BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

31 Ağustos 2020 Pazartesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Dünya'ya Hodri Meydan

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Savunma Üniversitesi Harp Okulları Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreninde konuştu.. Doğu Akdeniz'de kararlı duruşun devam edeceğini söyleyen Erdoğan, 'Hodri meydan' diyerek. "Önce 2023 hedeflerimizi hayata geçirecek, ardından evlatlarımıza 2053 ve 2071 Türkiyesi'ni miras bırakacağız. Ok yaydan fırlamıştır ve mutlaka hedefini bulacaktır." mesajını verdi.


Son dakika haberi: Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da Milli Savunma Üniversitesi Harp Okulları Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreninde konuştu.

Erdoğan'ın konuşmalarından satır başları:

15 Temmuz darbe girişiminin ardından yeniden yapılandırdığımız Milli Savunma Üniversitemizin mezun sayısı 19 bin 600’e ulaşmış bulunuyor.

MSÜ’ye bağlı Harp okullarımızın başarılı çalışmalarını yakından takip ediyorum.

Yeni yapısıyla üniversitemizin her geçen yıl daha da güçlendiğini görmekten memnuniyet duyuyoruz. Artık bu noktadan geri gidiş asla söz konusu değildir olmayacaktır.

Terörle mücadelemize, Akdeniz ve Ege başta olmak üzere bölgedeki hak ve menfaatlerimize yönelik tehditler de eklendi.

Subay ve astsubay kadrolarımızı ne kadar iyi yetiştirir ne kadar donanımlı hale getirirsek kendimizi o derece güvende hissederiz.
TSK’yı da içeriden çökertme girişimlerinin boşa çıkması milletimizin ordumuzu sahiplenmesi şeklinde gerçekleşmiştir.

BEYHUDE BİR GAYRET
Kimi tarihçilerin dediği gibi 'biz ordusu olan bir toplum değil bizatihi kendisi ordu olan milletiz.' Bu hakikatin idrakinde olmayan kimi gafillerin ve hainlerin ısrarla ordumuzla milletimizi ayrıştırmaya çalışması, beyhude bir gayrettir.

Savunma sanayimize yaptığımız yatırımları, insan kaynağıyla tahkim ederek tüm tehditlerle etkili mücadele halindeyiz.



YUNAN HALKI MUHTERİS YÖNETİCİLERİ YÜZÜNDEN BAŞLARINA GELECEKLERİ KABUL EDİYOR MU?
Maruz kaldığımız her saldırı mücadele azmimizi daha da perçinledi. Geldiğimiz yer geleceğimize daha güvenle bakmamızı sağladı. Kendimizden daha emin bir şekilde düşmanlarımıza hodri meydan diyoruz. 

Karada, denizde, havada karşımıza çıkacak herkes Türkiye’nin çıkarlarını koruma hususunda kararlılığını görmüştür.
Biz mücadeleden kaçmayız, biz bu mücadelede şehitler gaziler vermekten çekinmeyiz.

Yunan halkı muhteris ve kifayetsiz yöneticileri yüzünden başlarına gelecekleri kabul ediyor mu? Fransız halkı muhteris ve kifayetsiz yöneticileri yüzünden ödeyeceklerini biliyor mu?

Biz binlerce yıllık devlet tarihimizin ve Anadolu'daki bin yıllık varlığımızın her gününü mücadeleyle geçirmiş bir millet olarak tüm bu gerçeklerin idrakindeyiz. 

Her karışı şehit kanlarıyla yoğrulmuş bu vatanda ödediğimiz bedelleri gayet iyi biliyoruz. Bugün de girdiğimiz yolda her türlü bedeli ödemeye kararlıyız. Aksi takdirde bizi bu topraklarda bir gün dahi barındırmayacaklarının farkındayız.



Her ne yapıyorsak onlara rağmen yaptık, yapmayı sürdüreceğiz. Allah'ın yardımıyla Türkiye'nin aşamayacağı hiçbir engel olmadığına yürekten inanıyorum.

