BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

30 Haziran 2018 Cumartesi

İngiliz arşivlerinde Şoke eden Türkiye haritası....

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

"Türkiye'de petrol var mı?" sorusu hep cevap aramıştır. Bu soruya yanıt çarpıcı bir yazıda keleme alındı. Şöyle ki; "Alman ve İngiliz haritalarına göre Erzurum-Bitlis-Van ücgeninin altında petrol denizi var".

Şoke eden Türkiye haritası....

Anadolu binlerce, on binlerce yıllık bir maziye sahip bir coğrafyanın adıdır. Belki de yeryüzünün insanla ilk tanışan mıntıkalarından birisidir. Türlü türlü milletlere, idare ve devletlere mesken olmuş, zengin bir kültürel varlığa her daim sahnelik etmiştir. Dolayısıyla Anadolu adeta bir açık hava müzesidir. Her bir parçası ve her bir noktası birbirinden farklı görsel zenginliklerle doludur. Kimi yakın zamanların eseri, kimi çok daha devirlerin yadigarıdır. Kiminin kimliği açık ve belli, kimileri ise meçhullerin eseridir.
Medeniyetler beldesi bu kadim topraklar, üstünde yer alan anıtsal, sanatsal zenginliğe ve coğrafi güzelliğe mukabil derununda barındırdığı madenler ve cevherler bakımından da son derece zengindir. Bu madenlerin en başta gelenlerinden birisi ise petroldür.
Petrolün önceki asırda tespiti ve enerji değerinin anlaşılması üzerine ne denli kıymetli bir maden haline geldiği ve gerek dün gerekse bugün devletlerin petrol için ne büyük ve ne türden mücadele ve çatışmalara maruz kaldıkları da malumdur.

Anadolu, sahip olduğu madenler ve hususiyle petrol rezervleri nedeniyle başta İngiltere olmak üzere Almanya, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri'nin yakından ilgilendiği bir alan olmuştur.
Geçen asırda söz konusu ilginin ve ilgi nedeninin farkında olan dönemin Osmanlı padişahı Sultan Abdülhamid'in Doğu Anadolu ve Orta Doğu'da nerelerde petrol bulunduğunu uzmanlara tespit ettirerek haritasını çıkarttığı ve bu yerlerin işgal ve gasplara uğramaması için mülkiyetlerini şahsileştirdiği bilinmektedir. Ancak onun iktidardan uzaklaştırılması, yapılan hukuki ve mülki değişiklikler ve nihayet Birinci Dünya Savaşı'nın aleyhimize neticelenmesi petrol bulunan beldelerin büyük bir kısmının da el değiştirmesine sebebiyet vermiştir.
Anadolu ve Orta Doğu'nun yer altı zenginlikleri ve petrol yatakları ile ilgilenen sadece Sultan Abdülhamid olmamıştır. İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri de, söz konusu bölgelerin sadece üstü ile değil, altı ile de yakından ilgilenmiştir.
1920'li yıllara ait Amerikan belgeleri yer altı zenginliklerinin tespiti noktasında Anadolu'nun neredeyse karış karış inceleme alanı yapıldığını göstermektedir.
Var olan her bir maden yatağı şehir şehir, bölge bölge tespit edilip krokileri çizilerek, önemleri vurgulanıp rezervleri belirtilerek kayıtlara geçirilmiştir.

Söz konusu belgelerde yer alan bilgilere göre bakır, altın, platin, demir, kurşun, çinko, kalay, nikel madenleri Anadolu'nun yer altı zenginliğinin daha o tarihlerde tespit edilebilmiş olanlarının sadece bir kaçı olarak kayıtlarda yerini almıştır.
Anadolu'da var olduğu belirtilen ve birden fazla belgede mevcudiyeti önemle zikredilen yer altı zenginliklerinin en ilginç olanı ise Erzurum-Bitlis-Van bölgesinin altında bir petrol denizinin olduğu yolundaki tespitler ve beyanlardır.
Verilen bilgilere göre Erzurum-Bitlis-Van bölgesinde bulunan petrol denizi en az Musul petrol rezervleri kadar zengin ve hatta ondan çok daha fazla kapasitelidir ve dünyanın önemli petrol kaynaklarından birisini oluşturmaktadır. Bu özelliğinden ötürü de burada bulunan petrolün her halükarda işletilmesi gerektiği önemle dile getirilmiştir.
İlk Ermeni isyanlarından birisi olan ve aynı yerde Ermenilerin iki defa isyan ettiği (Birinci Sasun İsyanı 1894, İkinci Sasun İsyanı 1903) Sasun'da platinle beraber altın madeninin mevcudiyetinden söz edilmektedir.
Şirvan Dağı ve Van gölünün güneyinde ise birden fazla cinsten maden bulunduğu belirtilmekte ve V. Cuinet'in, Esad Paşa tarafından keşfedilen Van madenlerinin dikkate değer mahiyette olduğu ifadesine yer verilmektedir.
Rusya'da Ural Dağlarında zengin rezervlerle bulunan Platin cevherinin, Anadolu'da fazla olmamakla birlikte az miktarda da olsa Çoruh nehrinin kumlarında altın madeni ile birlikte yer aldığı ve platinin Bitlis Vilayeti, Muş Sancağı dahilinde yer alan Sasun'da da mevcut olduğu belirtilmektedir.
Petrolün sadece Erzurum-Bitlis-Van bölgesinde değil, Türkiye'nin batısında Tekirdağ, Şarköy'de de mevcut olduğu ve bu yerin imtiyazının da L. İbranik Tomas'a ait olduğu zikredilmektedir. Ancak Tomas'ın sahip olduğu bu imtiyaz sahasında herhangi bir kuyu açmadığı da ayrıca dile getirilmektedir
Petrol bulmak ve işletmek üzere imtiyaz alan sadece İ. Tomas olmamış, daha başkaları tarafından da Edirne-Tekirdağ'da 16; İzmir'de 5; Erzurum'da 3; Van'da 1 ve Adana'da 1 sahanın imtiyazı alınmıştır. Açılan kuyu sayısı ise fazla değil, İzmir'de 2 ve Erzurum'da 1 adetle sınırlı kalmıştır.
Chester Projesi bir dizi müstakil imtiyazlar şeklinde inşaat sözleşmelerinden oluşmakta ve 200.000.000 ile 300.000.000 dolar arasında bir yatırımı öngörmekteydi.
Ancak böyle bir yatırımın karşılığında ise mineraller ve tabii kaynakların işlenmesi neticesinde ise en az 10.000.000.000 dolarlık bir kazancın elde edileceği hesaplanmaktaydı.
Chester Projesi kapsamında işletilecek olan Erzurum-Bitlis-Van ve Musul bölgeleri petrol sahalarının potansiyel olarak 8.000.000.000 varilden fazla petrolü olduğu; Ergani bakır madeninin ise 200.000.000 ton yüksek dereceli bakır cevherine sahip olduğu tahmin edilmekteydi.


Chester Projesi kapsamında bulunan bölgelere dair İngiliz, Alman, Fransız ve daha başak taraflarca yapılan jeolojik araştırmaların gizli raporlarına göre, bu bölgeler başta petrol olmak üzere, bakır, altın, platin, gümüş, demir, kurşun, çinko, kalay, cıva, kobalt, manganez, nikel, antimon, kömür ve tuz açısından oldukça zengindi.
Erzurum-Bitlis-Van petrol sahalarının ve Ergani bakır madeninin hayal ve sanal değil, gerçek olduğu ve sahip olduğu değer, belgelerin ifadesiyle, buralarda yapılan teknik operasyonlarla da kanıtlanmıştı.
Anadolu'da petrolün varlığı ve Erzurum-Bitlis-Van petrollerinin zenginliği konusunda yüz yıl öncesine (1923) ait Amerikan belgelerinin çok özetle söyledikleri bunlardan ibaret.
Belgeler zaman zaman tabii ki yalan söyler, söyleyebilir. Yahut yukarıdaki tespitler doğru olmakla birlikte yüz yıl öncesinin teknik yanılgısı yahut gravite düşüklüğü veyahut abartılı yaklaşımlar şeklinde değerlendirilip açıklanabilir. Tabii ki mümkündür, olabilir.
Ancak bu tür açıklamalar halkın Anadolu'da petrol var mı sorusuna verdiği cevabı hiç bir şekilde gölgeleyemeyecektir. O da halkın tercihi.
Ayrıca terör olaylarının, Ermeni isyanlarının veya PKK eylemlerinin genellikle doğuda yoğunlaşmış olması gerçeğini sade bir milliyetçilik hareketi, ulus devlet arayışı veya rastlantısal bir durum olarak açıklamak yahut Chester Projesi'ni Amerika'nın saf ve temiz bir Anadolu sevdası şeklinde açıklamak da herhalde kafi olmayacaktır.
Kaynak: Prof. Dr. Metin Hülagü

29 Haziran 2018 Cuma

Fitne güruhu neredesiniz?

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Seçim sonuçları ile ilgili olarak televizyon kanallarında, gazete sayfalarında günlerdir değerlendirmeler yapılıyor. Analizler yayınlanıyor. Hepsinin ortak kanaati bu seçimin en başarılı partisinin MHP olduğudur. Bunu söylüyorlar, ancak kulp takmayı da unutmuyorlar.Akla ziyan bahanelerle MHP'nin bu büyük başarısına çamur sıçratmaya uğraşanı mı ararsınız, hala Cumhur ittifakına fitne sokmak için çabalayanları mı sorarsınız hepsi mevcut.

NE UTANIYORLAR NE SIKILIYORLAR

          Yazılan yazıları ve televizyon programlarında ki kof açıklamaları gördükten sonra, MHP'nin "iftira, itham ve isnat" başlığı ile verdiği ironik teşekkür ilanının ne kadar yerinde olduğunu bir defa daha hak verdim. Bunlarda ne utanma var ne sıkılma. Ne laftan anlıyorlar, ne milletten yedikleri tokadı dinliyorlar. Kimi MHP'nin aldığı oy üzerinden hala Cumhur ittifakına nifak sokmaya uğraşıyor, kimi hükümet ve ülke yönetimini bahane göstererek fitne çıkarmaya çabalıyor. Bu güruhun hokkabazlıklarını sadece burada değerlendirmiyoruz. Seçim sonrasında katıldığımız televizyon programında da sicillerini önlerine döküp, nasıl rezil olduklarını net ve kesin şekilde kendilerine hatırlattık. Ama utanan kim, suratlar ayakkabı köselesi. Cevap veremiyorlar, kıvranıp susuyorlar, sonra kaldıkları yerden devam ediyorlar.

