BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

29 Temmuz 2020 Çarşamba

Suudi Arabistan ve BAE'den Türkiye'nin sırtına 'Lübnan' hançeri

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


BAE ve Suudi Arabistan ile Hizbullah'a yakın basın organları, ekonomik kriz ve protestoların sürdüğü Lübnan'da dikkatleri dağıtmak için Türkiye aleyhinde propagandalara yoğunlaştı. Türkiye'nin bugüne kadar Lübnanlılara sunduğu insani yardımlar, Suudi Arabistan ve BAE'ye ait basın tarafından "Türkiye'nin Lübnan'daki nüfuzu" ve "Türkiye Trablusşam'ı işgal etmeye böyle hazırlanıyor" başlıklarıyla servis edildi.


Suudi Arabistan ve BAE'den Türkiye'nin sırtına 'Lübnan' hançeri


Müslümanlar ile Hristiyanların yönetimi paylaştığı Orta Doğu'nun küçük ülkesi Lübnan'da, ekonomik kriz ve hükümetin vergi politikalarına karşı başlayan gösteriler üzerine Ulusal Birlik Hükümeti 9 ay önce istifa etti.


ABD ile Körfez'deki Arap ülkeleri tarafından "terör örgütü" olarak görülen Lübnan Hizbullahı ve siyasi müttefiklerinin destekleriyle kurulan yeni hükümet, şubat ayında güvenoyu aldıktan sonra ekonomik krizi hafifletmek amacıyla hazırladığı plan çerçevesinde 10 milyar dolarlık kredi için Uluslararası Para Fonu (IMF) ile müzakerelere başladığını duyurdu.

Uzun yıllardır sağlık ve eğitimin yanı sıra elektrik - su gibi altyapı hizmetlerinde ciddi sorunlar yaşayan ve son ekonomik krizin etkilerini tüm alanlarda hisseden Lübnanlılar, ABD yönetiminin IMF ile müzakereleri Hizbullah'a karşı baskı aracı olarak kullandığından ve Körfez'deki Arap ülkelerinin de Başbakan Hassan Diyab'ın kabinesinin "Hizbullah'ın hükümeti" olduğu gerekçesiyle yardım elini uzatmadığından şikayet ediyor.

Suudi Arabistan Veliah Prensi Selman ile BAE Veliaht Prensi Zayed


TÜRKİYE'NİN İNSANİ YARDIMLARLA FETHETTİĞİ GÖNÜLLERİ YIKMA KAMPANYASI


Suudi Arabistan ve BAE gibi Arap ülkeleri, Lübnan'ın en yoksul bölgesi Trablusşam'a yardım elini uzatmak yerine "şiddet yanlısı" oldukları şeklindeki karalamalarla bölge halkını hedef gösteriyor.

Lübnan'daki belli bir kesime hükmetmek için on yıllardan beri birkaç aileyi milyar dolarlarla finanse eden bazı Arap yönetimleri, Türkiye'nin din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin bu ülkede yaptığı insani yardımlarla halkın gönlünü kazanmasından büyük rahatsızlık duyuyor. Söz konusu yönetimler Tükiye'nin insani yardımlarla fethettiği gönülleri asparagas haberlerle yıkmaya çalışıyor.

Körfez'deki bazı Arap ülkelerince finanse edilen yerel ve bölgesel medya organları, ekonomik krizin giderek derinleştiği ve protestoların belli aralıklarla sürdüğü Lübnan'da dikkatleri dağıtmak için Türkiye'nin insani yardımlarını "siyasi müdahale" şeklinde yansıtmaya yönelik bir kampanya başlattı.

Türkiye'nin bugüne kadar Lübnanlılara sunduğu insani yardımlar, Suudi Arabistan ve BAE''ye ait basın organları tarafından "Türkiye'nin Lübnan'daki nüfuzu" ve "Türkiye Trablusşam'ı işgal etmeye böyle hazırlanıyor" başlıklarıyla servis edildi.

İran'ın Lübnan'daki uzantısı olarak bilinen Hizbullah'a yakın medya da söz konusu haberleri gündemi değiştirmeye yönelik bir tür malzeme olarak kullanarak, "Türkiye, Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) üzerinden Lübnan'da varlık gösteriyor" gibi başlıklarla konuyu gündemde tutmaya çalışıyor.

Riyad ve Abu Dabi'ye ait medyanın Türkiye aleyhindeki asılsız haberlerini AA'ya değerlendiren Lübnanlı uzmanlar, bu durumu söz konusu Arap yönetimlerin Lübnan'a müdahalesinin önünü açma ve ülkedeki Sünni kesimin ulusal denklemdeki varlığını dağıtma adımı olarak yorumluyor.


Lübnan Hizbullahı


"TRABLUSŞAM VE DİĞER BÖLGELER TÜRKİYE'YE GÖNÜLDEN BAĞLIDIR"

Lübnan'daki eski başbakanlara yakın kaynaklar, ülkenin kuzeyinde Sünnilerin çoğunlukta olduğu Trablusşam'daki bazı kesimlerin Körfez ülkelerinden kaynak elde etmek için Türkiye'ye yönelik suçlamalarda bulunduğunu söyledi.

"Türkiye'nin siyasi müdahalesi" şeklinde yapılan tüm haberlerin asılsız olduğunu vurgulayan kaynaklar, "Türkiye'nin kuzeydeki varlığı herkes tarafından biliniyor. Trablusşam ve Sünni nüfusun yoğun olduğu ülkenin diğer bölgelerindeki halk, Türkiye'ye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a gönülden bağlıdır" ifadelerini kullandı.

Trablusşam bölgesinin, eskiden olduğu gibi son zamanlarda da birtakım radikal suçlamalara maruz kaldığına işaret eden kaynaklar, söz konusu suçlamaların ülkedeki Hristiyanları korkutma ve Şiileri de Hizbullah'ın etrafında toplamaya yönelik yardımcı bir unsur olarak kullandığına dikkati çekti.

Türkiye'nin Trablusşam bölgesinde Osmanlı dönemine ait bazı eserleri Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) aracılıyla restore ettiğine tanıklık ettiklerini belirten kaynaklar, ancak siyasi veya istihbari anlamda Türkiye'nin Lübnan'a herhangi bir müdahalesinin söz konusu olmadığını kaydetti.


Refik Hariri


"SÜNNİ KESİMİN BİRLİĞİ KİŞİSEL İHTİRASLARA KURBAN EDİLİYOR"

Suudi Arabistan'da ticaretle uğraşan eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'nin büyük oğlu Beha Hariri, protestolar üzerine geçen ekim ayında başbakanlıktan istifa eden kardeşi Saad Hariri'ye rakip olarak Sünni bölgelerinde varlık gösterme çabalarına başladı.

Beha Hariri'nin bu çabaları, Meclis'te 21 milletvekiliyle Sünnileri temsil eden en büyük siyasi blok konumundaki Müstakbel Hareketi'nin lideri Saad Hariri'yi saf dışı bırakma projesi olarak değerlendiriliyor.

Abu Dabi ve Riyad'ın beslediği basın organları, hala Suudi Arabistan'da ikamet etmesine rağmen Beha Hariri'nin Türkiye tarafından desteklendiği iddialarını servis etmekte ısrar ediyor.

Lübnanlı siyaset uzmanı Münir er-Rabih, Beha Hariri'nin piyasaya sürülmesinin, Arap dünyasındaki büyük boşluğun sonuçlarından biri olduğunu söyledi.

Beha Hariri projesiyle, ülkedeki Sünni kesimin birliğinin kişisel siyasi ihtiraslara kurban edildiğini belirten Rabih, "Bununla ülkedeki çöküş hızlandırıldığı gibi tüm siyasi gruplar da giderek güç kazanan Lübnan Hizbullahı'na muhtaç hale getiriliyor" dedi.

Örneğin eski Başbakan Saad Hariri'nin, kardeşi Beha'ya karşı direnmek için Hizbullah ile ilişkilerini güçlü tutacağını ve böylece Hizbullah'ın daha fazla güçleneceğini vurgulayan Rabih, "Lübnan'daki Sünni kesimin bu dönemde ulusal denklemde hiçbir etkisi söz konusu değil ve tarihi rolünü kaybetmiş durumda" değerlendirmesinde bulundu.

Sünnilerin ulusal denklemde olmadığı bir Lübnan'ın yoluna devam edemeyeceğini ifade eden Rabih, "Sünni kesim, tarih boyunca bölgedeki stratejik İslam ve Arap çizgilerinden ötürü devlete bağlı kaldılar" diye konuştu.

