2020 ABD Başkanlık Seçimleri: Sanders Türkiye hakkında nebiliyor?
Sanders “otoriterliğe karşı demokrasi mücadelesini” kazanmak
istiyorsa, Türk halkının, Temmuz 2016’da demokrasiyi korumak için hayatlarını
feda etmiş demokrasi destekçileri olduğunu kabul etmelidir.
Bilindiği üzere ABD Demokrat Partisi, 2020 Kasım'da
gerçekleştirilecek Başkanlık seçimlerine ilişkin uzun bir kampanyanın
hazırlıkları içinde. Bugüne kadar, çoğu Kongre üyesi olan yaklaşık on kişi,
partilerinin 2020 yazının sonlarına doğru kararı verilecek olan başkan
adaylığına aday olma niyetlerini ilan ettiler. Uluslararası gözlemciler
bugünden itibaren adaylar belli olana kadar her adayın dış politika görüşlerine
odaklanacak.
Yarışın favorileri olarak şimdiden öne çıkanlar, geçtiğimiz
on yılın Demokrat adaylarının muzdarip olduğu büyük bir eksikliği teşhis etmiş
durumda: Dış ilişkiler konusunda çok bariz bir tecrübe, hatta alaka eksikliği.
Bu zaaf tam da Hillary Clinton’ın, dış politika konusunda bir zafiyet içinde
olduğunun fark edilmesi üzerine, 2016’da aday olabileceği beklentisiyle
2009-2013 arasını dışişleri bakanı olarak geçirmesine imkan verildi. Akabinde
Clinton, çok çeşitli uluslararası meseleleri kapsayan ve Türkiye hakkında
detaylı yorumlar da ihtiva eden “Hard Choices” adlı bir kitap yayınladı.
Bizatihi bu zafiyet, 2020 için adaylıkları ilan edilmiş Demokratik adayların
birçoğunu çoktan dış politika görüşleri hakkında kamuoyuna açıklamalarda
bulunma konusunda motive etmiş durumda.
'Bu topraklar Bangsamoro topraklarıdır'
İHH Genel Başkan Yardımcısı Oruç, "Filipinler devleti
şunu kabul etti: Bu topraklar Bangsamoro topraklarıdır. Bu bölgede önce
İspanyollar, sonra Amerikalılar, şimdi de Filipinler devleti olarak biz, Moro
Müslümanlarının haklarına girdik." dedi.
20. yüzyıla kadar kendi bağımsız devletlerine sahip olan
Moro Müslümanları, 1898'de Amerikalılara, ardından 1946'da Filipinlilere karşı
özgürlüklerini kaybettiler. ‘Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin’ yıllar süren
mücadelesi neticesinde özerklik yolunda büyük bir başarı kaydeden Morolular,
bugün kendi özerk bölge meclislerinin açılış oturumunu gerçekleştiriyorlar. 2018’de
yapılan referandum neticesinde Bangsomoro Temel Yasası kabul edilmiş, Morolular
kendi özerk idarelerine çok yaklaşmıştı. Morolular için hayati öneme sahip bu
önemli günün öncesinde Moro halkının mücadelesini ve tarihsel serüvenini
konuşmak için süreci yakından takip eden hatta bizzat içinde bulunan İHH İnsani
Yardım Vakfı Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Oruç ile bir söyleşi
gerçekleştirdik.
Muhammed bin Selman tahttan uzaklaşıyor mu?
Son günlerde Arap ve Batı medyasında ülkenin de-facto
yöneticisi olan Suudi veliaht prensin krallıktaki statüsünün zayıfladığına dair
birbiri ardına yazılar çıkmaya başladı.
Son günlerde Arap ve Batı medyasında ülkenin de-facto
yöneticisi olan Suudi veliaht prensin krallıktaki statüsünün zayıfladığına dair
birbiri ardına yazılar çıkmaya başladı. Son dönemde yaşanan birtakım
gelişmelere ilaveten Muhammed bin Selman’ın Şubat ortasındaki Güney Asya
ziyaretinden bu yana, kamuoyunun önüne çok fazla çıkmamış olması bu süreçte
medyada yazılıp çizilenlerin daha ciddi bir biçimde ele alınmasına da yol açtı.
Son dönemde Muhammed bin Selman’ın bazı yetkilerinin elinden
alındığına, yönetimden tecrit edildiğine dair Arap ve Batı basınında çıkan
yorumlar, veliaht prensin ya da Kral Selman’ın kişisel tercihlerinden
kaynaklanmıyor.
