BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

30 Mart 2018 Cuma

Erdoğan'dan Fransa'ya tokat gibi cevap!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fransa'nın terör örgütü üyelerine destek sözü vermesine çok sert tepki göstererek "Boyunu aşan işlere girme. Siz terör örgütleri ile beraber masaya oturabilirsiniz ama Türkiye mücadelesini Afrin'de olduğu gibi yapar. " dedi.
AK Parti İl Başkanları Toplantısı'nda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın gündeminde Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un terör örgütü üyelerini sarayında ağırlayarak destek sözü vermesi vardı. Fransa'yı açık ve net bir dille uyaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Son dönemde Fransa'nın yanlış bulduğumuz tavrından fevkalade üzüntü duyduğumuzu belirtmek istiyorum. Geçen hafta görüştüm. Baktım garip garip şeyler söylüyor. Kendisine biraz frekansı yüksek oldu ama söylemek zorunda kaldım. Bizim silahlı kuvvetlerimizi asla kabullenemeyeceğimiz bir yere oturtmak kimsenin haddine değil." ifadelerini kullandı.

Erdoğan sözlerine şöyle devam etti;

BİZE BUNLARI YUTTURAMAZSINIZ

"Terör örgütleri mensupları dün bir kez daha en üst düzeyde ağırlayanlar bunun Türkiye'ye karşı husumet hamlesinden başka bir anlamı olmadığını bilmelidir. Aynı terörist grubu bu sabah güvenlik güçlerimize saldırmışlardır. 6 güvenlik korucumuz şehit olmuş, 4 askerimiz, 3 güvenlik korucumuz yaralanmıştır. Ey batı. SDG dediğiniz Suriye Demokratik Güçleri, bu terör örgütünün aynısıdır. Bunlarla siz bizi aldatmaya çalışıyorsunuz. Kusura bakmayın. Biz bunların temelini biliriz, hücrelerini okuruz. Bunları bize yutturamazsınız. Adresine varana kadar künyesi bizde var. Bunların bir tanımı var da resmi olarak anlatmaya gelmez, ikili olsa anlatırız.

BOYUNUZU AŞAN İŞLERE GİRİŞMEYİN

YPG'ye destek garantisi verdik, lafa bak. SDG ile Türkiye arasında arabulucu olabiliriz lafı şayet doğruysa,  bunu söyleyen kişinin haddini ve boyunu çok aşan bir beyandır bu. Bizde bir söz varya gelin güvey olmak filan. Sana böyle bir görevi kim verdi. Boyunu aşan işlere girme. Türkiye'nin ne zamandan beri terör örgütleriyle bir masaya oturmak gibi sorunu var. Nereden çıkardınız bunu. Siz terör örgütleri ile beraber masaya oturabilirsiniz ama Türkiye mücadelesini Afrin'de olduğu gibi yapar. Siz aynen devam edin. Siz kim oluyorsunuz ki terör örgütü ile Türkiye arasında arabuluculuk ifadesini ağzınıza alıyorsunuz. Kendi kirli kanlı geçmişlerinin hesabını verememiş olanlar terör örgütleri ile kendilerini yan yana ifade edebilir ama Türkiye için asla söz konusu değildir. Bunların arkadaşlar YPG'liler yani bölgemizdeki en eli kanlı, en ahlaksız teröristler olduğunu gördük. Bu tavrından sonra Fransa'nın hiçbir terör örgütünden, hiçbir teröristten, hiçbir terör eyleminden şikayetçi olma hakkı kalmamıştır.


7 TANE TERÖRİSTİ ELYSEE SARAYI'NDA AĞIRLIYORSUN DA...

Bunların arkadaşları YPG’liler. Yani bölgemizdeki en eli kanlı, en ahlaksız, en haysiyet yoksunu insanlık düşmanı teröristler olduğunu gördük. Bu tavrından sonra Fransa’nın hiçbir teröristten, hiçbir terör eyleminden şikayetçi olma hakkı kalmamıştır. Teröristlerle yatıp kalkan, hatta onları saraylarında ağırlayanlar yanlışı er geç anlayacaklardır. Her an bizim şu anda yaşadığımız sıkıntılar onların da başına gelebilir. Bizim bu konuda şakamızın olmadığını, en küçük müsamahamızın bulunmadığını anlamak için daha ne söylememiz lazım bilmiyorum. Yıllarca kendi ülkelerindeki canileri başlarından defetmek için bilinçli olarak DEAŞ saflarına yönlendirenler, şimdi evlerine dönen teröristlerle ne yapacaklarını düşünüyorlar. PYD ile yapacakları durum da farklı değildir. Canını kurtaran teröristler oraya doluştuğunda ümit ediyoruz ki bizden yardım istemeye kalkmazlar. 7 tane teröristi Elysee Sarayı ağırlıyorsun da, Türkiye 3,5 milyon Suriyeliyi ağırlarken ben ne yapabilirim diye sorununuz oldu mu? Kaç tane mülteciyi Fransa’da ağırladın bana bunun cevabını verir misin?

ETKİSİZ HALE GETİRİLEN TERÖRİST SAYISI 3 BİN 800

Bugün itibariyle Afrin'de etkisiz hale getirilen teröristlerin sayısı 3 bin 800'ü buldu. Maalesef bazı trafik kazaları da var. Sürücülerin uykusuna dikkat etmesi lazım.Zeytin Dalı Harekatı'na devam ettiriyoruz. İdlib, Münbiç ve benzeri yerlerle ilgili faaliyetlerimiz devam ediyor. idlib'te 12 gözlem noktasında 7'si bizim kontrolümüzde. Diğerlerini de inşallah çok yakında faaliyet geçireceğiz.Böylece Doğu Guta, Rakka gibi yerlerde yaşanan facialarının benzerinin İdlib'te yaşanmasının önüne geçmek için adımlar atıyoruz.

ARTIK MÜSADE EDEMEYİZ

Bize verilen sözler vardı Sayın Obama'dan bu yana. Sayın Obama bizzat bana, 'Teröristleri Fırat'ın doğusuna göndereceğiz ve Münbiç'e kendi halkı olan Arapları alacağız" diye. Aksine yerli halkı çıkardılar, terörist unsurları oraya doldudular.Tillerson bana Münbiç için kuzeyi sizde güneyi bizde olsun dedi. Ben de neden bizde olsun buranın gerçek sahipleri var diye cevap verdim. Geçiş sürecinde tabi ki bizim de elimizden geleni yapacağımızı belirttim. Biz bunların bir an önce yerine getirilmesini bekliyoruz. Irak sınırına doğru olan bölgeyi de teröristlerden temizlemek için hazırlıklara başladık. Sınırımızda terör unsurlarına tahammül edemeyiz. Bugün değil yarın bakarsınız bunlar yine taciz atışına başlayabilir. Biz bunlara artık izin veremeyiz. Teröristlerin elini kolunu sallayarak buralarda dolaşmasına müsaade edemeyiz.


IRAK'A AÇIK ÇAĞRI: YAPACAKSINIZ YAPIN

Irak'ta da bölücü terör örgütünün faaliyetlerini sona erdirmek kararındayız. Sincar'la ilgili değişik şeyler konuşuluyor. Sincar, Kandil'in bir alternatifidir. Bizim için Kandil neyse Sincar da odur. Sincar, PKK'dan, terör örgütlerinden, ismi ne olursa olsun temizlenene kadar bu devam edecek. Onun için bir gece ansızın oraya da girebiliriz. Tarih vererek bu işler olmaz, anında. Irak hükümetine söylüyoruz. Yapacaksanız yapın, yapmayacaksanız bırakın biz yapalım, onlar da taahhüdünü verdiler. Hem bizim hem Bağdat yönetiminin ortak sorunudur. Irak'la birlikte çalışmaya hazırız. Artık bu konuda Türkiye'ye yönelik eleştiriler getirilmesinin anlamı yoktur.
PKK ile PYD'yi aynı görmeyen, DEAŞ ile mücadele ile YPG ile mücadeleyi eş değer tutmayan tüm yaklaşımlara kapımız kesinlikle kapalıdır. Terör örgütünün harf oyunları ile ismini değiştirerek oynamak istediği oyuna katılmak isteyenler kendileri bilirler. Aynı yılanın yavruları olduğunu biliyoruz. Biz teröristlere isim koymakla değil, onları ortadan kaldırmakla meşgulüz. "

CHP'den Fransa'ya: Haddini bil

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, “Fransa’ya ‘Haddini bil’ diyoruz. Senin Suriye’de yapabileceğin bir şey yok. Biz bölgenin silahlardan arındırılmasını istiyoruz“ dedi.
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Engin Altay, Fransa’nın terör örgütü ile Türkiye arasında arabuluculuk yapması isteğine ilişkin açıklamaları eleştirdi.



"SENİN SURİYE'DE YAPABİLECEĞİN BİR ŞEY YOK"


Engin Altay şöyle konuştu: "Fransa ya da ABD’nin bölgede bulunması kabul edilemez. Bölgenin silahlardan arındırılması lazımken bir emperyal gücün gidip başka gücün gelip çöreklenmesinin bölge barışına katkısı olmaz. PKK-PYD’yi koruyacaksa Fransa’nın gücü yetmez. ‘Kürt halkını koruyacağım’ derse büyük bir yalandır. Kürt sorunu çözümümüz Fransa, ABD’ye kaldıysa Allah selamet versin. Türkiye bölgedeki abi niteliğini kaybetti. Bölgede alelade bir ülke oldu. Türkiye bunu hak ediyor mu? Geldiğimiz nokta bu. Irak’ta yapılan yanlış stratejilerden ders alınmamasını bedelini Suriye’de ödüyoruz. Terörle mücadele Kürt sorununa çözüm, sihirli formlu budur. Terörün beslendiği bataklığın kurutulması lazım. En büyük gücünü Kürt sorununun çözülememiş olmasından alıyor, terör bu gücünü. Bütün bunlarla birlikte Fransa’ya da ‘haddini bil’ diyoruz. Senin Suriye’de yapabileceğin bir şey yok. Biz bölgenin silahlardan arındırılmasını istiyoruz. Yaklaşımımız budur. Fransa’yı da bu kararını gözden geçirmeye çağırıyoruz.”