HEPSİ ARŞİVLERDE MEVCUT

          Bu iftira, itham ve isnat grubunun seçimden öncesinde dillerine doladıkları ve özellikle Cumhur ittifakı arasında fitne çıkarmak için sırayla kullandıkları bir argüman vardı. AK Parti'nin MHP ile ittifak oluşturmasından dolayı, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımız tedirginmiş, bu sandığa olumsuz yansıyacakmış.AK partinin bu yüzden çok önemli ölçüde oy kaybedecekmiş. Bunu söyleyenlere, defalarca hem yazdığımız yazılarda, hem katıldığımız televizyon programlarında seçim sonuçlarını, referandumlarda ortaya çıkan tabloyu hatırlatarak cevap verdik. İddiaların asılsız, bu sözlerin kasıtlı olduğunu ve nifak sokmaya yönelik bulunduğunu anlattık. MHP'nin varlığından bölgedeki vatandaşlarımızın değil, PKK ve uzantılarının tedirgin olduğunu söyledik.Bölgeye huzur gelmesiyle birlikte siyasi dengelerin değişeceğini yazdık, anlattık. Vatandaşlarımızın PKK baskısı altında kalmadan, huzur ve güven ortamında, kendi hür iradeleriyle sandığa gitmeleri durumunda, çok farklı tabloların ortaya çıkacağını, MHP'nin ciddi oy oranlarına ulaşacağını savunduk. Hepsi arşivlerde kayıtlıdır.

HUZUR OY ORANLARINA YANSIYOR

          Bütün bu söylediklerimiz kuru bir iddiaya dayanmıyor. Gerçeklerin ortaya koyduğu bir tespit yapıyoruz. 2015 yılındaki 7 Haziran seçimlerinde bölgede devlet tamamen geri çekilmiş ve meydan terör örgütüne bırakılmıştı. Yol kontrolü yapıyor, vergi topluyorlardı. PKK uzantısı HDP böyle bir ortamda yüzde 13,1 oy aldı. Bu oy oranına baskı, tehdit ve şiddetle ulaştığını bölgeden gelen raporlar net olarak ortaya koydu. Aynı yılın Kasım ayında bir seçim daha yapıldı. Bu defa devlet varlığını hissettirmeye ve terörle mücadele etmeye başlamıştı.Anında sonucunu gördük ve HDP yüzde 11'e geriledi. 16 Nisan  Anayasa referandumu yapılırken, devlet artık bölgeye tam olarak hakim olmuş ve kısmen de olsa huzur sağlanmıştı. Evet oyları, tam anlamıyla bir patlama yaptı ve millet Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine sahip çıktı.

CHP SAYESİNDE BARAJI AŞTILAR

          Bütün bunlar huzur ve güven arttıkça, PKK kayboldukça siyasi dengelerin değiştiğinin ispatıdır. Nitekim, 24 Haziran seçimleri çok daha rahat ve huzurlu bir ortamda yapılmıştır. PKK uzantısı HDP bu şartlarda yüzde 8'e kadar gerilemiştir. Selahattin Demirtaş'ın aldığı oy bunu gösteriyor. Bizim iddiamız, huzurun devam etmesi ve terörün kökünün kazanması ile birlikte, HDP denilen bölücü partinin de tarihe gömüleceği ve ortadan kalkacağıdır. Son seçimlerde HDP'nin barajı aşması bölgeden gelen oylarla değil, CHP'nin akıl almaz bir şekilde bu terör örgütü partiye yardım ve destek vermesi sayesinde mümkün hale gelmiştir. Netikim, millet CHP'nin bu ihanete varan tavrını cezalandırmış ve dibe vurmasını sağlamıştır. CHP şimdi kendi içinde bu hazin durumun hesabını veriyor ve uzun süre bunun devam edeceği, hatta partide ciddi değişimlere kadar gidecek sonuçların doğacağı anlaşılıyor.

OYLARINI ARTTIRAN TEK PARTİ MHP

          24 Haziran seçimlerinde Güneydoğu ve Doğu illerinde oy oranını çok ciddi biçimde, yüzde 300, hatta 400 oranında arttıran tek parti, Milliyetçi Hareket Partisi'dir ve bu durum bizim için asla sürpriz değildir. Böyle olacağını, normalleşmenin sağlanması durumunda MHP'nin ülke bölünmez bütünlüğü savunan bir parti olarak, bölge insanından büyük tasvip göreceğini zaten biliyor ve söylüyorduk. Biz bu milleti biliyor ve tanıyoruz. Çok şükür yanılmadık. Nitekim, MHP Şanlıurfa'dan milletvekili çıkardı. Bölgenin diğer il ve ilçelerinde tarihi başarılar elde etti.  Alınan oy oranları bugünkü Ortadoğu Gazetesi'nin manşetinde yer alan haberde ayrıntılı olarak mevcuttur. Buraya tekrar yazmaya gerek görmüyorum.

BÜTÜN İDDİALARI YERLE BİR OLDU

          Gerçekler bunlar olmasına rağmen, "iftira, itham ve isnat" güruhunun hala televizyon ekranlarına çıkabilmesi, hala köşelerinde yazı yazıyor olabilmeleri bir yüzsüzlüktür. Bütün iddiaları, bütün tespitleri, bütün öngörü ve analizleri yerle bir olmuştur. Alayı birden aynı şeyi söylüyorlardı, ama seçim sonrasında özür dileyeni, yanıldığını kabul edeni henüz görmedim. Pişkin şekilde bu meseleyi görmezden geliyor, üzerini örtüyorlar. Ama yağma yok. Size sesleniyorum: MHP'nin bölgede olmadığını, Cumhur ittifakı dolayısı ile AK Parti'nin bölgede oy kaybedeceğini söyleyenler ve yazanlar neredesiniz? MHP'ye iftara ettiğinizi, Cumhur ittifakına fitne sokmak için çabaladığınızı artık kabul edin. Kabul etmeseniz de bu millet ne yapmaya çabaladığınızı net şekilde gördü ve cevabınızı verdi. Keşke biraz utanmanız olsa da yüzünüz kızarsa…

İÇİMİZDEKİ BİZANSLILAR!

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Tamer Ashraf
Bizim insanımız ne hikmetse ciğeri beş para etmeyecek insanları, üç-beş efeliğinden sonra bağrına basar…

Ondan sonrası hangi günahı işlese boştur…
Ülkücülerin omuzları yüzlerce böyle pespayenin ayak izleri ile doludur!
Bitleri kanlandığında, yolda yeni yoldaşlar bulduklarında, yeni koltuklara sahip olduklarında ilk hançeri onlardan yersiniz…
Medya dünyası böyle sülüklerle doludur…
Arada bir MHP üzerine yazı yazıp günah çıkartmayı da ihmal etmezler…
Etmezler ama…
Bütün dertleri MHP'nin başarısız olması…
Devlet Beyi kötülemek üzerinedir…
Olmadık hurafeler, olmadık dedikodular, iftiralar üzerinden Bahçeli'ye yüklenir dururlar…
Çoğu ne yazık ki Milliyetçi-Ülkücü-Muhafazakar kitlenin masasından eksik etmediği gazetelerin dandik adamları, hep seyrettiği kanalların maymunlarıdır…
Gün gelir seni beni beğenmez, hemen satarlar…
Yeni bir ekmek kapısı bulduklarında eski sahiplerine hırlamaya bayılırlar…
Hatırlayın, Türkiye'yi, Zaman'ı, Yeniçağ'ı, Yeni Şafak'ı bugünlere taşıyan bu masum kitledir…
Gün gelir taraf değiştirir, iktidarın zilini çalar; gün gelir yıldızı parlayana kuyruk sallarlar…
Patronları da, yazar-çizeri de…
Patronları gazeteci değil, iş adamıdır çünkü…
Önceki gün MHP'nin gazetelerdeki reklamına fena takılmışlar…
Cumhur İttifakı'nda MHP'yi söz sahibi olarak görmek onları çıldırtıyor…
Yeni sistemde yaşayacaklarından ürkmüşler…
Yıllarca sinsice, kahpece, yavşakça sürdürdükleri MHP aleyhtarı yayınlar masum, delikanlı gibi MHP husumeti sürdürenleri yazınca zulüm!
Partinin parçalanması için kıçını yırtanlara basın özgürlüğü, anı basında MHP düşmanlarını lanse edince faşizm!
Ameliyat masasındaki bir genel başkana saldıranları desteklemek, onları demokrasi kahramanı göstermek gazetecilik, bu ihanete karşı koyunca can güvenliği yaygarası!

Vay be…
Değneksiz köy bulmuşlardı, milletin teveccühü ile o köy ellerinden alındı!
Ar damarları çatlamış, paranın, sırça köşklerin, viski masalarının kölesi olmuş, hikmetleri kendilerinden menkul bir avuç devşirme-satılık kalemşör car car demokrasi havarisi kesildi.
Memleketmiş, milletmiş, FETÖ'ymüş, PKK'ymiş, umurlarında değil…
Bütün dertleri çıkarları, ellerinden uçmaya başlayan köşeleri, çıkamayacakları programları…
Eski çamlar bardak oldu beyler…
Siz Yeni Şafak'ın kıskanç, menfaatperest yalakaları…
Siz yanını yönünü yitirmiş dönme Fitneçağ'ın şövalyeleri…
Siz PKK'nin hamiliğine soyunan Halk TV'nin, Sözcü'nün, Fox'un sirkede yaşayan kurtları…
Siz Türk milletinin içine sokulmuş Bizans artıklarısınız…
Siz demokrasinin, Cumhuriyet'in katillerisiniz…
Siz Bozkurt bakışlı Atatürk'ün en büyük düşmanlarısınız…
Millet de cevabınızı verdi…
Gerisi boşuna çırpınış…
Yeri geldikçe daha çoook "Teşekkür Mesajı" alacaksınız!

Seçimler, temenniler ve sosyoloji

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Seçim gecesi, hayal kırıklığına uğrayan toplum kesimlerinin, en azından bir kısmının, beklentilerinin sosyal medya vasıtasıyla nasıl köpürtüldüğüne ve bunun nelere yol açabileceğine tanıklık ettik.