Türkiye tarihi boyunca hiçbir zaman saldırgan bir devlet olmamıştır, sömürge lekesi olmayan nadir devletlerden biridir. Bizim fetih anlayışımız inanç, köken, meşrep ayrımı gözetmeksizin vatan toprakları üstündeki herkesin yaşamasını ve yaşatılmasını ifade eder.

Ayağımızın bastığı her yerde gönüller kazanmanın, imar etmenin, eser bırakmanın gayreti içerisindeyiz.

OK YAYDAN FIRLAMIŞTIR
Ülkemizin bu onurlu duruşu asırlık hesapların bozulmasına yol açıyor.

Dünya beşten büyüktür haykırışımla küresel bir uyanışa vesile olduğumuz bu süreç gümbür gümbür devam ediyor.
Maalesef ülkemizdeki bazı kesimler de bilerek veya bilmeyerek bu sinsi oyuna alet olmaktadır.

Dünyadaki koronavirüs salgınıyla en başarılı mücadelelerden birini yürütmemize rağmen bu hususta Türkiye'yi karalamaya çalışanlar gerçek niyetlerini ve yüzlerini ortaya sermişlerdir.

Güvenlikten kadın cinayetlerine kadar her konuda benzer çarpıtmalara rastlanmıştır.
Önce 2023 hedeflerimizi hayata geçirecek, ardından evlatlarımıza 2053 ve 2071 Türkiyesi'ni miras bırakacağız. Ok yaydan fırlamıştır ve mutlaka hedefini bulacaktır.

HER ZAFER BİR SONRAKİNİN HABERCİSİDİR
Ağustos ayı tarihimizde zaferler ayı olarak yerini almıştır.Batı'da ise Belgrad'ın fethinden Mohaç'a kadar uzanan pek çok zaferi yine Ağustos'ta kazandık. Kıbrıs'ı da bir Ağustos ayında vatan topraklarımıza kattık.

Büyük Taarruz da Ağustos ayının milletimize bir hediyesidir. Fırat Kalkanı harekatımızı da dört yıl önce bir Ağustos ayında gerçekleştirdik.

Tarihteki hiçbir zafer bir diğerinin alternatifi değildir. Tam tersine her zafer bir öncekinin tamamlayıcısı, bir sonrakinin habercisidir.
Milletimizin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerimiz havasıyla, deniziyle, karasıyla yeni zaferler için hazırlık yapmaktadır.

Bugün mezun olan teğmenlerimizi bir kez daha tebrik ediyorum. Üniversitemizin yönetimine ve eğitim kadrosuna şahsım, milletin adına şükranlarımı sunuyorum. 

Dost ve kardeş ülkelerden gelerek eğitim ve öğretimlerini tamamlayan teğmenlerimize de gittikleri yerlere en kalbi selamlarımızı götürmelerini rica ediyorum.

Bu duygularla sizleri bir kez daha sevgiyle saygıyla selamlıyorum.


29 Ağustos 2020 Cumartesi

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay'dan AB’ye çağrı: Hakkaniyetli olun, Türkiye geri adım atmayacak

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay, "(AB'den) Hakkaniyet bekliyoruz. Bu hakkaniyet çerçevesinde de Türkiye'nin geri adım atmasını kimse beklemesin." dedi.


Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, başta Doğu Akdeniz olmak üzere bölgesel ve uluslararası gelişmeler ile Türkiye'nin dış politika hamlelerine ilişkin AA'nın sorularını yanıtladı.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de kendi kıta sahanlığında, kendi ekonomik faaliyetlerini yürüttüğünü belirten Oktay'a yöneltilen sorular ve cevapları şu şekilde:
Türkiye orada (Doğu Akdeniz) bir araştırma yaparken başka hedefleriniz mi var, başka bir şey mi yapmak istiyorsunuz? Neden Avrupa bu kadar etkin bir şekilde tepki gösteriyor bize?
Ne yazık ki Avrupa'nın, Türkiye'nin lehine olan, Türk insanının lehine olan, bizim çıkarlarımıza olan hiçbir konuda yanımızda olmayı bırakın tepki vermediğini pek hatırlamıyoruz. Yani böyle yıllarca alıştığı için tepeden bakmacı, kendisini böyle uluslararası mahkemeler gibi görüp, kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verebilecek bir mekanizma gibi, hakkı olmayan ve yeri olmayan bir konumda kendisini konumlandırması ve her şeye kendi açısından, kendi çıkarları açısından da yaklaştığı için sizin çıkarınıza, milletimizin çıkarına olacak her şey bir şekilde tepki vermeyle başlıyor. Avrupa Birliği kusura bakmasın uluslararası bir mahkeme değil, kimin haklı kimin haksız olacağını belirleyen bir mekanizma da değil. Biz de Avrupa Birliği'ni böyle görmüyoruz zaten. Avrupa Birliği; üyeleri olan, bölgesel bir birliktelik sağlayan, siyasi, ekonomik anlamda da birliktelik sağlayan, sağlamaya çalışan bir yapı. Son derece hantal bir yapı ve bazı üyelerinin Yunanistan gibi, açıkça da bunu ifade etmek lazım, şımarıklığına artık illallah diyen ama bir şey yapamayan bir yapı. Şimdi bugün Merkel'in basına yansıyan bir açıklaması var. "Biz üyeler olarak Yunanistan'ın...


