![]() |
Tamer Ashraf |
ABD Başkanı Donald Trump'ın yeni dışişleri bakanı adayı Mike
Pompeo ile yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, özellikle İran ve Kuzey
Kore konusundaki "şahin" görüşleriyle tanınıyor ve bu iki ismin
Amerikan dış politikasını daha fazla "askerileştirmesinden" endişe
ediliyor.
ABD Başkanı Trump'ın son iki kabine değişikliği, yeni
isimlerle daha sert bir dış politika sinyali verilmesi sebebiyle ülkede
tartışmalara yol açtı.
13 Mart'ta Twitter'da yaptığı açıklamayla Dışişleri Bakanı
Rex Tillerson'ın yerine mevcut ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü
Mike Pompeo'nun geleceğini duyuran Trump, 22 Mart'ta yine Twitter'dan yaptığı
açıklamayla 9 Nisan'dan itibaren mevcut Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral
Herbert Raymond McMaster'ın yerine ABD'nin eski BM Daimi Temsilcisi John
Bolton'ın görevi devralacağını ilan etti.
10 günde kabinesindeki en önemli isimlerden ikisini
değiştiren Trump'ın, özellikle Bolton gibi Amerikan kamuoyunda "savaş
yanlısı" görüşleriyle tanınan bir ismi Beyaz Saray'daki en önemli danışma
makamına getirmesi dikkat çekti.
2005-2006 yılları arasında dönemin Cumhuriyetçi ABD Başkanı
George W. Bush döneminde ülkesini BM'de temsil eden Bolton, özellikle İran ve
Kuzey Kore konusunda savaş ve rejim değişikliği önerecek düzeyde "şahin"
söylemleriyle biliniyor.
Amerikan Askeri Akademisi mezunu olan Pompeo ise, kongre ve
CIA tecrübesinin ardından diplomasinin merkezi olan Dışişleri Bakanlığında da
şahin görüşlerini muhafaza edecek gibi görünüyor.
Bu iki isim de savundukları yaklaşımlarla halihazırdaki
kısmen "askerileşen" Amerikan dış politikasını daha da fazla
askerileştirecek isimler olarak görülüyor.
Trump'ın Tillerson memnuniyetsizliği
Trump'ın Tillerson'ı gönderirken kamuoyuna en fazla yansıyan
şikayetlerinin başında eski Exxon CEO'sunun "İran'la nükleer anlaşmanın
bozulmasına karşı çıkması" ve "Kuzey Kore ile diplomasi seçeneğine vurgu
yapması" gösteriliyordu.
Trump, her ne kadar son dönemde Pyongyang ile adeta
diplomasi baharı yaşasa da tam da Tillerson'ın bu yöndeki bazı girişimleri
yüzünden onu kamuya açık şekilde eleştirmiş, "boşa uğraşmakla"
suçlamış ve daha da kötüsü Tillerson'ın istifa edeceği haberleriyle yıpranmasına
zemin hazırlamıştı.
Amerikan dış politikası "askerileşiyor"
Koltuğa oturduğu günden itibaren Amerikan dış politika yapım
süreçlerini önemli ölçüde Pentagon'a bırakan ve Dışişleri Bakanlığının önceki
ağırlığını de facto olarak azaltan Trump, kabinesine asker kökenli birçok ismi
getirerek tüm dünyaya "ben komutanlarıma herkesten fazla güveniyorum"
mesajı vermişti.
Amerikan dış politikasındaki bu "askerileşme"
eğilimi, sorunların diplomasi kanallarıyla değil de yine askeri yol ve
yöntemlerle çözülebileceği kanısını Washington'da daha fazla oturttu.
Washington'daki bu yeni denge Tillerson'ın diplomasi ve
müzakere alanını görece olarak daraltırken, bakanlığın bütçesinin de kesintiye
uğraması (ve buna mukabil Pentagon'un bütçesinin kayda değer ölçüde
artırılması), Trump'ın dış politikaya nasıl baktığını açıkça ortaya koyuyordu.
Böyle bir ortamda İran'la nükleer anlaşmayı çöpe
atabileceğini söyleyen Trump'a karşı çıkan ender kişilerden biri olan
Tillerson, son olarak Kuzey Kore'ye aşırı yüklendiğini düşündüğü Başkan'a bu
noktada da yan gözle bakarak "istenmeyen adam" noktasına geldi.
Buna mukabil Trump'ın bugüne kadarki eylemleri, onun
diplomatlardan ziyade askerlerle daha iyi çalışabileceğini ve buna uygun dış
politika adımları atabileceğini ortaya koymuş durumda.
Hedef ülke İran
Trump'ın İran ve Kuzey Kore konusunda Tillerson'dan
beklediği sertliği Pompeo'da ve Bolton'da bulabilmesi oldukça yüksek ihtimal
olarak görünüyor. Tillerson'dan farklı olarak İsrail yanlısı ve İran karşıtı
söylemleriyle meşhur olan Pompeo eğer ABD İran'la savaş düzeyinde karşı karşıya
gelirse Trump'ı durdurmayacak bir isim.