24 Haziran seçimlerine, ülkemizde yaşanan hadiselere, her zaman olduğu gibi, sosyolojik bilimsel gerçekler yerine, Cemil Meriç’in tabiriyle “idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri” olan ideolojik yaklaşımlarla ya da hüsnükuruntu kabilinden temenni dolu değerlendirmelerle bakarak, çıtayı bilim-dışı yöntemlerle, irrasyonel bir biçimde çok yükseğe koymanın ne tür bir patolojiye, travmaya ya da “şizofreni”ye yol açtığını görmek için, sadece seçim gecesi sosyal medya hesaplarında söylenenlere bakmak yeterli.
Seçim sonuçlarının yayımlanmasının hemen ardından bazı çevrelerin en yüksek ikinci oyu alan cumhurbaşkanı adayının kaçırıldığı, bir TV kanalı çalışanlarının alıkonulduğu türünden halüsinasyonlarının, sukutuhayale uğrayan toplum kesimlerinin, en azından bir kısmının, beklentilerinin sosyal medya vasıtasıyla nasıl köpürtüldüğüne ve bunun nelere yol açabileceğine tanıklık ettik. Aslında pek çok insanının (çıtayı çok yukarıya koymaktan mütevellit) yıkılan büyük hayalleri neticesinde bu tür sansasyonel asparagaslara inanmaya ne kadar teşne olduğunu gördük. Açıkça söylemek gerekirse, bu durum pek de normal değil. Üstelik gerçek-üstü/ötesi bir cünuna dönüşen sosyal medya haberlerine inanan binlerce kişi arasında, sosyal medyayı ve teknolojiyi ustalıkla kullanan eğitimli gençlerin çoğunlukta olması, durumu daha da vahim hâle getiriyor: Dijital çağın gelişinden evvel, ideolojisi okuduğu gazeteden menkul gençlerle, gazetelerine tutkuyla bağlanan orta yaşlıların okudukları gazetede yazılan her şeye kati bir imanla inanmaları gibi. Ya da mahalle kahvesinde fısıltı gazetesinin yaygınlaştırdığı ve vahim toplumsal sonuçları olan şayialar gibi. Sanki 21. yüzyılda değişen tek şey, bunların yerini teknolojik araçlar ve sosyal medyanın alması.
Bu tarihimizde çok sık rastlanan bir durum. Sadece bir örnek vermek gerekirse, Emeviler ve Abbasiler tarafından sürekli mağlup edilen heterodoks çevrelerde, içselleştirilen çaresizlikten kaynaklanan bir tutumla, kendilerini kurtaracak “gaip bir imam” ya da Mehdi beklentisi ortaya çıkmıştı. Tıpkı İrlandalı meşhur yazar Samuel Becket’in “Godot’yu Beklerken” oyununda olduğu gibi, baştan beri gelmesi mümkün olmayan bir umuda bağlanmanın anlamsızlığı aşikar. Tabii burada gelecek olan “gaip imam”, “müceddid” veya Godot’dan ziyade, kurtarılma umudu ve beklentisi daha önemli. Hatta varoluşsal bir hâle gelmiş gibi duruyor. Sürekli yenilmişlik duygusuyla, bundan neşet eden travma ve onun neticesi olan matem ve umutsuzluk, bu zümrelerin kendilerinin sorunlarla başa çıkamayacaklarını düşünmelerine ve dolayısıyla gerçeküstü beklentilere girmelerine yol açıyor.

Bu durumun ironik olan kısmı, “dogma” adını verdikleri inançlara uzak duran ve toplumsal inançlarda yaşayan pek çok sosyolojik olguyu “hurafe” olarak gören, mucize gibi olağanüstü hadiselere burun kıvıran kesimlerin, siyaset söz konusu olduğunda, reel-politik ve sosyolojiye göre vukûu ve hüdûsu mümkün olmayan, “siyasi mucizelere” inanmaya ne kadar yatkın olduğunu göstermesi. Aslında bu tür kesimlerin, hayırlı bir nasibi çıksın, çocuğu olsun, iş bulsun veya imtihanda başarılı olsun diye türbelere çaput bağlayanlardan çok da farklı olmadığı anlaşılıyor. Bu manada verebileceğimiz en iyi örneklerden biri, Ardahan’da yılın belirli bir döneminde tesadüfi bir tabiat olayı olarak ortaya çıkan, cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün siluetine benzeyen bir gölgeye gösterilen tazimdir. Buna benzer bir örnek de Ortodoks Rumlar tarafından aziz olarak kabul edilen Aya Yorgi adına Büyükada’da inşa edilmiş kilisede her yıl binlerce Müslümanın da (özellikle 23 Nisan’da) üniversite sınavını kazanmak gibi dileklerde bulunmak için izdihama yol açmalarıdır. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Piyasa faizinin yüzde onlarda seyrettiği bir ortamda, bir yıl içinde yüzde yüz getirisi olduğu iddia edilen sahte banka türü üçkâğıtçılara toplumumuzun her kesiminden insanın para yatırdığını unutmayalım. Bir bakıma, seçimde Türkiye’nin toplumsal yapısına, yani sosyolojisine aykırı mucizevi başarılar bekleyenlerin, bu sahte/sanal bankaya para yatıran ve daha sonra böyle bir getirinin gerçek ve mümkün olmadığını öğrenince sukutuhayale uğrayanlardan çok da farklı olmadığını söyleyebiliriz.
Medyanın bir kesiminde Sayın Cumhurbaşkanı’nın İstanbul’daki seçim kutlamalarına katılan bir çocuğun yaralanması üzerine (çok tabii ve insani olarak) konuşmasını iptal etmesine getirilen absürt/akıl ötesi yorumlarla, sosyal medyada diğer cumhurbaşkanı adayının aynı gece (çok tabii ve insani olarak) yapmadığı basın toplantısının, kaçırıldığı ve rehin alındığı şeklindeki ipe sapa gelmez komplo teorileriyle yorumlanması arasında çok fark yok.
Seçimler bilimsel manada hiçbir sürpriz içermiyor ve tam da Türkiye sosyolojisine uygun olarak sonuçlandı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhafazakâr ve milliyetçi partiler yüzde 60’ın üzerinde, milletvekilliği seçimlerinde ise yüzde 65 civarında oy aldılar. Türkiye’de yüzde 60-65 muhafazakar-milliyetçi, azami yüzde 30 civarı sol-ulusalcı ve yüzde 7-10 arasında etnik-milliyetçi sosyolojik bir taban bulunduğu gibi herkesin malumu olan bir gerçek göz önüne alındığında, bunda şaşılacak bir şey yok. Hem de Cumhurbaşkanlığı sistemindeki yüzde 50 artı bir oy alma zorunluluğu tam da ve sadece bu bilimsel gerçekliğe, yani Türkiye sosyolojisine ve bilime göre hareket edenlerin iktidar olabileceğini apaçık göstermekteyken.
Yazıyı her zaman olduğu gibi bir son sözle bitirelim; 1990’larda meşhur bir reklamdan alıntıyla: “Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız”.

HDP CHP seçmeninin oylarıyla barajı aştı

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Çoğu anket şirketi tarafından 24 Haziran seçimlerinde baraj altında kalacağı belirtilen HDP'nin aldığı yüzde 11,7'lik oy oranın büyük bölümü CHP seçmeninden geldi.

Anket şirketleri tarafından 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimi'nde baraj altında kalacağı belirtilen HDP'nin aldığı yüzde 11,7'lik oy oranının büyük bölümü CHP seçmeninden geldi.
AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, henüz kesin sonuçları açıklanmayan 24 Haziran seçimlerine göre HDP, 11,7'lik oy oranı ile 67 milletvekili çıkardı.
Seçimin ardından HDP'nin baraj altında kalacağı kaygısıyla büyük kısmı CHP’den geldiği görülen oylar çok konuşuldu.
CHP'nin 24 Haziran milletvekili seçiminde aldığı oy yüzde 22,64 olurken, parti 1 Kasım 2015 seçimlerinde 11 milyon 900 bin 875 seçmenin oyunu alarak yüzde 25,56 oya ulaşmıştı. CHP'nin bu seçimlerdeki oy kaybı yaklaşık 3 puan gerçekleşti.
HDP, kendi seçmeninin yoğun olduğu illerde oy verenler arasında çok büyük değişiklik olmasa da özellikle büyük kentlerde başta CHP olmak üzere muhalefetten ciddi oranda oy aldı.
Bazı analistler tarafından, verilen bu oylar "emanet oy" olarak adlandırılsa da HDP, CHP seçmeninin oylarıyla barajı aştı.
İstanbul'dan 12 vekil çıkardı
İstanbul’dan yaklaşık yüzde 12,7 oy alan HDP, 12 milletvekili çıkardı. Buna karşılık HDP'nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, İstanbul'dan yüzde 7,23 oy aldı.
CHP'nin kalesi olarak adlandırılan İzmir'de de HDP oyları kayda değer biçimde artış gösterdi. 7 Haziran seçimlerinde İzmir'de yüzde 10, 1 Kasım'da yüzde 8 oy alan HDP, bu seçimlerde yüzde 11,5 ile 2 milletvekili çıkardı. HDP'nin cumhurbaşkanı adayı Demirtaş'ın bu ilde aldığı oy ise yüzde 6'da kalırken Muharrem İnce ise yüzde 54 oy aldı.


HDP, 1 Kasım seçimlerinde yüzde 4 oy aldığı başkentte, oy oranını 2 puan artırarak yüzde 6'ya çıkardı. Selahattin Demirtaş Ankara'da yüzde 2,6 oy alırken, İnce'nin bu kentteki oyu ise yüzde 36,23 oldu.
Hatay'da HDP yüzde 5 arttı, CHP düştü
Yine uzun yıllardır CHP için önemli oy potansiyeli bulunan Hatay'da 1 Kasım seçimlerinde yüzde 6 oy alan HDP bu kez oylarını yüzde 11'e çıkardı. Demirtaş burada yüzde 2,31 oy alırken, İnce'nin oyu ise yüzde 42 oldu.
1 Kasım'da bu kentte yüzde 36 oy oranına ulaşan CHP'nin bu seçimde Hatay'dan aldığı oy yüzde 30,58'de kaldı.
HDP yine CHP'nin güçlü olduğu Adana, Manisa ve Aydın'da oylarını yüzde 2, Mersin ve Ardahan'da yüzde 1 artırdı.
Bu oranlara göre, CHP seçmeni ve muhalefetin önemli bir kısmı, HDP'nin baraj altında kalıp AK Parti'nin Meclis’te çoğunluğu sağlamaması için HDP’ye oy verdi ancak cumhurbaşkanlığı seçiminde ise Muharrem İnce'yi tercih etti.
Selahattin Demirtaş'ın seçimlerde aldığı yüzde 8,4 oy göz önüne alındığında, yüzde 3,3'lük ciddi bir oran Demirtaş'ı seçmediği halde HDP'ye barajı geçsin diye oy verdi.

