BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

30 Mart 2019 Cumartesi

Dünyadan Haber Ve Yorumlar

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


2020 ABD Başkanlık Seçimleri: Sanders Türkiye hakkında nebiliyor?

Sanders “otoriterliğe karşı demokrasi mücadelesini” kazanmak istiyorsa, Türk halkının, Temmuz 2016’da demokrasiyi korumak için hayatlarını feda etmiş demokrasi destekçileri olduğunu kabul etmelidir.
Bilindiği üzere ABD Demokrat Partisi, 2020 Kasım'da gerçekleştirilecek Başkanlık seçimlerine ilişkin uzun bir kampanyanın hazırlıkları içinde. Bugüne kadar, çoğu Kongre üyesi olan yaklaşık on kişi, partilerinin 2020 yazının sonlarına doğru kararı verilecek olan başkan adaylığına aday olma niyetlerini ilan ettiler. Uluslararası gözlemciler bugünden itibaren adaylar belli olana kadar her adayın dış politika görüşlerine odaklanacak.
Yarışın favorileri olarak şimdiden öne çıkanlar, geçtiğimiz on yılın Demokrat adaylarının muzdarip olduğu büyük bir eksikliği teşhis etmiş durumda: Dış ilişkiler konusunda çok bariz bir tecrübe, hatta alaka eksikliği. Bu zaaf tam da Hillary Clinton’ın, dış politika konusunda bir zafiyet içinde olduğunun fark edilmesi üzerine, 2016’da aday olabileceği beklentisiyle 2009-2013 arasını dışişleri bakanı olarak geçirmesine imkan verildi. Akabinde Clinton, çok çeşitli uluslararası meseleleri kapsayan ve Türkiye hakkında detaylı yorumlar da ihtiva eden “Hard Choices” adlı bir kitap yayınladı. Bizatihi bu zafiyet, 2020 için adaylıkları ilan edilmiş Demokratik adayların birçoğunu çoktan dış politika görüşleri hakkında kamuoyuna açıklamalarda bulunma konusunda motive etmiş durumda.


'Bu topraklar Bangsamoro topraklarıdır'

İHH Genel Başkan Yardımcısı Oruç, "Filipinler devleti şunu kabul etti: Bu topraklar Bangsamoro topraklarıdır. Bu bölgede önce İspanyollar, sonra Amerikalılar, şimdi de Filipinler devleti olarak biz, Moro Müslümanlarının haklarına girdik." dedi.
20. yüzyıla kadar kendi bağımsız devletlerine sahip olan Moro Müslümanları, 1898'de Amerikalılara, ardından 1946'da Filipinlilere karşı özgürlüklerini kaybettiler. ‘Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin’ yıllar süren mücadelesi neticesinde özerklik yolunda büyük bir başarı kaydeden Morolular, bugün kendi özerk bölge meclislerinin açılış oturumunu gerçekleştiriyorlar. 2018’de yapılan referandum neticesinde Bangsomoro Temel Yasası kabul edilmiş, Morolular kendi özerk idarelerine çok yaklaşmıştı. Morolular için hayati öneme sahip bu önemli günün öncesinde Moro halkının mücadelesini ve tarihsel serüvenini konuşmak için süreci yakından takip eden hatta bizzat içinde bulunan İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Oruç ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Muhammed bin Selman tahttan uzaklaşıyor mu?

Son günlerde Arap ve Batı medyasında ülkenin de-facto yöneticisi olan Suudi veliaht prensin krallıktaki statüsünün zayıfladığına dair birbiri ardına yazılar çıkmaya başladı.
Son günlerde Arap ve Batı medyasında ülkenin de-facto yöneticisi olan Suudi veliaht prensin krallıktaki statüsünün zayıfladığına dair birbiri ardına yazılar çıkmaya başladı. Son dönemde yaşanan birtakım gelişmelere ilaveten Muhammed bin Selman’ın Şubat ortasındaki Güney Asya ziyaretinden bu yana, kamuoyunun önüne çok fazla çıkmamış olması bu süreçte medyada yazılıp çizilenlerin daha ciddi bir biçimde ele alınmasına da yol açtı.
Son dönemde Muhammed bin Selman’ın bazı yetkilerinin elinden alındığına, yönetimden tecrit edildiğine dair Arap ve Batı basınında çıkan yorumlar, veliaht prensin ya da Kral Selman’ın kişisel tercihlerinden kaynaklanmıyor.
Şubat ortasında Muhammed bin Selman’ın tüm Müslümanlar için kutsal olan Kabe’nin çatısında gezerken görüntülenmesi, oldukça muhafazakar olan Suudi kamuoyunda geniş bir tepki uyandırdı ve başta sosyal medya mecraları olmak üzere Muhammed bin Selman aleyhine geniş bir kampanya başlatılmasına yol açtı. Ülkede yönetimin meşruiyetinin önemli oranda İslam’a ve İslami değerlerin muhafaza edilmesi gayesine dayandığı göz önüne alınırsa, İslami değerlere saygısızlık olarak yorumlanan bu hareketin, krallığın içerideki meşruiyetine ve İslam dünyasındaki itibarına zarar vermesi kaçınılmazdır.