Öte yandan Pompeo'nun, Tillerson'dan farklı olarak
Washington'da azalan Dışişleri Bakanlığı ve diplomasi alanını genişleteceğine
da kesin gözüyle bakılıyor. Fakat yine de bu durumun Amerikan dış politika
yapım süreçlerine daha fazla diplomasi olarak yansıyacağını söylemek için henüz
çok erken.
Pompeo'nun Kongre ve devlet tecrübesinin diplomasiye ne
derece yapıcı ve olumlu yansıyacağını görmek için birkaç ay daha beklemek
gerekiyor.
İran söz konusu olduğunda ise ABD'nin Ortadoğu politikalarında
bundan sonra İsrail'in ağırlığının daha fazla hissedileceği bir sürece
girilmesi muhtemeldir. Zaten Kudüs kararıyla İsrail konusunda nerede durduğunu
tüm dünyaya gösteren Trump, İran'la nükleer anlaşmayı sona erdirecek ve
Tahran'la kafa kafaya gelecek bir sürecin kapısını Pompeo ve Bolton ile daha kolay
açabilir.
Trump'ın kulağına "neo-muhafazakar" Bolton
fısıldayacak
Öte yandan Amerikan kamuoyunda son iki değişikliği ele alan
analizlerin çoğunda Bolton için "akıllı ve çok tehlikeli" nitelemesi yapılıyor.
Trump'ın Tillerson gibi McMaster'dan da İran ve Kuzey Kore
konularında memnun olmadığı ve kendi çizgisine daha yakın ve sert bir ismi
getirmeyi düşündüğü konuşuluyordu. Ancak Bolton gibi ABD'nin 2003'teki Irak
işgaline doğrudan destek vermiş, İran ve Kuzey Kore'de açıkça rejim
değişikliğini savunan ve İran'la nükleer anlaşmaya başından beri karşı olan bir
isim, Cumhuriyetçi çevrelerde bile kısmen şaşkınlıkla karşılandı.
McMaster "askeri stratejiler" konularındaki
becerileriyle kamuoyunda bilinirken, Bolton ise daha ziyade neo-muhafazakar
görüşleriyle öne çıkıyor. ABD'nin Irak'ı işgaline verdiği güçlü destekle
hatırlanan Bolton'ın 2015 yılındaki "İran’ın bombasını durdurmak
istiyorsan İran’ı bombala” açıklaması hala hafızalarda.
Trump'la İran konusunda söylemleri aynı
Trump'ın Pompeo ve Bolton ile daha rahat ve
"eşgüdüm" halinde çalışacağını söylemek mümkün, zira her iki isim de
seleflerine kıyasla Trump'la daha uyumlu söylemlere sahip; ancak bunun
özellikle İran'a karşı daha sert kararlar alma noktasında ortaya çıkacak bir
rahatlık olacağına dikkat çekiliyor.
Buna mukabil, bu eşgüdümün Amerikan dış politikasına daha
fazla diplomasi, müzakere, müttefiklerle işbirliği ve uluslararası konularda
çok taraflı karar alma süreçlerine katılım anlamına geleceğine ilişkin fazla
emare görünmüyor.
Beyaz Saray'da Trump'ın kulağına en fazla fısıldayacak kişi
olarak Bolton'ın seçilmiş olmasının belki de başka "hikmetleri"
vardır; ancak şu anda Washington'da bu tercihin İran konusunda daha sert dış
politika için atılmış bir adım olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça fazla.
Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkiler?
Kuşkusuz bu iki yeni şahin kabine üyesinin Türk-Amerikan
ilişkilerine nasıl bir soluk getireceği Türkiye açısından çok daha önemli.
Özellikle Pompeo'nun daha önce Kongrede Türk-Amerikan dostluk grubu üyesi
olması, Türkiye'yi tanıması ve CIA Direktörü olunca ilk ziyaretini Ankara'ya
yapmış olması, onun Türkiye'nin stratejik önemini anladığını gösteren emareler
olarak okunabilir.
Bu bakımdan Pompeo'nun göreve başladıktan sonra ilk birkaç
ayındaki performansı, onun Türk-Amerikan ilişkilerinde Tillerson'dan daha iyi
bir "sorun çözücü" olup olmadığını gösterecektir.
Buna ilaveten Bolton'ın neo-muhafazakar görüşlerini ve
Türkiye ile ilgili bazı olumsuz söylemlerini Beyaz Saray'a ne ölçüde
taşıyacağını görmek için de zamana ihtiyaç var.
Ancak tamamen kötü bir dönem geçirdikten sonra toparlanma
evresine giren Türk-Amerikan ilişkilerine bu iki önemli ismin yapacağı olumlu
ve olumsuz her katkı ikili ilişkilerin kaderini doğrudan etkileyecektir.