27 Haziran 2018 Çarşamba

Çocuk istismarı ve buna ilişkin tedbirler hakkında bir çalışma

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Çocuklarımız, çiçeklerimiz, geleceğimiz…
Toplumun en büyük teminatı olan çocuklarımıza sahip çıkamıyoruz!



Yazımızda çocuklarımıza uygulanan şiddet ve istismar işlenecek ve buna ilişkin hazırlanan Cinsel İstismar Paketi değerlendirilecektir.

Yazımız 7 başlıktan oluşmaktadır:

1.Genel Olarak

Çocuk bir toplumun gülen yüzüdür.Geleceğidir.
Eğer bir toplumda çocuklar gülmüyor ise o toplum uzun soluklu bir refah huzur hayali kurmamalıdır.
2018 Türkiye’sinde çocuklarımız şiddete,tacize,istismara maruz bırakılmaktadır.
Buna karşı çıkmalıyız ve susmamalıyız!Toplumumuzda susma hastalığı var oldukça daha nice merdiven altı tacizler bizleri bekliyor. Komşular susmasa öğretmenler susmasa doktorlar susmasa psikologlar susmasa polisler susmasa çocuklarımız susmaz!Aileler çocuklarını susmaya mecbur bırakıyor.Oysa 81 milyonun bu sapkınlığa karşı koyacak iradeye sahip olması gerekiyor.
Çocuklar insanlığın en naif en pürüzsüz en masum kısmını ihtiva ediyor.Bu minik kalpler bizlere arkadaşlığı ve saflığı öğretiyor
“dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler” (Nazım Hikmet)
Dünyayı çocukların eline versek de keşke bize ölümsüz ağaçlar dikseler!

2-TÜİK Verilerinde Çocuk

Tüik bildiğiniz üzere bize istatistiksel verileri sunmakta.
2017 yılı için yayımladığı “2017 Yılında Çocuk” başlıklı verilerde kaç çocuğun istismara maruz kaldığını, hırsızlığa veya fuhuşa sevk edildiğini açıklamak yerine çocuklara hangi isimlerin verildiğini açıklamıştır.
Kıymetli okuyucu bu tam bir fecaattır.
Gelelim TÜİK istatistiğindeki verilere:
Türkiye nüfusunun %28,3’ünü çocuk nüfus oluşturdu.​
Çocuk nüfus oranının en yüksek olduğu il Şanlıurfa oldu.( %46,7)​
Çocuk nüfus oranı en düşük olan üç il sırasıyla %17,2 ile Tunceli, %18,4 ile Edirne ve %19 ile Kırklareli oldu.​
Bebeklere konulan en popüler erkek ismi Yusuf, kız ismi Zeynep oldu.​
İlkokul seviyesinde net okullaşma oranı %91,2 oldu.​
Eğitim hizmetlerinde en fazla sorun eğitim masraflarında görüldü​
Resmi kız çocuk evlilikleri azaldı.(%4.2’ye düştü)​
İş gücüne katılma oranı 15-17 yaş grubundaki çocuklarda %20,3 oldu​
TÜİK bu raporunda kaç çocuk cinsel istismara​ uğradığı şeklinde bir bölüm açmamış olduğu için bir​ istatistik paylaşamıyoruz.​

3-Çocuk ve cinsel istismar

Her toplumun bir sorunu olan çocuklara karşı cinsel istismar şimdilerde ülkemizde kaygı verici noktaya ulaşmıştır.

Son zamanlarda meydana gelmiş iki çarpıcı istismar olayına değinelim:

12 Şubat’ta Adana’da meydana gelen olayda alkollü bir şekilde komşusunun sokak düğününe giden Sedat K. bir süre sonra evde uyumakta olan 4 yaşındaki meleğe tecavüz etti.Savcılık istismardan 45 yıl, cebir tehdit veya hile kullanarak çocuğu cinsel amaçlı hürriyetinden yoksun kılma suçundan da 21 yıl olmak üzere 66 yıl hapis cezası istedi.İstismara uğrayan meleğin hayati tehlikesi bulunmamaktadır.
Antalya’da bir babanın 4,5 yaşındaki öz kızına 1,5 yıl boyunca tecavüz ettiği iddia edildi. 4,5 yaşındaki meleğin annesi bir kanser hastası.( 4.evre kolon kanseri) Anne kemoterapideyken ya da kemoterapinin etkisiyle evde baygın yatarken babanın öz kızına cinsel istismarda bulunduğu iddia edildi.
Yukarıda bahsettiğimiz olaylar durumun vahimliğini gözler önüne sermek için yeterlidir.Zira daha fazlasını kaleme almak bizim için,bunları okumak da değerli okuyucu için pek sağlıklı görünmemektedir.
İşte bu olaylar sonrası toplumda büyük bir tepki oluştu. Hükumet hemen harekete geçti ve komisyon kuruldu.Bu çalışmalar ışığında geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanımız Sayın Abdülhamit Gül “kimyasal hadım” yönteminin benimsenebileceğini ifade etti. (Aşağıda(4.başlık) ayrıca işlenecektir.)
Türk Ceza Kanunu Cinsel İstismar deyimini şöyle yorumlamaktadır:
On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,​
Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar,​
Cinsel istismar kural olarak 15 yaşından küçük çocuklara karşı işlenebilen bir suçtur.Ancak hile gibi iradeyi sakatlayan nedenlerle de 15-18 yaş arası çocuklarımıza istismar cezalandırılmaktadır.
“Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on altı yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması hâlinde verilecek ceza on sekiz yıldan az olamaz.​”
Görüldüğü gibi aslında cezalar hiç de az değil.Hatta Avrupa ülkeleri arasında en yüksek cezalar Türkiye’de.
Bu kadar yüksek cezalara rağmen neden hala sapkınlar bu kadar çok?
İşte cinsel istismar gibi toplumun yarası konularda çözümü sadece hukukta ararsak sonuç bu olur.
Hukuk,Tıp,Sosyoloji,Psikoloji,Kriminoloji,Kriminalistik gibi bilimler birleşip bu konuda çözüm aramalıdır.Aksi takdirde bu sapkınlar sapık olarak içeri girip 20 yıl yatıp sapık olarak çıkarlar.
Olayın köküne inilmeyen her olay ileride büyük bir sorunun temel taşı olacaktır.

4-Cinsel İstismar Failleri

Uzmanlara göre 3 tür çocuk cinsel istismarcısı var:​
Baştan Çıkarıcı İstismarcılar​
Çocuğa cinsel istismar uygulayabilmek için öncelikle şefkatle yaklaşırlar. ​Hediye alırlar. ​
Fark edilmeleri oldukça zordur. ​
Sıradan insanlar gibi yaşarlar. ​
Kendileri için doğru zamanı beklerler​
İçe Dönük İstismarcılar​
Çocuklara aşık olduklarını söylerler.​
Diğerlerinde farkı: İletişim kuramazlar​. İletişim kuramadıkları için zorla elde etmeye çabalar ve istismarda bulunurlar.
Sadist İstismarcılar​
En az rastlanan kişiliklerdir.​
Çocuklarla cinsel ilişkiye girme hayalinin yanında onlara şiddet uygulamayı hayal etmek onlara huzur verir.​
Çocuğa ulaşabilmek için şiddetle yaklaşır ve genelde fail çocuğu öldürür.

5-Doğru ve Yanlışlar



Çocukların hayal güçleri çok geniştir.O yüzden uydururlar.(YANLIŞ).Evet çocukların hayal güçleri çok geniştir.Ancak bu onların kendi yaşlarına çok uzak olan cinsel istismarı uydurdukları anlamına gelmez.
İstismar eden kişiler çoğunlukla yaşlı,yabancı,kötü görünüşlü kişilerdir. (YANLIŞ)​ Doğrusu: İstismar eden kişiler çoğunlukla 20-40 yaş arası kişiler olup tanıdık evli ve çocuklu kişilerdir.​
Sadece düşük sosyo-ekonomik düzeye sahip çocuklar istismara uğrar(Yanlış)​. Böyle bir genelleme bizi hataya sürükler.
İstismar parklarda dağlarda ormanlarda olur.(Yanlış)​ Doğrusu: İstismar genelde okulda evde mahallede gerçekleşir ​

6-ÇİM Hakkında Kısa Bilgi

Cinsel anlamda istismar edilen mağdur çocukların sistematik olarak ifadesinin alındığı,ilgili muayenesinin yapıldığı Çocuk İzlem Merkezi 04.10.2012 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile ülke genelinde Sağlık Bakanlığına bağlı hastaneler bünyesinde kurulan bir oluşumdur.​
ÇİM’lerde çocuk polisi,doktoru,savcısı ve pedogogu ile mağdur çocuk bir daha mağdur edilmeden tüm işlemler gerçekleştirilmektedir.
Mağdur çocuk üzerinde üniforma bulunmayan sivil kıyafetli bir kolluk mensubu ve sivil bir araçla ÇİM’e ulaştırılmasıyla süreç başlamaktadır.​
ÇİM’lerin hastanelere bağlı olmasının sebebi; çocuğun kendisini suçlu hissetmemesi ve doktora geldiği algısını yaratmak ve hastane çıkışı iyileştiği hissine sevk etmektir.
Yaygınlaştırılması amaçlanmaktadır.

7-Cinsel İstismar Paketi Hakkında Bir İnceleme

Meclisimize 09.04.2018 tarihinde Başbakan Binali Yıldırım imzalı ” Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” verildi.
Komisyonda görüşmelere başlanamamıştır.Ve 24 Haziran 2018 tarihli erken seçim kararı alınması sebebiyle Kadük kalmıştır.(Kadük: Yasama döneminin sona ermesi sebebiyle görüşülemeyen tasarı ve tekliflerin gündemden düşmesidir.)
Kadük kalsa da bu çalışma takdir edilecek ve eleştirecek yönlere sahip olduğu için yazımızda yer verilmesi gerektiğini düşündük.

