdu. Suudi Arabistan resmi ajansı SPA'ya göre Suudi Arabistan, çalıştaya Ekonomi ve Planlama Bakanı Muhammed et-Tuveyciri'nin başkanlığındaki bir heyetle katılacak. Bakanın katılımının, Suudi Arabistan'ın Filistin halkına daimi destek tavrının bir devamı olduğu ifade edildi.
BAE de resmi olarak çalıştayın duyurulmasından memnuniyet duyduğunu ve bir heyetle toplantıya katılacağını açıkladı.
BAE Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, "BAE'nin bölgeyi kalkındırmayı ve ekonomik büyüme fırsatlarını artırmayı amaçlayan tüm uluslararası çabaların yanında" olduğu belirtilerek, başta Filistin halkı olmak üzere bölge halkının karşılaştığı zorlukların hafifletilmesi gerektiği aktarıldı. BAE, siyasi tutumunun, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletinin kurulmasının net siyasi tutumu olduğunu vurguluyor.

"Siyasi irade satın alınıyor" suçlaması

Buna mukabil ABD'nin "Yüzyılın Anlaşması" planı kapsamında ilk organizasyon niteliğindeki bu çalıştay, Filistin tarafında tepkilerle karşılandı. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nden (FKÖ) siyasi ve ulusal hareketler ile özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarına kadar tüm Filistinli taraflar, toplantıyı boykot edeceklerini açıkladı.
Filistinliler, Suudi Arabistan tarafından 2002 yılında sunulan, 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasını öngören Arap Barış Girişimi'ni destekliyor. Girişim, dönüş hakkına ulaşmadan Arap ülkelerinin İsrail ile herhangi bir ilişki kurmaması, İsrail'in Golan tepelerinden çekilmesi gibi bazı şartları içeriyor.
Filistin yönetimi, kendisi adına herhangi bir tarafı müzakere etmeye zorlamadığını ancak bununla birlikte Filistin halkına hizmet etmek isteyenlerin, "Manama çalıştayı gibi reddedilen konularda" ortak tutuma saygı göstermesi gerektiğini vurguluyor. Öte yandan İsrail işgali sonlanmadan, uluslararası hukuka ve BM kararlarına bağlı kalınmadan Filistin'in ekonomik imkanlara sahip olamayacağını teyit ediyor.
ABD Başkanı Donald Trump'ın, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasından bu yana Filistinliler, Washington yönetiminin, bağımsız Filistin devleti taleplerinin bir kenara bırakılmasına karşılık büyük yatırımlar teklif ettiği ve siyasi tutumları satın almaya çalıştığı konusunda uyarıda bulunuyor.
Manama çalıştayı, ABD barış planının ilk aşaması ise Filistin tarafından yönetim, siyasi ve ekonomi alanında herhangi bir katılımın olmaması bunun gibi bir organizasyonun, Filistin halkının bağımsız devletinin kurulması kapsamında meşru haklarını alamayacağı, adil barışın sağlanması yolunda bir adım olmadığını gösteriyor.

İsrail’de seçimlerin yenilenmesi neye işaret ediyor?

İsrail’de seçimlerin yenilenmesi neye işaret ediyor?

Geçen sene savunma bakanlığından istifa ederek erken seçimin yolunu açan Liberman, 9 Nisan sonrasında da koalisyon şartı olarak Netanyahu’nun önüne siyaseten kabul edemeyeceği maddeler koymuştu.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu 9 Nisan’a giden süreçteki seçim kampanyasını neredeyse tamamen sol karşıtı bir söylem üzerine inşa etti. Her fırsatta kendi tabanına, sol gelirse İsrail’in ne hallere düşeceğini, İran’ın İsrail’in başına olmadık çoraplar öreceğini anlattı. Ülkesine sürekli olarak Hizbullah’la ve İran’la savaş olasılığını hatırlattı. Bu süreçte diğer sağ partiler Netanyahu için muhtemel koalisyon ortaklarından öteye geçemeyecek kadar küçüklerdi. Dolayısıyla bir kez sağ partiler Knesset’te çoğunluğu ele geçirirse Netanyahu İsrail’in doğal lideri olarak ortaya çıkacaktı. Ancak işler Netanyahu’nun beklediği gibi gitmedi. Zira her ne kadar 9 Nisan’da sağ partiler bir sandalye farkla Benny Gantz’ın başını çektiği Mavi-Beyaz ittifakına karşı siyasi bir zafer kazanmış olsalar da, bu defa sağdaki liderlerden biri (Netanyahu’nun eski savunma bakanı Avigdor Liberman) Netanyahu’nun çantasında keklik olmayı reddedecekti. Dahası Liberman bunun sinyallerini Kasım 2018’den beri veriyordu.
Bunlardan en büyüğü Ultra-Ortodoks Yahudilerin askerlik yapma zorunluluğuna dair bir yasaydı. Devletin kurulduğu dönemden bu yana Ultra-Ortodoks Yahudilerin askerlik yapmaması ve kendilerine tanınan vergi muafiyetleri, İsrailli seküler kesimlerin gündeminde daha yoğun olarak yer almaya başladı.
Netanyahu Paris’te Vladimir Putin’le zar zor ayarlayabildiği görüşmeyi yaparken Liberman Gazze’ye İsrailli bir tim göndererek üst düzey bir Hamas komutanına suikast düzenleyecek, operasyon sarpa saracak, İsrailli bir asker öldürülecek ve Liberman da operasyonun başarısızlığı üzerinden Netanyahu karşıtı bir propaganda körükleyecekti. Netanyahu olayın üzerinden uzun zaman geçmeden apar topar İsrail’e döndü ve vakit kaybetmeden Hamas’la ateşkesi sağladı. Her ne kadar Gazze saldırıları Netanyahu için işe yarayan bir araç olsa da, kendi çıkarmadığı bir savaşın Liberman tarafından götürülmek istendiği yer belliydi. Bazı analistler bu olayı Liberman’ın Netanyahu’ya bir darbesi olarak yorumladı. Nihayetinde Netanyahu’nun Hamas’la ateşkes kararı almasının ardından, Liberman kabinedeki savunma bakanlığı koltuğundan istifa ederek erken seçimin yolunu açmış oldu. Dolayısıyla mevcut durumu anlamak için Avigdor Liberman’ın Binyamin Netanyahu’yu uzunca bir süredir hedef aldığını göz önünde bulundurmak gerekiyor. O günlerde erken seçimin yolunu açan Liberman, 9 Nisan sonrasında da koalisyon şartı olarak Netanyahu’nun önüne siyaseten kabul edemeyeceği bazı maddeler koydu. Bunlardan en büyüğü Ultra-Ortodoks Yahudilerin askerlik yapma zorunluluğuna dair bir yasaydı. Devletin kurulduğu dönemden bu yana Ultra-Ortodoks Yahudilerin askerlik yapmaması ve kendilerine tanınan vergi muafiyetleri, İsrailli seküler kesimlerin gündeminde daha yoğun olarak yer almaya başladı. Bunda, başlarda 400 civarında olan Haredi nüfusunun 2005’te 42 bine yaklaşmış olmasının da ciddi bir rolü vardı. Bu durum İsrail’deki milliyetçi-seküler çizgi için ciddi bir siyasi sermaye anlamına gelmekteydi.
Eğer ikinci seçimde de manzara çok değişmezse, Netanyahu sağ bir hükümet kurmak yerine, kendini başbakanlıkta tutacak bir koalisyon arayışına girebilir. 
2012’de bu durumu düzenleyen Tal yasasının İsrail Yüksek Mahkemesi tarafından iptal edilmesi ve Binyamin Netanyahu’nun da Ultra-Ortodoksları kendinden uzaklaştıracak bir yasayı çok da gündeme getirmemesi seküler İsrailliler için bir probleme dönüştü. Avigdor Liberman gibi seküler-milliyetçi Rus Yahudilerinin desteğiyle ayakta duran bir siyasetçi için bu mesele göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir siyasi sermayeye dönüşecekti. Bugün gelinen noktadan bakıldığında, Liberman’ın 9 Nisan seçimlerinden sonra bu meseleyi bir araç olarak kullanmak istediği oldukça açık. Bu mesele üzerinden Netanyahu’yla Ultra-Ortodoks partilerin arasını açarak hem dört dönemdir başbakanlık yapan Netanyahu’yu yalnızlaştıracak hem de kendi siyasi payını artıracak hamleler yapıyor. Liberman Netanyahu’nun kurduğu koalisyon sistemini sarsmaksızın Netanyahu’dan bir şey alamayacağının son derece farkında.
Kasım 2018’de kaleme alınan bir yazıda da geçtiği şekliyle, [1] İsrail’de kurulamayan koalisyon için Gazze Mayıs’ın başında ciddi bir bedel ödedi. Her ne kadar Netanyahu Gazze’ye saldırılar ve Gazze’den de İsrail’e atılan roketler üzerinden ciddi bir güvenlik atmosferi oluşturup koalisyon pazarlıkları sırasında sağ partiler üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmak istese de bu pek işe yaramadı. Diğer yandan Amerika’nın İran’la savaşın eşiğine gelmesi bile bir şey değiştirmedi. Bu da aslında Netanyahu’nun sıcak çatışma üzerinden oluşturduğu olağanüstü halin seçmen üzerinde işe yararken muhtemel koalisyon ortağı siyasi elitler üzerinde pek bir etkisi olmadığının kanıtı. Diğer yandan Netanyahu’nun güvenlik kartının da sınırlarını gözler önüne seriyor.
Gelinen yer itibariyle İsrail sağının bölünmeleri her zamankinden daha derin ve önümüzdeki süreçte daha da derinleşecekmiş gibi bir izlenim veriyor. En başından, seçimin maliyeti ciddi bir tartışma konusuna dönüştü. İsrail Maliye Bakanlığı yeni seçimin maliyeti olan yaklaşık 500 milyon şekel için yaptığı açıklamada, bütçede böyle bir miktarın yer almadığını belirtti. Bu da sağdaki liderlerin hanesine düşülecek notlardan biri. Diğer yandan toplumda, sağdaki liderlerin tavizsiz tutumları fazla rahatlık olarak görülüyor. Dolayısıyla Mavi-Beyaz Bloku’nun ve sol partilerin bu seçimde bir sandalyelik farkı kapatma şansları daha yüksek olabilir. Bu da solun kendi tabanını mobilize edebilmesine bağlı. 9 Nisan’daki seçimlerde sandıklara gitmeyen Arap seçmeni oy kullanmaya ikna etmekle işe başlayabilirler. 1977 seçimlerinden bu yana İsrail solunun bu kadar avantajlı olduğu bir süreç belki de hiç olmamıştır. Bu başarısızlık sürecinden en büyük motivasyonu kazanacak diğer iki siyasetçi ise Aralık 2018’de bir araya gelip Yeni Sağ Partisi’ni kuran Naftali Bennett ve Ayelet Şaked. Her ikisi de sağda yer alıp barajı geçemeyen adaylar. Her ne kadar Şaked’in artık Yeni Sağ’da yer almayacağı açıklansa da İsrail’in sağ seçmeni bu iki siyasetçiyi destekleyebilir. Ancak bu iki figürden herhangi birinin yükselişi bile Netanyahu’yu geride bırakacak sağcı bir siyasetin kapısını aralar.
Şu an için ihtimalleri bir kenara bırakıp en gerçekçi görünen senaryoyu düşünecek olursak, Binyamin Netanyahu’nun çok bir şey kaybetmeyeceğini söyleyebiliriz. Her ne kadar şu anda sağcı siyasetçilerin ciddi bir kısmı Avigdor Liberman’ı katı tutumuyla koalisyonu engellemekle suçlasa da, seçmenlerinin pozisyonundan taviz vermediği için o da oy tabanını koruyacaktır. Diğer yandan dindar partilerin oy oranlarında da büyük bir değişim olmaması muhtemel. Eylül ayına kadarki süreçte, sağcı partilerin birbirlerini suçlayarak tabanlarını konsolide etmeye çalışmaları, seçim kampanyalarının temelini oluşturabilir. Netanyahu’nun Liberman’ı solcu olarak yaftalaması ve Ultra-Ortodoks isimlerin Netanyahu’yu sonucu bile bile Liberman’ın peşinden koşmakla suçlaması da bu durumun habercisi. Diğer yandan seküler milliyetçilerin Ultra-Ortodoksları kendi imtiyazlarının peşinden koşmakla itham etmesi de İsrail toplumunda dindar ve seküler kesimler arasındaki fay hattının derinleşeceğinin bir göstergesi. Kısa vadede Knesset içi dengelerde büyük değişiklikler göremesek de orta-uzun vadede İsrail sağındaki iç gerilim artacağa benziyor.
Peki, Knesset içi dağılım değişmezse ne olur? Bu durum Likud’un birkaç gün önce kendi içinde pragmatik bir yaklaşımla kabul ettiği, merkez sağdan bir partinin koalisyona dahil edilmesi senaryosunu akıllara getiriyor. Zira Netanyahu’nun partisi, İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in koalisyon kurma görevini Benny Gantz’a verme ihtimaline karşılık, merkezde yer alan bir partiyi koalisyona dahil ederek Avigdor Liberman’ı “bypass” etmeyi göze almıştı. Eğer ikinci seçimde de manzara çok değişmezse, Netanyahu sağ bir hükümet kurmak yerine, kendini başbakanlıkta tutacak bir koalisyon arayışına girebilir. Tabii eğer o güne kadar yargılanma sürecinde bir değişiklik olmazsa. Zira 9 Nisan sonrasındaki koalisyon görüşmelerinin sihirli kelimelerinden biri de dokunulmazlık yasasıydı. Fakat Netanyahu şu ana dek böyle bir yasa çıkarmak konusunda başarılı olamadı. Dolayısıyla bu sürecin Netanyahu’nun sonunu getirme ihtimali de var ve bu durum bütün manzarayı değiştirebilir. İsrailli yorumcular Netanyahu’nun halihazırda tüm politik kariyerinin en büyük yenilgisini aldığı yorumunu yapıyor.
Koalisyon kurulamamasının yol açtığı tek yenilgi Netanyahu’nun politik kariyerinde olmadı. ABD Başkanı Donald Trump’ın Ramazan’dan sonra açıklamaya hazırlandığı ve basına sızdırıldığı kadarıyla bir barış vizyonu içermeyen “yüzyılın anlaşması” açısından da durum pek iç açıcı değil. Zira bütün bir anlaşma Binyamin Netanyahu’nun başbakanlığı üzerine inşa edilmiş durumda. Anlaşmayla ilgili görüşmeler için bugün İsrail’e giden Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’in bir başbakan yerine koltuğu sallanan bir siyasetçiyle konuşacak olması, anlaşmanın belirsiz geleceğine dair çok şey söylüyor. Bu belirsizlik sadece ABD-İsrail eksenini etkilemekle kalmaz; ABD üzerinden İsrail’in ilişkilerini ilerlettiği Körfez ülkelerinin de kendi pozisyonlarını yeniden düşünmelerine neden olabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Yargı Reformu Stratejisi Belgesini açıkladı