(Yanında olmamız gerekiyor)
Yani sanki böyle yanında olmak değil de böyle dinlemek, bakmak "İyi ne yapalım zorundayız." der gibi... Ama Cumhurbaşkanımız ile birebir görüştüğü hemen hemen her zaman da Cumhurbaşkanımız bütün açıklığıyla her şeyi ifade ediyor: Hangi konuda nasıl hareket ediyoruz, niye hareket ediyoruz, gerekçeleri nedir, Türkiye'nin duruşu nedir. Bu konularda aleyhte bir şey söyleyen birebir görüşmelerde hiçbir şey görmüyorsunuz ama çıkıp da kurumsal bir boyuta girdiğinizde karşınızda duvar gibi bir AB görüyorsunuz. Şimdi dolayısıyla Doğu Akdeniz'de nelerin olduğu konusuna biz bizim çıkarlarımız açısından bakıyoruz. Doğu Akdeniz'de bizim karasularımız vardır. Doğu Akdeniz'de kıta sahanlığımız vardır ve Doğu Akdeniz'de bizim şu anda Libya ile imzaladığımız münhasır ekonomik bölge anlaşmamız vardır. İleride görüşmek isteyen ülkelerle de oturup daha da artacak işbirlikleri ve anlaşmalar da olacaktır bu çerçevede. İki şey görüyoruz. Cumhurbaşkanımız bunu net ifade etti. 100 yıl önce Türkiye'ye çizilen bir harita vardı Sevr diye. Adına anlaşma bile demek istemiyorum çünkü anlaşmada iki taraf olur. Pervasızca bir milleti yok etmeye dönük ve pervasızca böyle leş kargaları gibi bir milletin üzerine çöken bir yapının, yüz yıl önceden bahsediyorum, oradan işte 30 Ağustos'u kutlayacağız yarın. Bir milletin kendi bağımsızlığını tekrar aldığı, kendi istiklalini tekrar kazandığı hem de elinde avucunda hiçbir şey olmadan, bir imparatorluğun külleri arasından yeniden doğduğu, bir istiklal mücadelesi sonrasında o haritayı yırtıp attığı dönemi. Şimdi 100 yıl sonrasına geliyoruz, bakıyorsunuz oyuncular hemen hemen aynı. Fazlası var eksiği yok, Almanya gibi...
İngiltere, Fransa var...
Evet, şimdi baktığınızda karada yırttığımız o haritayı şimdi denizlerde bize çizmeye çalışan bir yapı ve buna alet olan bir Avrupa Birliği. Bunun için yine bir araç olarak kullandıkları, alet olarak kullandıkları bir Yunanistan ve Rum Kesimi. Anlaşılıyor ki 100 yıl öncesinde de bunlar Türk milletini yeteri kadar tanımamışlar. Elimizde hiçbir şey olmadığı dönemde, bir atacak kurşunumuz olmadığı dönemde... Kadınımızla erkeğimizle gencimizle yaşlımızla çocuğumuzla bir tas çorbayı paylaşarak, bir ekmeği belki 50 kişi paylaşarak oradan yeniden küllerden doğduğumuz bir yerden... Çünkü bizim milletimizin bir özelliği var. Bizim milletimiz istiklal dediği zaman, bağımsızlığı dediği zaman, söz konusu bağımsızlık olduğu zaman, istiklali olduğu zaman, özgürlüğü olduğu zaman hiçbir şey dinlemez. Bedel ödemekmiş, şuymuş, buymuş umurunda bile olmaz. 15 Temmuz'da da gördük, bunu yeni gördük. Yani 100 yıl önceki ruhun hala canlı olduğunu 15 Temmuz'da da gördük. Çanakkale'deki ruhun bugün canlı olduğunu gördük. 1453'teki ruhun, 1071'deki ruhun canlı olduğunu daha dün Ahlat'ta, Malazgirt'te gördük. Dolayısıyla bugün denizlerde bize aynı haritayı çizmeye çalışıyorlar. 100 yıldır çizmeye çalışıyorlar bunu. Daha doğrusu şunu söylüyorlar, "Kardeşim ben sana zaten bu haritayı çizmiştim." İyi de senin o haritayı çizdiğin zamanlardaki Türkiye yok artık. Lideriyle milletiyle sadece kendi yağıyla kavrulan da değil artık, onun ötesinde kendi haklarıyla ilgili sözünü çekinmeden söyleyen, başkasının hakkında gözü olmayan ama kendi haklarını da hiçbir şekilde yedirmeyecek olan, yedirmeyen bir Türkiye. Türkiye olarak biz bunu söylüyoruz aslında bugün. Doğu Akdeniz'de biz kendi kıta sahanlığımızda normal kendi ekonomik faaliyetlerimizi yürütebiliriz. Kendi ekonomik faaliyetimizi yürütüyoruz. Bir İngiltere, bir Fransa, bir İtalya, bir Amerika, bir Rusya, bir Çin, bir başka ülke, kendi kıta sahanlığında kendi faaliyetlerini yürüttüğü zaman hiçbir ses çıkmıyor da Türkiye kendi kıta sahanlığında Doğu Akdeniz'de kendi gemisiyle kendi kaynaklarını araştırdığında niye kıyamet kopar, anlaşılır gibi değil. Harita ile alakalı da ondan. Harita ne diyor biliyor musunuz? "Adımınızı dahi denize atmayacaksınız." diyor. AB açıklama yapıyor, "Biz bu haritayı tanımıyoruz." diyor. "Yunanistan böyle bir harita yapmış, adına da Sevilla demiş, çalıştırmış falan, onun şımarıklığı zaten yapar. Biz de bıktık zaten, usandık." diyor ama açıkça bunu çıkıp da söyleyemiyor.