Getirilen değişikliklerden 5 tanesini incelemek gerekirse:

Memur Olabilmenin Genel Şartlarında Değişiklik: Çocukların cinsel istismarı suçundan mahkum olmama hali de devlet memurluğuna atanma şartları arasına alınıyor.​
Salıverme Süresi:Normal şartlarda ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılan bir kişi diğer şartları taşıması koşuluyla 30,müebbet hapis cezasına çarptırılan kişi ise 24 yılın sonunda koşullu salıveriliyor. Çocuğa karşı işlenen bir suçtan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkumiyet halinde 50 yılın; müebbet hapis cezasına mahkumiyet halinde 40 yılın cezaevinde iyi halli olarak geçirilmesi durumunda koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanılabilinecek.
Kimyasal Hadım: Mahkum olanlar hakkında, cezaevinden herhangi bir nedenle tahliye edilmesinden 3 ay önce başlamak üzere tahliyeden itibaren 5 yıla kadar, ayakta veya yatarak cinsel isteğin ilaçla baskılanmasına yönelik tedbire tabi tutulmaya uzman raporu üzerine infaz hakimi tarafından karar verilebilecek.​
Şimdi dört soruda kimyasal hadımı tartışalım:

Kimyasal Hadım Nedir?

Kişinin cinsel istek ve gücünün ilaç veya iğne yoluyla makul seviyeye veyahut sıfıra indirilmesidir.
ii-Kimyasal Hadım İle Kısırlaştırma Aynı Şey Midir?
HAYIR.Kısırlaştırmanın aksine tedavi sürdürülmezse ilgili kişi eski haline dönebiliyor.

Türkiye’de Kimyasal Hadım İlk Defa Mı Gündeme Geliyor?

HAYIR.”Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik” 26 Temmuz 2016 yılında RG’de yayımlanmış, Danıştay ise yürütmeyi durdurmuştu.
iv-Dünya’da Kimyasal Hadım Uygulayan Ülkeler Var Mı?
EVET.Rusya,Polonya,Endonezya,Güney Kore gibi ülkelerde uygulanmaktadır.Örneğin ABD’nin California eyaletinde 13 yaşın altındaki çocuklara karşı herhangi bir cinsel suçu ikinci kez işleyen kişilere karşı uygulanmaktadır.Almanya’da gönüllü kastrasyon vardır.Kişi doktora başvurarak tedavi edilmeyi istemektedir.
Kimyasal hadım tedbiri çeşitli yönlerden eleştirilen ve yine çeşitli yönlerden kabul gören bir uygulamadır.
Maddeye göre kimyasal hadım cezaevinden çıkmadan önce başlayacak ve 5 yıl devam edilebilecektir.Buna ise uzman raporuna göre ceza infaz hakimi karar verecektir.
Kanaatimizce bu düzenlemedeki en büyük sorun sürenin 5 yılla kısıtlı tutulmasıdır.Kimyasal hadım bir kısırlaştırma olmadığı için hormonların yenilenmesi sebebiyle yapılan 5 yıllık tedavinin bir sonuç ifade etmesi zordur.
Bu sakıncalar ışığında konunun seçim sonrası tekrar değerlendirileceğine ve bazı çevrelerin zorunlu olmasına yönelik eleştirileri de yabana atılmadan daha anlamlı bir düzenleme yapılacağına inanıyoruz.
Kimyasal hadım tartışmalarına ilişkin Instagram adresimizde yaptığımız anket sonuçları:
KİMYASAL HADIM OLMALI : %88
KİMYASAL HADIM OLMAMALI: %12

Cezalar üst sınırlara çekiliyor.



(Örnek 1 : Suçun 12 yaşını tamamlamamış çocuğa karşı​ işlenmiş olması halinde 30 yıldan 40 yıla kadar hapis​ cezası verilecek.)
(Örnek 2 : Suçun 12 yaşını tamamlamış çocuklara karşı birden fazla kişi tarafından ve cebir veya tehditle işlenmesi durumunda da faillere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilecek.​)
(Ayrıntılı Bilgi : http://www2.tbmm.gov.tr/d26/1/1-0935.pdf)
(*Not: Hapis cezası bu sorunun çözümünde odak nokta olmaktan çıkarılmalıdır. Uzun süreli hapis cezası kesinlikle bir çözüm değildir. Kişilerin eğitiminden,refah seviyesine ve aile yapısındaki yerine kadar her yönden bir değişim başlatılmalı ve ceza hukukunun en önemli hedefi olan ıslah sağlanmalıdır.Hukuk ancak burada önemli bir yardımcı rolüne sahip olabilir.)
Anne, baba, vasi,bakım ve​ gözetiminden sorumlu kimse, Aile ve Sosyal​ Politikalar Bakanlığı’nın talebi ile yayın yasağı getirilebilecektir.
Bu düzenlemeler harici adres takibi, çocukların olduğu yerlerde çalışma yasağı gibi tedbirler de öngörülmektedir.
(Ayrıntılı Bilgi : http://www2.tbmm.gov.tr/d26/1/1-0935.pdf)

SON SÖZ

Çocuklarımızı sapkınlara emanet etmeyelim!Koruyalım
Evet sen susma ki çocuk çığlık atabilsin.

26 Haziran 2018 Salı

Amerikan Yahudi Cemaati İsrail’den uzaklaşıyor

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Son yıllarda oldukça kapalı ve ulusalcı bir siyasetin İsrail’in sağ partileri tarafından takip edilmesi, kurucu Siyonist değerlerin krizi olarak yorumlanabilir.
Nisan 2018’de ünlü aktris, ABD ve İsrail vatandaşı Natalie Portman’ın Genesis Ödülü’nü İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu’nun elinden almayı reddederek ödül törenine katılmayacağını bildirmesinin hem İsrail kamuoyunda hem de Amerikalı Yahudi Cemaati çevrelerinde farklı yankıları oldu. Bunlar arasında en ilgi çekeni, iktidar partisi Likud milletvekili Oren Hazan’ın Portman’ın İsrail vatandaşlığının derhal iptal edilmesini önermesi oldu. Bu ilginç olay, Amerikan Yahudileri ve İsrail arasında gün geçtikçe gerginleşen ilişkilerin tipik bir örneği olarak görülebilir.

Tam da burada sorulması gereken sorular şunlar: Ne tür toplumsal, siyasal ve jeopolitik faktörler Amerikan Yahudi Cemaati’nin İsrail’e yönelik yaklaşımının gün geçtikçe sertleşmesine neden oluyor? Amerikan Yahudi Cemaati neden İsrail’e yabancılaşıyor?
Amerikalı Yahudilerin İsrail’den duygusal geri çekilmesi ve nedenleri
Amerika Yahudi Cemaati nüfusu 7 milyonu aşkın, iyi eğitimli, orta ve üst sınıfa mensup, genellikle finans, akademi ve kültür çevrelerinde profesyonel iş yaşamlarını sürdüren kültürel ve etnik bir grup olarak kabul ediliyor. Amerikalı Yahudiler ABD’nin yönetici elitlerinin çoğunluğunu oluşturan bir grup olarak da görülüyor. Bu etnik ve kültürel grubun kendisini “Yahudi” olarak ifade etmesinde kullandığı ayırıcı toplumsal ve siyasal hatlar ile İsrail’deki Yahudilerin kendilerini “Yahudi” olarak tanımlarken kullandığı kavramlar birbirinden oldukça farklı. Aslında Amerikalı Yahudiler ve İsrailli Yahudiler arasındaki gerilim de tam da bu alandan kaynaklanıyor. Yahudi kime denir ve Yahudi olmak ne anlama gelir? Amerikalı Yahudiler için Yahudilik entelektüel merak, iyi espri anlayışı, ahlak, etik ve toplumsal adaletin temel değerler olarak bireysel yaşamda benimsenmesi olarak düşünülürken, İsrailli Yahudiler için Yahudilik, Yahudi dini hukukuna bağlılık ve Yahudi tarihi, kültürü ve geniş Yahudi toplumu ile bağları sürekli canlı tutmak anlamına geliyor. Kısacası Amerikalı Yahudiler daha kozmopolit/evrensel bir yaklaşıma sahipken, İsrailli Yahudiler partiküler/muayyen bir bakış açısını benimsemiş durumdalar. İki grup arasındaki bu yaklaşım farkı, onların siyasete, topluma ve uluslararası politikaya yaklaşımlarına da yansıyor.
İsrail’in son yıllarda sağcı partiler tarafından yönetiliyor olmasının, çoğunluğu liberal-sol partileri destekleyen Amerikalı Yahudiler nezdinde ciddi bir endişe meydana getirdiği söylenebilir. Amerikalı Yahudiler ile İsrailli Yahudiler arasındaki ayrışmaların tek bir etkene bağlı olmadığından yola çıkacak olursak, ideoloji (liberalizme karşı komünteryanizm/Yahudicilik), toplum yapısı (cemaat/komüniteye karşı halk/ulus), din (reformist/muhafazakarlık karşısında. ortodoksi) ve kimlik (etnik ve kültürel Yahudilik karşısında ırksal ve dinsel Yahudilik) gibi alanların iki grubun ayrışmasını besleyen temel unsurlar olduğu düşünülebilir.
Netanyahu’nun Mart 2015’de Obama ve ekibinin İran’la yürüttüğü müzakere sürecine karşı bir atak olarak ABD Kongresi’nde yaptığı konuşma, Haziran 2017’de İsrail’de hüküm süren dini yerleşiklerin Ağlama Duvarı’nda kadınlara ayrılmış bölümü kısıtlayıcı önlemler almaları,1967 sınırlarını ve Oslo anlaşmalarını anlamsızlaştıran yeni yerleşim bölgelerini genişletme ve konut inşa etme yönündeki ısrar, iki devletli çözüm konusunda gerçekçi ve öngörülebilir bir stratejinin eksikliği, Afrikalı sığınmacıların İsrail’den çıkarılması, Netanyahu’ya yöneltilen yolsuzluk suçlamaları, İsrail meclisi Knesset’te yasalaşması konusunda ısrar edilen “Yahudi Ulus Devleti Kanunu” gibi tartışmalı birçok başlık, Amerikalı Yahudilerin İsrail merkezli eleştirilerini yoğunlaştıran ve İsrail’in bir cemaat olarak göç etmelerine değecek bir ülke olmadığı yönündeki psikolojik tutumlarını kuvvetlendiren politik gelişmeler olarak okunabilir.
ABD'den İsrail’e göç eden Yahudi sayısı, son yıllarda dört bine yaklaşan bir rakamda istikrara kavuşmuş gibi duruyor. İsrail’e göç etmek Amerikalı Yahudiler arasında birçok faktöre bağlı. Özellikle eğitimli ve seküler Yahudiler nezdinde göç, İsrail’in kendilerine ekonomik imkanlar oluşturma kapasitesiyle ve politik kültürün liberal karakterini koruyup koruyamaması durumuyla yakından bağlantılı. İsrail’in güncel politik tablosu ise Amerikalı Yahudiler için iç açıcı olmaktan hızla uzaklaşıyor. Likud’un İsrail’deki merkez-sağ gelenekten her geçen gün uzaklaşan söylemleri ve pratikleri, dışlayıcı dini uygulamaların gün geçtikçe güç kazanması, İsrail’in (Anayasa Mahkemesi, polis teşkilatı, ordu, kamu denetçiliği gibi) geleneksel kurumlarına sağ kanattan gelen sürekli saldırılar, Amerikan Yahudi toplumunu şu soruyu sormaya itiyor: İsrail nereye gidiyor? Amerikalı Yahudiler İsrail’in karşılaştığı jeopolitik meydan okumaları bir düzeye kadar anlayışla karşılasa da, İsrail hükümetince iki devletli çözüm konusunda hâlâ net bir stratejinin ortaya konulmamış olmasına, üstüne üstlük yerleşimlerin genişletilmesine dönük politikaların takip edilmesine anlam veremiyorlar ve pozisyonlarını daha sert bir noktaya doğru güncelliyorlar.