Lübnan'daki Dürzi İlerlemeci Sosyalist Partisi lideri Velid Canbolat da Beha Hariri'nin projesini şu sözlerle değerlendirdi: "Bizler, siyasi oyun ve Sünni sahasındaki yıkımın nereye doğru gittiğini öngörüyoruz. Sünni sahasındaki yıkımın temeli, zayıflatma ve dağıtmadır. Sünni kesim için tek seçenek vardır, o da Saad Hariri'dir."



Gündemi yorumlayan yazarlar

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Libya, Doğu Akdeniz ve Yunanistan gerilimine dair son durum raporu








Mehmet Acet
                                                                                                                                                                        MEHMET ACET

Geçen hafta Oruç Reis Sismik Araştırma Gemisi’nin Antalya’nın Kaş ilçesinin karşısındaki Meis Adası’nın bulunduğu bölgede arama-tarama faaliyetine girişeceğinin duyurulmasının ardından Yunanistan’ın “Oralar bize ait” diyerek çıngar çıkartması üzerine yeni bir gerilim patlak vermişti.

Cumartesi günü bu köşede anlattık.

Atina’nın biraz da Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un fitillemesiyle Avrupa’yı Türkiye’ye karşı ayağa kaldırmaya çalışması üzerine Almanya Başbakanı Merkel Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayarak gerilimi yatıştırmak adına araştırma faaliyetlerinin ertelenmesini talep etmişti.

Erdoğan o görüşmede bağlayıcı bir taahhütte bulunmadı ama gelinen nokta itibarıyla Ankara’da krizin bir çatışma ortamına sürüklenmeden ‘diplomatik yöntemlerle’ yönetilmesi anlamında bir iradenin ortaya çıktığı anlaşılıyor.

👆YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN⏩

Türk mucizesi! Okyanusa açılan iki kapıyı tutmak!






İbrahim Karagül
                                                                                                                   İBRAHİM KARAGÜL

Dört yıl önce, Türkiye’yi içeriden işgal etmek için harekete geçmişlerdi. Daha dün, şehirlerimizde bombalar patlıyor, her hafta onlarca insanımız hayatını kaybediyordu.

Türkiye hem sınırlarının sıfır noktasında hem de şehirlerinde, sokaklarında kendini savunmaya çalışıyordu.

Ama bugün şehirlerimiz güven içinde. Sınırlarımız güven içinde. Tehdit sıfır noktasına gelinceye kadar da gereken neyse yapılıyor, yapılacak.

Türkiye coğrafyayı direnç merkezleriyle donatıyor..

👆YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN⏩


MİT niçin başarılı?

Ahmet Kekeç

                                                                                            AHMET KEKEÇ


Cumhurbaşkanı Erdoğan MİT’in başarılarını övüyormuş...

Bunu bile eleştiri konusu yapıyorlar.

Ne olacaktı peki?

Kendileri nasıl bir MİT özlüyorlar?

Hakan Fidan MİT Müsteşarlığı’na getirildiğinde İsrailli Ehud Barak şöyle demişti: “İran ajanıdır, tehlikeli bir adamdır, ben uyarmış olayım da…”

Sonra da, “bazı önemli sırlar”dan bahsetmişti.

Barak’a göre bu “bazı önemli sırlar” her an İran’ın eline geçebilirdi.

Hemen tahmin ettiniz:   

👆YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN⏩


CHP'nin dostları ve iktidar planları

Fadime Özkan

                                                                                           FADİME ÖZKAN

CHP’nin 37. Olağan Kurultayında 10 yılda 11 seçim kaybetmesine rağmen pozisyonunu koruyan Kemal Kılıçdaroğlu “pek olağan” şekilde 6. kez genel başkan oldu.

“Tek adam”, “diktatör” yakıştırmalarının yapıldığı Kılıçdaroğlu 80 il başkanının imzasıyla tek aday gösterildi gösterilmesine ama karşısında parti yönetimine sert eleştiriler yönelten üç rakibi daha vardı aslında.

İlhan Cihaner, Aytuğ Yazıcı ve Tolga Yarman. Lakin tüzük gereği 1352 delegeden 68’inin imzasını alamadıkları için genel başkanlığa aday olamadılar.   👆YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN⏩


Dost siyaseti-Yoldaş siyaseti…

Yalçın Akdoğan

                                                                                      YALÇIN AKDOĞAN


CHP 37’inci Kurultayını ‘iktidar’ sloganıyla gerçekleştirdi. 2010’da yüzde 40 hedef koyarak koltuğa oturan ama yüzde 25’i geçemeyen Kemal Kılıçdaroğlu dokuz seçim kaybetmesine rağmen oturduğu koltuğu korumayı başardı.

Bu kurultay üzerine söylenenlerden iki spot çıkarılabilir:

Birincisi, CHP’nin yüzde 25’i geçme şansı CHP’li yorumculara göre bile mümkün görünmüyor.

İkincisi, CHP’nin tek başına iktidar olma şansı CHP yandaşlarının bile imkân dâhilinde görmediği bir durum.

Bu iki somut siyasi gerçeği CHP destekçisi gazeteciler de ifade ediyorlar.👆YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN⏩

Uluslararası siyasal sistemde Türkiye’nin yeri neresi?

Kemal İnat

                                                                                               KEMAL İNAT

Covid-19 salgını öncesinde uluslararası siyasal sistemin lideri konumunda olan ABD’nin salgın sonrasında bu konumunu koruyup koruyamayacağı sorusu çok soruldu. Salgının ne kadar süreceği, tahribatının hangi boyutlarda olacağı ve ABD’nin krizi yönetme becerisi bu sorunun cevabı konusunda temel belirleyicisi olacaktı.

Gelinen noktada, salgının başlamasının üzerinden yedi ay geçtiğine göre bir ara değerlendirme yapmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz.

Öyle görünüyor ki, salgın zannedildiğinden uzun sürecek, tahribatı büyük oluyor ve ABD’nin krizi yönetme becerisi oldukça kötü.

IMF’in tahminlerine göre, 2020 yılı sonunda Amerikan ekonomisi yüzde 5,9 küçülecekken kriz döneminde bile Çin ekonomisi büyümeye devam edecek ve 2020’yi yüzde 1,2 büyüme ile kapatacak.

Bu, ABD ile Çin arasındaki GSYH büyüklüğü makasının daha da daralacağı ve Çin’in dünyanın en büyük ekonomisi olma hedefine bir adım daha yaklaşacağı anlamına geliyor.

👆YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN⏩

Kılıçdaroğlu dostlarıyla iktidara yürüyecekmiş?!..

Hikmet Genç

                                                                                           HİKMET GENÇ

İlhan Cihaner ve Aytuğ Atıcı’yı tanıyoruz. Bir de Tolga Yarman adında bir aday varmış. İlk defa duydum ismini. Delege imzalarında yüzde 5’in altında kaldılar. (Beni de aday gösterselerdi o kadar toplardım yahu!)

Hacı Muharrem olsaydı biraz heyecanlı olurdu. O da n’apsın. ‘Yenmiş de yenmiş’.., nereye kadar?!..

Değişen de bi’şey olmayacağı için bu sefer kurultaya bir isim uydurdular.

‘İktidar kurultayı…’

Hani sanırsın CHP’yi iktidara götürecek kurultayı yapıyorlar… Bu kurultayla, yüzde 20-25’ler, 45’lere, 50’lere falan çıkacak CHP?!

Öyle değilmiş. ‘Dostlarla’ birlikte ‘iktidara’ yürüyeceklermiş…

İyi fikir.., biz de arkadaşlarla yürüyoruz bazen, iyi geliyor!..

👆YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYIN⏩






Erdoğan savaşarak geldi, asla izin vermez!

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Rejim tartışmalarına son noktayı koydu: Erdoğan savaşarak geldi, asla izin vermez!

Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, Ayasofya'nın cami olarak açılışı sonrası ortaya atılan rejim tartışmaları ile ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın düşüncelerini İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun'a sordu. Çok net bir açıklama yapan Altun, "Rejim krizi üretmek isteyen vesayet sevdalılarına malzeme oluşturmak arzusundan başka bir şey değildir." dedi.