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde Yargı Reformu Stratejisi Programı'nda konuştu.


Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde Yargı Reformu Stratejisi Programı'nda konuştu.
Erdoğan, konuşmasına, toplantının ülkeye, millete, adalet teşkilatına ve yargının tüm taraflarına hayırlı olması temennisiyle başladı. 
Uzun ve emek isteyen bir hazırlık döneminin ardından strateji belgesini kamuoyunun huzuruna getiren Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve ekibi ile hazırlık sürecinde strateji belgesine katkı sağlayan herkese teşekkürlerini ileten Erdoğan, "Adalet mülkün temelidir' diyerek, devleti adalet üzerinde inşa eden ve yaşatan bir medeniyetin temsilcileri olarak, bu mesele bizim önceliklerimiz arasında hep ilk sıralarda yer almıştır. Milletimiz 2002 yılında ülkeyi yönetme sorumluluğunu bize tevdi ettiğinde Türkiye'yi eğitim, sağlık, adalet, emniyet üzerinde yükselteceğimizin sözünü vermiştik." diye konuştu. 
Geçen 17 yılda en büyük yatırımları ve en büyük reformları yine bu alanlarda yaptıklarını vurgulayan Erdoğan, "Hayatın bizatihi kendisinin kesintisiz bir değişim süreci olduğu gerçeği bize bu alanlardaki reformları da sürekli devam ettirmemiz gerektiğine işaret ediyor. Bu sebeple şimdi milletimizle paylaşacağımız Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni aynı zamanda sonraki reform hazırlıklarının da başlangıcı olarak görebiliriz. " ifadesini kullandı.
Adalet Bakanı Gül'ün reform belgesinin hazırlık sürecine ilişkin bilgi verdiğini aktaran Erdoğan, "Reform belgesinde yer alan kimi uygulamaları, açıklamayı beklemeden hayata geçirmeye başladık. Türkiye Adalet Akademisi'nin kuruluşu, nöbetçi noterlik uygulaması, hakim ve savcıların uyacakları etik kuralların belirlemesi gibi hususlar bunlardan bir kısmıdır. Reform belgesinde yer alan diğer başlıkların uygulamaya geçebilmesi sürecini de bizzat yakından takip edeceğiz." diye konuştu. 

"Güçlülerin de adaletli olduğu toplumlar hızla büyür, kalkınır, zenginleşir"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği sürecindeki en büyük kazanımlarından birinin reform çalışmalarını özellikle sistematik bir şekilde hazırlama, tartışma ve hayata geçirme kabiliyetini geliştirmiş olmasına işaret ederek, şöyle devam etti: 
"Bunun için birliğe tam üyeliğimiz haksız bir şekilde engellendiğinde reformlar konusundaki kararlılığımızı 'Kopenhag kriterlerinin adını Ankara kriterleri yapar yolumuza devam ederiz' diye ifade etmiştik. Çünkü biz bu reformlara Avrupa Birliği istediği, dayattığı, takip ettiği için değil, milletimizin ihtiyacı olduğu için sahip çıkıyor ve hayata geçiriyoruz. Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin hazırlığında da Avrupa Birliği kriterlerinin elbette gözetilmiş olmakla beraber asıl milletimizin demokrasi, insan hakları ve adalet talepleri göz önüne alınmıştır. Tarih bize gösteriyor ki adaletin güçlü, güçlülerin de adaletli olduğu toplumlar hızla büyür, kalkınır, zenginleşir. Buna karşı adalet temeli çürük olan hiçbir toplumun ve devletin uzun süre ayakta kalma şansı yoktur. Ecdadımız yüreğinin ve bileğinin gücüyle ele geçirdiği coğrafyaları adaleti sayesinde asırlar boyunca yönetmeyi başarabilmiştir."

"Adaletin küçüldüğü yerde zulüm büyüyor demektir"

Kanuni Sultan Süleyman'ın, "Kılıcın yapamadığını adalet yapar" sözünü hatırlatan Erdoğan, "Adaletin küçüldüğü yerde zulüm büyüyor demektir. Bunun için adaleti, insan haklarını, özgürlükleri geliştirmek için atılan her adım bizim için değerlidir, kıymetlidir, önemlidir. Yeni nesillere bırakacağımız en büyük miras da işte bu anlayış olacaktır." dedi.
Erdoğan, Aliya İzzetbegoviç'in "Biz savaşı öldüğümüzde değil, düşmanlarımıza benzediğimizde kaybederiz." sözünü asla unutmayacaklarını belirterek, "İster ekonomik zenginlik ister askeri güç ister toplumsal düzen olsun her alanda kendi medeniyetimizin kodlarına, özellikle adalet anlayışına göre hareket etmeyi bıraktığımız gün, kaybettiğimiz gün olacaktır. Bugün Türkiye, maruz kaldığı onca saldırıya, önüne konulan onca tuzağa rağmen dimdik ayakta ise bunu değerlerine, özellikle de ekonomik ve sosyal adaleti sağlama konusundaki hassasiyetine borçludur. Elbette eksikliklerimiz var, elbette bozulmalar yaşadığımız alanlar var, elbette sıkıntıya düştüğümüz konular var ama her şeye rağmen kendi medeniyetimize, kültürümüze, tarihimize olan bağlarımızı muhafaza ediyoruz." diye konuştu. 
"Yitik kaybedildiği yerde aranır." sözünü anımsatan Erdoğan, "Biz de kaybettiğimiz değerlerimizi yine kendi coğrafyamızda, kendi içimizde bulacağız." değerlendirmesini yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün tanıtım toplantısını yaptıkları reformların bu arayışta kendilerine ışık tutacağını ve yol göstereceğini ifade etti. 
Yargı Reformu Stratejisi Belgesi'nin eskiden beri devam eden reformların güncellenmesiyle ortaya çıktığını vurgulayan Erdoğan, şunları söyledi:
"Bu belge güven veren ve erişilebilir bir adalet vizyonuyla hazırlanmıştır. Amacımız tüm kurumlarımızın mülkiyet hakkına, salahiyet hürriyetine, hukuki güvenliğe, ifade özgürlüğüne ve özgürlükleri kısıtlayan diğer tüm uygulamalara karşı duyarlı olmalarını sağlamaktır. Özellikle mevzuattan kaynaklanan sıkıntıları ve uygulamadaki aksaklıkları süratle çözmekte kararlıyız. Bunun için her alanda ayrı ayrı çalışmalar yürütüyoruz. Yargı reformu belgesi, içerdiği birçok amaç ve hedefle hem vatandaşlarımızın sisteme duydukları güveni artıracak hem de daha öngörülebilir bir yatırım ortamının oluşmasına yardımcı olacaktır.
Bu reform belgesiyle, her ne kadar bize verilen sözler tutulmuyorsa da Avrupa Birliği tam üyelik sürecine bağlılığımızı da ifade etmiş oluyoruz. Her şeye rağmen 2005 yılından bu yana süren müzakere sürecinin bir an önce tamamlanmasının en az bizim kadar Avrupa içinde önem taşıdığına inanıyoruz. Bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz reformlar ve uyum çalışmaları daha özgürlükçü ve katılımcı demokrasiye ulaşma konusundaki irademizin eseridir. Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni de insan odaklı hizmet, hak ve özgürlüklerin daha etkin korunması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının geliştirilmesi, hukuki güvenliğin güçlendirilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması, makul sürede yargılanma hakkının gözetilmesi ve yargıya güvenin artırılması ilkeleri çerçevesinde hazırladık. Yargı reformu stratejisinde 2 temel perspektif, 9 amaç, 63 hedef ve 256 faaliyet bulunuyor. Her bir başlık uzun çalışmaların, emeklerin ve hazırlıkların ürünüdür." 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, belgenin tam metninin hem kitap olarak hem de internet mecrasında ilgilenenlerin erişimine açıldığını bildirdi.

"Belge iki temel anlayış, iki temel perspektif üzerine oturuyor"

Belgedeki perspektif, amaç, hedef ve faaliyetleri ana hatlarıyla aktarmak istediğini belirten Erdoğan, belgenin iki temel anlayış, iki temel perspektif üzerine oturduğunu söyledi.
Bunlardan birincisinin hak ve özgürlükler olduğunu ifade eden Erdoğan, bu perspektifin özünde demokrasinin güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin daha da geliştirilmesi hedefi bulunduğunu dile getirdi.
Hükümete geldikleri 2002'den itibaren Türkiye'nin önceliklerini bu başlıklar etrafında şekillendirmeye gayret ettiklerini anlatan Erdoğan, her alanda özgürlüklerin genişletilmesi için yaptıkları mevzuat değişiklikleri ve yapısal reformların burada tek tek sayılamayacak kadar çok olduğunu vurguladı.
İfade özgürlüğünü demokrasinin en önemli şartı olarak gördüklerinin altını çizen Erdoğan, bilhassa son 6 yıllık süreçte ifade ve medya özgürlüğünün geliştirilmesine yönelik önemli adımlar atıklarını kaydetti. 
Erdoğan, Anayasa başta olmak üzere mevzuatta köklü değişiklikler yaptıklarını, bu belgeyle ifade özgürlüğünün güçlendirilmesi ve daha ileriye taşınması konsunda yeni yaklaşımlar ortaya koyduklarını ifade etti.
Türkiye'nin, işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans anlayışını belirlemiş bir ülke olduğunu vurgulayan Erdoğan, geçmişte hep tartışılan sistematik işkence ya da kötü muamele iddialarının artık geride kaldığını, bu alandaki kazanımları korumakta kararlı olduklarını anlattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ayrıca, "Tutuklama tedbirinin ölçülü kullanılmasına yönelik yeni adımlar atıyoruz." ifadesini kullandı.
İnternet üzerinden ifade özgürlüğü konusunun günün önemli tartışma alanlarından biri haline geldiğine işaret eden Erdoğan, bu konuda da yeni yaklaşımlar geliştirdiklerine değindi.
Erdoğan, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkının güvence altına alınması, adil yargılanma hakkının temini gibi bir çok konuda önemli yenilikler getirdiklerini dile getirdi.