Cezayir nereye gidiyor?

1954’te bağımsızlık için Cezayir’de bir araya gelenler, 1962’de kaybettiklerini elde etmek için 57 yıldır mücadele ediyor.
Cezayir nereye gidiyor?
1954’te bağımsızlık için Cezayir’de bir araya gelenler, 1962’de kaybettiklerini elde etmek için 57 yıldır mücadele ediyor. Cezayir’de toplumsal muhalefetin adı “özgür bir Cezayir için toplumsal uzlaşı”
Cumhurbaşkanı halk tarafından mı seçilecek, yoksa ordu ve ülke dışı güçler tarafından mı seçilecek? Cezayir’de gelecek yıllardaki toplumsal olayların belirleyicisi bu olacaktır.
Dünün Cezayir’i
1 Kasım 1954’te Cezayir’de bağımsızlık savaşı başladığında, hiç kimse sürecin ne zaman ve nasıl sonuçlanacağını tahmin edemiyordu. Zira bir tarafta ülkelerinde bağımsız bir şekilde yaşamak isteyen Cezayirliler, diğer tarafta ise anavatanının deniz ötesi parçasını korumak zorunda olan Fransa vardı. Esasında her iki taraf da anavatanı için mücadeleye girişmişti.
Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) birbirinden farklı siyasal ve toplumsal grupları ülkenin bağımsızlığını kazanma yönünde organize ederek bir halk hareketi başlattı. Bu hareketin içinde sosyalistler, laikler, İslamcılar ve liberaller başta olmak üzere hemen her grup yer almaktaydı. Aslında hareketin başlangıcında ve ruhunda (Batı medeniyetinden ziyade) sömürgeciliğe karşı verilen bir mücadele vardı. Yani bunca farklı grubu bir araya getirmek suretiyle onlara bir ulus olarak hareket etme kabiliyeti veren ruh “bağımsızlıktı”.
Devrim sürecinde Cezayir elitinin yoğun bir şekilde parçalanmış karakteri, Cezayir’in bağımsızlık sonrası siyasal evriminin açıklanmasında da bize çok büyük ipuçları verecektir. FLN’nin mevcut ideolojik yapıyı, etkili bir siyasal iletişim sistemine dönüştürmedeki başarısızlığı, kadrolar arasındaki birlik ve beraberliği tesis etmekteki yetersizliği, toplumsal mutabakatın oluşmasındaki en büyük engellerdi.


Esed rejiminin 52 yıllık Golan 'kartı'

Beşşar Esed, 52 yıldır Golan tepelerini işgal eden İsrail’in bölge üzerindeki egemenliğini ABD’nin tanıma kararı karşısında, nispeten pasif kalmayı tercih ediyor.
Esed rejiminin 52 yıllık Golan 'kartı'
Son sekiz yıldır iktidarını yeniden “konsolide etme” çabasında olan Beşşar Esed, 52 yıldır Golan tepelerini işgal eden İsrail’in bölge üzerindeki egemenliğini ABD’nin tanıma kararı karşısında, nispeten pasif kalmayı tercih ediyor. Babasından miras kalan bu tutumla bekasını garantilemeyi önceleyen Esed rejimi Golan’da statükonun sürmesini istiyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın “Golan tepelerini İsrail toprağı olarak tanıma vaktinin geldiğine” ilişkin geçen Perşembe yaptığı açıklama ve ardından gelen tanıma kararı Suriyeli muhaliflerin büyük tepkisine neden oldu.
Açıklamayı takip eden gün, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK), Suriye Türkmen Meclisi, muhalifleri Birleşmiş Milletler gözetimindeki müzakerelerde temsil eden Müzakere Yüksek Kurulu ve askeri muhalif grupların çatı kuruluşu Ulusal Özgürleştirme Cephesi art arda açıklamalar yaparak Golan’ın Suriye toprağı olduğunu ve Trump’ın kararının uluslararası hukuku hiçe saydığını vurguladı.
Muhaliflerden gelen tepkilerin aksine, Esed rejimi tepkisini resmi ajansı SANA’da dışişleri bakanlığından bir yetkiliye dayandırılan kınama haberiyle verdi. Rejimin günler süren sessizliğini sabah saatlerinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni (BMGK) toplantıya çağırarak bozduğu öğrenildi.