Ayasofya-i Kebir Camii açılışı sonrası oluşturulmaya çalışılan sunu rejim kriziyle ilgili Erdoğan'ın ne diyeceği kamuoyunda merak konusuydu.Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'ye konuşan İletişim Başkanı Altun, rejim tartışmalarıyla ilgili "Cumhurbaşkanımızın gündeminde de hiç ama hiç yer tutması da söz konusu değildir” dedi.

İşte Selvi'nin yazısının o bölümü;

Ayasofya’nın açılışı ile milletimizin 86 yıllık hayalini gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, suni rejim krizi oluşturma çabalarına nasıl baktığını merak ediyordum.

O nedenle doğrudan işin kaynağına, yani İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun’a sordum. “Cumhurbaşkanımızın gözünde bu tartışmalar, gündemi zehirlemek için üretilmiş hükümetimizin son dönemde elde ettiği başarıları gölgelemek üzere sahaya sürülmüş suni ve bir o kadar da sorunlu tartışmalardır” dedi. Erdoğan’ın bu tür tartışmalardan rahatsız olduğunun farkındaydım. Çünkü Erdoğan, açık siyaset yapar. Fahrettin Altun işte o noktaya dikkat çekti, “Cumhurbaşkanımızın tavrı açık ve nettir. Ne yazık ki Cumhurbaşkanımızın siyaseti ile açık ve net kavramlar ve hedefler üzerinden rekabet edemeyenler, bu ülkede yıllar yılı yapay rejim krizleri üretmeye çalışmışlardır. Bu son tartışmalar da bu rejim krizi üretmek isteyen vesayet sevdalılarına malzeme oluşturmak arzusundan başka bir şey değildir. Gel gelelim bunların Türkiye sosyo-politik gerçekliğinde bir yeri yoktur. Dolayısıyla Cumhurbaşkanımızın gündeminde de hiç ama hiç yer tutması da söz konusu değildir” diye konuştu.

"ASLA İZİN VERMEZ"

Bir de benden uyarı. Vesayetle savaşarak gelen Erdoğan, suni rejim krizleri üzerinden yeni vesayet odakları oluşturulmasına izin vermez.

ALTUN: RADİKALİZMİN HER TÜRLÜSÜNE KARŞIYIZ

Tartışmalar ile ilgili AKŞAM gazetesine de açıklamalarda bulunan İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun Ayasofya'nın açılışı sonrası kasıtlı şekilde 'Atatürk’ ve ‘Cumhuriyet’ üzerinden suni tartışmalar başlatıldığını söyledi.

KARŞI ÇIKANLARI TANIYORUZ

Ayasofya’da Cuma günü ne gördünüz?

Büyük bir heyecan gördük; sevinç ve gurur yaşadık. 86 yıl sonra, Fatih Sultan Mehmet Han’ın vakfiyesinde ve milletimizin gönlündeki haline kavuştu Ayasofya. Ancak içeride ve dışarıda bundan rahatsız olanları gördük. Marjinal kesimler dışında toplumun ana gövdesi bu adımdan çok memnun. Bazı kesimlerin tepki vereceği tahmin edilebilirdi. Zira bugüne kadar milletin heyecanlandığı, mutlu olduğu hiçbir işte farklı davranmadılar. Milletin karşısında duruyorlar ve kendilerini gizleme ihtiyacı bile duymuyorlar. Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi, son yıllarda Cumhuriyet tarihinin toplamı kadar iş ve hizmet yaptı; diplomaside kararlı dik duruşuyla vazgeçilmez bölgesel bir aktör oldu. Bu kesimler, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde yapılan hangi işten memnun oldular? Türkiye’nin her alanda egemenlik haklarını kullanmasından rahatsız olanlar, ne yazık ki Ayasofya kararında da karşımıza çıktı. Aldırmadan, kararlıkla yolumuzda ilerlemeye devam ediyoruz.

Tartışmaların arkasında da bu mu var?

Tabi ki... Özellikle ülkemizin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün isminin arkasına sığınarak karşı geliyorlar tüm bu ilerleme ve kalkınma hamlelerine. Atatürk’ün ismini istismar etmeyi politik araç haline getirmiş bir kesim bu. FETÖ de bunu yapmıyor mu? 15 Temmuz’daki sözde darbe bildirisinde bile Atatürk ismi istismar edilmedi mi?

CUMHURBAŞKANIMIZ AÇIK SÖYLEDİ

Cumhurbaşkanı da buna tepki gösterdi…

Evet, Sayın Cumhurbaşkanımız çok net ifade etti. “Fethin en önemli hatırası Ayasofya’nın hangi şartlar altında 500 yıllık camilik vasfından çıkartılarak müzeye dönüştürüldüğünü tartışmanın bir anlamı olmadığına, kalmadığına inanıyorum. Önemli olan, ulu mabedin yeniden asli işlevine, bağlayıcı bir hukuki belge olan vakfiyesinde belirtilen misyonuna dönmüş olmasıdır” dedi.

Ayasofya’nın yeniden cami olarak açılması geçmişe değil bugüne ve geleceğe sözümüzün, kararlılığımızın bir ifadesidir. İdeolojik saiklerle milli ve manevi değerlerimizi karşı karşıya getirme çabaları beyhudedir. Milletimiz zaten bu yararsız tartışmalara prim vermedi, vermeyecektir. Ülkemizin artık yapay karşıtlıklarla kaybedecek vakti, enerjisi yok. Yürüyecek daha çok yolumuz var. Bağımsızlık mücadelemiz bir bütündür ve devamlılığı vardır. Bu ruhla hareket eden her bir bireyin geçmişe bakışı da bu minvaldedir.

Şunu kimse hatırından çıkarmasın; Sayın Cumhurbaşkanımızın siyaset tarzı radikalizmi dışlar. Radikalizmin her türüne karşıyız. Ayasofya bağlamında ortaya atılan hilafet tartışmalarını da anlamsız ve beyhude buluyoruz. Bunun Türkiye siyasetinde bir karşılığı da yoktur.

YAPAY TARTIŞMALARLA ENERJİMİZİ TÜKETMEYİZ

Atatürk, Cumhuriyet tartışmasının maksadı nedir?

Ayasofya Camii kararı sonrasında rejim tartışması başlatmaya çalışanlar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aziz hatırası üzerinden toplumun bir kesimini kışkırtmak için uğraşıyorlar. Kaybettikleri imtiyazlarını “Cumhuriyet” ya da “Atatürk” kılıfı ile tekrar sağlamak hedefindeler. Ancak akıl ve izan sınırlarını aşan girişimlerle toplumsal fay hatlarını harekete geçirmeye çalıştıklarını feraset sahibi milletimiz görüyor. Yapay tartışmalarla toplumsal alanı zehirlemeye, siyaset alanını daraltmaya, iç ve dış vesayet odaklarını canlandırma hevesindeler.

TEZGAHLARIN FARKINDAYIZ

Etkili olur mu sizce?

Buna asla izin vermeyeceğiz. Aziz şehitlerimizin ve gazilerimizin bizlere emaneti olan ülkemiz, bu cennet vatanımız nice badireler atlattı ama her seferinde eskisinden daha güçlü bir şekilde yoluna devam etti. Milletimizin feraseti, sağduyusu ve kararlı duruşuyla, ülkemiz özellikle son yıllarda Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, enerjimizi sömüren birçok arkaik ve lüzumsuz tartışmayı geride bıraktı; ilerledi ve uluslararası alanda da hak ettiği saygınlığı kazandı.

Bu ilerlemenin önünde durmak isteyen içeride ve dışarıda bazı kesimler hep oldu. Toplumsal mühendislik girişimleriyle oluşturulan yapay çatışmaların, aslında enerjimizi sömürmek ve ilerlememizi önlemek için dışarıdakiler ve içerideki işbirlikçileri tarafından tezgahlandığını hep yıllar sonra anladık. Bu arada nice insanımızı kaybettik, nesiller büyük bedeller ödedi. Artık buna asla geçit vermeyeceğiz. Savunmadan ekonomiye, diplomasiden sağlığa, turizmden mülteci politikalarına kadar her alanda daha güçlü bir Cumhuriyet ve daha bağımsız bir Türkiye için çalışan milletimiz ve devletimizin tüm unsurları bu oyunların ve tezgahların artık farkındadır.

MİLLETİMİZ ARTIK UYANIK

Bu ‘farkındalığı’ açar mısınız?

Türkiye’nin farklı din, kültür ve inançtan insanların bir arada huzur içinde yaşayabildiği ender ülkelerden biri olması tarihsel bir gerçektir ve tesadüf değildir. Yıllardır hedef alınan da bizim bu değerimizdir. Dediğim gibi, toplumun tüm kesimleri artık daha uyanıktır. Bu oyunlara artık gelmeyiz.