"Daha etkin şekilde korunmasını hedefliyoruz"

Belgede ikinci temel perspektifin adalet sisteminin işleyişi olduğunu aktaran Erdoğan, "Önümüzdeki dönemde adil yargılanma hakkının daha etkin şekilde korunmasını hedefliyoruz." diye konuştu.
Aynı şekilde vatandaşların adalet hizmetlerine erişiminin kolaylaştırılmasının öncelikler arasında olacağına dikkati çeken Erdoğan, bu kapsamda adliyelerde vatandaşların işlerinin kolaylaştırılmasına yönelik birtakım hedefler ve faaliyetler belirlediklerine değindi.
Ayrıca mevzuatın sadeleştirilmesi, adli yardım sistemi ve savunma hakkının güçlendirilmesi hususlarında da atacakları adımlar bulunduğunu bildiren Erdoğan, "Yargıda sadeleştirilmiş süreçlerin oluşturulması, uyuşmazlıkların mümkün olduğunca ve öncelikle alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleriyle çözülmesi önleyici ve koruyucu hukuk uygulamalarının sisteme kazandırılması da önceliklerimiz arasındadır." şeklinde konuştu.
Strateji belgesinde bulunan 9 amaçtan ilkinin "hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi" başlığını taşıdığına vurgu yapan Erdoğan, hak ve özgürlüklere ilişkin standartları yükseltmek üzere mevzuatı gözden geçirmeye devam ettiklerini aktardı.
Avrupa Birliği (AB), Avrupa Konseyi, Venedik Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bu konuda çeşitli değerlendirmeleri bulunduğunu aktaran Erdoğan, bunları da gözetmek suretiyle hak ve özgürlüklere ilişkin standartların yükseltilmesine yönelik mevzuat paketleri hazırladıklarını kaydetti.
Erdoğan, "İfade özgürlüğüne ilişkin mevzuatta yapılacak düzenlemelerle bu konudaki davalarda kanun yolu güvencesinin artırılmasını sağlayacağız. Daha önce ifade özgürlüğünün en önemli kriterlerinden biri olan 'eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz' düzenlemesini zaten mevzuatımıza dercetmiştik. Şimdi de ifade özgürlüğüne ilişkin kararların istinaf aşamasından sonra bir de Yargıtay tarafından incelenmesini sağlayacağız." değerlendirmesinde bulundu.

"Tutuksuz yargılamayı asıl yöntem olarak görüyoruz"

Tutuklamayı istisnai tedbir, tutuksuz yargılamayı asıl yöntem olarak gördüklerini belirten Erdoğan, ancak zorunlu hallerde başvurulmasını sağlayacak değişiklikler yapacaklarını anlattı.
Mevzuatta tutukluluğun azami süresi belirlenmiş olmakla birlikte bu sürenin tüm safahatı kapsadığının altını çizen Erdoğan, "Bu kapsamda tutukluluk sürelerinin soruşturma ve kovuşturma aşamaları için ayrı ayrı düzenlenmesini planlıyoruz." şeklinde konuştu.
İnternet erişim engelleme usüllerini gözden geçirdiklerine işaret eden Erdoğan, "Bu çerçevede bir internet sitesinin tamamına değil sadece engellenmesine karar verilen kısmına erişimin sınırlanmasına imkan verecek bir düzenleme yapılacaktır. Böylece uluslararası standartlara uygun bir mevzuat altyapısına da kavuşmuş olacağız." dedi.
İnsan hakları eylem planının ilkinin 2014'te hazırlandığını anımsatan Erdoğan, içerisinde ayrıntılı düzenlemelerin yer alacağı yeni insan hakları eylem planı hazırlıklarının kısa süre içinde tamamlanacağını bildirdi.
Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin ikinci amaç başlığının "Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ve şeffaflığının geliştirilmesi" olduğunu vurgulayan Erdoğan, şöyle devam etti:
"Hakim ve savcılar için coğrafi teminat getiriyoruz. Mevcut tayin sistemi mesleki verimliliği olumsuz etkiliyor. Coğrafi teminat hakim ve savcıların isteği olmaksızın çalıştığı yerden başka bir yere tayin edilememesi anlamına geliyor. Bu düzenlemeyle hakim ve savcıların mesleki teminatlarının daha da güçlendirilmesini hedefliyoruz. Hakim ve savcılığa girişteki mülakat heyetini genişletiyoruz. Halihazırda mülakat kurulu Adalet Bakanının görevlendireceği bakan yardımcısı başkanlığında, teftiş kurulu başkanı, ceza işleri, hukuk işleri ve personel genel müdürlerinden oluşuyordu. Mülakat kurulunda Hakimler ve Savcılar Kurulu ile yüksek mahkemelerden de temsilciler bulundurulmasını planlıyoruz.
Belirli görevler için mesleki liyakati ve tecrübeyi artırmak gayesiyle mesleki kıdem şartlarını yeniden belirliyoruz. Özellikle Yargıtay ve Danıştay üyelikleri, İstinaf Mahkemesi Başkanlığı ve üyelikleri, Cumhuriyet Başsavcılığı, Adalet Komisyonu Başkanlığı, Mahkeme Başkanlığı atamalarında bu çok çok önemlidir. Aynı şekilde Adalet Bakanlığı Hakimler ve Savcılar Kurulu tetkik hakimliğiyle müfettişlikleri, yüksek mahkemelerin savcılık ve tetkik hakimliklerine atanma kriterlerini de yeniden belirliyoruz. Hakimler ve savcılar hakkındaki disiplin prosedürlerini yeniden yapılandırıyor kurulun disiplin kararlarına karşı yargı yolunu genişletiyoruz. Böylece Hakimler ve Savcılar Kanununun uyarma, aylıktan kesme, kınama ve kademe ilerlemesini durdurma, derece yükselmesini durdurma, yer değiştirme, meslekten çıkarma cezalarıyla ilgili tartışmaları ortadan kaldırıyoruz. Ayrıca disiplin işlemlerinin etkinliğinin artırılması için disiplin cezalarını da yeniden belirliyor, disiplin prosedüründeki güvenceleri artırıyoruz. 2010'da gerçekleştirilen anayasa değişikliğiyle meslekten ihraç kararlarına karşı yargı yolu zaten açılmıştı. Bu düzenlemeyle diğer disiplin kararlarına karşı da itiraz ve yeniden değerlendirme yollarına başvurmak mümkün hale gelecektir."
Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde üçüncü amaç başlığının "İnsan kaynaklarının nitelik ve niceliğinin artırılması" olduğunu açıklayan Erdoğan, hukuk fakültelerinin eğitim süresi ve kontenjanlarıyla fakülteye girişte aranan başarı sıralaması ölçütünü yeniden belirlediklerini söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle konuştu:

"Eğitim süresinin 5 yıla çıkartılması, kontenjanların azaltılması, başarı sıralamasının 190 binden 100 bine yükseltilmesi gibi düzenlemeler planlıyoruz. Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı önümüzdeki dönemin en önemli yeniliklerinden biri olacaktır. ÖSYM tarafından yapılacak bu sınavda belli puan alanlar avukatlık stajına başlayabilecek. Hakim, savcı ve noter olabilmek için ise bunun yanında ayrıca özel meslek sınavlarına girilmesi gerekecek. Bu sınavla devlet ve vakıf üniversitelerini kalite ekseninde bir rekabete ve oto kontrole sevke etmeyi hedefliyoruz."

Erdoğan, bu yöntemin yargıdaki hizmetlerin nitelikli verilmesine ve mesleki yetkinliklerini artırılmasına katkı sağlayacağına inandıklarını ifade etti.

Hakim ve savcılar, eğitimin ardından doğrudan kürsüye çıkmayacak

Hakim ve savcı yardımcılığı müessesinin getirildiğini bildiren Erdoğan, hakim ve savcıların eğitimin ardından doğrudan kürsüye çıkmayacağını söyledi.

Erdoğan, hakim ve savcıların önce yardımcı olarak görev başlayacaklarını, bu sürenin sonunda ikinci bir sınavla hakimlik ve savcılık mesleğine geçeceklerini dile getirdi.

Mesleğe kabullerin sadece yardımcı kadrolar arasından yapılacağını açıklayan Erdoğan, "Bu uygulamanın gayesi bir yandan mesleğe hazırlık döneminin daha etkin geçirilmesini temin etmek diğer yandan da hakim ve savcılara çalışmalarında daha fazla destek sağlayabilmektir." ifadesini kullandı.

Erdoğan, Türkiye Adalet Akademisini, reform belgesiyle ilgili hazırlık süreçlerinin tamamlanmasını beklemeden bu ayın başı itibariyle yeniden kurduklarını hatırlattı.

Yargıda Performans Ölçüm ve Takip Merkezi kurulacak

Dördüncü amaç başlığının "performans ve verimliliğin artırılması" olduğunu bildiren Erdoğan, bunun için Hakimler ve Savcılar Kurulu bünyesinde Yargıda Performans Ölçüm ve Takip Merkezi kuracaklarını söyledi.

Uzun süren soruşturma ve davaların bu merkezde oluşturulacak bir sistem vasıtasıyla takip edileceğini belirten Erdoğan, gerekiyorsa yargı bağımsızlığı ilkesine halel getirilmeden davaların uzamasına sebebiyet veren sorunların çözümünün sağlanacağını vurguladı.

Yargıda hedef süre uygulamasını daha da geliştireceklerini ifade eden Erdoğan, "Uzun süren soruşturma ve davaları takip etmek için 2019 yılı başı itibarıyla zaten başlamıştık. Bunun dışında makul sürede yargılanma hakkının sağlanması gayesiyle mahkemeler ve savcılıklar için farklı performans kriterleri oluşturmayı planlıyoruz." değerlendirmesinde bulundu. 

"Çevre, imar ve enerji gibi alanlarda özel mahkemeler kuruyoruz"

"Hakimleri, ceza ve hukuk hakimi olarak ihtisaslaştırıyoruz." diyen Erdoğan, şöyle devam etti:

"Halihazırda 6 bin 52 faal mahkemenin 3 bin 67'si hukuk, 2 bin 985'i ise ceza mahkemeleridir. Reform düzenlemesiyle birlikte mesleğin başında hakimleri ceza ve hukuk hakimleri olarak ayıracak ve alanlarında uzmanlaşmalarını sağlayacağız. Çevre, imar ve enerji gibi alanlarda davaların daha hızlı ve etkin yürütülmesini sağlamak için özel mahkemeler kuruyoruz. Bu tür davaların uzaması hem vatandaşlarımızın hem de devletin çok büyük zararlara uğramasına yol açıyor.

İstinaf mahkemelerini güçlendiriyoruz. Halen ülkemizde Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Samsun, Sakarya ve Konya illerimizde olmak üzere, 11 istinaf mahkemesi bulunuyor. Önümüzdeki dönemde Diyarbakır, Kayseri, Trabzon ve Van illerinde dört bölge adliye mahkemesi daha faaliyete geçirilecektir. Adalet teşkilatımızın bilişim sisteminin yurt dışı temsilciliklerimizle entegrasyonunu sağlıyoruz. Böylece yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın hukuk davalarında bilişim sistemi üzerinden beyanlarının alınabilmesini ve dilekçe sunabilmelerini temin edeceğiz. Adliye bulunmayan ilçelerde ve büyük havalimanlarında uzaktan görüntülü olarak ifade alınabilmesine imkan sağlayan SEGBİS kuruyoruz. Mahkeme nöbet sistemini geliştirerek, ceza mahkemelerinin 24 saat esasıyla hizmet vermesini planlıyoruz."

"Sınavla girebilecekleri bir kariyer mesleği haline dönüştürüyoruz"

Mahkeme yazı işleri müdürlüklerini güçlendirerek, yazı işleri müdürlüğünü kariyer meslek olarak yeniden yapılandıracaklarını bildiren Erdoğan, "Yazı işleri müdürlüğünü görevde yükselme usulüyle gelinen değil, hukuk eğitimi almış olanların en başta sınavla girebilecekleri bir kariyer mesleği haline dönüştürüyoruz. Bu uygulama, yargılamaların daha etkili ve eksiksiz yürütülmesine katkıda bulunacaktır." dedi.