Kapalı kapılar ardında...
Kapalı kapılar ardında artık onlar da illallah demiş durumda. Onlar da yaka silkmiş durumda ama sonuçta kendi çıkarına da bir şekilde kullandı ama sonuçta bedelini Yunanlı, Yunanistan şey değil aslında, vatandaşın ödeyeceği bir sonuca doğru gidiyorlar farkında değiller. Yunan vatandaşlarının bunun hesabını kendi hükümetlerinden sormaları gerekiyor. Yani yeni bir maceraya gitmemeleriyle alakalı. Çünkü Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Devleti ve milleti bedel ödemekten hiçbir zaman kaçmaz, şimdi de kaçmaz. Sevilla haritası zaten hepinizin gördüğü şeyler bunlar. Buraya baktığınızda şuradaki hani kurt olsa kuzuya yapmaz böyle bir paylaşım. Şimdi koca Akdeniz'e sığmayacaksınız geleceksin benim şurası Kaş, Meis adasını konuşuyoruz son günlerde sürekli gündemde değil mi? Sen diyorsun ki "Ticaretin de dahil, sen Akdeniz'de en uzun kıyıları olan ülke olabilirsin, ticaretin de dahil, gemi ticaretin de dahil, ticaretten bahsediyorum, yapamazsın. Benden izin almak zorundasın. Yani burayı sana denizden ziyade bir göle dönüştürürüm ben." Var mı böyle bir dünya. Kaş dediğimiz yer neresi? Bütün milletimiz çok iyi biliyor. 2 kilometre, anakaramızdan 2 kilometre ötesinden konuşuyoruz. Ege farklı mı? Hemen Çeşme'nin karşısındaki koyun adalarını düşünün, Sakız Adası'nı düşünün 1 kilometre. Atina nere, Sakız Adası, hemen İzmir'in, Çeşme'nin karşısını konuşuyoruz 1 kilometre nere, hemen Kaş'ın karşısındaki 2 kilometre nere? Benim Kaş'taki vatandaşım bunu görmüyor mu? Çeşme'deki vatandaşım bunu görmüyor mu? Her sabah kalktığında içi kan ağlıyor. Peki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti bunu kabul edecek mi? Avrupa Birliği şöyle diyor, dünya böyle diyor... Mümkün mü? Biz bu haritayı da bu haritayı aklından geçirenleri de kusura bakmasınlar yırtıp atarız, gerektiğinde ezer geçeriz. 
.... 100 yıl sonra .....
Tabii. Doğu Akdeniz'de bize söylenen şu, hem "bu haritayı tanımıyoruz" diyen ama aynı zamanda da... Oruç Reis olayı, güncel konulardan gidebiliriz. Ne yapıyoruz Oruç Reis ile kendi kıta sahanlığımızda kendi ekonomik faaliyetimizi yürütüyoruz. Aynen Karadeniz'de olduğu gibi. 320 milyar metreküp çıkınca ne yapacağız bunu? Vatandaşımıza refah olarak yansıyacak. Sanayicimize bu refah olarak yansıyacak, milletimize, ülkemize bir zenginlik olarak yansıyacak. Bu barışa bir katkıdır aslında. Bir ülkenin zenginleşiyor olması ilk etapta en yakınındaki komşularından başlamak üzere oranın da zenginleşmesi anlamına gelir. Yoksullaşması anlamına gelmez. Barışın artacağı anlamına gelir, daha büyük projelerin hayata geçirileceği anlamına gelir. Türkiye olarak biz buna böyle bakarız. Şimdi ne yapıyoruz Oruç Reis, bakın burada bizim kıta sahanlığımız içerisinde, kıta sahanlığı dediğimiz şey de uluslararası hukukta da zaten tanınan bir şey, karasularınızdan 0'la 200 kilometreye kadar bir alandaki şeyden bahsediyorsunuz. Bu bölge, bakın şu bölgede demişiz ki "Biz Oruç Reis ile şu bölgede arama yapacağız." Bununla ilgili Navtex'imizi de yayınlamışız. Yani bir bildirim yapmışız denizlerdeki bütün araçlara da. Şimdi vatandaş geliyor "Hemen bunun dibinde tatbikat yapacağım." diyor. Şimdi biz buna göz mü yumalım? Tamam, yapacaksan başka bir zaman yap. Peki bize söylenen ne? "Aslında bu Yunanistan'ı da rahatsız etmezseniz?" Ne yapalım? "Sizin hiç sorgulanmayan alanlarınızda yapsanız bunu." Hani sen bu haritayı tanımıyordun? Senin bilinçaltında neyin var? Bana neyi söylemeye