Hepsi Türk askerinin bir işaretini bekliyor!

Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla bölgeye getirdiği düzen, coğrafyanın tüm mazlumları için umut ışığı oldu. Münbiçliler, Pentagon kuklalarına karşı harekete geçmek için Türk askerinin ‘bir işaretini’ bekliyor.
Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları, küresel istilacıların Türkiye güneyine dair bütün hesaplarını boşa çıkardı. Suriye kuzeyini PKK ile birlikte omuz omuza işgal eden ABD askerleri, bugünlerde linç edilme korkusu yaşıyor. Çünkü Mehmetçiğin iki büyük harekâtla bölgeye getirdiği düzen, coğrafyanın tüm mazlumları için umut ışığı oldu. Fırat batısındaki Münbiçliler, Pentagon ve kuklalarına karşı harekete geçmek için Türk askerinin 'bir işaretini' bekliyor.
Tel Abyad, Haseke, Ayn el-Arab, Rakka ve Deyrizor’da da aynı manzara hakim. ABD artık bu bölgede barınamaz.
Yıllardır terörün zulmü altında inleyen Tel Abyad, Haseke, Ayn el-Arab, Rakka ve Deyrizor'da da aynı manzara hakim. ABD-PKK silahlarının dipçiğiyle sürgün yemiş yüzbinler, TSK'nın başlatacağı operasyonda Özgür Suriye Ordusu'na katılmak için gün sayıyor.

EVE DÖNMEK İSTİYORLAR

Afrin, Cerablus, Bab, Azez'de Türkiye'nin getirdiği adalet düzeni Suriye'de herkesin hayaline dönüştü. Bölgede işgalcilere karşı biriken nefret domino etkisiyle patlamak üzere. İç savaş cenderesinde 'son kale' Türkiye'ye sığınarak hayatta kalmayı başaran milyonlarca kişi artık eve dönmek istiyor. ABD eğer PKK'nın Münbiç'i terk etmesine ilişkin sözünü bir kez daha tutmazsa, buraya yönelik operasyon için her şey hazır durumda. Arap, Türkmen ve Kürt aşiretler, Münbiç'e Türkiye'nin müdahalesini bekliyor. Afrin'in PKK'dan temizlenmesiyle buraya halkın güvenle geri döndüğünü gören İdlibliler ise yaşadıkları istikrarsızlıkların son bulması için yine Türk askerini çağırıyor. "Bizi Türkiye'nin yönetmesini istiyoruz" diyerek gösteri yapan Tel Rıfatlıların ardından doğudan batıya her bölgede aynı çağrı yankılanıyor: "Kurtarın bizi."


DİCLE KALKANI SIRADA

Amanoslar'dan Kandil'e, küresel kuşatmayı 15 Temmuz sonrası ardı ardına operasyonlarla yarmayı başaran Türkiye, Suriye'de oluşturduğu güvenli hattın devamı niteliğinde Irak'ta da Dicle Kalkanı Harekâtı'na hazırlanıyor. Musul batısındaki Sincar'a 2014'te DEAŞ bahanesiyle yerleşip burayı ikinci Kandil yapmaya çalışan PKK, eğer Bağdat yönetimi gerekli adımları atmazsa bizzat Mehmetçik eliyle buradan sökülecek. Bu konudaki kararlılık MGK’nın önceki günkü mesajlarıyla tüm dünyaya net olarak verildi. Irak kuzeyindeki TSK kampları tek tek birleştirilip açılan yollarla ana vatana bağlanıyor. Bu ülkede Mehmetçiğin eğittiği Türkmen, Kürt, Ezidi, Arap onbinlerce yerel savaşçı da Irak'ta düzenin sağlanması için tıpkı Suriyeliler gibi 'bir işaret' bekliyor.

BÜTÜN PLANLAR HAZIR

Biriken büyük öfkenin bir gün patlayacağını gören işgalciler ise panikte. PKK'yı perdelemek için Suriye'de yeni 'tabela oluşumlar' ihdas edenler, Türkiye'nin Sincar kararlılığı karşısında geri adım atarak, PKK'nın burayı boşalttığı yalanını servis ediyor. Askeri ve yerel kaynakların ortak görüşü ise, gerek Fırat'ın doğu ve batısında gerekse de Dicle harekât bölgesinde teröre karşı başlatılacak operasyonlarda Türkiye'nin karşısına hiçbir gücün çıkamayacağı yönünde. Suriye-Irak hattında düzenin yeniden tesisi için yürütülecek taarruz planlarının en ince ayrıntısına hesaplandığı ve bunun için uygun zamanın beklendiği belirtiliyor.

28 Mart 2018 Çarşamba

ABD’NİN KÜRTLERİ HRİSTİYANLAŞTIMA ÇALIŞMALARI

Fotoğraflar ortaya çıktı maskesi düştü


Türkiye, İzmir Diriliş Kilisesi Papazı Brunson’un adını FETÖ’den tutuklanmasıyla duydu. Ardından da ABD propaganda yürüterek, Brunson’u masummuş gibi gösterdi. ABD, saklamaya çalıştığı gerçeklerin ortaya çıkmasından korkarak, serbest bırakılma talebini ısrarla yinelerken, ortaya çıkan fotoğraflar, Brunson'un "maskesini" düşürdü.
ABD Başkanı Donald Trump'ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesi sırasında 3 kez serbest bırakılmasını talep ettiği, 35 yıl hapis cezası istemi ile yargılanan İzmir Diriliş Kilisesi'nin Amerikalı papazı Andrew Craig Brunson'ın, terör örgütü PKK ile işbirliği Yeni Asır'ın ulaştığı çok özel fotoğraflarla belgelendi. Kilise adına hayır işleri yaptıklarını belirterek FETÖ üyeleri aracılığı ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki illerde bölücü faaliyetlerde bulunan Brunson'un, sözde Kürdistan'ın kurulması amacı ile Kürt kökenli vatandaşları nasıl Hristiyanlaştırıp ayrıştırmak için çaba harcadığı da fotoğraflarda gözler önüne serildi. 2014-2017 yıllarında 1360 kez Şanlıurfa'nın Suruç ilçesine, pek çok kez de Diyarbakır ve Mardin illerine giden Brunson'un, Türkiye'nin 'milli güvenlik aleyhine tahdit' suçlaması ile sınır dışı ettiği Gaziantep'teki Yeni Yaşam Kilisesi'nin eski pastörü Patrick Jensen ile birlikte 2014 yılında Kobani sınırına gittiği de ortaya çıktı..


KİRLİ BAĞLANTI

Yeni Asır, İzmir Cumhuriyet Savcısı Berkant Karakaya tarafından hazırlanıp, İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edilen ve hakkında toplamda 35 yıla kadar hapsi istenen İzmir'in Alsancak semtindeki İzmir Diriliş Kilisesi pastörü Andrew Craig Brunson ile ilgili çok konuşulacak fotoğraflara ulaştı. Hakkında hazırlanan iddianamede Evangelist kilise pastörü maskesi altında istihbarat ve psikolojik savaş doktrini ile gayri nizami harp elemanı gibi hareket ettiği belirtilen Brunson'un 2014 yılı Ekim ayındaki Kobani Olayları sonrasında Suriye sınırında olduğu tespit edildi. Brunson'un 15 Temmuz darbe girişimi öncesi Türkiye'nin sınır dışı ettiği Gaziantep Yeni Yaşam Kilisesi'nin eski pastörü Patrick Jensen ile 2014 yılı Kasım ayında Kobani sınırında olduğunu gösteren çok özel fotoğraflara da ulaşıldı.

TERÖRİSTLERLE GEZİ

İzmir Diriliş Kilisesi papazıyken 9 Aralık 2016'da örgüte üye olmamakla birlikte terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği gerekçesi ile tutuklanarak Buca Cezaevi'ne konulan Brunson'un kiliseye gelenlerle birlikte gitar çalıp ilahiler seslendirdiği fotoğraflar da ilk kez ortaya çıktı. Diriliş Kilisesi'nde Kürt kökenli Hristiyan vatandaşların da yer aldığı toplulukla ilahiler söyleyen Brunson'un kiliseye gelen Protestan cemaatinde kendisine yakın olan bazı isimlerle 2015 yılı Şubat ayında Mardin'in Nusaybin ilçesini de ziyaret ettiği belirlendi. Ulaşılan fotoğraflarda Brunson'un gezi bahanesi ile eşi Norine Lyn Brunson ve terör örgütü sempatizanları ile poz verip zafer işareti yapanların arasında olduğu göze çarptı.

HAİN PAYLAŞIMLAR YAPILDI

BRUNSON'IN yakın ilişki içerisinde olduğu bazı Kürt kökenli Hristiyanların, terör örgütü sempatizanı olduğu fotoğraflarla belgelendi. Brunson'ın 2015 yılında Mardin'i birlikte ziyaret ettiği kişilerin sosyal medya hesaplarında yayınladıkları fotoğraflarda ilginç detaylar göze çarptı.


KÜRDİSTAN HEDEFİ

BRUNSON ile birlikte İzmir'den Mardin'e giden kişilerin sosyal medya hesaplarında 'YPG terörist değildir', 'Kürdistan'ın özgürlüğü için evet' şeklinde çok sayıda paylaşım yaptığı da ortaya çıktı.

27 Mart 2018 Salı

Tel Rıfat operasyonu başladı!