Şubat ortasında Muhammed bin Selman’ın tüm Müslümanlar için
kutsal olan Kabe’nin çatısında gezerken görüntülenmesi, oldukça muhafazakar
olan Suudi kamuoyunda geniş bir tepki uyandırdı ve başta sosyal medya mecraları
olmak üzere Muhammed bin Selman aleyhine geniş bir kampanya başlatılmasına yol
açtı. Ülkede yönetimin meşruiyetinin önemli oranda İslam’a ve İslami değerlerin
muhafaza edilmesi gayesine dayandığı göz önüne alınırsa, İslami değerlere
saygısızlık olarak yorumlanan bu hareketin, krallığın içerideki meşruiyetine ve
İslam dünyasındaki itibarına zarar vermesi kaçınılmazdır.
Cezayir nereye gidiyor?
1954’te bağımsızlık için Cezayir’de bir araya gelenler,
1962’de kaybettiklerini elde etmek için 57 yıldır mücadele ediyor.
Cezayir nereye gidiyor?
1954’te bağımsızlık için Cezayir’de bir araya gelenler,
1962’de kaybettiklerini elde etmek için 57 yıldır mücadele ediyor. Cezayir’de
toplumsal muhalefetin adı “özgür bir Cezayir için toplumsal uzlaşı”
Cumhurbaşkanı halk tarafından mı seçilecek, yoksa ordu ve
ülke dışı güçler tarafından mı seçilecek? Cezayir’de gelecek yıllardaki
toplumsal olayların belirleyicisi bu olacaktır.
Dünün Cezayir’i
1 Kasım 1954’te Cezayir’de bağımsızlık savaşı başladığında,
hiç kimse sürecin ne zaman ve nasıl sonuçlanacağını tahmin edemiyordu. Zira bir
tarafta ülkelerinde bağımsız bir şekilde yaşamak isteyen Cezayirliler, diğer
tarafta ise anavatanının deniz ötesi parçasını korumak zorunda olan Fransa
vardı. Esasında her iki taraf da anavatanı için mücadeleye girişmişti.
Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) birbirinden farklı siyasal ve
toplumsal grupları ülkenin bağımsızlığını kazanma yönünde organize ederek bir
halk hareketi başlattı. Bu hareketin içinde sosyalistler, laikler, İslamcılar
ve liberaller başta olmak üzere hemen her grup yer almaktaydı. Aslında
hareketin başlangıcında ve ruhunda (Batı medeniyetinden ziyade) sömürgeciliğe
karşı verilen bir mücadele vardı. Yani bunca farklı grubu bir araya getirmek
suretiyle onlara bir ulus olarak hareket etme kabiliyeti veren ruh
“bağımsızlıktı”.
Devrim sürecinde Cezayir elitinin yoğun bir şekilde
parçalanmış karakteri, Cezayir’in bağımsızlık sonrası siyasal evriminin
açıklanmasında da bize çok büyük ipuçları verecektir. FLN’nin mevcut ideolojik
yapıyı, etkili bir siyasal iletişim sistemine dönüştürmedeki başarısızlığı,
kadrolar arasındaki birlik ve beraberliği tesis etmekteki yetersizliği,
toplumsal mutabakatın oluşmasındaki en büyük engellerdi.
Esed rejiminin 52 yıllık Golan 'kartı'
Beşşar Esed, 52 yıldır Golan tepelerini işgal eden İsrail’in
bölge üzerindeki egemenliğini ABD’nin tanıma kararı karşısında, nispeten pasif
kalmayı tercih ediyor.
Esed rejiminin 52 yıllık Golan 'kartı'
Son sekiz yıldır iktidarını yeniden “konsolide etme”
çabasında olan Beşşar Esed, 52 yıldır Golan tepelerini işgal eden İsrail’in
bölge üzerindeki egemenliğini ABD’nin tanıma kararı karşısında, nispeten pasif
kalmayı tercih ediyor. Babasından miras kalan bu tutumla bekasını garantilemeyi
önceleyen Esed rejimi Golan’da statükonun sürmesini istiyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın “Golan tepelerini İsrail toprağı
olarak tanıma vaktinin geldiğine” ilişkin geçen Perşembe yaptığı açıklama ve
ardından gelen tanıma kararı Suriyeli muhaliflerin büyük tepkisine neden oldu.
Açıklamayı takip eden gün, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler
Ulusal Koalisyonu (SMDK), Suriye Türkmen Meclisi, muhalifleri Birleşmiş
Milletler gözetimindeki müzakerelerde temsil eden Müzakere Yüksek Kurulu ve
askeri muhalif grupların çatı kuruluşu Ulusal Özgürleştirme Cephesi art arda
açıklamalar yaparak Golan’ın Suriye toprağı olduğunu ve Trump’ın kararının
uluslararası hukuku hiçe saydığını vurguladı.