çalışıyorsun? Hiç kusura bakma bu haritayı yırtıp atmak demek Oruç Reis'in burada bu faaliyetleri yerine getirmesidir. Bu faaliyetleri de yerine getirmeye devam edecektir. Yani sismik araştırmasını yapacaktır. Doğal gaz mıdır, petrol müdür veya başka bir şey midir, arayacaktır. Bulur, bulmaz o ayrı bir şey ama bu Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesidir, istiklal mücadelesidir. Nerede? Denizlerinde, kıyılarında, kendi kıta sahanlığı içerisinde. Hiç kimse buna bir şey diyemez. Dolayısıyla biz de hemen sonraki dönemde zaten hem Navtex'imizi uzattık 28'ine kadardı biliyorsunuz Ağustos'un, şimdi 1 Eylül'e uzattık. Bu çalışmalar zaten devam edecek, tüm alanlarda devam edecek. Hemen Girit'in güneyinde güneydoğusunda da biz yine yeni bir tatbikat yapacağız. Onu ilan ettik. Devam edecek, bunlar da devam edecek. Yine Doğu Akdeniz dediğinizde hemen Kıbrıs'ı görüyoruz. Biz 1960'da bir anlaşma yapmışız. İki toplumlu bir anlaşma yapmışız. İki toplumun da eşit haklara sahip olduğu bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurmuşuz. Ondan sonra resmen soykırım yapan, Türk milletini yok eden ve bütün her şeyiyle buna hakim olmak isteyen bir yapıyla karşı karşıyasın, Rumlarla ve bunu yine destekleyen Avrupa'nın şımarık çocuğu Yunanistan'la karşı karşıyasın. Türk milleti buna müsaade mi edecekti? Etmedi işte 74 Barış Harekatı'yla ve sonrasında kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'yle birlikte. Şimdi Güney Kıbrıs'ın oradaki Rum Yönetimi'nin çıkıp "Buralar tamamı benim alanımdır. Dolayısıyla dönerim Mısır'la diğer tarafta İsrail'le diğer ülkelerle münhasır ekonomik bölge anlaşmaları mı yaparım. Ben burada da zaten çok zengin rezervler keşfettim. Bu rezervlerle ilgili de gerekirse de bunların hepsini de çıkarırım ve Türk toplumuyla da adada yaşayan Kıbrıs Türkü ile de bunu paylaşmam. Yok hükmündedir kabul ederim -uygulamayı itibarıyla bunu söylüyorum- ben yoluma devam ederim." Türkiye olarak ve Kuzey Kıbrıs'taki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşı olarak, Kıbrıs Türkü olarak bunu kabul mü edeceğiz? Var mı böyle bir dünya? Göz göre göre Girit'te Müslümanlara yaptıkları soykırımı Kıbrıs'ta yapmalarına müsaade mi edecektik? Zaten 74'te etmedik. Bugün yine etmeyiz. Bugün de aynı şeyi ekonomik anlamda etmeyiz diyoruz. Ne yaptık orada da? Dedik ki "Biz Kuzey Kıbrıs'ı tanıyoruz bir devlet olarak. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs'ın kendi karasuları vardır. Bu karasuları içerisinde de yine Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'yla da orada alanlar, sahalar belirledik, yetki verildi ve biz buralarda araştırma yaparız. Avrupa Birliği başta olmak üzere yine malum ülkeler başta olmak üzere ayağa kalktılar, "Ne oluyor?" Size ne oluyor? Sen gelip Kıbrıs Türkü'nün 60 antlaşmasına göre bütün haklarının eşit olduğunu söylediğin ve garantör ülkelerin de olduğu bir yapıda yok sayacaksın ve bugün oraya gidip hem sismik araştırmanı hem sondajını yapacaksın, rezervlerini tespit edip almaya çalışacaksın ondan sonra Kıbrıs Türkü bu araştırmayı yaptığı zaman, sondajı yaptığı zaman, Türkiye bu sondajı yaptığı zaman aynı yetkililer olarak hayır diyeceksin, böyle iki yüzlülük olmaz. Biz şunu söylüyoruz, ne pahasına olursa olsun Türkiye haklarını koruyacaktır. Kıbrıs'ta ve kara suları çerçevesindeki yine Kıbrıs Türkü'nün haklarını koyacaktır. Aynı şekilde Doğu Akdeniz'in her bir metrekaresinde, o suyun her bir metreküpünde haklarını koruyacaktır.