Zeytin Dalı Harekâtı'nda Afrin'den sonraki hedef olan ilçenin alınması için harekete geçildi. Afrin'in doğusundaki ilçe Tel Rıfat'ın YPG'li teröristlerden temizlenmesi için beklenen operasyon başladı. Yerel kaynaklar, Türk özel kuvvetler askerleri ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerinin bugün harekete geçtiğini bildiriyor.


ZEYTİN DALI TEL RIFAT'IN ALINMASIYLA TAMAMLANACAK

20 Ocak'ta başlayan Zeytin Dalı Harekâtı, Tel Rıfat'ın alınmasıyla tamamlanacak.

OPERASYONA 10 BİN SİLAHLI UNSUR KATILACAK

İhlas Haber Ajansı, bugün geçtiği haberde namluların Tel Rıfat'a çevrildiğini bildirmişti. Ajans, ÖSO'ya bağlı 10 bin silahlı unsurun operasyona katılacağını aktarıyor.

TEL RIFAT HALKI TSK'YI DAVET ETMİŞTİ

Afrin'deki terör örgütü YPG/PKK'nın işgalindeki Tel Rıfat ilçesi sakinleri ve çok sayıda Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensubu, Zeytin Dalı Harekatı'yla topraklarının kurtarılması için bir araya gelmişti. Azez ile Siccu arasındaki Siccu Kavşağı Meydanında toplanan ve ellerinde Türk ve ÖSO bayrağı taşıyan göstericiler, Zeytin Dalı Harekatı'nın Tel Rıfat'a genişletilmesi için çağrıda bulunmuştu.


2 YILDIR TERÖRİSTLERİN ELİNDE
Tel Rıfat, Afrin'in 25 kilometre güneydoğusunda, 50 bin nüfusa sahip bir ilçe. Terör örgütü YPG/PKK, 2 yıl önce rejimin de desteğiyle bu ilçeyi ele geçirdi.
Terör örgütünün baskı ve zulmünden kaçan binlerce Tel Rıfatlı, Fırat Kalkanı bölgesine sığındı. Tel Rıfat'ın 1 kilometre uzağındaki Şeyh İsa Köyü de 2 yıldır teröristlerin kontrolünde.

ETRAFI TERÖR MEVZİLERİYLE ÇEVRİLİ

Fırat Kalkanı bölgesine sıfır noktada olan köy, YPG/PKK terör örgütünce siperlerle çevrilmiş durumda. Teröristler buradan, sivillerin olduğu bölgelere sürekli havan ve roket atışı yapıyor.

ABD'den Türkiye’ye aba altından sopa

ABD Kongresi’nde temaslarda bulunan Türk parlamenterler heyetine başkanlık eden emekli Büyükelçi Volkan Bozkır, verdiği röportajda Kongre’de ‘Rusya’dan S-400 (füze sistemi) alırsanız biz de size F-35 (savaş uçakları) satmayız’ gibi bir havanın söz konusu olduğunu söyledi


Volkan Bozkır, “Tehdit değil ama aba altından sopa gösterme psikolojisiyle bunu yapıyorlar” yorumunda bulundu.
TBMM’den bir parlamento heyeti Türk-Amerikan ilişkilerinde tansiyon yaratan konuların ABD Kongresi boyutuna etki etme hedefiyle geçen hafta Washington’a bir ziyaret gerçekleştirdi. TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır’ın başkanlık ettiği heyette AK Parti’den Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türk Grubu Başkanı Akif Çağatay Kılıç ve NATO Parlamenterler Asamblesi Türk Grubu Başkanı Ahmet Berat Çonkar’ın yanı sıra CHP İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı yer aldı. Heyet ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu’ndan toplam 16 isimle yaptıkları görüşmelerden memnun ayrıldı. Türkiye’ye dönmeden önce ziyareti değerlendiren heyet başkanı Bozkır, iki ülke arasında bir süredir kriz yaşanan temel alanlarda önümüzdeki günlerde önemli açılımlar yaşanabileceğinin sinyalini verdi.
TEHDİT DEĞİL AMA...
ABD Kongresi bir süredir Rusya’dan alınan S-400’ler nedeniyle Türkiye’ye yaptırım seçeneğini tartışıyor. Kongredeki görüşmelerinizde S-400’ler konusunda nasıl bir mesaj verdiler?
Amerika’da bu çok önem verilen bir konu. Özellikle Kongre’de bunu F-35 satışlarıyla bağlamak niyeti hissediliyor. ‘S-400’leri alırsanız biz de Kongre’den karar çıkartır, size F-35’i satmayız’ gibi bir havadalar.


Bazı parçaları Türkiye’de üretilen ve ilk partisinin bu yıl teslim edilmesi öngörülen F-35’leri vermeyeceklerini mi söylüyorlar?
Vermeyiz demeye getiriyorlar. Kongre’den geçmez diyorlar. Senatörler bunu tam olarak kendileri dile getirmedi ama danışmanlarıyla konuştuğumuzda mesaj olarak geldi. Ben de dedim ki; F-35 projesi iki tarafın menfaatine çok büyük bir projedir, çok büyük rakamlar ödenecek ve iki ülkenin ilişkilerinde de önemli bir boyut teşkil edecek, bunu ona bağlamanın hiçbir anlamı yok. S-400’ler ve F-35’ler bambaşka iki konu. F-35 projesini birlikte yürütmemiz Türk-Amerikan işbirliğinin ve Türkiye’nin güvenliğinin, NATO’nun güvenliğinin çok daha fazla ileri götürülmesini sağlayacak. Ama belli ki, böyle bir hava dönüyor. Tehdit değil ama aba altından sopa gösterme psikolojisiyle bunu yapıyorlar.
Biz de bütün konuşmalarımızda şunu anlattık. Türkiye’de 10 senedir dört firma ve dört teknoloji yarışıyordu. Fiyat olarak ilk sırada Çinliler vardı, ikinci sırada Amerikan-Fransız konsorsiyumu, üçüncü sırada Patriot ve dördüncü sırada S-400’ler vardı. Bütün bu yıllar süren müzakereler sonrasında Çin tasfiye oldu. ABD’nin Patriot projesi bizim teknoloji transferini gerçekleştirmeyi kabul etmedi. Ve de Kongre’den geçmesinde tehlikede olduğu için şu anda gündemde değil. Ruslar çok cazip bir teklifle geldiler. Teknoloji transferi de anlaşmada var.
Dışişleri Bakanlığı sözcümüzün açıklamasına göre bu hafta bir Amerikan heyeti Patriotlarla ilgili cazip bir teklif sunmak için Türkiye’ye geliyor. Bu teklif geldiğinde tabii ki bu değerlendirilecek, ona göre alınacak tutum da ortaya çıkar. Biz teknoloji transferi ve Kongre’den geçme garantisinde ısrarlı olduğumuz için şu ama kadar Patriot anlaşması imzalayamadık. Eğer Amerikan hükümeti ve Patriot firması böyle bir teklifi sunabiliyorlarsa, fiyat olarak da cazip olacak ise Türkiye değerlendirir onu.

Devlet Bahçeli'den önemli açıklamalar

MHP lideri Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında konuşuyor...

Bahçeli'nin konuşmasından satır başları şöyle;

Büyük kurultayımızı eşsiz bir atmosfer içinde gerçekleştirdik. 103 yıl önce Çanakkale kıyılarına bedenleri ile duvar ören kahramanların fedakarlıkları milliyetçi ülkücü harekette vücut bulmuştur. Afrin'in denetim ve kontrol altına alınması, ay yıldızlı al bayrağın hükümet konağına asılması heyecan yaratan bir başka gelişme olarak dikkat çekmiştir.
BESMELE DUYMUŞ ŞEYTANA ÇEVİRDİK
18 Mart 2018 tarihine gelesiye kadar nice engelleri aştık. Nice oyunları bozduk, tezviratları fitne fesatı bozguna uğrattık. Yapamazlar dediler, imanla yaptık. Başaramaz dediler irfanla başardık. Bu iş bitti dediler, alayını birden besmele duymuş şeytana çevirdik. Bizi kolay lokma sandılar yutmaya kalktılar. Boğazlarına durduk, tüm hesapları alt üst ettik. Biz muazzam bir fikre dayanan gücünü ve ülkülerini Türk milletinden alan MHP'yiz.
GERİ ADIM ATMAK YOK
Terörle mücadeleden  çark etmek, U dönüşü yapmak, geri adım atmak yoktur.Başkanlık divanımızda görev alan arkadaşlarımıza içtenlikle güveniyorum.Türk milletinin bir tarihi, bir kimliği, bir ahlakı, bir vicdanı vardır. Bunlar bizi biz yapan temel değerlerin bileşkesidir.
AB'YE SERT TEPKİ: SKANDAL
AB üyelik süreci taviz koparmaya dayanan bir kapana bürünmüştür. Geldiğimiz aşmada bırakınız üyeliği müzakerenin sürüp sürmeyeceği belirsizdir. AB her seferinde karşımıza bariyerler çekmiştir. Türkiye onurlu bir devlettir. Türkiye olmayacak bir duaya amin demeyecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Bulgaristan'a gitmiştir. Brüksel'de alınan incitici kararın ardından bu toplantı yapılmıştır. Avrupa Konseyi'nin Ege ile ilgili açıklamaları skandaldır. Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol bölgenin stratejik önemini artırmıştır. Türkiye yasadışı faaliyet içindeymiş. AB'nin kınama mesajı bizim için yok hükmündedir. Kınasanız ne yazar kınamasanız ne çıkar.
DENİZİN DİBİ BOŞ KONUŞANLARIN DEDELERİYLE DOLU
Çipras kaleyi boş zannetmiş olacak ki ne alırsam kar mantığına bürünmüştür. Bu zat sabrımızı test etmeye kalkmıştır. Türkiye'ye aba altından sopa göstermeye cüret etmiştir. Denizin dibi bugünkü boş konuşanların dedeleriyle dolup taşmaktadır. Yunanistan'ın Kardak ittifakını kaşımaya başlaması beyhude bir çıkıştır. Bu işin şakası yoktur. Türkiye Akdeniz ve Ege'deki kanunsuz faaliyetleri sineye çekecek korsan bir devlet değildir. Türkiye yeniyetme bir devlet değildir. Akdeniz'i Türk gölü haline getiren tarihi irade henüz sönmemiştir. AB-Türkiye zirvesinde gümrük birliğinin güncellenmesi, vize serbestisi, 6 milyar avroluk yardımın yapılıp yapılmayacağı dahası terörle mücadelede etkin işbirliği mekanizmasının kurulup kurulmayacağı açıklığa kavuşacaktır. AB, Türkiye ile ilişkilerin soğuk savaş stratejisi ile hareket etmektedir.