Türkiye Cumhuriyeti; İstiklal Mücadelesi veren aziz şehitlerimizin ve gazilerimizin omuzunda yükselmiş, bu ülke için taş üstüne taş koyan her bir bireyin alın teriyle, her bir yönetici ve liderin emekleriyle günümüze kadar gelmiştir. Bu ülke bizimdir. En büyük gücümüz birliğimiz, beraberliğimiz ve kardeşliğimizdir.

Restorasyonun ardından dün ikinci etabının açılışı yapılan Sümela Manastırı da Türkiye’nin her türlü medeniyet mirasına sahip çıktığının somut örneğidir. Fener Rum Patriği Sayın Bartholomeos da Sayın Cumhurbaşkanımızı arayarak, restorasyon ve azınlık cemaatlerine destekleri için teşekkürlerini ifade etmiştir.

DÜNYA MÜSLÜMANLARI BÜYÜK HEYECAN DUYDU

Ayasofya’nın ibadete açılmasının yarattığı heyecanı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kaç nesil boyunca heyecanla beklenen Ayasofya, sonunda Cumhurbaşkanımızın kararlı duruşuyla cami olarak ibadete yeniden açıldı. Milletimizin Ayasofya Camii heyecanı, geçmişten günümüze her türlü çabanın ve emeğin bugüne en güzel yansımasıdır. Konuyu din ve inanç özgürlüğü, egemenlik ve bağımsızlık bağlamında yaşayan milletimiz, bir yandan da tarihe bir selam, geleceğe dönük bir duruşu ifade ediyor. Bu, tarifi imkansız duygular ve düşünceler uyandırdı her birimizde. Sadece Türkiye’de değil elbette. Dünyanın hemen yer yerinde Müslümanlar ve Müslüman dostları da heyecanlandı, duygulandı.

İSTANBUL HEM MÜSLÜMAN HEM EVRENSEL BİR ŞEHİR

Ne anlam ifade ediyor Ayasofya’nın cami olarak açılması?

Millet olarak tarihsel bilincimiz, siyasal iddiamız ve ferasetimiz geçmişten günümüze kesintisiz bir şekilde devam ediyor. Bu irade, gün geldi İstanbul’u fethetti, gün geldi Çanakkale’de savaştı, Amasya’da Erzurum’da toplandı. Gün geldi birinci Meclis’te gazi oldu. Yeri geldi, 15 Temmuz’da tankları elleriyle durdurdu, Ayasofya Camii’nde secde etti. Bu milletin bağımsızlık aşkı Ayasofya Camii’nde dualarla, ezanlarla, salavatlarla bir oldu. Cami içindeki ve dışarıdaki kalabalıkta ağlayan, gülen, sakinleşen, huzur bulan milyonlarca insan vardı o gün. Ayasofya kararı, İstanbul’un bir Müslüman şehri olduğu gerçeğini tescil etmiştir. İstanbul’un evrenselliğine, kozmopolit karakterine de güç katmıştır. Karar, İstanbul’un İslam dünyası için çok daha fazla çekim merkezi olmasına vesile olacaktır.

HAKİKATTEN VE HAKTAN YANAYIZ

Türkiye için Batı’da ‘kızıl elma’ tarifleri yapılıyor; nedir Türkiye’nin kızıl elması?

Hep ifade etmeye çalışıyorum; Türkiye için kızıl elma, ülkemizin güven ve refah, bölgemizin istikrar, dünyanın sulh içinde olmasıdır. Yıllardır kararlılıkla sürdürdüğümüz, insan odaklı güvenlik ve dış politikamız bedeli ne olursa olsun sürecek, er ya da geç tüm taraflar Türkiye’nin çizdiği istikamete yönelecektir. Türkiye’nin en büyük gücü haktan ve hakikatten yana olmaktır. Birliğimize, dirliğimize, beraberliğimize, tarihimize ve geleceğimize kimse dışarıdan müdahale edemeyecektir.

KAYNAK: HÜRRİYET, AKŞAM






Yunanistan’ın derdi ne? Neden çıngar çıkartıyorlar?

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Atina Rasmussen'e Türkiye'yi şikayet etti

NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen Ankara'da... Ancak Rasmussen'in öncesinde gittiği Atina ziyaretinde gündemde Yunanlı siyasetçilerin Kıbrıs ve Ege konularında Türkiye'ye sert eleştirileri vardı.


Yunan Dışişleri'nden Türkiye'ye uyarı


Yunanistan Dışişleri Bakanlığı bir bildiri yayınlayarak Türkiye'de Yunan ve Hıristiyanlık anıtlarının olması gerektiği gibi korunmadığını duyurdu. Bildiride Türk otoriteler gerekli önlemleri almaya davet edildi.



Rodos Türk Başkonsolosluğu'na saldırı

Yunanistan'ın Rodos Adası'ndaki Türk Başkonsolosluğu'na kimliği belirsiz bir kişi tarafından saldırı düzenlendi.

Rodos'taki Türk Başkonsolosluğu binasına saldırı düzenleyen kimliği belirsiz kişinin Konsolosluğun kapısına astığı bildiride ırkçı ve nefret içerikli ifadelerin yer aldığı kaydedildi.


Atina'dan sert açıklama: "Yunanistan, Afrin değil!"


Ankara-Atina hattında esen soğuk rüzgar, dün gece Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias'ın açıklamalarıyla daha da karmaşık bir hale geldi. Son dönemde uluslararası kamuoyu karşısında Türkiye karşıtı bir tutuma sahip olan Atina'da Kotzias, "Türkiye Yunanistan'ın kırmızı çizgilerine basmaya çok yaklaştı" dedi.

Yunanistan Yıllardır Türkiye ve Türkiye Çıkarlarına saldırıyor.Komşuluk ilişkilerinde 
ve Avrupa birliği ve Natoda yaramaz çocuk modunda Türkiye düşmanlığı yapıyor.

İşte Başlığa dair yazımız........

Birkaç gün önce Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı telefonla aradığı bilgisi televizyon kanallarına son dakika haberi olarak düşünce doğal bir refleks olarak saate baktım.

Yeni günün ilk dakikalarının başladığı gece yarısını bulmuştu vakit.

İnsanların çoğunun uyuduğu ya da uyumak üzere olduğu o saatte böyle bir görüşme yapıldıysa arkasında önemli ya da acil bir şeyler olmalı diye düşündüm.

Ertesi gün Alman Bild gazetesinde, “Merkel’in Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Miçotakis ile görüşmeler yaparak Türkiye ve Yunanistan arasında neredeyse çıkmak üzere olan bir savaşı durdurduğunu” iddia eden bir haber çıktı.

Acaba ne olmuştu?

Gerçekten çıkmak üzere olan bir savaş, Merkel’in araya girmesiyle mi durdurulabilmişti?

Bu gelişmeler üzerine bu işin perde arkasında ne var diye öğrenmek için biz de Ankara’da kendi kaynaklarımıza yöneldik.

MERKEL ERTELEME TALEBİNDE BULUNDU AMA ERDOĞAN ‘OLUR’ DEMEDİ

Merkel’in Erdoğan’ı aramasının nedeni evet Yunanistan meselesiydi.

Daha doğrusu Atina’nın, Türkiye’nin Meis Adası açıklarında sismik araştırma faaliyeti yürütmek için ‘Navtex’ adı verilen seyrüsefer bildiriminde bulunması üzerine bu durumu savaş sebebi saymak gibi bir havaya girmesi yüzünden oluyordu bütün bunlar.

Bu bildirimin ardından Yunan ordusu alarm durumuna geçirildi, Güney Kıbrıs’ta bulunan Genelkurmay Başkanı apar topar Atina’ya çağrıldı.

Atina’nın bu tutumu yüzünden ortama, sanki her an Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaş patlayacak gibi bir hava yayıldı.

Merkel’in Miçotakis ve Erdoğan’ı aramasının arka planında bu gelişmeler vardı.

Peki, Alman Şansölyesi Erdoğan’dan ne talep etti?

Görüşmenin içeriğinden haberdar olan çevrelerden aldığımız bilgilere göre, Merkel o görüşmede Avrupa Birliği liderler zirvesinin yeni tamamlanabildiğini dile getirdikten sonra Erdoğan’dan “Meis adası çevresinde yapılması planlanan sismik araştırma faaliyetlerini erteleseniz olmaz mı” diye talepte bulundu.