Vasilik kararları başta olmak üzere yabancı mahkemelerce verilen kararların karar ve tenfizinin basitleştirilmesini sağlayacaklarının altını çizen Erdoğan, "Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız, özellikle yabancı ülke makamları tarafından verilen vasilik kararlarının tanınmasıyla ilgili önemli sorunlar yaşayabiliyor. Bu reform belgesiyle yurt dışındaki vatandaşlarımızın bu sıkıntılarını da çözüyoruz." diye konuştu.

"Vekalet ücretinin KDV oranını indirmeyi planlıyoruz"

Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin beşinci amaç başlığının "savunma hakkının etkin kullanımının sağlanması" olduğunu bildiren Erdoğan şunları kaydetti:

"Bu strateji belgesiyle savunma hakkı ilk defa ayrı bir amaç başlığı altında düzenlenmiş bulunmaktadır. Ülkemizde, 2002 yılı itibarıyla 46 bin 552 olan avukat sayısı bugün itibarıyla 135 bine yaklaşmıştır. Bunun için avukatlık stajına başlamak için hukuk mesleklerine giriş sınavında başarılı olma şartı getireceğimizi daha önce ifade etmiştik. Ayrıca savunmanın yargılamalara etkin katılımını sağlayacak düzenlemeler yapıyoruz. Bu çerçevede avukatların bilgi ve belge temin etmelerine ilişkin yasal yetkilerini de genişletiyoruz. Koruyucu hukuk anlayışı kapsamında vatandaşlarımızın mağduriyetlerini önlemek için bazı iş ve işlemlerin avukat aracılığıyla yapılmasını sağlıyoruz. Kira ve eser başta olmak üzere belirli değerin üzerindeki bazı sözleşmelerin bağış ve ölüme bağlı işlem gibi tek taraflı tasarrufların avukat yardımıyla hazırlanması zorunlu olacaktır. Avukatlık hizmetlerinin vergilenmesi konusunda da iyileştirici düzenlemeler yapıyoruz. Çocuk mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda olduğu gibi aile hukuku ve tüketici uyuşmazlıklarında da vekalet ücretinin KDV oranını indirmeyi planlıyoruz."

"Avukatlara da yeşil pasaport hakkı"

Kamuda görev yapan avukatların farklı statülerde çalışmaları, denetimleri, mali ve özlük hakları ile ilgili konuların yeniden düzenlenmesi gerektiğini dile getiren Erdoğan, maaş ve özlük haklarının yetersiz olması nedeniyle kamuda nitelikli avukat çalıştırabilmenin güç olduğunu söyledi.

Statülerini ve özlük haklarını yeniden düzenleyerek, kamuda görev yapan avukatlarla ilgili sorunları çözeceklerini açıklayan Erdoğan, "Türk avukatlık camiası, uluslararası alanda da mesleki faaliyet gösterecek şekilde hızlı bir gelişim içindedir. Avukatlarımızın uluslararası davalarla ilgili mesleki kapasiteleri hızla gelişiyor. Bunun bir gereği olarak, avukatlara da belli kriterler dahilinde, bunu Barolar Birliği Başkanımızla da arkadaşlarımız görüştüler, görüşüyorlar. Biz de kabinede bunları görüştük. Avukatlara da yeşil pasaport hakkı vererek, uluslararası faaliyetlerini kolaylaştırmayı planlıyoruz." diye konuştu.

Recep Tayyip Erdoğan'ın "Tüm avukatlara değil di mi?" diye sorması, salonda gülüşmelere neden oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yargı reformu strateji belgesinin altıncı amaç başlığının "adalete erişimin kolaylaştırılması ve adalet hizmetlerinden memnuniyetin artırılması" olduğunu söyledi.
Usül kanunlarında dava açma ve kanun yoluna başvuruda bir hafta, iki hafta bazen 7, 10, 15, 30 ve 60 gün gibi farklı sürelerin bulunduğuna dikkati çeken Erdoğan, sürelerin farklı olmasının sadece karışıklara neden olmakla kalmadığını, mağduriyetlere de yol açtığını vurguladı.

Bu sorunu sürelerin yeknesak hale getirilmesi suretiyle çözeceklerini bildiren Erdoğan, 2018 yılı istatistiki verilerine göre Cumhuriyet savcılıklarında yüzde 13,5, ceza mahkemelerinde yüzde 7 ve hukuk mahkemelerinde ise yüzde 4,2 oranında görevsizlik ve yetkisizlik kararı verildiği bilgisini paylaşarak, ayrıca görevsizlik ve yetkisizlik sebebiyle bozma kararı verilme oranının da oldukça yüksek olduğuna işaret etti.

Bu durumun yargılama sürecini uzattığının altını çizen Erdoğan, yeni bir sistem kurarak bu tür olumsuzların önüne geçmeyi planladıklarına değindi.

Tanıklık uygulamasının, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına ve adaletin tecellisine doğrudan etki eden bir yöntem olduğunu vurgulayan Erdoğan, yargı süreçlerinde tanığa özgü uygulamaların geliştirilmesine ihtiyaç bulunduğunu ifade etti.

Erdoğan, bunun için tanıklığı zorlaştıran uygulama ve yaklaşımların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapılacağına dikkati çekerek şöyle devam etti:

"Mesela bazı ülkelerde tanıklar için özel bekleme odaları oluşturularak davaların taraflarıyla yüz yüze gelmeleri ve psikolojik olarak yıpranmaları engelleniyor. Benzer uygulamaların yapılmasına olanak sağlayacak önemli değişiklikler bizde de yapılacaktır. Ayrıca mevzuatta yer alan tanıklık ücretinin yeniden belirlenmesi gerekiyor. Reform çalışmaları kapsamında tanıklara yaklaşımla ilgili standartların yükseltilmesi için gereken adımlar atılacaktır."

"Cumhuriyet savcılarının takdir yetkileri genişletilecek"

Recep Tayyip Erdoğan, strateji belgesinin yedinci amaç başlığının "ceza adaleti sisteminin etkinliğinin artırılması" olduğuna değinerek, bu kapsamda Cumhuriyet savcılarının takdir yetkisinin genişletileceğini kaydetti.

Mevzuata göre, yeterli şüphenin varlığı halinde kamu davası açılmasının zorunlu olduğuna işaret eden Erdoğan şöyle devam etti:

"Buradaki 'yeterli şüphe' kavramı, uygulamada basit şüphe olarak tatbik edilmektedir. Bu durum da açılan dava sayısını ne yazık ki artırmaktadır. Şüpheli hakkında mahkumiyet kararı verilmesi ihtimali çok düşük olan soruşturmalarda dahi Cumhuriyet savcılarınca dava açılmaktadır.

Neticeye baktığımızda 2018 yılında şüphelilerin yüzde 52,6'sı hakkında 'kovuşturmaya yer olmadığına' dair karar verilmiştir. Açılan davalardaki mahkumiyet oranı ise yüzde 48,1'dir. Sistemi mahkumiyet ihtimali az olan davaların açılmaması yönünde geliştirmemiz gerekiyor. Bunun yolu da Cumhuriyet savcılarına takdir hakkını genişletmekten geçiyor."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünya genelinde adalet sistemlerinin, uyuşmazlıkların öncelikle soruşturma aşamasında çözülmesi ve önemli konularda dava açılması yönünde reformlara yöneldiğini bildirdi.

Ülkede de ön ödeme ve kamu davasının açılmasının ertelenmesi uygulamalarının genişletilmesine ihtiyaç bulunduğuna işaret eden Erdoğan, "Savcılık aşamasında ne kadar çok sorun çözebilirsek mahkemelerdeki yargılamaları o derece sağlıklı hale getiririz." diye konuştu.

"Mağdurun rızası ve mahkemenin onayı mutlaka aranacak"

Erdoğan, halen ön ödeme müessesesinin sadece adli para cezasını gerektiren veya üst sınırı 6 ayı aşmayan suçlar için uygulandığını belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Kamu davasının açılmasının ertelenmesi ancak şikayete bağlı ve üst sınırı bir yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda devreye giriyor. Uzlaşma ise şikayete bağlı suçlar ve kanunda öngörülen diğer bazı suçlar için düzenlenmiştir. Her 3 konuda da bu sınırlı uygulamayı genişletmeyi hedefliyoruz.

Bazı fiillere yönelik soruşturmaların fail ile savcı arasında anlaşmayla sonlandırılabileceğini özellikle sağlayacağımıza inanıyorum. Bu hususun uygulama örnekleri yurt dışında zaten var. Önceden belirlenecek belli suçlarda, suçunu ikrar eden şüphelinin hemen mahkemeye sevk edilmesi ve kanunda yer alan indirimden faydalanarak cezalandırılması sistemi rahatlatacaktır. Bu uygulama cezada pazarlık yönteminin aslında bir modelidir. Türkiye'de bu yöntemi kanunda yüksek ceza öngörülmeyen suçlar için getirmeyi planlıyoruz. Ayrıca bu süreçte mağdurun rızası ve mahkemenin onayı da mutlaka aranacaktır."

"İade edilen iddianamelerin oranı yüzde 2,6"

Nitelikli yargılamanın ancak yeterli bir soruşturmayla mümkün olacağına dikkati çeken Erdoğan, bunun sağlanması için mevzuatta iddianamenin iadesi usulünün düzenlendiğini aktardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:

"Soruşturması eksik yürütülmüş bir iddianameyse savcılığa iade ediliyor. Aksi takdirde mahkemelerin soruşturma sırasında tamamlanması gereken işlemleri yapması ya da yapılmış işlemleri tekrar etmesi gerekiyor. Sonuçta ortaya hem önemli bir verimlilik sorunu çıkıyor hem de taraflar örseleniyor. Cumhuriyet savcılıklarının ve adli kolluğun güçlendirilmesine, aynı zamanda iddianamenin iadesi müessesesine de işlerlik kazandırılmasına ihtiyaç vardır. Halihazırda iade edilen iddianamelerin oranı yüzde 2,6'dır. Bunun için iade kapsamı yeniden belirlenecektir. Soruşturmaların kalitesinin artırılması için hukuk fakültesi mezunlarının adli kollukta istihdam edilmesi sağlanacaktır."

Emniyet hizmetleri sınıfında görev yapacak hukukçuların çoğalmasının ceza mevzuatı ile kolluk kuvvetlerine verilen görev ve yetkilere katkı sağlayacağını vurgulayan Erdoğan, birçok ülkede de bu doğrultuda uygulamalar olduğunu söyledi.

Erdoğan, Kabahatler Kanunu'nda yer alması ve "kabahat" olarak tanımlanması gereken bazı fiillerin halen suç olarak ceza mevzuatında yer aldığına işaret ederek, "Mevzuatın bu açıdan taranarak bazı fiillerin idari yaptırıma dönüştürülmesi mahkemelerin iş yükünü de azaltacaktır. Şahsa karşı işlenen özellikle basit yaralama ve tehdit gibi suçların nitelikli hallerinin şikayete bağlı hale getirilmesi planlanıyor." diye konuştu.

Konusu suç teşkil eden bazı basit fiillere ilişkin süreçlerin kısaltılması için yeni usuller getireceklerini anlatan Erdoğan, "Basitleştirilmiş ve hızlı bir yargılama usulünün birçok ülkede farklı uygulamaları bulunmaktadır. Suç teşkil eden bazı fiillerde daha hızlı ve basit bir usulle sanıkların doğrudan mahkeme önüne getirilmesi bir an önce yargılamaların başlamasını sağlayacaktır." değerlendirmesinde bulundu.

Erdoğan, Türkiye'de 12-15 yaşındaki çocuklar hakkında geçen sene itibarıyla yaklaşık 40 bin dava açıldığını hatırlatarak, şunları kaydetti:

"Bazı ağır suçlar hariç olmak üzere 15 yaşından küçük çocukların ilk defa işledikleri fiiller soruşturmaya ve kovuşturmaya konu edilmeden çocuklara özgü koruma mekanizmaları içerisinde değerlendirilecektir. Bu tür çocukların durumlarının sosyal tedbirlerle takip edilmesi kendilerine daha iyi bir gelecek kurma şanslarını da güçlendirecektir. Mevcut uygulamada kamu davasının açılmasının ertelenmesi, yetişkinler ve çocukları için aynı hükümlere tabiidir. Bu uygulamanın çocuklara yönelik kısmı genişletilecektir. Ayrıca çocuklar hakkındaki davaların ilk derece yargılamalarıyla istinaf ve temyiz incelemeleri öncelikli olarak yapılacaktır. Şiddet içermeyen bazı suçlardan hükümlü olan yaşlı, hamile ve çocukların cezalarının elektronik izleme merkezi aracılığıyla evde infazına imkan tanınacaktır. Bu durum bir yandan sosyal fayda sağlarken diğer yandan ceza infaz kurumlarının maliyetlerinde tasarruf yapılmasını temin edecektir."