Liberal Siyonizmin ve Amerikan Liberalizminin eşzamanlı krizi



İsrail’in modern bir devlet olarak inşasında entelektüeller ve kurumlar kritik roller üstlendi. Entelektüeller İsrail’in kurucu ideolojisi Siyonizmi politik duruşlarına göre yorumladılar. Siyonizm İsrail’in kurucu ideolojisi ve politik kültürünün temel değer kaynağı ve referans merkezi olarak yorumlanabilir. Siyonizm bazıları için eşitlik, adalet ve özgürlük temalarını içeriyorken, diğerleri için İsrail’in tarihsel sembol olması ve Yahudi değerleri üzerinde yükselen bir Yahudi devleti olması anlamına geliyordu. Bu açıdan bakınca, son yıllarda oldukça kapalı ve ulusalcı bir siyasetin İsrail’in sağ partileri tarafından takip edilmesi, kurucu Siyonist değerlerin krizi olarak yorumlanabilir. Amerikalı Yahudiler için Siyonizm, İsrail’le kurdukları politik bağın temel anlam merkezi. Günümüzün İsrail'inde Siyonizmin dışlayıcı ve tekçi yorumu, Amerikalı Yahudilerin karşısında baş edilmesi zor bir problem olarak duruyor.
Amerikalı Yahudilerin geniş Amerika toplumu ve kurumlarıyla ilişki içinde oldukları her an, akıllarında tuttukları bir kavram var: “Dual loyalty” (çifte sadakat). Siyonizm Amerikan Yahudi Cemaati arasında takip edilmesi gereken bir ideoloji olarak yükselirken Amerikalı entelektüeller Yahudilerin ABD’ye olan sadakatlerinin önemini hatırlatıyorlardı. 1980’lerin sonunda Yahudi kökenli Amerikan vatandaşı bir istihbarat görevlisi olan Jonathan J. Pollard ABD’ye ait oldukça hassas gizli bilgileri İsrailli yetkililere sızdırmakla suçlandı ve hapse mahkum oldu. Bunun gibi bir dizi olay, Amerikan Yahudi Cemaatini oluşturan bireylerin, ABD’yle vatandaşlık bağı üzerinden kurdukları ilişkinin ciddi meydan okumalarla karşı karşıya geldiğini gösteriyor. İsrail’le kurdukları ilişkileri, kör bir sadakat ve sevgi temelinde yürütmeksizin, geniş Amerikan toplumu ile kurdukları ilişkilerde baz aldıkları liberal değerler, azınlık hakları ve demokrasi gibi temel kavramlardan hareket ederek geliştirmeye çalışıyorlar. Amerikan Yahudi Cemaatlerinin mono-blok halde bu değer ve kavramlara öncelik verdiğini söylemek doğal olarak çok zor, fakat çoğunluğun temel kavramlar üzerinde mutabık kaldığı ifade edilebilir.

Jeopolitik tercihlerde çeşitlenme ve Avrasya yönelimi

İsrail’in dış politikasında son yıllarda Putin Rusyası ile özelde Suriye olmak üzere birçok bölgesel ve küresel işbirliği alanları bulunuyor. Rusya-İsrail ilişkilerinin geçen dönemlere nazaran sıcak ve stratejik bir temele oturmasında, 1990’larda İsrail’e göç eden ve ana dilleri Rusça olan 1,5 milyona yakın Sovyet Yahudisinin etkisini gözden kaçırmamak gerekiyor. Sovyet Yahudileri son dönemde İsrail siyasetinde ön plana çıkıyor. İsrail Savunma Bakanı Avigdor Liberman ve Kudüs Belediye Başkanlığı için adı geçen Zeev Elkin İsrail’in jeopolitik yönelimini Avrasya’yı ihmal etmeden çeşitlendirmesini savunan politik elitler olarak öne çıkıyor. Bu politik figürler, Amerikan Yahudi Cemaati'nden gelecek eleştirileri önemli bulsalar da, politik kültür açısından çok farklı bir arka plana sahip olmaları nedeniyle, İsrail için askeri açıdan güçlü, vatandaşlarının milliyetçi duyguları hayli yüksek ve demokratik kurumların nüfusun çoğunluğuna (Yahudilere) açık olduğu bir politik sistem tahayyül ediyorlar.


ABD Yahudi Cemaati ve İsrail arasındaki ideolojik, jeopolitik, toplumsal, ekonomik ve kültürel boyutları olan krizin orta vadede çözüme kavuşacağını beklemek hayalcilik olur. Amerikan Yahudi Cemaati ve İsrail siyasi kültürü arasındaki sosyo-psikolojik soğukluk, kendisini “efendi-köle” diyalektiğini hatırlatır şekilde, İsrail’e dönük sözlü uyarıları aşan pratik bir eyleme evrileceğinin ipuçlarını veriyor.
İsrail’de değişen toplumsal yapı, beraberinde politik kültürde yaşanan belirgin dönüşümleri de getiriyor. Yeni politik kültür eski İsrail’in Aşkenaz elitlerinin söylem ve güç anlamında/düzeyinde temerküz eden iktidarlarının sallantıda olduğunun ilk işaretlerini veriyor. Amerikan Yahudi Cemaati ise İsrail’de zayıflayan sol siyasetten ve aşırı sağ ve dindar partilere eklemlenen merkez sağ siyasetin bulanıklaşmasından hoşnut değil. Zira İsrail’de Amerikan tipi liberal Siyonizmi taşıyacak ve bunu iktidar düzeyinde temsil edecek kişiler bulamamasından rahatsız. Amerikan Yahudi Cemaatinin genç entelektüellerinden Harry Reis’in The Forward’da yakınlarda yayınlanan yazısının başlığı oldukça önemli: “İsrail Liberal Siyonizmi nasıl katletti?”
İsrail’in politik kültürünün zaman zaman otantik, dini, aşiret temelli şoven bir forma bürünmesinde, yukarıda saydığımız faktörlerin yanı sıra, ülkede değişen demografik dağılımın etkisi de oldukça büyük. Dindar/Haredim ve Mizrahilerin (Doğulu Yahudiler) artan nüfusuna karşın, seküler-Aşkenaz kitlenin nüfusunun giderek azalıyor olması, bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Amerikan Yahudi Cemaati'nin ekseriyetinin Aşkenaz olduğunu düşünürsek, değişen nüfus dağılımı, iki toplum arasındaki kültürel ve toplumsal yakınlaşmayı giderek daha da güçleştiriyor. İsrail’de politik aritmetiğin sol-liberallere kayması kısa vadede beklenmiyor. Dindarlar ve onların politik temsilcileri ise ülkenin kritik konularında daha yüksek oranda politika yapıcı pozisyona yerleşiyorlar. Dindarlık ve milliyetçilik İsrail’in yükselen politik trendleri olurken Amerikan Yahudi Cemaati “yeni İsrail” gerçeğiyle yüzleşmeye hazırlanıyor.

25 Haziran 2018 Pazartesi

Bahçeli: Kriz bekleyenler şaşkına dönmüşlerdir

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

MHP Lideri Bahçeli: Kriz bekleyenler şaşkına dönmüşlerdir



MHP Genel Başkanı Bahçeli, "Bugün tarihi bir gün yaşıyoruz, cumhurun başarı ve yükselişine hayranlıkla şahit oluyoruz." dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Bugün tarihi bir gün yaşıyoruz, cumhurun başarı ve yükselişine hayranlıkla şahit oluyoruz. Bugün Cumhur İttifakı'nın zaferini gururla, onurla ifa ediyoruz. Cumhurbaşkanı seçimi ilk turda sonuçlanmış, kriz bekleyenler şaşkına dönmüşlerdir. Elimizi taşın altına koymaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Yapıcı, müspet, uzlaşmacı tavrımızı sonuna kadar muhafaza edeceğiz." dedi.
Bahçeli'nin açıklamaları şöyle:
"Hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Bugün tarihi bir gün yaşıyoruz. Bugün cumhurun başarı ve yükselişine hayranlıkla şahit oluyoruz. Bugün Cumhur İttifakı'nın zaferini gururla, onurla, müsterih bir vicdanla idrak ve ifade ediyoruz. 24 Haziran Cumhurbaşkanı ve Milletvekili genel seçimleri tamamlanmış, geçici olmayan sonuçlar ortaya çıkmıştır. Çok şükür Türk milletinin kutlu iradesi sandıkta tecelli etmiştir. Seçimlerin sükûnet içerisinde yapılmış olması, katılımın da yüksek çıkması bizim açımızdan memnuniyet vericidir. Türkiye bugün itibariyle resmen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmiştir. Aziz milletimiz geleceğini yeni hükümet sisteminde görmüş, seçim ve tercihini bu yönde kullanmıştır.

"KRİZ BEKLEYENLER ŞAŞKINA DÖNMÜŞLERDİR"

Sayın Recep Tayyip Erdoğan yeni sistemin ilk cumhurbaşkanı seçilmiştir. Kriz bekleyenler şaşkına dönmüşlerdir. MHP, sayın cumhurbaşkanımızın arkasında tavizsiz durmuştur. Partimiz bütün engelleri aşarak, bütün oyunları bozarak, karanlık senaryoları parçalayarak TBMM’de temsil edilme imkanına kavuşmuş, çok değerli bir milletvekili sayısına ulaşmıştır. MHP bugün tarihi bir başarıya imza atmıştır.
Bizi yıkmak istediler, barışamadılar. Felaket tellallığı yapanlar Türklüğün vicdanına çarpmış ve dağılmışlardır. Türk milleti, milliyetçi hareketi TBMM’nin hem kilit partisi yapmış hem de denge görevi vererek önemli bir sorumluluk yüklemiştir.
MHP, milletimizin beklentileri doğrultusunda şevkle, heyecanla, sabırla, akılla, muazzam bir inanmışlıkla çalışmalarını sürdürecektir. Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben kararlılığımızdan asla taviz vermeden mücadelemize mücadele katacağımızdan herkes emin olmalıdır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin tüm kurum ve kurallarıyla yerleşmesi konusunda üstümüze düşen her görevi azimle yerine getireceğiz.