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merkel’in bu talebini karşılama anlamında bağlayıcı bir tutum sergilemedi, yani “Olur” demedi.

Zaten o görüşmenin ertesi günü Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, hem Türkiye’nin kararlılığını yansıtan, hem de Meis Adasının Anadolu’ya ve Yunan anakarasına olan uzaklığını hatırlatan yazılı bir açıklama yaptı.

Açıklamada, “Yüzölçümü 10 kilometrekare olan, Anadolu’ya 2 kilometre, Yunan anakarasına ise 580 kilometre uzaklıkta olan bir adanın 40 bin kilometrekare genişliğinde kıta sahanlığı alanı yaratması rasyonel ve uluslararası hukuka uygun bir tez değildir” denildi.

“AVRUPA’YI YANLARINA ÇEKMEK İÇİN BİLEREK TIRMANDIRIYORLAR”

Ankara’daki kaynaklar, Bild gazetesinin iddia ettiği gibi Merkel’in Miçotakis ve Erdoğan’ı araması sayesinde Türkiye ile Yunanistan arasında patlamak üzere olan bir savaşın önlendiği tezini doğru bulmuyor, bunu abartılı buluyor.

Savaş senaryosundan çok, Atina’nın, Avrupa’yı yanına çekmek için bilinçli bir şekilde böyle davrandığı dile getiriliyor.

Temas kurduğum üst düzey bir yetkili şunları söyledi:

“Gerilim artmadı aslında. Onlar (Yunanistan) bilerek tırmandırıyorlar. Yüksek sesle, abartılı, gürültülü bir şekilde bunu gündeme getirelim ki, Avrupa’yı yanımıza çekelim. Bilinçli yapıyorlar yani.”

Bu son olup bitenleri anlama bakımından şu yukarıda aktardığımız ifadelere bakınca taşlar yerli yerine oturuyor aslında.

Şöyle düşünün:

Brüksel’de yapılan Avrupa Birliği Liderler Zirvesi, anlaşma sağlanamaması nedeniyle 2 günde tamamlanması gerekirken 4’üncü gününe sarkmış.

Böyle bir ortamda, Akdeniz’de Türkiye’nin varlık göstermesini istemeyen Yunanistan, hem Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un desteğini arkasına alarak hem de birlik içindeki ihtilâflardan yararlanma çabasına girip ‘Çıngar çıkartıyor.’

Bir süredir Türkiye’nin taraf olduğu bölgesel gelişmelerin tümünde açıktan karşıt bir tutum sergileyen Macron’un Paris’te Kıbrıslı Rum liderle yaptığı görüşmeden sonra “Türkiye’nin AB sularındaki ihlâlleri cezasız bırakılamaz” sözünü hatırlamakta da fayda var.

Bu sözlere bakınca Yunanistan’ın Meis adası üzerinden tırmandırdığı bu son gerilimin arkasında ‘fitilleyici’ rolüyle Macron’un olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. 







3 Temmuz 2020 Cuma

İstanbul Sözleşmesi’yle İstanbul’un fethinin intikamını almak istiyorlar!

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıyor...
Nihayet!
Açıklama, Numan Kurtulmuş Hoca’dan geldi. Tayyip Bey, Sözleşme’den çıkış süreci üzerinde çalışılmasına dâir talimat vermişti.
Bu konuda bir avuç insanla yılmadan mücadele ettik. Halkımızın güçlü desteğiyle iğrenç saldırılara göğüs gerdik. Ankara gerek bizim gayretlerimize gerekse halkımızın isyanına kayıtsız kalmadı ve düğmeye bastı.
Bu pespaye sözleşmeyi topluma dayatanların gerekçesi, bu sözleşmenin kadın cinayetlerini, tecavüzleri koruduğu iddiası!
Bu iddia, iki açıdan tutarsız ve saçma: Her şeyden önce, bu sözleşmeden sonra kadın cinayetleri azalmadı; aksine katlanarak tırmandı! Yazıda birazdan açıklayacağım rakamlar ürpertici!
İkincisi de, biz bu ülkede tecavüzlerle, kadın cinayetleriyle, kadına karşı şiddetle ilgili yasa çıkaramayacak kadar âciz miyiz Allah aşkına!
Türk hukukçularına hakaret bu, bence.
Kimseyi kandırmasınlar! Baronik, masonik şebekelerin bu Sözleşme’yi ölümüne savunmaları boşuna değil: Türk toplumunun en güçlü yanı olan aileyi çökertmek! Aile çökünce bu toplumun güdülmesi kolaylaşacaktır!
İstanbul Sözleşmesi’yle hedeflenen şeyin ne olduğunu ve bu noktaya nasıl geldiğimizi gösteren bir yazımı yeniden paylaşmak istiyorum sizlerle.

SAPKIN GREK TOPLUMU TUZLA BUZ OLDU!
Yeni bir toplum tipi icat etmeye çalışıyorlar!
Eşcinsel sapkınlık biçimlerini eksene alan, ailenin karikatürü sapkın bir “aile” tipi uydurmak, bunu yaygınlaştırmak ve bütün dünyaya dayatmak istiyorlar!
Böyle bir sapkınlığa tarih pek tanık olmadı.
Sapkın eşcinsel ilişki biçimleri yalnızca pagan Grek toplumunda yaygın biraz tarihte.
Bu toplum tipi, dünyaya toplum açısından aslâ model olamaz. Düşünsenize, felsefe tavan yapmış, sanat tavan yapmış; sanat da, spor da bir tür ibadet biçimi olarak işlev görmüş, o yüzden kutsanmış... Adına Büyük İskender denen Makedon kökenli eşcinsel kralın hükümranlığı döneminde Mısır’dan Hindistan’a kadar yayılmış bu imparatorluk!
Ama İskender’den sonra paldır kültür çökmüş, yerle bir olmuş!
Felsefe de bitmiş, sanat da. Sokrat’lar, Eflatun’lar, Aristo’lar çıkmamış bir daha!
Antik Yunan toplumunun ve kurumlarının bir anda tuzla buz olmasını, sapkın cinsel ilişkilere bağlıyor önemli düşünürler. Lewis Mumford, bu konu üzerinde çokça kafa yoran, çağımızın cins kafalarından biri meselâ!
Greklerin topyekûn tarihten çekilişi Lût kavminin kaderini andırıyor!
Koskoca uygarlık, düşünce ve sanat geleneği bitiyor; devlet de, toplum da tarihten siliniyor!

SAPKIN BİR EŞCİNSEL TOPLUM TİPİ İCAT ETMEYE ÇALIŞIYORLAR!
Günümüzde sapkın eşcinsel ilişki biçimlerine dayalı bir toplum icat edilmeye çalışılıyor!
Bunun en önemli enstrümanlarından ya da hazırlayıcılarından biri lanet olası İstanbul Sözleşmesi.
Sapkın bir toplum modeli inşa etmeye çalışıyorlar ve bu konuda kilometre taşlarından biri olacak anlaşmanın adını İstanbul Sözleşmesi koyuyorlar!
Bu adamlar bizden İstanbul’un intikamını almak istiyorlar! Gelecekte kurmak istedikleri sapkın toplum modelini hayata geçirecek sürecin taşıyıcı aktörlerinden biri olan böyle bir sözleşmeye İstanbul Sözleşmesi diyerek, hem İstanbul’un savaşmadan ele geçirilmesi için hem de inşa edilecek sapkın toplum tipinin İstanbul üzerinden inşa edilmesini sağlamak için çırpınıp duruyor, bize inanılmaz bir şekilde meydan okuyor ve hakaret ediyorlar!

İSTANBUL‘UN FETHİNİN İNTİKAMINI ALMAK İSTİYORLAR!
Abartıyor muyum? Aslâ!
Halil İnalcık’ın İstanbul’un fethiyle ilgili bir sözünü hatırlıyorum: “Batılılar, İstanbul’un fethini aslâ unutamıyorlar!”
İstanbul Sözleşmesi’nin anlamına ilişkin yaptığım bu okumaları ve çıkardığım sonuçları hafife almamanızı öneririm.
Adamlar, hiçbir şeyi “laf olsun” diye yapmıyorlar! İstanbul’un fethini unutamayanların, bizden nasıl intikam alacaklarını ve bize nasıl meydan okuyacaklarını biz de unutmayalım.
Bu sözleşme’yle bu toplumun en güçlü yanı ve ruhu olan aileyi çökertmeyi hedefliyorlar.
Aile çökünce toplumun çökeceğini çok iyi biliyorlar! Böylelikle Türkiye’yi savaşmadan içerden teslim alacaklarını düşünüyorlar! İstanbul’un intikamını bu şekilde almak istiyorlar!