Meis Adası gündeme geldi. Meis Adası nedir Doğu Akdeniz'i konuşuyoruz. Tüm adalarda aynı şımarıklık ve aynı hakkaniyetsizlik olduğu için bunu dile getiriyorum. 12 adaları konuşuyoruz, Sakız başta olmak üzere Midilli, Rodos yine Ege tarafında gerek Lozan'da gerek sonraki 1947 Paris Anlaşması'yla 12 adalar boyutunda önce Türkiye'den alınan İtalyanlara verilen sonrasını İtalyanlar'ın Yunanistan'a verdim dediği... Kimin malını kime veriyorsunuz? Ve kendi aralarındaki anlaşmalara rağmen, "silahlandırılamaz" dedikleri adaların, Türkiye'nin dibinde, horozun öttüğünü duyuyorsunuz, adım adım adım 100 yıl boyunca silahlandıracaksınız, Türkiye buna "Olur, buyrun yapabilirsiniz" mi diyecek? Türkiye bugün ayağa kalkmış durumda. Milletiyle, devletiyle birlikte lideriyle birlikte buna "Dur" diyor. "Eğer durmazsan da bunun bedeli varsa öderiz, ödetiriz." diyor.
Meis Adası'nı söyleyeyim size, Mısır'la ilgili bazı şeyler var burada. Biraz önceki kıta sahanlığı diye ifade ettiğimiz şey, Türkiye'nin kıta sahanlığı budur Doğu Akdeniz dediğimiz şeyde bunu konuşuyoruz. Bakın şuradan Sevilla haritası neredeydi, biz ne diyoruz? Sevilla haritasını gösterdik biraz önce "Bize bunun dışına çıkamazsınız." diyen bir dünya ve bunun için de Yunanistan'ı kullanan da şımartan bir yapı. Biz de diyoruz ki biz bunu yırtar atarız. Böyle bir şey yok hükmündedir ve yoktur da zaten. Bizim için var olan budur. Bizim yaptığımız şey de Kıbrıs dahil kara sularını tanımaktır. Adaların hele hele burada Kaşlı bunu çok iyi biliyor her sabah kalktığında Meis Adası'ndaki horozun sesi ile uyanıyor çünkü. Meis Adası'ndaki de geliyor zaten yumurtasını, peynirini, yoğurdunu Kaş'tan alıyor, ticaretini oradan yapacak zaten. Bir ve birlikte olan, dostluk içerisinde yaşayan yapıdan bahsediyorsunuz ama şuraya bakın Yunanistan, Atina en yakın bölgesine 570 kilometre uzaklıkta. Geçen bir tekne, gemi, kendisi anlatıyor, "Buradan çıktım, bir şey getiriyorum, Çeşme'ye kadar geldim, 9 saat mi 10 saat mi geldim. Sürekli hala Yunan şeyleri vardı." 1 kilometreye kadar hatta onun da neredeyse ilerisinde biz söz sahibiz diye hala taciz eden bir yapı. Türkiye'de neresi burası? Burnunun dibi. Biraz önceki söylediğim kurt olsa kuzulara yapmaz bu paylaşımı dediğim şey bu. 100 yıl önceki leş kargaları gibi üzerimize çöktükleri dediğimiz yapı bu. Söktük, attık buradan kusura bakmasınlar. Buna dayanamayız. Peki burada da barış içerisinde yaşamak isteyen ve kendi haklarını savunan bir Türkiye, "Hadi bakalım bu yetmez?" "Ne istiyorsun kardeşim?" Bu ne kadar biliyor musunuz, bunun ne kadar olduğunu size göstereyim bir başka haritadan. Şu nokta 10 kilometrekarelik bir ada parçası, adacık. Peki ne istiyor Yunanistan? "Bunun 4 bin kat daha büyüklüğünde benim bir kıta sahanlığım var." diyor. Allah'tan kork. Burnumun dibine girmişsin. Göz göre göre, yani her sabah, her gece 7/24 benim vicdanımı sızlata sızlata buradasın. Sonrasında da diyorsun ki "Ya bunun şu kadarlık 40 bin kilometrekarelik bir alanda benim kıta sahanlığım var. Burada 1 ton ada var, şu adacıkları görüyorsunuz. Bunun hepsinde benzer şeyleri söylüyor. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz? Sadece Doğu Akdeniz'i değil, buradaki Akdeniz'den bahsetmiyoruz, Ege adalarını da Türkiye için Yunan gölüne dönüştürmek isteyen bir zihniyetten bahsediyoruz.