"Hukuk yargılaması ile idari yargılamanın sadeleştirilmesi"

Yargı Reformu Stratejisi Belgesi'nde sekizinci amaç başlığının "Hukuk yargılaması ile idari yargılamanın sadeleştirilmesi ve etkinliğinin artırılması" olduğuna değinen Erdoğan, özellikle küçük miktarlı talep ve davalarda basitleştirilmiş ve hızlı bir yargılama usülü ile çözüm yoluna gidileceğini anlattı.

Erdoğan, bu konuyla ilgili AB Konseyi'nin de tavsiye kararının bulunduğunu hatırlatarak, "Diğer ülkelerdeki uygulamalarda incelenerek yeni bir usul ihdas edilecektir. Mal varlığı haklarına ilişkin küçük miktarlı talep ve davalarda yazılı ya da sözlü yargılama usullerine benzer yöntemler kullanılacaktır. Bunun için uyuşmazlığın basitleştirilmiş ve hızlı bir yargılama usulü içerisinde çözümlenebilmesine yönelik bir yargılama usulü ihdas edilecektir." diye konuştu.

Yargı harçlarının hesaplanmasında karışıklıklar olduğunu ve mahkemelerin iş yükününün ciddi bir şekilde arttığını vurgulayan Erdoğan, verimliliğin artırılması ve yargılamaların hızlandırılması için yargı harçlarında da basit ve sadelik sağlayacak düzenlemeler yapılacağını aktardı.

Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:

"Çocukla kişisel ilişki kurulması yönündeki mahkeme kararlarının icra müdürlükleri vasıtasıyla infaz edilmesi ciddi sorunlara yol açıyor. Bu yöntem çocuğun sosyal ve psikolojik yapısını bozmanın yanında mahşeri vicdanı sızlatan görüntülere de sebebiyet verebiliyor. Çocukla şahsi münasebet kurulmasına yönelik kararların infazında daha insani ve çocuğa uygun yöntemler geliştirilecektir. Bu kapsamda Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı ortak bir birim kuracaktır. Bu birim vasıtasıyla çocukla ilgili kararların icra edilmesi hem masrafları azaltacak hem de çocuğun menfaatlerini gözetecek bir yöntem olacaktır."

Noterliğin bir kariyer mesleği haline dönüşeceğini, sayılarının artacağının bilgisini veren Erdoğan, şunları kaydetti:

"Ülkemizde 1931 noterlik bulunmaktadır. Geçtiğimiz 17 yılda noterliklerin sayısı yüzde 56 oranında artmıştır. Sayının artması vatandaşların işlerini kolaylaştırmıştır. Yeni noterlikler Türkiye Noterler Birliği'nin görüşü alınarak Adalet Bakanlığı tarafından açılıyor. Her asliye hukuk mahkemesinin yargı çevresinde bir noterlik kurulması zorunlu hale geliyor. Bazı çekişmesiz yargı işlerinin noterlikler tarafından da yapılabilmesine imkan sağlanarak bu kurumun daha işlevsel hale gelmesi temin edilecektir. Yargının iş yükünü azaltacak şekilde tevdi mahalli tayini, iddet müddetinin kaldırılması, vasiyetnamenin açılması, mirasçı atama belgesinin verilmesi, mirasın reddi beyanının tespit edilmesi ve delil tespiti talepleri gibi işlerin noterlikler tarafından yürütülmesini hedefliyoruz."

"Uyuşmazlıkların derinleşmeden çözülmesine imkan sağlayacak"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yargı Reformu Stratejisi'nin 9'uncu ve son amaç başlığının "Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yöntemlerinin Yaygınlaştırılması" olduğu ve bunun için cezada uzlaştırmanın kapsamının genişletileceğini aktardı.

Uzlaşmanın, şikayete bağlı suçların ve kanunda öngörülen diğer bazı suçlar için düzenlediğini bildiren Erdoğan, geçen yıl uzlaşma bürolarına gönderilen dosya sayısının 380 bin, uzlaşmayla sonuçlanan dosya sayısının ise 150 bin olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Mahkeme temelli aile arabuluculuğu uygulaması getirilecek. Şiddet içermeyen uyuşmazlıklarda aile arabuluculuğu getirilmesi, uyuşmazlıkların derinleşmeden çözülmesine imkan sağlayacaktır. Uygulama, mahkeme temelli olarak yapılandırılacaktır. Yani açılan dava hakim tarafından arabuluculara havale edilecektir. Halihazırda zorunlu arabuluculuk iş uyuşmazlıklarında ve ticari uyuşmazlıklarda uygulanıyor. Tüketici uyuşmazlıkları gibi alanlarda da arabuluculuğa başvuran dava şartı haline getirilmesi planlanıyor. Kamunun taraf olduğu davalarda ihtiyari sulh yönteminin kapsamı genişletilecektir."

Dokuz amaç başlığı altında 63 hedef ve 256 faaliyeti kapsayan Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni özetlediklerini vurgulayan Erdoğan, sözlerini şöyle tamamladı:

"Bu belge, Bakanlığımızın barolardan hukuk fakültelerine, akademisyenlerden medya mensuplarına kadar geniş bir yelpazede gerçekleştirdiği istişareler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu çalışmanın yasal düzenleme gerektiren konularının muhatabı Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. İdari tasarruf gerektiren konularının muhatabı da Cumhurbaşkanlığı, Adalet Bakanlığı ve diğer ilgili kurumlardır. Amacımız milletimizin adalet duygusunu güçlendirecek, beklentilerine cevap verecek, vicdanları mutmain ve hukuka güveni tahkim edecek bir yargı uygulamasını hayata geçirmektir. Bunu da hem kendi medeniyetimize olan bağlılığımızı koruyacak hem de günümüz dünyasının uygulamalarıyla uyumlu olacak bir yaklaşımla gerçekleştirmemiz gerekiyor. Sizlerle paylaştığımız Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin bu doğrultuda atılmış önemli bir adım olduğuna inanıyorum. Bu belgede yer alan hususların kanun veya diğer düzenlemeler vasıtasıyla hayata geçirilmesi aşamalarında da sizlerin özellikle katkılarını almayı sürdüreceğiz."


24 Mayıs 2019 Cuma

ABD’den Türkiye karşıtı bir hamle daha

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

ABD'de Senato'ya bağlı Silahlı Kuvvetler Komisyonu, 2020 yılı için 750 milyar dolarlık savunma bütçesi tasarısını açıkladı. Bütçede Türkiye'nin F-35 projesinden çıkarılması yer alırken, dünde benzer bir karar tasarısı Temsilciler Meclisinde kabul edilmişti. ABD Dışişleri Sözcüsü Morgan Ortagus ise, Rusya'dan S-400'lerin alması halinde Türkiye'nin "somut ve olumsuz" sonuçlarla karşılaşacağını söylemişti.



Reuters haber ajansında yer alan habere göre, bu tasarı ABD için daha fazla sayıda F-35 savaş uçağının yanı sıra, Rusya ile yaptığı S-400 savunma sistemi anlaşmasından vazgeçmediği takdirde Türkiye'nin F-35 programına ortaklığına son verilmesini içeriyor.

Tasarının yasalaşması için Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Senato ile Demokratların çoğunlukta olduğu Temsilciler Meclisi tasarıları üzerinde uzlaşma sağlanması gerekiyor.
Temsilciler Meclisi'ne bağlı Silahlı Kuvvetler Komisyonu ise kendi Ulusal Güvenlik Yetki Yasası (NDAA) tasarısını önümüzdeki haftalarda açıklayacak.

Senato, ABD Başkanı Donald Trump'ın, Mart ayında savunma bütçesi için 750 milyar dolar talebini tasarıda içermiş oldu.
ABD Kongresi her yıl NDAA yasası geçiriyor. Bu yasa Savunma Bakanlığı'nın politikasını belirliyor.

Senato'nun yasa tasarısı, Pentagon'a 94 adet Lockheed Martin yapımı F-35 savaş uçağı satın alma yetkisi veriyor.

F-35 programı 3000 jetten oluşan bir filo öngörüyor. Bu uçakların ana imalatçısı Lockheed, ABD'nin yanı sıra Türkiye'nin de dahil olduğu 10 ülke için savaş uçağı üretiyor.

TÜRKİYE F-35 ORTAKLIĞINDAN ÇIKARILABİLİR

Reuters'e göre, yeni NDAA yasasının Türkiye'yi, beşinci kuşak F-35 savaş uçağı üretimi için oluşturulan uluslararası ortaklıktan çıkarması bekleniyor.

ABD'nin NATO müttefikleri arasında yer alan Türkiye de diğer ülkeler gibi F-35'lerin hem alıcısı hem de üretim ortağı konumunda.

Ancak Amerikalı yetkililer, Türkiye'nin Rusya'dan S-400 savunma sistemi satın alma planının F-35'lerin güvenliğini tehdit edeceğini söylüyor.

Washington uzun zamandır Türkiye'yi bu planından vazgeçmeye zorluyor.

Temsilciler Meclisi, bu ay çıkardığı bir yasa tasarısıyla F-35'lerin Türkiye'ye teslimini engellemeye çalıştı.

ABD'de Türkiye aleyhine hazırlanan S-400-F-35 tasarısı kabul edildi


ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu, 10 Mayıs'ta sunulan ve Türkiye'nin Rusya'dan S-400 füze savunma sistemi alması halinde F-35 programından çıkarılması çağrısı yapan karar tasarısını kabul etti. Türkiye'ye S-400 silah sistemi alımını iptal etmesi çağrısı yapıldı.

Voice Of America'da (VOA) yer alan habere göre, ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu'nda bir dizi karar tasarısına ilişkin görüşmeler yapıldı. Oturumda ele alınan tasarılardan biri de her iki partiden Kongre üyelerinin destek verdiği ve Türkiye'ye S-400 sistemini alması halinde yaptırım uygulanması çağrısında bulunan karar tasarısıydı. Tasarı oturumun sonunda yapılan toplu oylamada kabul edildi. Oturumda görüşülen Türkiye tasarısı dahil toplam 9 tasarı, sesli oylama yöntemiyle topluca oylandı ve onaylandı.

Oturumda söz alan Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Eliot Engel Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'de demokrasiyi gerilettiğini ve Putin ile yakınlaştığını savundu. Demokrat Kongre üyesi Eliot Engel, "Bu tasarı Erdoğan'ı otoriter davranışı sebebiyle kınıyor, Türkiye'ye de Rus silah sistemlerinin teslimatının iptal edilmesi çağrısını yapıyor. Elbette bizim sistemimizi onlara satmamızı istiyorlar ama bunu Rus silah sistemi teslimatını iptal etmezlerse yapamayız. İkisi birden olmaz. Bir NATO üyesi ülke Rus ekipmanı satın alamaz" dedi.

KARAR TASARISI VE YASA TASARISI ARASINDAKİ FARK


ABD Kongresi'nde ve Temsilciler Meclisi'nde yasa tasarısı ve karar tasarısı olmak üzere iki şekilde tasarı sunulabiliyor. Yasa tasarıları kongrenin iki kanadından da onay aldıktan sonra ABD Başkanı'nın imzasıyla kanunlaşıyor. Karar tasarılarının kanuni bir bağlayıcılıkları bulunmuyor ancak kongrenin ve meclisin bir konudaki görüşünü yansıtıyor..

İşte Türkiye'ye yaptırım tasarısını hazırlayan o isim!


ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu, Türkiye’nin S-400 alması halinde yaptırım uygulanmasını öngören tasarıyı onayladı. Tasarının mimarı ise FETÖ’nün kiralık senatörlerinden Demokrat Parti’li Eliot Engel. Engel, ABD Kongresi’nde teröristbaşına yönelik ilk resmi açıklamanın yapılmasını sağlamıştı.