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NİN FATURASI ÇOK AĞIR!
Şiddete, tecavüze maruz kalan, hunharca katledilen kadınların haklarını, İstanbul Sözleşmesi’nden başka bir sözleşmeyle garanti altına almak imkânsız mı? Böyle şey olur mu?
Oysa bu sözleşmenin faturası çok ağır oldu.
TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu son iki buçuk yılda tam 746 bin erkeğin evden atıldığını açıkladı. Kanun kapmasında 2017’de 295 bin, 2018’de 358 bin, 2019’da Nisan ayına kadar ise 92 bin erkek evinden atıldı.
Bu rakamlar şaka değil, gerçek! Ailenin nasıl çökmekte olduğunun ürpertici işaret fişekleri!
Ailenin çöktüğü bir toplum ayakta duramaz. Ailenin çöktüğü bir ülke, sağlam adımlarla geleceğe yürüyemez!
Toplum yapısı, dokusu, manevî değerleri güçlü olan toplumları hiç bir güç yıkamaz, hiç bir güç dize getiremez.
İstanbul Sözleşmesi hem toplumun altını oyan bir belâ hem de dünyada ailenin en güçlü olduğu bir toplumun dünyaya aile konusunda öncülük yapmasını imkânsızlaştıracak bir takoz işlevi görüyor!
Artık bu takozdan kurtulmanın zamanı çoktan geldi de, geçiyor bile!

Bunları yazmışım.
Artık bu beladan kurtulacağız.
Rabbime şükrediyorum.
Yusuf Kaplan / Yeni Şafak Gazetesi

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR?

İstanbul Sözleşmesi nedir? İstanbul Sözleşmesi'nin maddeleri neler? soruları sık sık gündeme gelen sözleşme ile ilgili detayları merak eden vatandaşlar tarafından soruluyor. Uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi'nin Mart 2019 itibari ile 46 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalandığı biliniyor. İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tüm detaylar ve sözleşmenin maddeleri haberimizde.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR?
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla, Avrupa Konseyi tarafından 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılan sözleşmedir.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NİN TÜM MADDELERİ İÇİN TIKLAYIN

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NİN AMACI
- Avrupa Konseyi’nin, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin bu yeni sözleşmesi, ciddi bir insan hakları ihlali oluşturan bu sorunu en kapsamlı şekilde ele alan bir uluslararası anlaşmadır. Bu tür şiddete sıfır tolerans gösterilmesini hedeflemektedir ve Avrupa ile onun sınırlarını da aşan geniş bir alanda daha güvenli yaşanabilmesini sağlama yolunda önemli bir adımdır.
- Şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve şiddet uygulayanların adalete teslim edilmesi, bu sözleşmenin temel taşlarını oluşturmaktadır. Ayrıca, toplumun her ferdini, özellikle de erkekleri ve erkek çocuklarını, tutumlarını değiştirmeye davet ederek, bireylerin vicdanlarını ve düşüncelerini değiştirmeyi amaçlamaktadır. Esas itibariyle, erkeklerle kadınlar arasında daha fazla eşitlik sağlamaya yönelik çağrının yeniden yapılmasıdır; zira, kadınlara yönelik şiddetin kökleri, toplumda erkek ve kadın arasındaki eşitsizliğe dayanmakta ve bir hoşgörü ve inkar kültürünün sonucu olarak sürdürülmektedir.



İSTANBUL SÖZLEŞMENİN DEVLET DÜZEYİNDE TALEPLERİ
Önleme
- Kadınlara yönelik şiddetin kabullenilmesine neden olan tutumların, toplumsal cinsiyet rollerinin ve klişelerin değiştirilmesi;
- Mağdurlar üzerinde çalışan profesyonel kadroların eğitilmesi;
- Farklı şiddet türleri ve bunların travma yaratıcı özellikleri hakkında farkındalık yaratılması;
- Eğitimin her kademesinde, eşitliği ele alan konuların ders müfredatına dahil edilmesi;
- Halka ulaşabilmek için STK’larla, medyayla ve özel sektörle işbirliği yapılması.

Koruma
-Tüm tedbirler içinde, mağdurların ihtiyaçlarına ve güven içinde olmalarına en büyük önemin verilmesinin sağlanması;
- Mağdurlara ve çocuklarına psikolojik ve hukuki danışmanlığın yanı sıra tıbbi yardım da sağlayan özelleşmiş destek hizmetlerinin düzenlenmesi;
- Yeterli sayıda sığınma evinin tahsis edilmesi ve günün her saati kullanılabilecek ücretsiz telefon yardım hatları sağlanması.



Yargılama
- Kadınlara yönelik şiddetin suç sayılmasının ve gerekli cezaların verilmesinin sağlanması;
- Gelenek, töre, din, yada “namus” gerekçelerinin, herhangi bir şiddet eyleminin bahanesi olarak kabul edilmemesinin sağlanması;
- Soruşturma ve yargılama sürecinde mağdurların özel koruma tedbirlerinden yararlanmalarının sağlanması;
- Kolluk kuvvetlerinin yardım isteyenlere anında yardıma gidebilmelerinin ve tehlikeli durumlara yetkinlikle müdahale etmelerinin sağlanması.

Bütüncül politikalar
- Yukarιda belirtilen tüm tedbirlerin kapsamlı ve koordineli politikaların bir parçası olmasının sağlanması ve kadına karşı şiddete karşı bütüncül bir mukabelede bulunulmasının temin edilmesi.


SÖZLEŞME KAPSAMINDAKİ SUÇLAR
Sözleşme taraf devletlere, aşağıda belirtilen davranışlara yönelik cezai veya başka bir hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu kιlmaktadιr:
- ev içi şiddet (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik)
- taciz amaçlı takip;
- tecavüz dahil, cinsel şiddet;
- cinsel taciz;
- zorla evlendirme;
- kadınların sünnet edilmesi;
- kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama.

Burada açıkça verilmek istenen mesaj, kadınlara yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin özel hayatta saklı kalacak konular olmadığıdır. Aksine, mağdur olan kimse failin eşi, hayat arkadaşı yada ailenin bir ferdi ise, aile içinde işlenen suçların özellikle travma yaratıcı etkisini vurgulamak üzere bu kişinin cezası daha da ağırlaştırılabilir.




  • Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan 'sosyal medya' açıklaması

    SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

    Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, video konferans yöntemiyle düzenlenen 138. AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda katılımcılara hitap etti.


    Bugün AK Parti Genel Merkezi'ndekilerle bir arada olmak istediğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Fakat toplantının hemen ardından Astana Süreci ile ilgili olarak Rusya-İran-Türkiye üçlüsü olarak bir araya geliyoruz. Astana Süreci'ni devam ettirecek bu görüşmemizi de aynı şekilde, özellikle İdlib'de, Suriye'de ve bölgedeki gelişmeleri etraflıca ele alacağımız bir görüşmeyi bugün yapacağız. Üçlü lider olarak bu toplantıyı yapmak durumundayız" diye konuştu.

    Erdoğan, Türkiye'nin corona virüs salgını dönemini başarıyla geçiren bir ülke olduğunu ve dünyada takdirle izlendiğini vurgulayarak, temizlik, maske ve mesafe kurallarına daha sıkı riayet edilmesiyle başarıları taçlandıracaklarını ifade etti. Ortadaki bu açık başarıya rağmen Avrupa başta olmak üzere kimi ülkelerin Türkiye'ye yönelik kısıtlayıcı politikalar izlemesinin sağlık değil siyasi sebepli olduğunu dile getiren Erdoğan, "Bugüne kadar ülkemizin önüne çıkarılmış her engeli nasıl adım adım aştıysak bunların da üstesinden geleceğiz" ifadesini kullandı.

    Normalleşme takvimiyle salgın sürecinde ara verilen tüm ticari faaliyetlerin kademeli olarak başladığını anımsatan Erdoğan, üretim ve istihdamı desteklemek için devletin imkanlarını sonuna kadar kullandıklarını söyledi.