AB'YE REST: BİTECEKSE BİTER
Avrupa ülkeleri güya PKK'yı terör örgütleri listesine almıştır. Ama teröristler at oynatmaktadır. Eli kanlı teröristlere kucak açılmıştır. Avrupa ülkeleri bunu yaparken hiç bir rahatsızlık duymamışlardır. 15 Temmuz hain FETÖ darbe girişimine şaibeli yaklaşan Avrupa ülkeleri FETÖ'cü hainler için yuva haline gelmişlerdir. AB üyeliği Türkiye için bir kimlik sorunu değildir. Türkiye AB'nin yörüngesinde kalacak egemenliğini devrecek uyduruk bir devlet değildir. Türkiye AB'ye muhtaç değildir. AB'nin nazını kaprisini çekecek katlanacak ne sabrımız ne tahammülümüz kalmıştır. Bitecekse biter bu da dünyanın sonu değildir. Evli evine köylü köyüne gider Ankara tam bağımsızlıkla geleceğini kurar. Türkiye'ye hasta adam muamelesi yapanlar rezilliklerinde boğulacaktır.
PKK'LI HAİNLER KAZIKLARI ÇUKURLARA GÖMÜLDÜ
Türkiye bu terör cephesine karşı içeride ve dışarıda amansız bir mücadele içindedir. PKK'lı hainler kazdıkları çukurlara gömülmüşlerdir. Güvenlik güçlerimiz bunların peşini Kuzey Irak'ta da bırakmamıştır. PKK, Suriye'deki iç savaştan yararlanarak Suriye'deki uzantıları ile birleşerek yeni bir saldırı cephesi açmışlardır. Afrin'in kontrolü, harekatın 58. gününde sağlanmıştır. Şu anda Afrin'in tuzaklanmış patlayıcılardan temizliği kararlılıkla sürdürülmektedir. Zeytin Dalı Harekatı ile sınır bölgemizde teröristlere hayat hakkı tanınmayacağı ortaya konulmuştur.
TERÖRLE YAŞAMAYA ALIŞMAYACAĞIZ
Türkiye tarihinde ilk defa iki komşu ülkede eş zamanlı askeri hareket icra etmiştir. Güney sınırlarımız boyunca hainlerin barınmasına, yuvalanmasına kesinlikle izin verilmemelidir. Adım adım teröristler bulunup yok edilmelidir. Terörle yaşamaya alışmayacağız. MHP milli sorumluluk idraki ile gereken her desteği verecek, sonu sefa da olsa cefa da olsa Türk milletinin yanında duruş gösterecektir. Türkiye'nin varlığına kastetmeyi amaçlayan tehditlerin ve beka mücadelesinin anlaşılması hayati önem taşımaktadır.


PYD'NİN EN BÜYÜK DESTEKÇİSİ ABD
Terör cephesinin sınırlarımız boyunca terör koridoru oluşturma stratejisinin önü Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarımız ile kesilmiştir. Afrin'den sonra sıra diğer terör yuvalarına gelmelidir. Sınır bölgemiz terörden tamamıyla arındırılmalıdır. PKK/PYD'nin nihai amacı Suriye'nin kuzeyinde bir terör devleti kurmaktır. Barzani modeli örnek alınarak özerk bölgeye dönüştürülecek ileride de terör devleti kurulacaktır. Türkiye bu hain hesapları boşa çıkarmaya kararlıdır, azimlidir. PKK/PYD'nin en büyük destekçisi ABD'dir. ABD stratejik ortaklık yapmakta, hainleri silahlandırmakta, PKK/PYD'nin emellerine hizmet etmektedir. Kontrollü istikrarsızlık ABD'nin tercihidir.
ÖLECEKSEK ADAM GİBİ ÖLELİM
Türkiye ile kapanmamış hesabı olanlar, Sevr ile yanıp tutuşanlar, Türk tarihini karalamak için seferber olanlar hesapları kursaklarında kalarak yine kaybedeceklerdir. CHP, HDP, İP, PKK,PYD ve diğer yedekleri Cumhur andını bozamayacaklarıdır. Yaşayacaksak adam gibi yaşayalım öleceksek de adam gibi ölelim.

26 Mart 2018 Pazartesi

Trump'ın yeni şahinlerinin gözü İran'da

ABD Başkanı Trump'ın yeni Dışişleri Bakanı adayı Pompeo ile yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton, özellikle İran ve Kuzey Kore konusundaki şahin fikirleriyle öne çıkıyor.

Tamer Ashraf
ABD Başkanı Donald Trump'ın yeni dışişleri bakanı adayı Mike Pompeo ile yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, özellikle İran ve Kuzey Kore konusundaki "şahin" görüşleriyle tanınıyor ve bu iki ismin Amerikan dış politikasını daha fazla "askerileştirmesinden" endişe ediliyor.
ABD Başkanı Trump'ın son iki kabine değişikliği, yeni isimlerle daha sert bir dış politika sinyali verilmesi sebebiyle ülkede tartışmalara yol açtı.

13 Mart'ta Twitter'da yaptığı açıklamayla Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'ın yerine mevcut ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü Mike Pompeo'nun geleceğini duyuran Trump, 22 Mart'ta yine Twitter'dan yaptığı açıklamayla 9 Nisan'dan itibaren mevcut Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral Herbert Raymond McMaster'ın yerine ABD'nin eski BM Daimi Temsilcisi John Bolton'ın görevi devralacağını ilan etti.
10 günde kabinesindeki en önemli isimlerden ikisini değiştiren Trump'ın, özellikle Bolton gibi Amerikan kamuoyunda "savaş yanlısı" görüşleriyle tanınan bir ismi Beyaz Saray'daki en önemli danışma makamına getirmesi dikkat çekti.

2005-2006 yılları arasında dönemin Cumhuriyetçi ABD Başkanı George W. Bush döneminde ülkesini BM'de temsil eden Bolton, özellikle İran ve Kuzey Kore konusunda savaş ve rejim değişikliği önerecek düzeyde "şahin" söylemleriyle biliniyor.
Amerikan Askeri Akademisi mezunu olan Pompeo ise, kongre ve CIA tecrübesinin ardından diplomasinin merkezi olan Dışişleri Bakanlığında da şahin görüşlerini muhafaza edecek gibi görünüyor.

Bu iki isim de savundukları yaklaşımlarla halihazırdaki kısmen "askerileşen" Amerikan dış politikasını daha da fazla askerileştirecek isimler olarak görülüyor.
Trump'ın Tillerson memnuniyetsizliği
Trump'ın Tillerson'ı gönderirken kamuoyuna en fazla yansıyan şikayetlerinin başında eski Exxon CEO'sunun "İran'la nükleer anlaşmanın bozulmasına karşı çıkması" ve "Kuzey Kore ile diplomasi seçeneğine vurgu yapması" gösteriliyordu.

Trump, her ne kadar son dönemde Pyongyang ile adeta diplomasi baharı yaşasa da tam da Tillerson'ın bu yöndeki bazı girişimleri yüzünden onu kamuya açık şekilde eleştirmiş, "boşa uğraşmakla" suçlamış ve daha da kötüsü Tillerson'ın istifa edeceği haberleriyle yıpranmasına zemin hazırlamıştı.
Amerikan dış politikası "askerileşiyor"
Koltuğa oturduğu günden itibaren Amerikan dış politika yapım süreçlerini önemli ölçüde Pentagon'a bırakan ve Dışişleri Bakanlığının önceki ağırlığını de facto olarak azaltan Trump, kabinesine asker kökenli birçok ismi getirerek tüm dünyaya "ben komutanlarıma herkesten fazla güveniyorum" mesajı vermişti.

Amerikan dış politikasındaki bu "askerileşme" eğilimi, sorunların diplomasi kanallarıyla değil de yine askeri yol ve yöntemlerle çözülebileceği kanısını Washington'da daha fazla oturttu.
Washington'daki bu yeni denge Tillerson'ın diplomasi ve müzakere alanını görece olarak daraltırken, bakanlığın bütçesinin de kesintiye uğraması (ve buna mukabil Pentagon'un bütçesinin kayda değer ölçüde artırılması), Trump'ın dış politikaya nasıl baktığını açıkça ortaya koyuyordu.

Böyle bir ortamda İran'la nükleer anlaşmayı çöpe atabileceğini söyleyen Trump'a karşı çıkan ender kişilerden biri olan Tillerson, son olarak Kuzey Kore'ye aşırı yüklendiğini düşündüğü Başkan'a bu noktada da yan gözle bakarak "istenmeyen adam" noktasına geldi.


Buna mukabil Trump'ın bugüne kadarki eylemleri, onun diplomatlardan ziyade askerlerle daha iyi çalışabileceğini ve buna uygun dış politika adımları atabileceğini ortaya koymuş durumda.
Hedef ülke İran
Trump'ın İran ve Kuzey Kore konusunda Tillerson'dan beklediği sertliği Pompeo'da ve Bolton'da bulabilmesi oldukça yüksek ihtimal olarak görünüyor. Tillerson'dan farklı olarak İsrail yanlısı ve İran karşıtı söylemleriyle meşhur olan Pompeo eğer ABD İran'la savaş düzeyinde karşı karşıya gelirse Trump'ı durdurmayacak bir isim.
Öte yandan Pompeo'nun, Tillerson'dan farklı olarak Washington'da azalan Dışişleri Bakanlığı ve diplomasi alanını genişleteceğine da kesin gözüyle bakılıyor. Fakat yine de bu durumun Amerikan dış politika yapım süreçlerine daha fazla diplomasi olarak yansıyacağını söylemek için henüz çok erken.