"S-400 alan Türkiye'ye yaptırım başlar” yasası onaylandı. ABD’de FETÖ'nün kiralık senatörlerinden birçoğunun imzasıyla geçen tasarıda Ankara, 'Rusya-İran'la ilişki kurmak’ ve 'Kıbrıs'ı işgal etmek'le suçlanıyor.

S-400 yaptırımları ABD'de resmileşti. ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu, Türkiye'ye yönelik yaptırım tasarısını oy birliğiyle kabul etti. 10 Mayıs'ta sunulan ve Türkiye'nin Rusya'dan S-400 füze savunma sistemi alması halinde F-35 programından çıkarılması ve yaptırım uygulanması çağrısı yapan karar tasarısı kabul edildi.

Hem Cumhuriyetçi hem Demokrat Parti'li kongre üyeleri tasarıyı destekleyerek Türkiye'ye S-400 alımının iptal edilmesi çağrısı yaptı. Kabul edilen tasarının metninde Türkiye'nin Kıbrıs'ta 'işgalci' olarak suçlandığı şu skandal ifadeler bulunuyor:

"Türkiye Amerika ile önemli bölgesel çıkarları paylaşmasına karşın, Rusya ve İran'la işbirliği içinde olması, Kuzey Kıbrıs'ı işgali, demokratik normlar ve kurumlardan uzaklaşması, özgür basına yönelik saldırılar, ABD vatandaşlarının ve ABD Büyükelçilik çalışanlarının haksız şekilde gözaltında tutulması ABD ve Türkiye ilişkileri için son derece sorunludur."

F-35 İLE SINIRLI DEĞİL


Tasarı metninin devamında Amerika'nın Düşmanlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasasının (CAATSA) Başkan'a Rus savunma ya da istihbarat sektörüyle önemli işlemler yapan birey ya da kuruluşlara yaptırım uygulamasını şart koştuğu belirtildi.

Yine metinde, F-35 programı dışında olası yaptırımlardan etkilenebilecek savunma teçhizatı programları arasında Patriot hava ve füze savunma sistemi, CH-47F Chinook helikopterleri, UH-60 Black Hawk helikopterleri ve F-16 uçakları var. Tasarı Türkiye'nin S-400 sistemini satın alması halinde Türkiye'nin F-35 programına katılımının sonlandırılması ve CAATSA bağlamında yaptırımların tam olarak uygulanması çağrısı yapıyor.

CONİ BÖYLE BUYURDU: GİTTİĞİNİZ YOLU DÜZELTİN


Tasarının öncülüğünü üstlenen Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Demokrat Parti'li Eliot Engel, Fetullahçı Terör Örgütü'nü destekleyen kiralık senatörlerden biri. Son oturumdaki konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik küstahça sözler sarf eden Engel, "Bu tasarı Erdoğan'ı otoriter davranışı sebebiyle kınıyor, Türkiye'ye de Rus silah sistemlerinin teslimatının iptal edilmesi çağrısını yapıyor. Erdoğan, Türkiye'de demokrasiyi geriletti ve Putin'le yakınlaştı" dedi.

"Elbette bizim sistemimizi (F-35) onlara satmamızı istiyorlar ama bunu Rus silah sistemi teslimatını iptal etmezlerse yapamayız. İkisi birden olmaz" diyen Engel, bir NATO ülkesinin Rusya'dan silah alamayacağını iddia etti.

Benzer savları tekrarlayan Cumhuriyetçi Michael McCaul ise "Bu karar Temsilciler Meclisi'nin ABD'nin Türkiye'ye Patriot sistemi satma teklifine destek verdiğini belirtiyor ve Türkiye'nin Rus S-400 hava ve füze savunma sistemi satın alma kararını kınıyor. S-400 sistemini satın alması halinde Kongre Türkiye'nin F-35 programına katılımına artık destek vermeyecek. Türkiye'nin gittiği yolu düzeltmesini ve daha iyi seçimi yaptığını görmek istiyoruz" dedi.

S-400 İLE DEMOKRATİK DEĞERLER HİÇE SAYILDI!


Oturumun en ilginç konuşmasına ise ABD-Türkiye Dostluk Grubu'nun Cumhuriyetçi Eş Başkanı Joe Wilson imza attı. S-400 alma kararının Türkiye'nin demokratik temelleri hiçe saydığının göstergesi olduğunu savunan Wilson, Ankara'nın S-400'ten sonra S-500 sistemine ilişkin Rusya ile işbirliği kararını da aynı minvalde değerlendirdi. Wilson, "Türk hükümetine bu alımı iptal etmeye ve NATO ittifakındaki karşılıklı faydaya dayanan rolünü yeniden üstlenmeye çağırıyorum" dedi.

Cumhuriyetçi Steve Chabot, "Bu aşamaya gelmemesini ummuştum. Ne yazık ki Türkiye'nin S-400 alımı ilişkilere zarar veriyor" dedikten sonra Trump yönetimini Türkiye'ye Patriot satmak için daha fazla uğraş vermeye çağırdı. Öte yandan sözkonusu karara tepki gösteren Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, "ABD'deki Türkiye karşıtı çevrelerin son dönemde ABD Kongresi nezdindeki faaliyetlerini yoğunlaştırdıklarını gözlemliyoruz. Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesinde kabul edilen, 'ABD-Türkiye ittifakına yönelik endişelerin ifade edilmesi' başlıklı karar bunun yeni bir tezahürü olmuştur" ifadelerini kullandı.

FETÖ’nün kiralık senatörü

Türkiye'ye yönelik yaptırımlara ilişkin süreci yöneten ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Eliot Engel, Fetullahçı Terör Örgütü'ne koşulsuz desteğiyle biliniyor. ABD Başkanı Trump'ın, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'i Türkiye'ye iade etmeyi tasarladığı haberleri yayıldığında panik yaşayan Engel, ABD Kongresi'nde teröristbaşına yönelik ilk resmi açıklamanın yapılmasını sağlamıştı.



"Gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi dolayısıyla Beyaz Saray tarafından Suudi Arabistan üzerinde Türkiye tarafından oluşturulan baskıyı azaltmak için Fetullah Gülen'in iadesinin düşünülmesi kabul edilemez. Gülen, Türkiye'yi ödüllendirmek için bir pazarlık kozu olarak değerlendirilemez" şeklinde açıklama yapan Engel, FETÖ'nün geçtiğimiz günlerde Uluslararası Dil ve Kültür Festivali (IFLC) adı altında New York'ta düzenlediği 'Türkçe Olimpiyatları' tarzı şovunun da baş misafiri olmuştu. Geceye katılan Engel, konuşmasında Türkiye'yi hedef almış, "Birisi bana bu festivalin Türkiye'de yasaklı olduğunu söyledi. Bu utanç verici. Ankara'daki politikacıların sorunu nedir? Böyle harika bir şeyi nasıl yasaklayabilirsiniz" demişti.



23 Mayıs 2019 Perşembe

Devlet Bahçeli'den önemli açıklamalar

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli açıklamasında "Milliyetçi Hareket Partisi, YSK'nın gerekçeli kararını tartışmasız şekilde doğru ve isabetli bulmaktır. YSK, şaibeleri teyit etmiş, sandık yolsuzluğunu ortaya çıkarmıştır" dedi. 

Bahçeli ayrıca Tunceli Belediye Başkanı TKP'li Fatih Mehmet Maçoğlu'nun 'Dersim' hamlesine tepki gösterdi.



Devlet Bahçeli'nin açıklamaları şu şekilde;
Ülkemiz günbegün ağırlaşan iç ve dış sorun alanlarının çok yönlü baskı ve dayatması altındadır. 

Türkiye’ye şantaj oklarını yönelten küresel odaklar bir yanda egemenlik haklarımızı diğer yanda da milli ve tarihi kazanımlarımızı tehdit etmektedir. Milli bekamız çok cepheli risk ve tehlikelere maruzdur. 

Türk milletinin varlığını, birliğini ve refahını hedef alan karanlık çevreler, bunların yerli işbirlikçileri ve siyasi uzantıları son zamanlarda tahrik kampanyalarına hız vermişlerdir. 

Türkiye S-400 Füze Savunma Sistemi bahanesiyle siyasi ve ekonomik kuşatmaya alınmış, boyun eğmesi amaçlanmıştır.

'BEDELİ ÇOK YÜKSEK OLACAK SKANDALIN FAİLİ OLACAKLARDIR'

Bu kapsamda, 22 Mayıs 2019’da ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu’nda kabul edilen; “ABD-Türkiye ittifakına yönelik endişelerin ifade edilmesi” başlıklı karar çifte standart olmasının ötesinde, tamamıyla art niyetin ve müttefiklik hukukunu hiçe sayan bir zihniyetin ürünüdür. 


Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsız bir devlettir. NATO üyeliği, dostluk hukuku ve stratejik ortaklık gibi iki taraflı işlemesi gereken sorumluluk mekanizması, devamlı bir tarafın geri adım atması, taviz vermesi, adeta tutsak alınması şeklinde okunamayacak, asla bu şekilde yorumlanamayacaktır. 

Türkiye’nin iradesine kilit vurmaya teşebbüs eden, bağımsızlık azmini kırmak için tevessüle yeltenen kim olursa olsun tarihi bir hatanın, vahim bir yanlışın, bedeli çok yüksek olacak bir skandalın faili olacaklardır.

KOMÜNİST BAŞKAN'A SERT 'TUNCELİ' TEPKİSİ: GEREĞİ YAPILMALIDIR!

Türk milleti zalimce sahnelenen, sinsice sürdürülen, sinir bozucu şekilde ilerletilen kalleş oyunları, kirli tertipleri açıkça bilmektedir, alenen görmektedir. 


Bilhassa Türkiye ekonomisinin içine çekilmek istendiği anafor ve anarşik yapının hangi mahfillerce projelendirildiği, hangi mihraklarca servis edilip günden güne dozunun arttırıldığı gizlenemez ölçüde meydandadır. 

Nitekim Türkiye düşmanlığı tahammül sınırlarını çoktan aşmıştır. 

Bu esnada Tunceli Belediye Meclisi’nin Dersim kararı tam anlamıyla yangına körükle gitmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne meydan okumaktır. 

Söz konusu Belediyenin hizmet binasında bulunan tabelalarda yazılı bulunan ''Tunceli'' ifadesinin yerine Dersim yazılmasıyla ilgili karar yok hükmündedir, ayaklarımızın altındadır, gereği de mutlaka yapılmalıdır.

Türkiye’de resmi olarak Dersim ismiyle anılan bir vilayet yoktur, olamayacaktır. 


Komünist ve bölücü komploya göz yummak, alttan almak, sessiz kalmak feci akıbetlere davetiye çıkaracak, beka düzeyinde tehlikelere kapı aralayacaktır. 

Hiç kimse aldığı oy ve desteğe güvenmemelidir. Hiç kimse Türk milletinin hassasiyetleriyle oynamaya kalkışmamalıdır. 

Yanlış hesap mutlaka dönecek, namlu ters tepecek, muhatapları elbette mahcup ve millet nezdinde mahkum olacaklardır. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.

'MHP YSK KARARI TARTIŞMASIZ ŞEKİLDE DOĞRU VE İSABETLİ BULMAKTADIR'

İhmal ve inkarı imkansız olan bu ilke ve kurala aykırı hareket eden çürümüşler elbette hukuki ve idari sonuçlarına katlanmak durumunda kalacaklardır. 


Adalet insan haysiyetine bağlılık ve sadakat, hakka ve haklıya maşeri vicdan nezaretinde hürmet ve riayettir. 

Türkiye kapanın elinde kalan sahipsiz bir ülke değildir, önüne gelenin keyfi olarak milli ve manevi değerlerimize hakaret ettiği yeni yetme bir devlet hiç değildir. 

Birlikte yaşamanın altın kuralı hukuka saygı duymak, ortak akıl ve iradede buluşmak, buna da muvafık hareket etmektir. 

Yüksek Seçim Kurulu, 31 Mart İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimini iptal eden ve arkasından da 23 Haziran’da yenilenmesine hükmeden kararının gerekçelerini açıklamıştır. 

Milliyetçi Hareket Partisi Yüksek Seçim Kurulu’nun gerekçeli kararını tartışmasız şekilde doğru ve isabetli bulmaktır.

Bilinmelidir ki, seçim hukuku özü itibariyle bir şekil hukukudur. Bu nedenle kanun hükümlerine uygun davranmak esastır, herkes için bağlayıcıdır. 