    Her ne kadar içeride ve dışarıda birileri kötümserlik havası estirse de Türkiye'ye güvendiklerine ve hedeflere ulaşacaklarına inandıklarına dikkati çeken Erdoğan, "Haziran ayıyla ilgili ilk veriler bu doğrultuda ümit verici gelişmelere işaret ediyor. Temmuz ayıyla birlikte çok daha büyük bir sıçrama içine gireceğimizden şüphe duymuyoruz. Yıl sonuna ulaştığımızda Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada kayıp olarak görülen 2020'yi inşallah bir kez daha herkesi şaşırtan bir büyüme oranıyla kapatacağız" ifadelerini kullandı.

    Cumhurbaşkanın Erdoğan, salgın döneminde dahi açılıştan açılışa koşmalarının, Türkiye'nin potansiyeli ve gücünün ifadesi olduğuna işaret ederek sözlerini şöyle sürdürdü:

    "Şu anda önümüzde yılın tamamına yayılan yoğun bir açılış takvimi var. Bu açılışların bir kısmını bizzat yerine giderek, bir kısmını telekonferansla iştirak ederek gerçekleştireceğiz. Mesela cuma günü Konya Ovası Sulaması'nın, cumartesi günü Kartal Devlet Hastanesi ile Gelir İdaresi Başkanlığı Ataşehir Hizmet Binası'nın, pazar günü yapımı tamamlanan hidroelektrik santrallerinin açılışını yapıyoruz. Polemik değil eser siyaseti, yalan değil hizmet siyaseti, iftira değil hak ve hakikat siyaseti yaparak yolumuza devam edeceğiz."

    "HİÇBİR VATANDAŞIMIZIN VE GÜVENLİK GÖREVLİMİZİN KANINI YERDE BIRAKMADIK"

    Sınırların içinde ve dışında Türkiye'nin güvenliğini sağlamaya yönelik operasyonları salgın döneminde de kesintisiz sürdürdüklerini anlatan Erdoğan, bölücü terör örgütüne tarihinin en büyük darbesini vurduklarını bildirdi.

    Şehit edilen hiçbir vatandaşın ve güvenlik görevlisinin kanını yerde bırakmadıklarını belirten Erdoğan, "Irak sınırlarımızda ülkemize yönelik saldırılar için neredeyse 40 yıldır üs olarak kullanılan bölgeleri birer birer teröristlerden temizliyoruz. Aynı şekilde Suriye'de terör örgütünü adım adım takip ediyor, kimin ardında saklanırlarsa saklansınlar gerektiğinde kafalarını eziyoruz. Hiçbir bölgesel hesabın ülkemizin güvenlik önceliklerinin önüne geçemeyeceğini muhataplarımıza her fırsatta söylüyoruz" değerlendirmesini yaptı.

    Benzer bir mücadeleyi Doğu Akdeniz ve Libya'da da verdiklerini aktaran Erdoğan, şunları kaydetti:

    "Libya'nın meşru hükümetinin ülkenin birliği, bütünlüğü ve geleceği için yürüttüğü mücadeleyi destekliyoruz. Lafa geldiğinde de demokrasi, insan haklarını, hukuku kimseye bırakmayan kimi devletlerin darbecilere kol kanat germesini de ibretle takip ediyoruz. Türkiye, Libya halkını darbecilerin insafına bırakmayacak, uluslararası meşruiyet sınırları içinde hareket etmeyi sürdürecektir. Salgın döneminde kendi vatandaşlarının yardım çığlıklarına kulak tıkayanların, Türkiye'nin insan hakları ve hukuk alanındaki duruşunu sorgulama hakkı yoktur. Dünya 21. yüzyılın ilk çeyreğini, özellikle de tamamlamaya doğru giderken, bazılarının hala sömürgeci reflekslerinden kurtulamamış olması ise kendi ayıplarıdır. Biz, medeniyetimizden ve tarihimizden aldığımız ilhamla kendimiz ve dostlarımız için doğru olanları yapmaya kararlılıkla devam edeceğiz."

    "İSTİŞARE KANALLARINI HEP AÇIK TUTMAYA ÖZEN GÖSTERDİK"

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin kurulduğu günden beri tüm yönetim mekanizmalarında istişareyi esas alan, bunu kurumsal düzeyde periyodik ve etkin şekilde işleten bir parti olduğunu söyledi.

    Üyelerden mahalle temsilcilerine, ilçe ve il teşkilatlarından genel merkeze kadar uzanan istişare kanallarını hep açık tutmaya özen gösterdiklerini belirten Erdoğan, şunları kaydetti:

    "Parti politikalarımızı oluştururken kendi içimizde her seviyede görüşlerimizi serbestçe ifade ettik. Değerlendirmelerimizi yaptık ve bunun ardından karara vardık. Politika tespitini genel merkezimizde, yürütmeyi Cumhurbaşkanı Kabinesi'nde, yasama çalışmalarını da Meclis grubumuz bünyesinde sürdürüyoruz. AK Parti, işte bu sac ayağı üzerinde yükseliyor. Aldığımız her kararda, attığımız her adımda, yaptığımız her icraatta 83 milyon vatandaşımızın sorumluluğunu omuzlarımızda hissediyoruz. Seçimlerde aldığımız oyun, potansiyelimizin sadece bir bölümünü oluşturduğunu asla unutmuyoruz.

    Ülkesine, milletine, değerlerine, tarihine düşman bir avuç mankurdu bir kenara bırakacak olursak, AK Parti'nin bu ülkede yeterince gayret göstermesi halinde ulaşamayacağı ve gönlünü kazanamayacağı hiç kimse yoktur. Daha da önemlisi, küresel düzeyde özellikle de savunduğumuz misyon ve ilkelerle kendi vatandaşlarımız yanında tüm ümmeti ve insanlığı kuşatan bir mesuliyetin de altında bulunuyoruz. Hep söylediğim gibi, özellikle partimizin kaderi Türkiye'nin kaderiyle bütünleşmiştir. Her zaafımız, her kaybımız, her eksiğimiz, her hatamız sadece partimize değil, Türkiye'ye zarar veriyor. Aynı şekilde, Türkiye kaybettiğinde umudunu bize bağlamış, yüz milyonlarca dostumuzun, kardeşimizin de yüreğine ateş düşüyor."

    Türkiye'nin, dünyadaki tüm mazlumlar ve mağdurlar için güven, huzur, adalet, refah ve umudun adı olduğunu vurgulayan Erdoğan, "Edirne'den Kars'a, Sinop'tan Mersin'e ülkemizin dört bir yanındaki teşkilatlarımızda görev alan her bir kardeşimizin meseleye bu şekilde bakmasını istiyorum. Milletin, ümmetin ve insanlığın yükünü omuzlarında, vebalini yüreğinde hissetmek demek gözümüze uyku girmemesi demektir. Bu tabloda kişisel hesaplara, kaprislere, kibre, enaniyete, haksızlığa, adaletsizliğe ve kayırmacılığı yer yoktur" diye konuştu.

    Erdoğan, her an ve her yerde insanların gönül kapılarını açma gayreti taşıma mecburiyetinde olduklarını belirterek şu değerlendirmelerde bulundu:

    "Aksi takdirde milletimize mahcup olmanın yanında koskoca bir medeniyet davasına zarar vermiş duruma düşeriz. Genel Başkanından üyesine kadar AK Parti'nin tüm mensupları bu şuurla hareket etmekle mükelleftir. Diğer türlü bulunduğumuz yerlerin hakkını verememiş oluruz. Bu konuda en büyük vebal sahiplerinden biri kendi şehirlerimizin baş sorumlusu olan siz il başkanlarımızsınız. Sizlere düşen hem parti bünyesinde hem halk nezdinde derleyen, toparlayan, motive eden ve ileriye taşıyan mevkiinde bulunmaktadır. Herkesi kucaklamayan, herkesin gönlünü kazanmayan ve herkesi çalıştırmayan bir il başkanı tasavvur edemiyorum. Hele hele halktan kopuk, kapısı 24 saat insanlara açık olmayan, herkesin derdi ile dertlenmeyen, çözülebilecek her meseleyi önüne katıp neticelendirmeyen bir il başkanı asla AK Parti'ye yakışmaz."

    Klasik ve sosyal medya ile dijital imkanların önemli olduğunu ancak hiçbirinin yüz yüze iletişimin yerini tutamayacağını ifade eden Erdoğan, "Bir insana dokunmadan, gözlerine bakmadan yüreğindeki sıkıntıyı veya sevincini hissetmeden siyaset yapılamaz. Halka tepeden bakarak siyaset yapmak tek parti CHP'sinin ve onun izinden giden faşistlerin yöntemidir. CHP geleneği 'halka rağmen' siyaseti üzerine kuruludur. Bizim siyaset geleneğimiz ise 'millet için ve millet ile birlikte' esasına dayanır" şeklinde konuştu.