Pompeo'nun Kongre ve devlet tecrübesinin diplomasiye ne derece yapıcı ve olumlu yansıyacağını görmek için birkaç ay daha beklemek gerekiyor.
İran söz konusu olduğunda ise ABD'nin Ortadoğu politikalarında bundan sonra İsrail'in ağırlığının daha fazla hissedileceği bir sürece girilmesi muhtemeldir. Zaten Kudüs kararıyla İsrail konusunda nerede durduğunu tüm dünyaya gösteren Trump, İran'la nükleer anlaşmayı sona erdirecek ve Tahran'la kafa kafaya gelecek bir sürecin kapısını Pompeo ve Bolton ile daha kolay açabilir.
Trump'ın kulağına "neo-muhafazakar" Bolton fısıldayacak
Öte yandan Amerikan kamuoyunda son iki değişikliği ele alan analizlerin çoğunda Bolton için "akıllı ve çok tehlikeli" nitelemesi yapılıyor.

Trump'ın Tillerson gibi McMaster'dan da İran ve Kuzey Kore konularında memnun olmadığı ve kendi çizgisine daha yakın ve sert bir ismi getirmeyi düşündüğü konuşuluyordu. Ancak Bolton gibi ABD'nin 2003'teki Irak işgaline doğrudan destek vermiş, İran ve Kuzey Kore'de açıkça rejim değişikliğini savunan ve İran'la nükleer anlaşmaya başından beri karşı olan bir isim, Cumhuriyetçi çevrelerde bile kısmen şaşkınlıkla karşılandı.

McMaster "askeri stratejiler" konularındaki becerileriyle kamuoyunda bilinirken, Bolton ise daha ziyade neo-muhafazakar görüşleriyle öne çıkıyor. ABD'nin Irak'ı işgaline verdiği güçlü destekle hatırlanan Bolton'ın 2015 yılındaki "İran’ın bombasını durdurmak istiyorsan İran’ı bombala” açıklaması hala hafızalarda.
Trump'la İran konusunda söylemleri aynı
Trump'ın Pompeo ve Bolton ile daha rahat ve "eşgüdüm" halinde çalışacağını söylemek mümkün, zira her iki isim de seleflerine kıyasla Trump'la daha uyumlu söylemlere sahip; ancak bunun özellikle İran'a karşı daha sert kararlar alma noktasında ortaya çıkacak bir rahatlık olacağına dikkat çekiliyor.

Buna mukabil, bu eşgüdümün Amerikan dış politikasına daha fazla diplomasi, müzakere, müttefiklerle işbirliği ve uluslararası konularda çok taraflı karar alma süreçlerine katılım anlamına geleceğine ilişkin fazla emare görünmüyor.
Beyaz Saray'da Trump'ın kulağına en fazla fısıldayacak kişi olarak Bolton'ın seçilmiş olmasının belki de başka "hikmetleri" vardır; ancak şu anda Washington'da bu tercihin İran konusunda daha sert dış politika için atılmış bir adım olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça fazla.
Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkiler?


Kuşkusuz bu iki yeni şahin kabine üyesinin Türk-Amerikan ilişkilerine nasıl bir soluk getireceği Türkiye açısından çok daha önemli. Özellikle Pompeo'nun daha önce Kongrede Türk-Amerikan dostluk grubu üyesi olması, Türkiye'yi tanıması ve CIA Direktörü olunca ilk ziyaretini Ankara'ya yapmış olması, onun Türkiye'nin stratejik önemini anladığını gösteren emareler olarak okunabilir.
Bu bakımdan Pompeo'nun göreve başladıktan sonra ilk birkaç ayındaki performansı, onun Türk-Amerikan ilişkilerinde Tillerson'dan daha iyi bir "sorun çözücü" olup olmadığını gösterecektir.
Buna ilaveten Bolton'ın neo-muhafazakar görüşlerini ve Türkiye ile ilgili bazı olumsuz söylemlerini Beyaz Saray'a ne ölçüde taşıyacağını görmek için de zamana ihtiyaç var.
Ancak tamamen kötü bir dönem geçirdikten sonra toparlanma evresine giren Türk-Amerikan ilişkilerine bu iki önemli ismin yapacağı olumlu ve olumsuz her katkı ikili ilişkilerin kaderini doğrudan etkileyecektir.

Uzmanların Zeytin Dalı performansı



Tamer Ashraf
Güvenlik uzmanı, akademisyen ve yorumcular, operasyonun en az altı ay süreceğini öngörüyorlardı. Hatta birçoğu Zeytin Dalı'nı Fırat Kalkanı ile mukayese ederek, daha zor ve daha uzun süreceği yorumlarını yapıyordu.
18 Mart sabahı Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde Zeytin Dalı Harekatı’nın en temel hedeflerinden birisi gerçekleşti. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Özgür Suriye Ordusu unsurları, hatırı sayılır bir dirençle karşılaşmadan Afrin’i PYD/PKK’dan temizlediler. Toplamda 58 günde Afrin’e ulaşılması ve Afrin merkezde kontrolün kolayca sağlanması, operasyonun beklenilenden erken sonuçlandığı yorumlarının yapılmasına neden oldu. Gerçekten de operasyonun ilk sinyalleri geldiğinden beri güvenlik uzmanları, akademisyenler ve yorumcular, operasyonun en az altı ay süreceğini öngörüyorlardı. Hatta birçokları Zeytin Dalı Harekatı’nı Fırat Kalkanı ile mukayese ederek, daha zor bir operasyon olacağı ve daha uzun süreceği yorumlarını yapıyordu.
Bu açıdan bakınca harekat hakkında yorum yapanlar en azından zorluk ve süre konusunda yanılmış görünüyor. Şüphesiz bu olumlu bir yanılma. Türkiye’nin bir tuzağa çekilmediği ortadayken, harekâtın daha az zorlukla, şehitle ve daha kısa sürede tamamlanmasından ancak memnun olunur. Yorumcuların bu konuda yanılması da elde edilen kazanımın yanında lafı edilecek bir şey değil. Ancak yanılmanın nedenleri üzerinde durmak geleceğe dönük fikir verici, çünkü Türkiye daha uzunca bir müddet Suriye’de ve Irak’ta askeri gücünü kullanmaya devam edecek. Dolayısıyla ileriki aşamada yapılacak operasyonların anlaşılması ve analiz edilmesi açısından Zeytin Dalı Harekatı’nın beklentilerin aksine kısa sürede ve kolayca gerçekleşmesinin üzerinde durmak gerekiyor.
Tartışmanın askeri boyutu, bu satırların yazarının uzmanlık alanının dışında. Teknik olarak sahada neler beklenilenden farklı gerçekleşti veya hangi dinamik hesap edilemedi de ortaya bu sonuç çıktı sorusunu cevap aramamız gerekiyor. Bu noktada uzmanların – ki yukarıdaki yanılgıya imza atan kişiler oluyorlar – çoğunlukla yaptıkları açıklama, PKK/PYD’nin taktik hatalarına dayanıyor. Onlara göre PYD yanlış bir karar alarak düzenli bir yapı, bir devlet gibi alan savunması yapmaya çalıştı. Yıllarca gerilla taktikleri ile savaşmış bir terör örgütünün, dünyanın hatırı sayılır düzenli ordularından birisi karşısında alan savunması yapması en büyük hatası oldu ve sonucu hızlandırdı.
Bu açıklama akla ve mantığa oldukça yatkın gelse de ortada bir başka soru var. Bu yalın gerçek operasyonun başında neden dile getirilmedi. PYD’nin gerilla taktikleri uygulayan bir terör örgütü olduğu da, düzenli orduya karşı alan savunmasında başarılı olamayacağı da, alan savunması yapmaya hazırlandığı da ilk günden bilinen gerçeklerdi. Bir sır olmayan, ortada duran bu gerçeğe rağmen, neden harekatın uzun ve zor olacağı yorumları yapıldı? Özetle bugün yapılan açıklama, yanılgıya gerekçe üretmekten ziyade, yanılgının boyutlarının gözükenden daha büyük olduğu hakkında fikir veriyor. Peki yolunda gitmeyen neydi?
Konunun “uzmanları” konuşmaya devam edecekler. Askerlik tekniği, strateji, güç dengeleri cihetinde farklı açıklamalar geliştirecekler. Ancak öyle gözüküyor ki cevabın önemli bir kısmı da algı ve iletişimde yatıyor. Tüm “bilgi birikimi”, “tecrübe”, “stratejik akıl”larına rağmen “uzman”ları yanıltan şey acaba PKK/PYD hakkında oluşturulan algı ve cari söylem olabilir mi? Üstelik uzmanlar bu türden bir algı ve söylemin varlığına işaret etmelerine rağmen – tam da işaret ettikleri- noktada bu algı ve söylemin etkisinde kalmış olabilirler mi?