Seçimle ilgili kurulların teşkilinde kanunun amir hükümlerine bağlılık seçim hukukunun temeli ve vazgeçilmez ilkelerindendir. 

Yüksek Seçim Kurulu’nun gerekçeli kararında özet olarak; 31 Mart İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçiminde 108 sandığın sayım-döküm cetvellerinin düzenlenmediği, bu durumun seçim sonucunun güvenirliğini önemli oranda zedelediği, ayrıca sandık kurulu başkanlarının ilgili kanuna aykırı biçimde tesis edildiği tespit edilmiştir. 

754 sandığın sandık kurul başkanları kanuna aykırı olarak belirlenmiş, bu çerçevede oy kullanan İstanbullu kardeşlerimizin sayısı da 212.276 olmuştur. Oy kullanma hakkı olmayan 706 kişi yerine haksız ve hukuksuz olarak oy kullanıldığı belgelenmiştir.

YSK, şaibeleri teyit etmiş, sandık yolsuzluğunu ortaya çıkarmıştır. 31 Mart seçimlerinin sonuçlarına müessir ölçüde etki edecek hukuksuzluk ve sandık usulsüzlüklerinden dolayı YSK’nın 6 Mayıs 2019 tarihli seçim iptal kararının ne kadar gerçekçi ve vicdanları rahatlatan bir karar olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir.


CHP sözcülerinin gerekçeli karara yönelik kaba ve saygısız ifadeleri ise bir defa millet iradesine ve hukukun temel ilkelerine tahammülsüzlüktür. 

250 sayfalık gerekçeli kararda işlerine gelen kısımları kullanan ve siyaseten istismar eden müflis CHP zihniyeti hak ettiği cevabı 23 Haziran’da İstanbullu kardeşlerimizden alacaktır. 

Milliyetçi Hareket Partisi, 23 Haziran günü İstanbul’da bekanın, umudun, huzurun, kardeşliğin, sağduyunun kazanacağına inanmaktadır. İstanbul ehline emanet edilecektir.

Kaldı ki gayemiz, gayretimiz kesinlikle budur. Alınan işaretler, İstanbullu kardeşlerimizin eğilimleri bunu göstermektir. Partimiz 23 Haziran seçimi için sahadadır. 


Cumhur İttifakı’nın başarısı için ihtiyaç duyulan ve lazım gelen yoğun çalışmalar beş ayaklı stratejimize uygun şekilde durmaksızın icra edilmektedir. 

Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul’un her yerinde, her köşesindedir. Kalplere girmek, gönülleri kazanmak, Cumhur İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sayın Binali Yıldırım’a destek vermek maksadıyla üzerimize düşen ahlaki ve siyasi görev harfiyen yerine getirilmektedir. İstanbul’da başlattığımız “Hemşeri Harekâtı” kapsamında, en çok hemşerisi bulunan illerimizin il başkanlarıyla ikinci etap toplantımız bugün yapılacaktır.

Siirt, Bitlis, Van, Diyarbakır, Adıyaman, Ağrı, Amasya, Çorum, Muş, Kayseri, Konya, Çankırı, Elazığ, Yozgat, Bingöl, Batman il başkanlarımızla 23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimi değerlendirilecek, İstanbul’daki hemşerileriyle temas kurmaları konusunda son çalışma ve hazırlıklar gözden geçirilecektir. 


İstanbul Türkiye’nin buluşma ve kaynaşma potası; tarih, kültür, kardeşlik ve medeniyet beşiğidir. Milli Mücadele İstanbul’dan Anadolu’ya ilk adımla ve cesur intikal sonucunda başarılmıştır. 

Bugün de Anadolu’dan İstanbul’a geçilerek yeni bir Milli Mücadele ruhuyla bu aziz kentimizin üzerindeki kabus bulutları dağıtılacak, milli irade eksiksiz tezahür edecek, istikbal ve istiklal haklarımız tescillenecektir. 

CHP’nin asabi, acemi, hazırlıksız, hırçın, denetimsiz, frensiz, maskeli, gizli gündemli adayının eriyişi ve irtifa kaybı sürerken Cumhur İttifakı yükseldikçe yükselecek, Allah’ın izniyle, İstanbullu kardeşlerimizin takdiriyle Sayın Binali Yıldırım Büyükşehir Belediye Başkanı olacaktır.

Mücadelemiz ve kararlı duruşumuz sonuna kadar vakarını ve varlığını muhafaza edecektir. 


İstanbul’un geleceği yabancı başkentlerde, terör örgütlerinin yuvalandıkları ihanet merkezlerinde belirlenemeyecek, buna bizatihi İstanbullular izin vermeyeceklerdir. 

İstanbul Türkiye’dir, Türk milletinin cevheri, mukaddes emanetidir. Bu emanete gölge düşürülmeyecek, tertemiz ve milli bir irade İstanbul’u inşallah ayağa kaldıracaktır. 

Türk milleti müsterih olsun ki, Cumhur İttifakı bunu başarmaya muktedirdir.








HDP, Kürt partisi değildir!

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

19 Mayıs’ta HDP Şişli örgütünün yayınladığı mesaj:
“19 Mayıs Pontus Rum Soykırımı Anma Günü. 353 bin Rum öldürüldü, 1 milyon 250 bin Rum mübadeleyle sürgün edildi. #BuAcıHepimizin”
TBMM’de yer alan bir partinin örgütü yayınlıyor bunu…
Y-CHP’nin PKK sevicisi İstanbul İl Başkanı'nın şu mesajından farkı yok:
“23 Nisan’dan bir sonraki gün neydi? Bilmek istemeyenler için ipucu: 1915”.
El ele, kol kola bir ihanet ve utanç!
19 Mayıs’ta Samsun’da Atatürkçülük gösterisi yapan İmamoğlu’nun müttefiki…
HDP, Kürt olmayan ve Kürtçe bile bilmeyen Marksist-Leninistlerin, DHKP-C’lilerin yönettiği bir parti…
PKK uzantısı HEP’ten ÖZDEP’e, ÖZDEP’ten HADEP’e, HADEP’ten DEHAP’a, DEHAP’tan DTP’ye, DTP’den BDP’ye ve BDP’den HDP’ye uzanan bölücü bir siyasî hareket…
Bu militan hareketi Meclise taşıyan da Y-CHP… 1991’de SHP listelerinden seçilip sonra istifa ettiler… DEP, Meclise giriverdi…
Y-CHP, o tarihî hatasını şimdi de PKK’yı belediyelere taşıyarak tekrarlıyor ve aldıkları sonucu da halkın iradesi olarak ilan ediyor…
Bu PKK uzantısı hareketin ilk başkanı Yaşar Kaya idi. Bir süre Almanya’da kaldı, Erbil’de öldü, Özgür Gündem’in sahibi idi…
HADEP kongresinde PKK paçavraları ve bebek katilinin posterlerini astıran Murat Bozlak tutuklandı, sonra vekil oldu, sonra da kanserden öldü.
Ahmet Turan Demir, defalarca tutuklandı, hapis cezası aldı.
DTP’nin eş başkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’tu.
Sonra piyasaya Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak ve Sabahat Tuncel çıktı.
ÖDP’li fırıldak Ufuk Uras, Mehmet Metiner, Altan Tan, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Osman Baydemir ve Figen Yüksekdağ yeni figüranlardı…
Kürtçe konuşamayan ve belediye başkanlığı yapan Kışanak ve Tuncel yargılanıp hapse gönderildi. Şimdi açlık grevi yapan Tuncel, bir ara şu nutukları atıyordu:
“Türkiye halklarına da çağrımız 'Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz.' Bu sadece bir slogan değil, bir gerçekliktir. Eğer bugün Kürtler özgür değilse Türkler de özgür değildir.”
Figen Yüksekdağ, Kürtçe bilmeyen bir Marksist-Leninist… Şimdi hapiste… HDP eş başkanı idi ve şu küstahlığı unutulmayacak:
“Biz sırtımızı YPJ'ye, YPG'ye ve PYD'ye yaslıyoruz bunu söylemekte ve savunmakta hiçbir sakınca görmüyoruz!”
Ne Ertuğrul Kürkçü ne de Sırrı Süreyya Önder, Kürt… Kürkçü Dev-Genç’li… Çayan’ın öldürüldüğü olayda samanlıkta saklanmış biri. Kürt olmayan Kürtçü solcu Önder ise şimdi hapiste…
HDP, hiç Kürt halkının derdi ile dertlenmedi. Ne aş, ne iş, ne huzur…
Çözüm sürecinde kirli emelleri için Güneydoğu’yu köstebek yuvası yapıp kan gölüne çevirdiler… Bölge esnafını tehdit ederek sürekli kepenk kapattırdılar.
Yasa dışı eylemlerinde sürekli polisle çatıştılar…
Halkın kendilerine teslim ettiği belediyelerin imkânlarını PKK’ya taşıdılar, yataklık yaptılar…
Mesela eş başkan kızıl Sezai Temelli Kürt değil ve KHK ile İstanbul Üniversitesinden atılanlardan… ÖDP’den ayrılıp HDP’nin kuruluşunda yer aldı. HDP’nin eş başkanı…
“23 Haziran’da CHP’ye oy verirseniz Kandil’in yolu açılır” itirafı ile “Bugün Türkiye’nin en bereketli toprakları burası. Buralar vadedilmiş topraklar. Musa bütün ömrünü bu toprakları arayarak geçirdi. Geldiler bu toprakları da kuruttular” küstahlığı ona ait…
Bu kızıl Temelli, 31 Mart sonrası “İstanbul ve Ankara’yı İmamoğlu ve Yavaş değil HDP yönetecek” diyen adam…
Şimdi de “Kayyımları nasıl süpürdüysek İstanbul’u da süpüreceğiz” diyor…
Kürtçü Buldan, Hakkari’de memur iken daha sonra öldürülen, teyzeoğlu eski bir uyuşturucu kaçakçısı PKK’lı ile evlendi…  İstanbul’da “cumartesi anneleri”nin elebaşılarındandı. HDP eş başkanı…
Kürtçü Buldan demokrasi ittifakı dediği “zillet ittifakı”nın adayı İmamoğlu’nun aldığı oy için şöyle diyor: “İmamoğlu'nun başkanlığında 'Kürdistani partiler’in payı var.”
Kürdistani partiler kim? Müttefikleri Y-CHP/İP/SP…
HDP, asla bir Türkiye partisi olmadığı gibi asla Kürt kardeşlerimizi de temsil edemez…
Bunlar, TBMM araçları ile terörist ve silah taşıma ihanetini gösteren taşeronlar…
Birçok Ermeni'yi barındıran PKK’nın siyasî uzantısı ve maşası…
19 Mayıslarda  “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” çığlığı atan Y-CHP’liler nasıl bir kirli iş birliğinin içindeler?
Kürtçü Sakık’ın kendilerine yaptığı “İt sürüleri” hakaretine razılar mı?
Ve Y-CHP’ye bir uyarı daha:
Zırt pırt başvurduğunuz meşhur “367 mucidi” Yargıtay Başsavcısı Kanadoğlu, 2002’de DEHAP'ın seçimlere girmesini engellemek için başvurmuş ancak YSK, DEHAP'ın seçimlere katılmasına karar vermişti…

Haberiniz ola!

Türk milleti bu tuzağa düşmez


Türk milleti üzerinde oyun oynayanların, sonu hep hezimet, hep bozgun, hep de acı olmuştur. Bir seçim kazanmanın telaşında değiliz. Ülkemize, milletimize, bekamıza, geleceğimize sahip çıkmanın derdindeyiz.

Birkaç belediye ele geçirdiler ya, gerisini getirip ülkeyi kaosa sürükleyeceklerine olan inançları iyice arttı. Şimdi çok daha hevesli saldırıyor, akla hayale gelmeyecek yalanlara başvuruyor, gafletten ihanete her yolu deniyorlar. 23 Haziran İstanbul seçimlerinde istedikleri sonucu elde etmeleri durumunda daha da azacak ve ülkeyi kilitleyeceklerdir.

SİZİ BİRARAYA GETİREN ŞEY NEDİR?