    "HENÜZ GÖNLÜNÜ KAZANAMADIĞIMIZ İNSANLARIMIZ BULUNUYOR"

    Erdoğan, hakkın ve halkın rızasını gözetmeyen hiçbir hususun kendi siyasetlerinde yer bulamayacağına işaret ederek şöyle konuştu:

    "Bu şekilde davrandığımız, hizmet verdiğimiz, mücadele ettiğimiz ve çalıştığımız sürece Allah'ın izniyle AK Parti'nin önünü kimse kapatamaz. Başarılarımızı elbette kendi çabamızla elde ettik ama kaybettiklerimizin de sorumlusu biziz. Bu kayıpların sebebi rakiplerimizin mahareti değil kendi beceriksizliğimiz veya hatalarımızdır. Zaferin hikmetini kendinde, hezimetin sorumluluğunu başkasında gören yanlış yapar. Biz çalışırken hasbi olduğumuz kadar muhasebe yaparken de samimiyeti elden bırakmayacağız. Seçimler siyasi partilerin adeta karne günleridir. Önümüzde 2023 yılına kadar istediğimiz şekilde çalışabileceğimiz geniş bir vakit var. Bu süreyi en verimli, en iyi ve en etkili şekilde kullanarak seçim günü milletimizin karşısına kalbimiz mutmain bir şekilde çıkmalıyız. Aslında ülkemizde AK Parti'ye ve yaptığı hizmetlere gerçek manada karşı kimse yoktur. En azılı muhaliflerimiz bile dile getirmeseler de kendi içlerinde AK Parti'nin başarılarını takdir ediyor. Sadece bizim henüz gönlünü kazanamadığımız insanlarımız bulunuyor. İşte bu anlayışla durmadan, dinlenmeden çok daha büyük başarılar için gece gündüz çalışacağız. Büyük kongre sürecimizi bu doğrultuda enerjimizi ve azmimizi yenileme fırsatı olarak görüyorum."

    "YARIŞIMIZ SADECE HİZMETLER KONUSUNDA OLABİLİR"

    Cumhurbaşkanı Erdoğan, büyük ve güçlü Türkiye heyecanını paylaşan, ülkenin yetişmiş tüm değerlerini özellikle de gençleri ve kadınları partisinde görev almaya davet ederek, kuruluşundan bugüne AK Parti'ye hizmet etmiş tüm teşkilat mensuplarına teşekkür etti.

    "Bugün dünyanın gıpta ile baktığı bir ülke haline gelmişsek bunda her birinizin emeği ve alın teri vardır. Bizim davamızda eski yeni ayrımı yoktur" diyen Erdoğan, AK Parti çatısı altında sorumluluk üstlenmiş herkesin bu davanın asli sahibi olduğunun altını çizdi.

    Erdoğan, "Daha önceki dönemlerde ve yeni yapılan kongrelerimizde görev alan da görevi bırakan da partinin ayrılmaz bir parçasıdır, hep öyle kalacaktır. Yarışımız sadece hizmetler konusunda olabilir. Bunun dışında herkes büyük AK Parti ailesinin aynı kıymette birer mensubudur. Yolunu şaşıranlar, kibrine esir düşenler, hırsını aklının ve benliğinin, davasının önüne koyanlar dışında AK Parti ailesinden tek bir ferdin bile eksilmesine gönlümüz rıza göstermez" diye konuştu.


    "BİZ AHLAKI YÜCE, MEDENİYET DEĞERLERİ YÜCE BİR MİLLETİN TORUNLARIYIZ"

    Benzer saldırıları farklı vesilelerle daha önce de yaşadıklarını anımsatan Erdoğan, son yıllarda bu tür ahlaksızlıkların artmasında hem mecraların kontrolsüzlüğünün hem de organize saldırıların kolaylaşmasının rolü olduğuna dikkati çekti.

    "Niçin YouTube, niçin Twitter, niçin Netflix, niçin şu, bu gibi sosyal medyalara karşı olduğumuzun ne demek olduğunu anlıyor musunuz İşte bu ahlaksızlıkları ortadan kaldırabilmek için" ifadesini kullanan Erdoğan, şöyle konuştu:

    "Sevgili vatandaşlarım, bunlar ahlak sahibi değil. Akif diyor ya, 'Ahlakın izmihlali ne müthiş izmihlal, ne millet kurtulur zira, ne milliyet, ne istiklal'. Evet, biz ahlakı yüce, medeniyet değerleri yüce bir milletin torunlarıyız, evlatlarıyız. Bu millete layık olmayan bu gelişmeleri yaşamak istemiyoruz, görmek istemiyoruz. Burada üzerinde durmamız gereken asıl konu, medya ve özellikle sosyal medya mecralarının nasıl olup da böyle bir kokuşmuşluğun aracı haline dönüştükleridir. Yalanın, iftiranın, kişilik haklarına saldırının, itibar suikastlerinin alıp başını gittiği bu mecraların bir düzene sokulması şarttır. Bu millete, bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor. Onun için de bir an önce biz bunları parlamentomuza getirip, parlamentomuzdan bu tür sosyal medya mecralarının tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz."

    "İNTERNET MECRALARINI KULLANANLAR SUÇ İŞLEME KONUSUNDA LAYÜSEL DEĞİLDİR"

    Erdoğan, sosyal medya mecralarını kontrol eden küresel firmaların Batılı ülkelerdeki temsilcilikleriyle içerikle ilgili her türlü hukuki ve mali sorumluluğu üstlendiğinin ama Türkiye'nin de aralarında olduğu bazı ülkelerde bu sorumluluktan ısrarla kaçındığının altını çizerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

    "Unutulmamalıdır ki bizim ailemizin başına gelenleri ülkemizin tüm bireyleri yaşayabilir. Hiç kimsenin izzetinefsini koruma hakkı elinden alınamaz. Bir kişinin yüzüne karşı ifa edildiğinde suç olan her şey, medya ve sosyal medya mecralarında yapıldığında da aynı sonuçla karşılaşmalıdır. İnternet mecralarını kullananlar suç işleme konusunda layüsel değildir. Cinsel istismar, müstehcenlik, kumar, dolandırıcılık, suça teşvik, terör propagandası, hakaret başta olmak üzere kanunların suç saydığı her konuda hak arama ve önleme yolları açık olmalıdır. Milletimize karşı sorumluluklarımız bu doğrultuda gereken mekanizmaları kurmayı ve işletmeyi gerektiriyor. Amerikalısı Avrupalısı, Çinlisi bu imkana sahipken, 83 milyon Türk vatandaşının sosyal medya terörü karşısında eli kolu bağlı kalmasını kabul edemeyiz. Bu konuda kapsamlı bir hukuki düzenleme üzerinde çalışıyoruz. İnternet ve sosyal medya mecralarının ülkemizde bir an önce hukuki ve mali muhataplık tesis etmeleri için ne gerekiyorsa yapmakta kararlıyız."

    "İDARİ VE ADLİ KURUMLARINI HİÇE SAYANLARI BİZ DE HİÇE SAYARIZ"

    Hukuki düzenleme tamamlandığında erişim engeli ile adli ve mali yaptırımlar dahil her türlü yöntemin devreye sokulacağını belirten Erdoğan, "Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir. Bu ülkenin idari ve adli kurumlarını hiçe sayanları biz de hiçe sayarız" dedi.

    "Hukuk devleti ilkesi, demokrasinin vazgeçilmez şartıdır. Asıl bu konuda gerekeni yapmazsak demokrasiye ve hukuka aykırı davranmış oluruz" diyen Erdoğan, şunları kaydetti:

    "Buradan Adalet Bakanlığımıza, Meclis grubumuza ve ilgili tüm kurumlarımıza konuyla ilgili düzenlemenin süratle hazırlanması ve yürürlüğe sokulması çağrısında bulunuyorum. Yasama dönemi bitmeden bu meseleyi halletmiş olacağımızı ümit ediyorum. Artık bu tür konularda 'kim, ne der' yerine 'ülkemizin neye ihtiyacı var' sorusuna cevap arayacağız. Türkiye'ye karşı çifte standart uygulayanları da kendi ilkesizlikleri ve onursuzluklarıyla baş başa bırakacağız."

    google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html