Kobani miti gerçeği örttü



Afrin harekatı hakkında görüşümüzü perdeleyen önemli unsurlardan birisi “Kobani miti” oldu. Bilindiği gibi PKK/PYD’nin kontrol ettiği Ayn el-Arab bölgesine, 2014 yılında bir diğer terör örgütü olan DEAŞ tarafından yoğun bir saldırı düzenledi. DEAŞ saldırısı neticesinde, PKK/PYD bölgenin kontrolünü kaybetmeye oldukça yaklaştı. Daha sonraki aşamalarda koalisyon güçlerinin desteği ve Irak ve Suriye’deki Kürt nüfusun yaşadığı diğer bölgelerden Ayn el-Arab’a yapılan takviyeler sayesinde PKK/PYD DEAŞ’i püskürtmeyi başardı. DEAŞ’ın Ayn el-Arab saldırısını PKK/PYD çok boyutlu bir algı kampanyasına dönüştürdü. Kendisini “radikal dinci” DEAŞ karşısında savaşan “seküler” bir güç olarak takdim etti. Dahası Ayn al-Arab etrafında bir “Kobani Direnişi” miti inşa edildi. Buna göre “özgürlüklerine düşkün, aydınlanmış, eşitlikçi, demokratik” Kürtler; gerici, barbar, radikal dinci DEAŞ’e karşı kahramanca bir mücadele sergilediler. “Kobani miti”, kahramanlık vurgusuyla PKK/PYD’ye sahip olduğundan daha fazla bir “askeri güç” yüklüyordu. DEAŞ’ın Ayn el-Arab saldırısının püskürtülmesi, örgüt için sonun başlangıcı oldu. DEAŞ bölgede hızla çözülmeye başladı. Çözülme sürecinde PKK/PYD karşı saldırıya geçerek birçok bölgeyi DEAŞ’ın elinden aldı. DEAŞ karşıtı koalisyonun yoğun hava ve silah desteği ile PKK/PYD’nin DEAŞ’e karşı aldığı zaferler, “Kobani miti” etrafında kurulan “askeri üstünlük” “kahramanlık” “savaşçılık” algılarını pekiştirdi.
Öyle gözüküyor ki, “Kobani miti” PKK/PYD destekçileri açısından Zeytin Dalı Operasyonu’nda Türkiye’ye karşı motivasyon sağlamanın bir amacı olarak kullanıldığı kadar, Türkiye’nin pozisyonunu destekleyen uzmanları da kaygılandırmış. DEAŞ’ın Ayn el-Arab saldırısının ilk günlerinde, PKK/PYD’nin hızlı mağlubiyetine odaklanmak yerine, mitin de etkisiyle sonraki günlerde koalisyonun ve diğer savaşçı güçlerin desteği ile direnişine odaklanılmış. Böylece PKK/PYD’nin Afrin’de Ayn el-Arab’takine benzer bir “direniş” gösterebileceği düşünülmüş.
“Kobani miti”yle paralel olarak hesap hatası yapılan bir diğer nokta ise Suriye’de özelde PKK/PYD’nin genelde de diğer muharip unsurların askeri gücüne dair yapılan çıkarımlar. Suriye iç savaşının yıllardır devam etmesi, yerleşim yerlerinin gün aşırı el değiştirmesi, sahadaki dengelerin sık sık değişmesi savaşan güçlerin askeri kapasitesi hakkında yanlış bir algının hakim olmasına neden olmuş görünüyor. Genelde tüm diğer unsurlar, özelde ise PKK/PYD’nin yıllardır savaşan, yorgun, bitkin, askeri açıdan zayıf ve insani açıdan tükenmiş unsurlar olduğu gözardı edilerek, savaşın uzun sürmesi tarafların hanesine not edilirken “kuvvet ve tecrübe” olarak tercüme edilmişe benziyor. Özellikle PKK/PYD hakkında bu türden bir tercümenin yapılmasında, Türkiye’nin uzun yıllardır devam eden terörle mücadelesinin de payı var. Türkiye kırk yıldır terör örgütü ile mücadele etmesine rağmen, son yıllar dışarıda bırakılırsa PKK’nın askeri gücünü tam anlamı ile sıfırlayamadı. Bu tecrübe harp ve güvenlik uzmanlarının Zeytin Dalı harekatı değerlendirmelerini de etkilemiş gözüküyor. Afrin’de de Türkiye içerisindeki terörle mücadelede geçmiş yıllarda yaşananlara benzer bir sonuç alamama durumunun yaşanabileceği düşünülmüş olabilir.

Sıra dışı olma ihtiyacı ve donanım eksikliği

Zeytin Dalı harekatıyla ilgili yapılan değerlendirmelerin isabetini olumsuz etkileyen faktörlerden bir tanesi de “uzmanlık şehveti” olarak isimlendirebileceğimiz yeni, farklı, sıra dışı ve çarpıcı söz söyleme isteğidir. Üzerine konuşulan meselenin diğerlerine benzemezliği ve biricikliği arttıkça, konu hakkında yorum yapan “uzman”ın uzmanlığı da aynı ölçüde yeri doldurulamaz hale gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında tıpkı Fırat Kalkanı’nda DEAŞ’ın teknolojik açıdan üstün düzenli ordu birliklerine karşı bir varlık gösteremediği gibi Zeytin Dalı’nda da PKK/PYD’nin hatırı sayılır bir varlık gösteremeyeceğini söylemek “uzmanlık şehveti”ne ters olacaktı. Bu nedenle uzmanlar Zeytin Dalı bölgesinin coğrafi olarak Fırat Kalkanı bölgesinden, PKK/PYD’nin kapasite olarak DEAŞ’tan farklı olduğunu öne çıkartarak biricik ve benzemez bir vakayla; dolayısıyla biricik ve benzemez bir uzmanlıkla karşı karşıya olduğumuzu göstermek istediler.


Son olarak harekatı değerlendiren uzmanların hem kamuoyunun hem de kendilerinin zannettikleri kadar donanımlı olmamaları, harekat hakkında yapılan analizlerin isabetsizliğinin bir diğer nedeni olarak ön plana çıkıyor. Bu eleştiride ön plana çıkan donanım eksikliği askeri meselelere dair akademik veya tecrübi bilgi eksikliği olmaktan ziyade operasyonun planına ve işleyişine dair bir eksikliktir. Her ne kadar Zeytin Dalı harekatında Türk Silahlı Kuvvetleri soğuk savaş reflekslerinden önemli ölçüde sıyrılarak, kamuoyunu sık sık ve nitelikli bir şekilde bilgilendirerek harekatın iletişim boyutunu da eskiye nazaran önemsemiş olsa da, uzmanların nitelikli yorumlar yapmak için ihtiyaç hissettikleri bilgi akışına hiçbir zaman tam olarak erişemedikleri de bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Operasyonun gidişatı hakkında sahadan bilgi aktardığını söyleyen uzmanlar ya cephede savaşan eski silah arkadaşlarından gelen bilgi kırıntılarını takipçileri ile paylaşan emekli askerler veya sınır hattında günübirlik seyahatler gerçekleştiren akademisyenler olmuşlardır. Kişisel olmayan yapısal faktörlerden kaynaklanan bu kısıtlı bilgi akışıyla yapılan yorumlar ise neticede isabetsiz olmuştur. Harekatın hangi cephesinde Türk Silahlı Kuvvetleri ve ÖSO’dan ne kadar askerin yer aldığı, aktif olarak kullanılan ateş gücü, harekatın ilerleme hedefleri ve hedeflerin yakalanma yüzdesi gibi analizi etkileyecek hayati konularda bilinenler, medyanın aktardığı spekülatif bilgilerden ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaptığı kontrollü açıklamalardan (örneğin Zeytin Dalı’nın ilk gününde icra edilen hava operasyonuna 72 uçağın katılması gibi) ibarettir. Harekatın gidişatını etkileyecek konularda kısıtlı bilgiye sahip olan uzmanlar, en iyi ihtimalle akıllarından geçirseler bile kamuoyunda hakim olan söylemin aksine harekatın kolay ilerleyeceğini ifade edememişlerdir. Uzmanların sosyal medya hesaplarından harekât boyunca her gün paylaştıkları ilerleme haritaları, uzmanların saha bilgisine erişimlerinin boyutları hakkında fikir vermektedir. Toplamda birkaç farklı versiyonu olan Zeytin Dalı Operasyonu ilerleme haritası her uzman tarafından “en güncel, en doğru, en kapsamlı” harita olarak paylaşılmıştır.
Sonuç olarak, Türkiye Zeytin Dalı Harekâtı’nı başarı ile yürüterek tahminlerden kısa sürede Afrin’de kontrolü sağlamıştır. Bu süreçte harekâtı yorumlayan uzmanlar yukarıda değerlendirilen noktalarda yanılgı içerisine düşseler de harekâtın kitleselleşmesi, kamuoyunun yorum ve bilgi ihtiyacının giderilmesi, dolayısıyla harekâta kamuoyu desteğinin sağlanmasında önemli bir işlevi yerine getirmişlerdir. Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki askeri güç kullanımının ilerleyen günlerde artarak devam edeceği bilinirken, askeri performansın olduğu kadar uzmanlık, iletişim ve algı performansının da değerlendirilmesi önem kazanmaktadır.

Tehlike dolu Avrupa: Paris, Berlin, Brüksel, Barselona

Avrupa turizm açısından turistlerin en çok tercih ettiği yerlerin başında geliyor. Ancak bir hayal ile yapılan planların hüsrana dönüşmesi an meselesi. Nedeni ise tehlike dolu şehirler...

Kimilerine göre hayalin, kimilerine göre medeniyetin başkentidir Avrupa. Her yıl en çok gezilen, görülen yerlerden olan Avrupa kentleri, içerdiği güzel rotalar kadar tehlike de barındırıyor. Öyle ki tatil planlarınızı mahvedecek kadar.
TDP’nin  dış haberler editörü olarak son aylarda Avrupa'dan kaygı verici haberleri takip ediyorum. Yaz ayları yaklaşırken gezi planı yapacaklar için TDP’nin seyahat kategorisinde Avrupa'nın en riskli 4 büyük destinasyonunu sizler için listeledim.