"ELİMİZİ TAŞIN ALTINA KOYMAKTAN ASLA VAZGEÇMEYECEĞİZ"



Tarafımız Türkiye’dir, safımız büyük Türk milletidir. Hedefimiz milli birlik ve dayanışmanın güçlenmesidir. Elimizi taşın altına koymaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Yapıcı, uzlaşmacı tavrımızı sonuna kadar muhafaza edeceğiz. Milli ve yerli duruşun tam hakim olması için tüm gücümüzle çalışacağız. Terörle mücadelenin başarıya ulaşması, sosyal ve ekonomik meselenin milletimizin arzuları doğrultusunda nihayete ermesi, kardeşlik bağlarımızın daha da güçlenmesi, Türkiye’nin bölgesel ve küresel kuşatmadan tamamen kurtulması hususunda cumhur ittifakına düşen sorumluluk çok daha fazladır.
MHP Yeni sistem içinde vazifesini ifa edecektir. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı yürekten tebrik ediyorum. MHP’ye destek veren, 49 yıllık emaneti lekeletmeyen aziz vatandaşlarıma, Türk milletine şükranlarımı sunuyorum. Allah hepsinden razı olsun diyorum.

Üç hilâl sancağını düşürmediniz. Dilerim ki sizler de hayat boyu düşmezsiniz. Hepinize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Cumhur ittifakı millet aklı, Türkiye’nin teminatı. MHP daha güçlüdür, daha huzurludur, daha da yükselecektir. Sağ olun, var olun, Ne Mutlu Türküm diyene."

Devlet Bahçeli'nin Türkiye'de Son 16 Yılda Siyasete Yön Veren Kararları

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Hükümet ortağı olduğu 2002'de, AK Parti'yi iktidara taşıyan genel seçimin yapılmasını isteyen Devlet Bahçeli, bu yıl da erken seçim isteyerek siyasetin seyrini değiştirdi. İşte Bahçeli'nin 16 yılda siyasete yön veren kararları.. 

 

24 Haziran'da gerçekleşen erken seçimin sonucunda Erdoğan, Türkiye'nin ilk yürütme yetkisine sahip cumhurbaşkanı seçilirken Cumhur İttifakı TBMM'de çoğunluğu sağladı. MHP de Meclis'teki sandalye sayısını artırırken Bahçeli'nin son 16 yılda Türk siyasetine yön veren kararlarını BBC derledi.

Hükümet ortağı olduğu 2002'de, AK Parti'yi iktidara taşıyan genel seçimin yapılmasını isteyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bu yıl da beklenmedik şekilde erken seçim çağrısı yaptı. Hemen ertesi gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 24 Haziran'da erken seçime gidileceğini duyurdu.

2002'DE KOALİSYON BİTTİ AK PARTİ İKTİDARA GELDİ

Devlet Bahçeli, 1999 seçimlerinde DSP ve ANAP'la kurulan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.
Koalisyon hükümetinde ilk kırılma, 13 Şubat 1999'da Abdullah Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye getirilmesinden sonra "idam tartışması" ile başladı.

ÖCALAN'IN İDAM CEZASI İÇİN DİRETTİ

Avrupa Birliği müzakere süreci nedeniyle Türkiye idam cezasını kaldırmaya hazırlanırken, Bahçeli Öcalan'ın idamı için diretti ancak dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in yoğun çabaları sonucu göstermelik olarak idam cezası verilse de bu sonra bu ceza müebbete çevrildi.
Koalisyon idam tartışması sınavını verse de, görünür gerekçesi, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, Bülent Ecevit'e anayasa kitapçığı fırlatması olan 2001 ekonomik krizi ve arkasından da Mayıs 2002'de Ecevit'in artan sağlık sorunları koalisyon için sonun başlangıcını hazırladı.
Tartışmaların DSP içine de yansımasıyla Temmuz ayı içinde DSP grubunun sayısı, Ecevit'in görevden çekilmemesine tepki gösteren milletvekillerinin istifasıyla yarı yarıya düşmüştü.
Bu gelişmeler sırasında koalisyon hükümetinin ikinci büyük ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 7 Temmuz 2002 günü, partisinin Bursa'nın Keles ilçesinde düzenlediği 11. Kocayayla Türkmen Kurultayı'nda yaptığı açıklamada 3 Kasım 2002 tarihinde erken seçim yapılmasını istedi.
16 Temmuz 2002'de koalisyon hükümetini oluşturan üç partinin genel başkanları arasında yapılan zirve toplantısında 3 Kasım'da erken seçim yapılması kararı alındı ve bu karar TBMM'de 31 Temmuz 2002'de onayladı.
Türkiye, böylece 3 Kasım'da 16 yıldır iktidarda olan AK Parti iktidarıyla tanıştı.

2007'DE ABDULLAH GÜL'E CUMHURBAŞKANLIĞI YOLUNU AÇTI

Devlet Bahçeli, Erdoğan'ın karşısına aday çıkma olasılığı ve KHK'lare yönelik eleştirileri nedeniyle bugün sert sözlerle eleştirdiği 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e 2007'de Cumhurbaşkanlığı yolunu açan isim oldu.
Anayasa Mahkemesi cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda Genel Kurul'da 367 milletvekilinin bulunması gerektiği yönündeki kararı sonrası Köşk seçimi yapılamayınca genel seçime gidildi.
Barajı aşarak Meclis'e giren MHP'nin lideri Bahçeli seçimden kısa süre sonra yaptığı açıklamada, "Eğer konu Anayasa Mahkemesi'nin son kararına göre 367 sayısı açısından değerlendiriliyorsa MHP cumhurbaşkanlığı seçiminde orada olacaktır" dedi.
MHP'nin Genel Kurul'daki oylamaya katılma kararı, Gül'e o zaman Cumhurbaşkanlığı'na temsil eden Çankaya Köşkü'nün yolunu açtı.
Gül, 28 Ağustos 2007'de 11. Cumhurbaşkanı seçildi.

2015'TEKİ HÜKÜMETİ REDDETTİ YİNE AK PARTİ KAZANDI

AK Parti hükümeti, 7 Haziran 2015'de yapılan genel seçimlerde, iktidara geldiği 2002 seçimlerinden sonra ilk kez, tek başına hükümet kuracak oy oranına ulaşamadı.
Devlet Bahçeli, daha resmi sonuçlar açıklanmadan, 7 Haziran akşamı kendisinin "hiçbir hükümet formülü içinde olmayacağını" ilan edip, kendilerine "ana muhalefet görevi verilmesini" talep etti.
Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçilmesi nedeniyle, dönemin başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu koalisyon için arayışlara başladı.
Kapısı çalınan Bahçeli, AK Parti'nin koalisyon teklifini reddederken, koalisyon formülleri de önerdi.
Bahçeli, "Birinci koalisyon modeli, baştan bu yana birliktelikleri devam eden AK Parti-HDP arasında olması lazımdır. 2. bir koalisyon modeli. AK Parti-CHP ve HDP" diyerek, bir kez daha hiçbir hükümet formülünde yer almayacağını ilan etti.
AK Parti'nin ilk istediği formül olan "AK Parti-MHP koalisyonu"nun olmayacağı anlaşılınca, Erdoğan'ın hiç istemediği formül olan "AK Parti ile CHP koalisyonu" konusunda günlerce görüşmeler sürdü ancak sonuçsuz kaldı.
Erdoğan CHP'ye hükümeti kurma görevi vermeyince, geçici hükümet kurularak 1 Kasım 2015'te erken seçim kararı alındı.
Temmuz 2015'de PKK'nin çözüm sürecini bitirdiğini açıklaması ve arkasından Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerde yaşanan ve onlarca insanın yaşamını yitirdiği IŞİD ve PKK saldırıları ülkede büyük bir kaos ortamı yarattı.
"Güven" arayışındaki seçmen yüzde 49,5 oyla AK Parti'yi bir kez daha tek başına iktidara taşıdı.

2016'DAKİ ÇIKIŞIYLA PARLEMENTER SİSTEMİN SONUNU HAZIRLADI



Devlet Bahçeli 15 Temmuz 2016'da yaşanan darbe girişimi sonrasında yapılan Yeni Kapı Mitingi'ne katılarak iktidara koşulsuz destek açıkladı.
Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra gündeme getirdiği Başkanlık Sistemi'ne karşı olan Bahçeli, 15 Temmuz'dan sonra ise tutum değiştirdi. 11 Ekim 2016'da grup toplantısında yaptığı "sürpriz" açıklamayla, AK Parti'ye, dolayısıyla Erdoğan'a "başkanlık önerisini Meclis'e sunması" çağrısı yaptı.
Bahçeli, "Fiili duruma hukuki boyut kazandırmak gerek" diyerek başkanlık sistemine geçilmesi gerektiğini söyledi. Bundan sonraki süreç hızla ilerledi,
Ocak 2017'de adına iki partinin "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi" dediği, "Türkiye tipi başkanlık sistemini" içeren anaysa değişikliği TBMM'den geçti.
Referandum aralığında kabul edilen değişiklik 16 Nisan 2017'de halkoylamasına sunuldu.
Bahçeli, anayasa referandumda "Evet" diyeceklerini açıkladı ve anayasa değişikliği yüzde 51,4 "Evet" oyuyla kabul edildi.
Bahçeli, Türkiye'de "sistem değişikliği"nde de kilit rol oynadı.