  Bütün bunları yapıyorlar, sonra da dönüp büyük bir pişkinlikle, erdemden, ahlaktan, davadan, dürüstlükten, samimiyetten dem vuruyorlar. Kendilerine, “bırakın işbirliği yapmayı, bir araya gelmeyi aynı havayı bile teneffüs etmeye tahammül gösteremediğiniz halde, sizi bir araya getiren şey nedir?” diye soruyoruz, duymazdan geliyorlar. Sicillerinin büyük bölümünü oluşturan belgeli yalanlar, hukuk kararları ile kesinleşmiş hırsızlıklar sanki kendilerinin değilmiş gibi, üste çıkıyorlar. Yaptıklarını gizlemek ve ihanetlerini milletten kaçırmak için de, arkadan dolanıyor, “MHP geçmişte şunları söylemişti, AK Parti şöyle yapmıştı” gibi ezberleri tekrarlayıp zihin bulandırmaya uğraşıyorlar.

BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜK

  Bin defa anlattık, aslında çok da iyi anladılar, ama işlerine gelmediği için aynı sakızı çiğneyip duruyorlar. Be hey gafiller, MHP hangi söylediğini inkar etti, hangi yaptığından vazgeçti? MHP’nin tarihi şan ve şerefle yazılmıştır. Geçmişte söylediklerinin hepsi kendi sitesinde duruyor. Ülkemizin ve milletimizin menfaatleri o zaman onu gerektiriyordu. Söylenenlerin doğruluğu ve haklılığı ispatlandı.Sonra 15 Temmuz gibi dünya tarihinde görülmemiş bir ihanet yaşandı. Türkiye ile meselesi olan içeride ve dışarıda her kim varsa, saldırıya geçti. MHP gibi bu ülkenin teminatı olan bir parti, AK Parti’nin gitmesi uğruna memleketimizin felakete sürüklenmesini göze alacak mı zannettiniz?Bunu siz yapabilirsiniz, zaten yapıyorsunuz, ancak MHP için ülkenin bölünmez bütünlüğü her şeyin önünde ve üstündedir. Anlamadığınız, anlasanız da işinize gelmeyen şey tam olarak budur. MHP siyasi menfaatlerinin, küçük oy hesaplarının peşinde koşmuyor, bekamıza sahip çıkıyor.

BİRBİRİNİZE YAKIŞIYORSUNUZ

  Hadi sizde çıkın, ne dünya görüşü, ne siyaset gerçekleri, ne geçmişte, ne gelecekte hiçbir şekilde aynı hedefte olmadığınız halde, sizi bir araya getiren şeyin ne olduğunu bu millete bir anlatın. İhanet derseniz, alası sizin aranızda yaşandı. PKK’dan başlayıp FETÖ’ye uzanan terör örgütlerini temize çıkarma gayretini büyük bir fedakârlıkla yapanlar sizler değil miydiniz? Selahattin Demirtaş’a güzellemeler için aranızda yarışa girmediniz mi? Hakaret derseniz, su katılmamışını birbirinize karşı kullandınız. CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu PKK ve uzantılarına kol kanat germekte bir sakınca görmüyor, ama ortaklık kurdukları İP’in Genel Başkanı için, “Kişisel olarak ben, Meral Akşener’in geçmişte namussuz ve aktif siyaset yaptığı, devlet yöneticiliği yaptığı dönemlerdeki duruşunu unutmayanlardanım. Meral Akşener gibi geçmişin kirli siyasetçilerinden Türkiye’nin merkez sağını dolduracak gibi çok umut vadeden cümleler kurmayı da siyasetçi olarak her şeyden önce kendime yakıştıramıyorum.” diyebiliyor. Kim kime ne yakıştırır onu bilemem, ama birbirinize çok yakıştığınız muhakkak.

İSTANBUL’UN KAYBA TAHAMMÜLÜ YOK

  Erdemden uzaklaşmış, utanma duygusundan mahrum kalmış, doğruluğu kaybolmuş siyasi ihtiras sahiplerinden dürüstlük ve samimiyet beklemek beyhudedir. İstanbul gibi, fethi Peygamber Efendimiz tarafından müjdelenmiş bir mübarek şehir böyle bir zihniyete, böyle bir kirli ortaklığa teslim edilemez. Bir defa daha altını çizerek söylüyorum, İstanbul’un zilletin eline geçmesi kaybın ötesinde, çok büyük bir yıkım olur. Zaten büyük sorunları olan bu müstesna şehrimizin 5 yıl gibi bir zamanı kaybetme lüksü yoktur. İddia edilenin tersine, İstanbul’un zillete teslimi halinde çok, ama çok kötü şeyler olacak.

HUKUK GEREĞİNİ YAPTI

  İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimleri, bir ilin alanıyla sınırlı değildir. Bu seçimler aynı zamanda geleceğimizin seçimidir. Sayın Bahçeli’nin belirttiği gibi, İstanbul iftiharımızın mihveri, istiklal haklarımızın mektebidir. Bu aziz kenti hukuksuzluklara rehin bırakamayız. Bu aziz kenti ihanet senaryolarına, sandık yolsuzluklarına kurban veremeyiz. Unutmayalım ki, 31 Mart’ta İstanbul’un önü kesilmek için hesap üstüne hesap yapıldı. İstanbullu kardeşlerimizin iradeleri gasp edilmek için tezgah kuruldu. Sahada kazanamayanlar, sandık oyunlarına teşebbüs ettiler. Sonuç itibariyle İstanbul seçimlerine şaibe karıştığı netleşti, teyit edildi ve hukuk gereğini yaptı.

YİNE ÖYLE OLACAK  


  Zilletin hesapları, bu kirli oyunun içinde olanların beklentileri kendilerini bağlar. Türk milleti bu tuzağa düşmeyecektir. Türk milleti üzerinde oyun oynayanların, sonu hep hezimet, hep bozgun, hep de acı olmuştur. Yine öyle olacaktır. Bir seçim kazanmanın veya kaybetmenin telaşında değiliz.Ülkemize, milletimize, bekamıza, geleceğimize sahip çıkmanın derdindeyiz. Ve bu yoldan hiçbir şekilde, hiçbir şartta dönmemiz mümkün değildir.

Üç soruda dağıldı gitti

Ekrem İmamoğlu’nun gerçek yüzü Ahmet Hakan’ın sunduğu programda tamamen ortaya çıktı. Yani maskesi düştü. 31 Mart seçimleri öncesi “herkesi kucaklayan, sevgi pıtırcığı, hoşgörülü” diye pazarlanan Ekrem İmamoğlu’na dikkat ederseniz mazbatası elinden alındığı günden bu yana çok gergin, çok stresli, sesini gereğinden çok yükseltiyor, kızıyor, bağırıyor, sinirlerine hâkim olamıyor.
Belli ki bir kaygısı var. Rahat değil…
Ahmet Hakan’ın programı Ekrem İmamoğlu’nun bugüne kadar nasıl rol yaptığının ispatı olmuştur. Ben kendisini tanıdığım ilk günden itibaren “yapmacık, sinsi, kurnaz” diyordum ama tam tanıyamamış olanlar için bu program bir ölçü olacaktır.
Şişirilen bir balon ve hormonlu kahramanlık yüklenilen biri olduğu çok net görülmüştür.
Programda olmayanları “oldu” diye, olanları “olmadı” diye sunması ve bugüne kadar inkâr ettiklerini kabul etmesi en çok göze batanlar olmuştur.
Esenler Belediye Başkanı ve İBB Meclisi AKP Grup Başkanvekili Tevfik Göksu Yunan medyasında çıkan haberleri hatırlatarak aynen şunları demişti:  “Yunan medyası İstanbul’u Yunan kazandı diyor! Bir dakika ya bu arkadaş nereli? CHP’nin adayı nereli? Trabzonlu! Ee nasıl olur, Yunan medyası İstanbul’u Yunan kazandı dedi. Bunlardan bir ses çıkmadı?”
Ahmet Hakan da Ekrem İmamoğlu’na programda bu konuyu sordu.
Bu konuyla ilgili Ahmet Hakan ve Ekrem İmamoğlu arasında geçen diyalog aynen şöyle:
Ekrem İmamoğlu :‘’Uydurma bir yerel gazete, bana diyorlar ki niye cevap vermiyorsun? niye cevap vereceğim? Yunansa yunandır, Rumsa Rumdur, bu ülkede Rum var mı? Var, Yunanlı var mı? Var, işte ne biliyim Ermeni vatandaşımız var mı? Var, herkes var benim de secerem belli yani. İmamoğlu ailesini kime sorsan Trabzon’da tanırlar. Seceresinin nereden geldiğini, ben şimdi oturup da seceremi mi anlatacağım? Kime? Aklı kıt bir belediye başkanına, “aklı kıt”, “cahil”, iftira atıyor ya. Kim derse ona “aklı kıt” derim, kim derse bakın.
Ahmet Hakan: Diyor ki “Bir Yunan medyasında bir haber çıkmış, Ekrem İmamoğlu İstanbul’u fetheden Yunanlı diye, Ekrem İmamoğlu nereli? Trabzonlu, e niye cevap vermiyor bu habere? Ben Trabzonluyum kardeşim bana nasıl böyle bir şey dersin” diye.
Ekrem İmamoğlu: Siz anladınız ne demek istediğimi diyor böyle göz işareti yapıyor, iyi izleyin o zaman.
Ahmet Hakan: Ben izledim, 80 defa izledim.
Ekrem İmamoğlu: Yani “Yunanistan’daki bir yerel gazeteye Ekrem İmamoğlu ne için cevap vermedi? Anladınız onu.”
Ahmet Hakan: Anladınız onu demiyor.
Ekrem İmamoğlu: İzleyin, izleyin.
Ahmet Hakan: Peki beraber izleyelim programdan sonra.
 Ekrem İmamoğlu hem hakaret ediyor, hem de söylenenler ortada iken resmen yalan söylüyor. Buyurun o videoyu tekrar tekrar herkes izlesin. Bakın bakalım Ekrem İmamoğlu’nun dediği gibi mi?
 Ahmet Hakan, “maddi hataların neden büyük bir çoğunluğu Binali Yıldırım’ın aleyhine?” diye sorduğunda Ekrem İmamoğlu itiraf gibi  “O bilgisayar başındaki insanların hatası.” açıklamasını da yaparak aslında oyların çalınma sistemini de göstermiştir.
CHP geçersiz oyların yeniden sayılması için AKP'nin yaptığı başvurunun kabulünün hukuka aykırı olduğu ve durdurulmasını talep ettiği halde bunu inkâr eden şu diyaloğu yaşattı.
Ahmet Hakan: Neden "oylar yeniden sayılsın" demediniz, neden itiraz ettiniz oyların tümünün sayılmasına?
Ekrem İmamoğlu: İtiraz etmedik biz.
Ahmet Hakan: Siz dilekçe vermediniz mi tümü sayılmasın diye?
Ekrem İmamoğlu: Tabii ki.
Ekrem İmamoğlu’na niye güvenilmez gözüyle baktığımı bu programda bir kez daha anladım.
Ekrem İmamoğlu “kazanan” olmak için her yola başvuracak, her türlü karanlık odaklarla işbirliği yapacak karakterde birisidir. Mazbatasını alır almaz “Demirtaş’ın çizgisini çok beğeniyorum” demesi aslında onun çakma bir Trabzonlu ve Karadenizli olduğunun ispatı olmuştu. Trabzon’a HDP giremezken “HDP aday çıkarmıyor beni destekliyorsa, HDP seçmeninin başımın üstünde yeri var” diyen Ekrem İmamoğlu üzerinden Trabzon ve Karadenizlilik tartışması bile zaman kaybıdır.
Ekrem İmamoğlu bir projedir. Ama kendinin dediği gibi “Ben bir projeyim. Tümüyle bir proje aslında, bu proje Atatürk Cumhuriyeti’nin projesi.” şeklinde değil…
Ekrem İmamoğlu Atatürk’ün miras bıraktığı Türkiye Cumhuriyetini bölmek ve parçalamak isteyenleri başının üstünde taşıyan, onların çizgisini çok beğenen bir projedir.
Öyle bir proje ki Ahmet Hakan gibi 2-3 gazeteci daha soru sorarsa dağılıp gidecek…
Ne diyordu o meşhur şarkının sözlerinde…
Of bu ne sinir bu öfke
Aman bir telaş bir acele
Herkes birbirini boğacak
Bu gidişle sonumuz ne olacak
Şişt şişt sakin ol sinirlerine hâkim ol
Şişşt Şiişt sakin ol sinirlerine hâkim ol

Sana armağan ediyoruz bu şarkıyı Ekrem İmamoğlu…





google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html