AYLAR SÜREN GREVLER VE POLİS COPU

Tarih boyunca en romantik kentlerden biri olarak görülen Paris, Eyfel Kulesi, Şanzelize, aşıklar köprüsü ile dünyanın en çok turist alan yerlerinden biri. Her yıl milyonlarca turistin akın akın ziyaret ettiği bu yer aslında bahar ile yaz aylarınızı zehir edecek potansiyele sahip. Sebebi ise şiddete dayalı eylemler...
Her yıl aralıksız olarak Mart ayının sonlarına doğru başlayıp Yaza kadar devam eden grevlerde, memnuniyetsiz STK'la hükümet karşıtı gösteriler gerçekleştirerek aralıksız eylemler yapıyor. Bu eylemler özellikle polis şiddetine dönüştüğünde olayla hiç alakanız olmasa dahi polisin şiddetinden nasibinizi alabilirsiniz.
Bununla da yetinmeyen göstericiler, sendikalar ile birlikte grev yaparak iş bırakmaya gidiyor. Öyle ki; Fransa'da havalimanına geldiğinizde sizi merkeze bırakacak bir araç dahi bulamayabilir, ya da Türkiye'ye dönmek üzereyken uçağınızın grev nedeniyle kalkmayacağı uyarısını alabilirsiniz.

AŞKIN MI SUÇUN MU BAŞKENTİ: PARİS

Paris'i tehlikeli kılan bir diğer unsur ise suçun fazlaca işlenmesi. Geçtiğimiz günlerde Fransız bir araştırma şirketi özellikle kadınlar arasında yaptığı ankette, Parisli kadınlar güven duygusunu yitirdiği, artan taciz tecavüz olayları nedeniyle dışarı çıkmaya dahi korktuklarını belirtmişti. Aynı araştırma kapkaç, hırsızlık olaylarındaki artış nedeniyle de suç iklimi oluşan kente duyulan güvenin azaldığını belirtiyordu.

TERÖR PARİS'TE

Ve tüm bu durumların dışında, Paris'te gerçekleşen terör saldırıları sonrasında askerler sokağa inmiş, güvenliği sağlamak adına yakın zamana kadar çevrede kontrol oluşturuyordu. Askerlere rağmen gerçekleştirilen bu saldırılar Paris'e gidildiğinde bir risk olarak karşımıza çıkıyor.

IRKÇILIK, PKK VE DEAŞ: BERLİN

Avrupa İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana belki de ırkçılığın, yabancı düşmanlığının en çok yaşandığı dönemin içinde. Müslümanlara ve Türklere yönelik saldırıların gün be gün artış gösterdiği Avrupa topraklarında en çok yabancı düşmanlığı Berlin'de yapılıyor.

Almanya'nın başkenti Berlin köklü tarihi ve etkileyici mimari dokusuyla turistleri kucaklıyor ancak, halk pek de öyle değil. Özellikle gurbetçi Türklerin bile zor zamanlar geçirdiği kentte, ırkçılık had safhaya ulaştı. Neo Nazi geleneklerinin yeniden hortlatıldığı Berlin'de bu duruma polisler de pek bir şey yapamıyor.
Yapamıyordan ziyade yapmıyor demek daha doğru olur, zira onlar şu sıralar PKK'lıları ve terör örgütü yandaşlarını korumakla, kollamakla meşgul. Afrin'de gerçekleştirilen Zeytin Dalı Harekatı'nı bahane eden terör savunucuları her gün sokaklarda terörist paçavralarıyla eylemler gerçekleştiriyor, güpegündüz Türklere yönelik tehditler savuruyor, camileri yakıyor, STK'lara saldırıyorlar.
Tabii ki teröristlerin bu kadar cüretkar olmalarına sebep olan ise Alman polislerinin koruyuculuğunda eylemlerini gerçekleştiriyor olmaları.
Suriye'den DEAŞ'ın etkinlik gösterdiği zamanlarda Almanya en çok terörist üreten Avrupa ülkelerinden biriydi. Suriye ve Irak topraklarında DEAŞ terörünün sona erdirilmesiyle buralardan kaçan DEAŞ'lı teröristler, yuvaları olan memleketlerine geri döndüler.
İşte Avrupa'nın en çok terörist üreten topraklarından olan Almanya'ya da bir çok terörist geri döndü. Bu durum Almanya'ya ve hatta Berlin'e gidişi daha problemli kılıyor.

UMURSAMAZ ÜLKENİN VURDUMDUYMAZ POLİSLERİ: BRÜKSEL

Avrupa'nın en çok terör saldırısı ile karşılaşan yerlerinden biri de Belçika. Buna sebep olarak Müslüman nüfusun çoğunlukta bulunduğu Molenbeek kenti gösteriliyorsa da aslında bu iddia tamamen Müslümanları karalama ifadesi.
Avrupa'da gerçekleştirilen saldırıların Molenbeek'ten çıkan teröristlerce yapıldığı iddiasına ilişkin kuvvetli kanıtlar bulunsa da, burada polislerin zafiyeti ortaya çıkıyor. En ufak bir olaya bile çeşitli prosedürlerle yaklaşarak sorun çözmekten uzak bir tavır sergileyen Belçika polisleri, sorunu çözmek bir yana daha da büyük hale getiriyorlar.
Öyle ki; geçmişte Türkiye'nin "terör saldırısı olabilir" istihbarat paylaşımına  rağmen önlem almayarak, verilen isim listelerini dahi dikkate almayan Belçika polisi, yalnızca birkaç hafta sonrasında terör eylemi ile sarsılmıştı.
Yani bu ülkeye yapacağınız ziyaretlerde bir kere daha düşünmenizi, polisler tarafından pek de güvenliğinizin sağlanmayacağınızı bilmenizi isterim.

BAĞIMSIZLIK ARAYIŞLARI, TURİST KARŞITLIĞI:BARSELONA



Barselona yıllık 80 milyon turist ile dünyanın en çok turist alan ülkesi, ancak Barselona'dakiler pek de misafirperver değiller. Turistlerin Barselona'ya gelmesinden bıkan halk, eylemler yaparak turist karşıtlığı yapıyorlar. İlginç, belki de dünyada tek ama gerçekten turist karşıtlığı yapıyorlar. Hem de bağıra çağıra, kaba güce baş vurarak.
Özellikle geçtiğimiz yıl içerisinde başlatılan Bask ve Katalonya bölgelerindeki eylemlerde turist otobüslerine taşlı sopalı saldırılar gerçekleştiren yerel halk, Barselona, Mayorka ve San Sebastian şehirlerinde turistlere karşı bazı şiddet içeren eylemler gerçekleştirildi.
Yani sadece turistik olarak gittiğiniz Barselona'da pek de misafirperverce kabul edilmeyebilirsiniz...
Barselona'nın bir diğer tehlikeli yanı ise bağımsızlık yanlıları. 1 Ekim 2017 tarihinde gerçekleştirilen bağımsızlık yanlısı referandumdan sonra polislerin sert tavrıyla karşı karşıya kalan Katalanlar, şiddete varan müdahalelere maruz kaldılar.
Özellikle Barselona'nın siyasi lideri olan ancak kaçak bir sığınmacı statüsündeki Carles Puigdemont'un Almanya'da gözaltına alınması nedeniyle ayaklanmalar yeniden baş gösterdi.

Katalanların sivil itaatsizlik ve eylem çağrıları polislerin yine sert müdahaleleri ve şiddetine dönüştü. Bu süreç içinde gezmek ve bir Barcelona maçı izlemek için yaptığınız seyahat, sizin için cehenneme dönüşebilir.
Tüm bunların ışığında Barselona seyahatinizi de tehlikeleri ile birlikte değerlendirmeli, Avrupa genelinde yaşayabileceğiniz bu durumları göz ardı etmemenizi öneririm.


25 Mart 2018 Pazar

Zeytin Dalı Harekatı'nın muhtemel siyasi sonuçları

Zeytin Dalı Harekatı’nın Kuzey Suriye’de ortaya çıkardığı yeni güç dengesi, Suriye krizinin siyasi çözüm aşamasını da etkileyecektir.
Türkiye’nin Afrin bölgesindeki YPG varlığını ortadan kaldırmaya dönük Zeytin Dalı Harekatı sona erdi. Harekatın ilk ayı nispeten zorlu geçse de sınır bölgesindeki YPG direnişinin kırılması ile birlikte operasyon hız kazandı ve kısa süre içinde Afrin kuşatması tamamlandı. Bu süreçte YPG’liler kırsal alanları boşaltarak, Afrin merkeze doğru çekildi. Beklenti YPG'nin Afrin merkezde şehir savaşına hazırlandığı yönündeydi. Ancak bunun aksine YPG şehir merkezinde de hiçbir direniş sergileyemedi ve Afrin neredeyse hiçbir çatışma yaşanmadan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nun kontrolüne geçti.
Zeytin Dalı Harekatı’nın askeri boyutuna ilişkin değerlendirmeler sıklıkla yapıldı. Ancak bunun kadar önemli olan Afrin’in Türkiye kontrolüne geçişinin bundan sonra Suriye krizinin seyri, Türkiye’nin YPG ile mücadelesi, Suriye’de Türkiye-ABD rekabeti ya da işbirliğine olası etkileri, YPG’nin ulusal ve uluslararası ittifakları üzerindeki etkilerinin neler olacağıdır.