Katolik Kilisesi'nde mızrak çuvala sığmıyor

Cinsel suçlar Katolik Kilisesi’nin sürekli karşılaştığı bir problem. Ama Kilise son yıllarda hiç olmadığı kadar cinsel suçlarının yüzüne vurulması durumuyla karşı karşıya kaldı.
 “Sadizm, Kilise’ye emanet edilen çocukların suistimal edilmesi ve kendilerine tecavüz edilmesi gibi hadiseler, sölibat (rahiplerin evlenmeden mücerret yaşamaları) hayatının sürekli karşımıza çıkan yan etkileri olagelmiştir ve böyle olmaya devam etmektedir. Bunun haricinde ‘alışılagelmiş yollar’ ile de sölibatın sık sık bozulduğuna şahit olmaktayız. Bütün bu hatalı tutumlar, hatta cinayet olarak adlandırılabilecek tutumlar, dolandırıcılığın ta kendisidir. Suistimal edilen çocukların çığlıkları çok kereler kanla, zorbalık ve baskıyla ve bunun haricindeki suçlarla iç içe geçmiş şekilde yükselmektedir. Ortada sessiz kalınacak, örtbas edilecek hiçbir şey yoktur. Suçlular işledikleri bu suçlarını itiraf etmeli ve eğer mümkünse telafisi cihetine gitmelidirler. Hatta itiraf edilmesi gereken bir diğer husus da şudur: Bu fiilleri irtikap edenlerin bir kısmı arızalı tipler olmaları sebebiyle, yaşam şekli olarak sölibatı tercih etmişlerdir!”


Kuzey Akım 2: Yeni bir nükleer silahlanma yarışınınbaşlangıcı mı?

Kuzey Akım 2 projesi, AB içinde oluşturduğu derin çatlağa ilave olarak Rusya ve ABD’yi Avrupa düzleminde yeniden karşı karşıya getirdi. Kuzey Akım 2, yeni bir nükleer silahlanma yarışını başlatacak kadar büyük bir potansiyel taşıyor.

AB için, Rusya ile Ukrayna arasında 2005 yılında başlayan doğal gaz tartışmasına bakıldığında, Ukrayna’nın Avrupa’nın enerji güvenliği açısından ne denli önemli olduğu ortaya çıkıyor. Doğal gaz açısından Rusya’ya bağımlı olan Ukrayna’nın, ödemelerde ve fiyatlandırmada yaşanan sorun dönemlerinde, Rusya’dan Avrupa’ya gaz taşıyan transit boru hatlarından gaz çekmesi başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde, enerji güvenliği endişesiyle gözlerin bu ülkeye çevrilmesine sebep oldu. Avrupa’nın enerji güvenliği tehdit altındaydı ve acilen çözüm bulunması gerekliydi.

Enerji savaşları: ABD-Rusya

Rusya iki önemli boru hattını daha hayata geçirmek istiyor: Kuzey Akım-2 ve Türk Akımı. ABD ise söz konusu iki projeden özellikle birincisinin hayata geçmesini istemiyor ve bu konuda Avrupa ülkelerine baskı uyguluyor.

Orta Asya’dan Güney Amerika’ya, Kafkasya’dan Orta Doğu’ya kadar uzanan Rusya-ABD mücadelesinin önemli alanlarından birini de enerji konusu oluşturuyor. Bilindiği gibi, Rusya’nın en büyük gelir kalemlerini enerji ihracatından elde edilenler teşkil ediyor. Vladimir Putin bu gelirler sayesinde özellikle 2000’li yılların başında iç ve dış borçları kapatarak daha aktif bir dış politika izlemeye başlamıştı. Bu husus, ister istemez ABD’nin dış politikasıyla ve çıkarlarıyla çatıştı ve artık günümüzde yeni bir Soğuk Savaş’tan dahi bahsedilmeye başlanmasına sebep oldu. Bu “savaş” çerçevesinde, Rusya enerji kartını imkân dâhilinde kullanmaya, ABD de tam tersine Rusya’yı bu silahtan mahrum bırakmaya çalışıyor.


google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html