MUHALEFETTEN CUMHUR İTTİFAKI'NA

15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi öncesi Erdoğan'a en sert eleştiriler yönelten, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'a karşı, CHP ile birlikte çatı aday Ekmeleddin İhsanoğlu'nu destekleyen Bahçeli, darbe girişimi sonrasında başlayan başkanlık anayasası ortaklığını, yine kritik bir hamle ile "ittifaka" taşıdı.
Anayasa değişikliğinin kabul edilmesinin ardından Türkiye gündemine erken seçim tartışması girdi.
Bahçeli, 8 Ocak 2018'de medya temsilcilerine partisinin cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğini ve Erdoğan'ı destekleyeceklerini açıkladı. Yapılacak uyum yasaları düzenlemesi ile önce yüzde 10'luk seçim barajının düşürülmesini talep eden Bahçeli, Erdoğan'la yaptığı görüşmeler sonrasında ittifak yapabileceklerini açıkladı ve bunun "cumhur ittifakı" olabileceğini bildirdi.
AK Parti'den de olumlu yanıt gelince, siyasi partilerin isimlerinin oy pusulalarında yer alacağı resmi ittifak düzenlemesi TBMM'de kabul edildi.
Düzenleme, ittifak yapan siyasi partilerden birinin yüzde 10'un üzerinde oy alması halinde "barajı geçmiş sayılacağı" hükmü içerdiği için, Bahçeli partisini TBMM'ye sokmayı da garantilemiş oldu.

2018'DE BİR KEZ DAHA ERKEN SEÇİM ÇAĞRISI



Devlet Bahçeli, son kritik çıkışını da yine partisinin grup toplantısında ve 16 Nisan 2017 referandumunun yıldönümünden bir gün sonra yaptı.
Tıpkı 2002'de olduğu gibi, cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerine yaklaşık 1,5 yıl kala, seçimlerin 26 Ağustos 2018'e alınması çağrısında bulundu.
Bahçeli'nin bu kararında, Mart 2019'da yapılacak olan yerel seçimlerden çıkabilecek olumsuz sonuç ve AK Parti ile seçim kampanyası sürecinde tabanda yaşanabilecek kırılmaların yaklaşık 7 ay sonra yapılacak olan genel seçim ittifakına "olumsuz yansıyabileceği" endişesinin yattığı belirtiliyordu.
MHP beklentilerin aksine seçimden sandalye sayısını artırarak çıkmayı başardı.
24 Haziran'da gerçekleşen erken seçimin sonucunda Erdoğan, Türkiye'nin ilk yürütme yetkisine sahip cumhurbaşkanı seçilirken MHP de kesin olmayan sonuçlara göre Meclis'teki sandalye sayısını 35'ten 50'ye çıkardı ve Cumhur İttifakı TBMM'de çoğunluğu sağladı.
Kesin olmayan sonuçlara göre AK Parti'nin 293 milletvekiliyle temsil edileceği Meclis'te çoğunluğu bulunmayacak. Bu yüzden AK Parti yeni dönemde TBMM'de yasa çıkarmak için MHP'nin desteğine ihtiyaç duyacak.

TÜRKİYE SEÇİMİNİ YAPTI

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Recep Tayyip Erdoğan ilk turda Cumhurbaşkanı seçildi. MHP, bütün kamuoyu yoklamalarını bir defa daha yanıltarak Meclis'in kilit partisi oldu



CUMHURBAŞKANLIĞ'ı Hükümet sisteminin ilk seçimi Cumhur İttifakı'nın büyük başarısına sahne oldu. İttifakın adayı Erdoğan, ilk turda yüzde 50'yi geçerek Cumhurbaşkanı seçildi. MHP, üzerinde oynanan bütün oyunları, kamuoyu yoklamaları ile oluşturulmak istenen algı operasyonlarını yerle bir ederek Meclis'te kuvvetli bir temsil imkanı kazandı. Cumhur İttifakı Meclis'te ezici bir çoğunluk kazandı. MHP Lideri Erdoğan'ı arayarak tebrik etti.

56 milyon 322 bin 632 seçmen Türkiye genelinde kurulan 180 bin 65 sandıkta oylarını kullandı. Cumhurbaşkanı ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri'nde güvenliği sağlamak amacıyla 264 bin 526 polis, 195 bin 695 jandarma, 50 bin 793 güvenlik korucusu, 19 bin 993 gönüllü güvenlik korucusu olmak üzere 531 bin 7 güvenlik personeli görev yaptı. 34 ülkeden 635 yabancı gazeteci ve uluslararası 8 kuruluştan 415 kişi, seçimi izledi.

AĞRI, Şırnak, Batman ve Diyarbakır'da seçime ilişkin akreditasyonu bulunmadığı ve AGİT gözlemcisi olmadığı halde kendisini gözlemci olarak tanıtarak seçimlere müdahale girişiminde bulundukları belirlenen 20 yabancı hakkında yasal işlem başlatıldı.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin ilk seçimi Cumhur ittifakının büyük başarısına sahne oldu. İttifakın adayı Recep Tayyip Erdoğan ilk turda yüzde 50'yi geçerek Cumhurbaşkanı seçildi. MHP üzerinde oynana bütün oyunları, kamuoyu yoklamaları ile oluşturulmak istene algı operasyonlarını yerle bir ederek mecliste kuvvetli bir temsil imkanı kazandı. Cumhur ittifakı mecliste ezici bir çoğunluk kazandı.

CUMHURBAŞKANI ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri'nde dün yurt içinde 56 milyon 322 bin 632 seçmen, 180 bin 65 sandıkta oy kullandı ve  Cumhurbaşkanı ile Meclis'in yeni üyelerini seçti.

 Cumhurbaşkanlığı seçimi için 6 aday, 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi için 8 siyasi parti yarıştı. AK Parti ve MHP'nin kurduğu "Cumhur İttifakı" Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı, CHP Muharrem İnce'yi, HDP ise Selahattin Demirtaş'ı cumhurbaşkanı adayı olarak göstermişti. Seçmenlerin imzasıyla cumhurbaşkanı adayı olmak üzere başvuran ve gerekli 100 bin imzayı toplayan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ve Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de cumhurbaşkanı olabilmek için yarıştı. Vatandaşlar, bu seçimde 550 yerine 600 milletvekili için oy kullandı.. 

Seçime AK Parti, CHP, HDP, HÜDAPAR, İYİ Parti, MHP, Saadet Partisi ile Vatan Partisi katıldı. BBP'nin adayları AK Parti, DP'nin adayları ise İYİ Parti listelerinden seçime girdi.Siyasi partilerin ittifak yaparak seçime katılmasına olanak tanıyan yeni yasa değişikliği sayesinde ittifaklar da kuruldu. AK Parti ve MHP "Cumhur İttifakı", CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ise "Millet İttifakı" adı altında oy pusulasında yer aldı. Seçmenler, iki oy pusulasını tek zarfa koyarak seçimini yaptı.

531 BİN 7 GÜVENLİK PERSONELİ GÖREV YAPTI



Seçimde güvenliği sağlamak amacıyla 264 bin 526 polis, 195 bin 695 jandarma, 50 bin 793 güvenlik korucusu, 19 bin 993 gönüllü güvenlik korucusu olmak üzere 531 bin 7 güvenlik personeli görev yaptı.

34 ÜLKEDEN 635 YABANCI GAZETECİ SEÇİMLERİ TAKİBETTİ

 Öte yandan 34 ayrı ülkeden 635 yabancı basın mensubu, dün yapılan Cumhurbaşkanı ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'ni izlemek için Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü'ne (BYEGM) akreditasyon yaptırdı.Yabancı basın mensuplarının seçim sonuçlarını takip edebilmesi için BYEGM tarafından Ankara, İstanbul ve Diyarbakır'da basın merkezleri de kuruldu. Buralardaki ekranlardan, BYEGM ve Anadolu Ajansı (AA) iş birliğiyle sağlanan bilgilerle seçim sonuçları anlık takip edilebildi. BYEGM, gazetecilerin alandaki faaliyetlerini kolay yürütebilmesi için de ekipler oluşturdu.

SEÇİMİ 415 ULUSLARARASI GÖZLEMCİ İZLEDİ

Uluslararası 8 kuruluştan 415 kişi, dün yapılan Cumhurbaşkanı ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'ni izlemek üzere görevlendirildi.
Seçimler için 8 uluslararası kuruluş ve parlamenter oluşumdan toplam 415 gözlemcinin Yüksek Seçim Kurulu'na (YSK) akreditasyonu sağlandı.
Seçimlerin adil, özgür ve şeffaf bir ortamda yürütülüp yürütülmediğini gözlemlemek için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'ndan (AGİT) 234, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesi'nden (AGİTPA) 72, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nden (AKPM) 35, Akdeniz Parlamenter Asamblesi'nden (AKDENİZPA) 10, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi'nden (KEİPA) 5, Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi'nden (TÜRKPA) 15, Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi'nden (Türk Konseyi) 21 ve Şanghay İşbirliği Örgütü'nden (ŞİÖ) 23 olmak üzere 415 kişi süreci takip  etti.

Akreditasyonu sağlanan gözlemciler, özellikle seçim günü oy verme ve oyların sayım-döküm ve tutanaklara geçirme işlemlerini sandık kurulunun görevini aksatmayacak şekilde izleyebildi. Gözlemciler, seçimlerde uluslararası seçim standartlarının sağlanıp sağlanmadığını, propaganda sürecini, seçime katılımı, seçim iş ve işlemlerini izleyerek, bu çalışmalar hakkında rapor hazırlayacak.

YENİ SİSTEM NELER GETİRİYOR?



Dünkü seçimle birlikte vekil sayısı 600'e çıktı. Ülkede tüm yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı başkanlığındaki Bakanlar Kurulu'nda olacak. Cumhurbaşkanı bürokrasiden uzak, hızlı çalışabilecek nitelikli yöneticileri bakan olarak görevlendirecek. Kamu yönetimi mimarisi, bu temelle yenilenecek.
Bakanlar da Cumhurbaşkanı yardımcıları da Meclis dışından olacak.

 Kaç yardımcı atayacağına Cumhurbaşkanı karar verecek. Onunla ilgili bir sayı anayasaya koyulmadı. 
Tarihi Başbakanlık binası ve Bakanlar Kurulu toplantıları tarihe karıştı. Yeni sistemde ekonomi, güvenlik, adalet gibi temel alanlarda 3 ila 5 Cumhurbaşkanı yardımcısı olması öngörülüyor. Şu anda 26 olan bakanlık sayısı da azaltılacak.

YENİ SİSTEMDE KABİNE

Yeni sistemde bakanlar, Meclis dışından seçilecek. Milletvekili olan birinin bakan yapılması gerekirse vekillikten istifa etmesi gerekecek.  Bazı bakanlıkların birleştirilmesi hedefleniyor. Parlamenter sistemde kabine Başbakan'a bağlı olarak çalışıyordu. Yeni sistemde kabinenin başı Cumhurbaşkanı olacak. Bir de ABD'deki gibi ofis yönetimi planlanıyor. Bakanların dışında Cumhurbaşkanı'na bağlı birimer olacak. Tüm bu değişiklikler için Cumhurbaşkanı, kararname yetkisini kullanacak.

google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html