Zeytin Dalı Harekatı’nın Türkiye açısından en önemli sonucu askeri caydırıcılığının tesisi olmuştur. Fırat Kalkanı Harekatı ile kıyaslandığında çok daha zorlu bir coğrafyada çok daha fazla sayıda militan ile mücadele etmek durumunda kalan TSK çok kısa bir süre içinde ve çok daha az kayıp vererek operasyonu tamamladı. Askeri kapasitesini ortaya koyan ve bunu kullanma iradesi olduğunu gösteren Türkiye’nin Münbiç ve Fırat’ın doğusunda YPG ile mücadelede elinin güçleneceği açık. Her şeyden önce ABD, TSK karşısında hiçbir direnç sergileyemeyen YPG’yi nereye kadar ve nasıl koruyabileceği konusunda sorgulama içine girebilir. Bu yeni durum ABD’yi iki şekilde hareket etmeye zorlayacaktır. ABD ilk seçenek olarak Türkiye’yi tatmin etmek için Münbiç konusunda bazı tavizler vermeye yönelebilir. İkinci seçenek ise Münbiç’te YPG’ye sağladığı koruma kalkanını güçlendirme yoluna gidebilir. ABD’nin ikinci seçeneği tercih etmesi daha yüksek ihtimal. Zira ABD Afrin’de korumayı başaramadığı YPG’yi kendi askeri koruması altındaki Münbiç’te de koruyamazsa örgütü kaybedeceğini biliyor. YPG gerçekten de Münbiç’te olası bir Türkiye-ABD uzlaşısı halinde İran/rejim ittifakına yönelmeyi düşünebilir.
Arap nüfusun YPG tepkisi
Zeytin Dalı harekatı, YPG’nin Münbiç ve Fırat’ın doğusunda Araplarla işbirliğini de kırılgan hale getirecektir. YPG’nin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) bünyesinde Arap unsurlarla kurduğu ittifaklar zaten çıkar ve Arap aşiretlerin yerel güvenliklerini garantiye alma motivasyonuna dayanıyor. YPG’nin Arap nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde, meşruiyetinin neredeyse hiç olmadığı biliniyor. Özellikle Münbiç, Suriye krizinin başından bu yana rejim muhalifi kimliği ile öne çıkmış bir şehir ve halen ÖSO içinde de Münbiçliler ağırlıkta. Dolayısıyla YPG’nin Zeytin Dalı harekatı ile ortaya çıkan zaafiyeti, Münbiç içindeki algıları değiştirecektir. Zaten uzun zamandır Münbiç’te halkın bir kısmı, YPG karşıtı gösteriler düzenliyor. Önümüzdeki dönemde bu olaylarda artış yaşanabilir. Münbiç’te YPG’ye karşı harekete geçmek için fırsat kollayan kesimler, Türkiye’nin Münbiç konusunda ciddi olduğunu görmek ve ona göre pozisyonlarını belirlemek istiyor. Zeytin Dalı, Türkiye’nin söylemin ötesinde askeri gücünü kullanma iradesinde olduğunu ortaya koyması ve YPG’nin hiçbir direnme şansının olmadığını göstermesi açısından önemli. Uluslararası baskıların da Türkiye’ye engel olamayacağı ortaya çıkmıştır.
YPG’nin Afrin’de kaybetmesi kadar kaybetme şekli de önemli. Zeytin Dalı’nın ilk aşaması sayılmayacak olursa, neredeyse hiçbir direniş sergileyemeyen, savaşma iradesi kalmamış ve şehir merkezini dahi kaçarak terk eden bir örgüt görüntüsü ortaya çıkmıştır. Bu durum YPG içindeki Suriyeli unsurları, kendilerini PKK’nın bölgesel hedeflerine kurban etmeme yönünde bir sorgulamaya itebilir. Bu durumun doğal sonucu önümüzdeki dönemde YPG içinde PKK kadroları ve Suriyeli unsurlar şeklinde bir ayrışmanın ortaya çıkmasıdır. Bu argümanı destekleyen bir veri, Afrin merkezde YPG’nin nasıl hareket temesi gerektiği konusunda PKK kadroları ile yerel militanlar arasında çıkan görüş ayrılığıdır. PKK liderleri, son güne kadar Afrin’de direnme çağrısı yaparken, Afrin’deki Kandil kadroları savaş seçeneğini zorlarken, yerel militanlar buna uymayıp kaçmayı tercih etmiştir.
Rusya-Türkiye işbirliği daha da artabilir
Zeytin Dalı Harekatı’nın Kuzey Suriye’de ortaya çıkardığı yeni güç dengesi, Suriye krizinin siyasi çözüm aşamasını da etkileyecektir. TSK ile birlikte Suriyeli muhalifler de kuzeyde giderek güçlenen bir aktör olarak öne çıkıyor. İdlib’de Zeytin Dalı harekatının sonlanması ile yedinci gözlem noktası kuruldu. 12 gözlem noktasının tamamlanması ile İdlib’de en azından orta vadede muhaliflerin kontrolü güvence altına alınmış olacak. Böylece Cerablus’tan başlayarak Cisr eş-Şugur’a kadar uzanan bir alanda ÖSO bölgesi ortaya çıkacak. Türkiye koruması altındaki bu alan siyasi çözüm masasında rejimin taviz vermeye daha açık olmasını sağlayacaktır.
Afrin sonrasında Suriye’deki Türkiye-Rusya işbirliğinin de güçlenmesi beklenebilir. Türkiye, ABD ile Münbiç konusunda anlaşma sağlanamaması halinde kademeli olarak bu şehir üzerindeki baskısını artıracak. Afrin sonrası süreçte Türkiye’nin YPG ile mücadele konusundaki adımları artık daha fazla Rusya desteği alabilir. Zira artık hedefte olan YPG alanları, aynı zamanda ABD nüfuz bölgeleri. Rusya, rejim ve İran ile birlikte Suriye’nin doğusunda ABD ile giderek çatışmacı bir hal alan rekabet içinde. Rejim yanlısı güçler, Deyr ez Zor bölgesinde birkaç kez SDG bölgelerine müdahale etmek istese de ABD’nin sert cevabı ile karşılaştı. Ancak Türkiye’nin de Münbiç üzerindeki baskıyı artırması, ABD’nin daha fazla sıkışması sonucu doğuracağı için söz konusu aktörler tarafından da olumlu karşılanabilir.
YPG’nin Afrin’i kaybetmesi ile Rusya’ya askeri bağımlılığı kalmadı ve örgüt tamamen ABD koruması altına girdi. Ayrıca YPG, Zeytin Dalı harekatına yeşil ışık yakması nedeniyle Rusya’yı da sorumlu tutuyor. Bu nedenle yakın vadede Rusya-YPG ilişkilerinde de kırılma yaşanması muhtemel ve bu da Türkiye’nin Rusya ile işbirliği zeminini güçlendirecek, Türkiye-ABD gerginliğini artıracaktır.
Rusya Afrin konusunda Türkiye’ye karşı büyük ölçüde destekleyici bir tavır aldı. Ancak aynı durumun Suriye’deki müttefikleri İran ve rejim açısından da geçerli olduğunu söylemek mümkün değil. Hatta İran’ın Afrin konusundaki tavrı nedeniyle Rusya’ya tepkili olduğu söylenebilir. Bunun en net işareti Zeytin Dalı Harekatı devam ederken rejim yanlısı ve İran destekli milis güçlerin YPG’ye destek olmak için Afrin’e girmesi oldu. Muhtemelen bu adım Rusya’nın bilgisi dahilinde ancak onayı ve desteği ile gerçekleşmedi. Rusya’nın Türkiye ile İran/rejim arasında tarafsız kalması askeri üstünlüğü elinde bulunduran Türkiye’yi öne çıkardı ve Türkiye YPG’lilerin yanı sıra ona destek veren Şii milis unsurları da hedef aldı. Dolayısıyla İran’ın hamlesi tamamen boşa çıktı. Rusya’nın bu tavrında Türkiye ile Suriye dışında da sürdürülen işbirliğinin rolü önemli. Ancak Rusya muhtemelen Suriye’de güçlenen İran’a karşı Türkiye’nin dengeleyici gücüne de ihtiyaç duyuyor. Zira Afrin’deki tablonun bir benzeri İdlib’de yaşanıyor. İdlib’de gözlem noktalarını kurmak için ilerleyen Türk ordusu İran destekli milislerin saldırılarına maruz kalırken Rusya’nın gözlem noktalarının kurulmasını desteklediği görülüyor.
Suriye'nin kuzeyinde yeni güç dengeleri


Zeytin Dalı Harekatı’nın sonuçları muhtemelen İran ve rejimin kaygılarını daha da artıracaktır. Artık Türkiye ÖSO ile birlikte Halep’teki rejim bölgeleri üzerinde daha fazla baskı uygulyabilir konuma geldi. Astana süreci nedeni ile taraflar arasında çatışma beklentisi bulunmasa da her iki taraf birbirlerinin niyetlerine güvenmiyor. İran özellikle kendisine bağlı milis güçlerin kontrolündeki Nubul ve Zehra yerleşimlerinin tehdit altına girdiği düşüncesi içinde olabilir.
İran ve rejimin YPG/PKK’ya dönük tavrında ise örgütün bundan sonra Münbiç ve Fırat’ın doğusunda nasıl bir yol takip edeceği belirleyici olacak. Mevcut ittifaklar üzerinden bakıldığında Türkiye’nin Münbiç ve Fırat’ın doğusunda baskısını arttırması, bu aktörler tarafından olumlu karşılanacaktır. Ancak ABD tehdidinin başka bir tehdit olarak gördüğü ÖSO ile ikamesi de tercih edilmeyecektir. Münbiç ve Fırat’ın doğusunda ABD-YPG ittifakının devamı Türkiye-İran koordinasyonu için zemin hazırlayabilir. Ancak İran ve rejim bundan ziyade YPG’yi kendi kamplarına çekmek isteyebilir. Bu işbirliği imkanı olduğu Afrin’de görüldü. ABD’nin Suriye’de öncelikli tehdit olarak gördüğü Şii milislerin YPG’li militanlarla birlikte fotoğraf vermesi, ABD’de bazı şüpheler uyandırmıştır. ABD, YPG’yi Münbiç’te de koruyamazsa örgütün İran eksenine kayması olasılığının farkında olabilir. Böylesi bir senaryo Türkiye-ABD yakınlaşmasını beraberinde getirecektir. Türkiye ise ittifaklarını nasıl belirleyeceği konusunda çok net. Türkiye açısından YPG ile birlikte hareket eden her aktör tehdit olarak değerlendirilecek.

google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html