Muhaliflerden gelen tepkilerin aksine, Esed rejimi tepkisini
resmi ajansı SANA’da dışişleri bakanlığından bir yetkiliye dayandırılan kınama
haberiyle verdi. Rejimin günler süren sessizliğini sabah saatlerinde Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi’ni (BMGK) toplantıya çağırarak bozduğu öğrenildi.
Katolik Kilisesi'nde mızrak çuvala sığmıyor
Cinsel suçlar Katolik Kilisesi’nin sürekli karşılaştığı bir
problem. Ama Kilise son yıllarda hiç olmadığı kadar cinsel suçlarının yüzüne
vurulması durumuyla karşı karşıya kaldı.
“Sadizm, Kilise’ye
emanet edilen çocukların suistimal edilmesi ve kendilerine tecavüz edilmesi
gibi hadiseler, sölibat (rahiplerin evlenmeden mücerret yaşamaları) hayatının
sürekli karşımıza çıkan yan etkileri olagelmiştir ve böyle olmaya devam
etmektedir. Bunun haricinde ‘alışılagelmiş yollar’ ile de sölibatın sık sık
bozulduğuna şahit olmaktayız. Bütün bu hatalı tutumlar, hatta cinayet olarak
adlandırılabilecek tutumlar, dolandırıcılığın ta kendisidir. Suistimal edilen
çocukların çığlıkları çok kereler kanla, zorbalık ve baskıyla ve bunun
haricindeki suçlarla iç içe geçmiş şekilde yükselmektedir. Ortada sessiz
kalınacak, örtbas edilecek hiçbir şey yoktur. Suçlular işledikleri bu suçlarını
itiraf etmeli ve eğer mümkünse telafisi cihetine gitmelidirler. Hatta itiraf
edilmesi gereken bir diğer husus da şudur: Bu fiilleri irtikap edenlerin bir
kısmı arızalı tipler olmaları sebebiyle, yaşam şekli olarak sölibatı tercih
etmişlerdir!”
Kuzey Akım 2: Yeni bir nükleer silahlanma yarışınınbaşlangıcı mı?
Kuzey Akım 2 projesi, AB içinde oluşturduğu derin çatlağa
ilave olarak Rusya ve ABD’yi Avrupa düzleminde yeniden karşı karşıya getirdi.
Kuzey Akım 2, yeni bir nükleer silahlanma yarışını başlatacak kadar büyük bir
potansiyel taşıyor.
AB için, Rusya ile Ukrayna arasında 2005 yılında başlayan
doğal gaz tartışmasına bakıldığında, Ukrayna’nın Avrupa’nın enerji güvenliği
açısından ne denli önemli olduğu ortaya çıkıyor. Doğal gaz açısından Rusya’ya
bağımlı olan Ukrayna’nın, ödemelerde ve fiyatlandırmada yaşanan sorun
dönemlerinde, Rusya’dan Avrupa’ya gaz taşıyan transit boru hatlarından gaz
çekmesi başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde, enerji güvenliği
endişesiyle gözlerin bu ülkeye çevrilmesine sebep oldu. Avrupa’nın enerji
güvenliği tehdit altındaydı ve acilen çözüm bulunması gerekliydi.
Enerji savaşları: ABD-Rusya
Rusya iki önemli boru hattını daha hayata geçirmek istiyor:
Kuzey Akım-2 ve Türk Akımı. ABD ise söz konusu iki projeden özellikle
birincisinin hayata geçmesini istemiyor ve bu konuda Avrupa ülkelerine baskı
uyguluyor.
Orta Asya’dan Güney Amerika’ya, Kafkasya’dan Orta Doğu’ya
kadar uzanan Rusya-ABD mücadelesinin önemli alanlarından birini de enerji
konusu oluşturuyor. Bilindiği gibi, Rusya’nın en büyük gelir kalemlerini enerji
ihracatından elde edilenler teşkil ediyor. Vladimir Putin bu gelirler sayesinde
özellikle 2000’li yılların başında iç ve dış borçları kapatarak daha aktif bir
dış politika izlemeye başlamıştı. Bu husus, ister istemez ABD’nin dış
politikasıyla ve çıkarlarıyla çatıştı ve artık günümüzde yeni bir Soğuk
Savaş’tan dahi bahsedilmeye başlanmasına sebep oldu. Bu “savaş” çerçevesinde,
Rusya enerji kartını imkân dâhilinde kullanmaya, ABD de tam tersine Rusya’yı bu
silahtan mahrum bırakmaya çalışıyor.