"Elimizden kaza çıkmaz, gerekeni yaparız"

"12 mile çıkardık, çıkarmadık" olayı var ya. Bizim de "Hadi çıkarın nasıl çıkarıyorsunuz? 12 mile çıkardığınızda .... Meclis'imizin çıkardığı bir yetki var, savaş sebebidir. Bugün de arkasında durduğumuz ve bugün de o yetkinin hala geçerli olduğu bir yapıdır. 12 mile çıkması ne demek? Açık denizler var, yani karasularının dışında kalan, şu anda 6 mil karasuları Yunanistan için. Türkiye tarafında 3 mil ama genelde deniz hukukuna baktığınız zaman dikey ortay diye bir şey vardır. Bunun doğusunda kalan batısında kalan adalar şeklinde. Öyle bir yapı var ki "Hayır bu bana yetmez." Ne olacak peki sana yetmeyecek? "Bunu şuradan bir yerden çizmemiz lazım." Lozan'da da bunu çizmişler zaten, 3 mil. Şimdi "Onunla da yetinmem." diyor. Ne yapacaksın? "12 mile çıkaracağım." Çıkardığın zaman ne olacak? Şuradan aşağısına Türkiye inemeyecek. Ege'den aşağıya senin gemilerin, turistsen teknelerin, balıkçıysan balıkçı teknelerin, ticaret yapıyorsan buradan Karadeniz'den geçen, Marmara'dan geçen gemilerin açık denizlere inemeyecek demek. Bunu kabul etmemizi mi bekliyorsunuz? Bu savaş sebebi olmayacak da ne olacak? Cumhurbaşkanımız da bunu söylüyor zaten. Elimizden kaza çıkmaz. "Kazara falan" diyorlar ya gerekeni yaparız. Burada Türk milleti olarak biz gerekeni yapmayacaksak nerede yapacağız? Burada biz gerekeni yapmayacaksak hakkımızı aramayacaksak nerede arayacağız? Türkiye'nin tezi şudur, "Burnumun dibindesin zaten, ülkelerin kıta sahanlığı vardır ama şu adacıkların kara suları olabilir, hakkaniyetli davranıyoruz yine, kıta sahanlığı olamaz. Münhasır ekonomik bölgesi olamaz. Bunu kabul edemeyiz.
O daha çok ada devletleri için geçerli uluslararası sözleşmelerde.
Tabii. Rodos yanı başımda, şurayı kapatıyor o zaman ve yukarıda çıkıyorsunuz kalıyorsunuz. Türk milleti bunu kabul eder mi? Ben buradan milletimize sorayım. Peki Recep Tayyip Erdoğan bunu çıkıp da bütün dünyaya haykırdığı zaman, Recep Tayyip Erdoğan aslında milletin, kendi milletinin sesi oluyor, sessizlerin sesi oluyor, kimsesizin kimsesiyim derken aslında burada isyan ettiğinde bir haksızlığa isyan ediyor. Bunun üzerinden dünyadaki bütün haksızlıklara isyan ediyor. Bunun bedelini öderiz ama ödetiriz önce. AB buna karşı çıkacakmış da yok Kıbrıs ile ilgili yok bilmem ne ile ilgili. 60 Anlaşması diyoruz, Fransa geliyor Fransa buraya uçak koyuyor. Neyin uçağını getiriyorsun kardeşim, hangi savaş gemilerini getirmeye çalışıyorsun? Sen kimsin? Ey Fransa sen kimsin? Ey Macron, sen kimsin? Türk milletini ve Türkiye'yi tanımamışsın. Sen garantör ülke değilsin. Garantör ülkeler belli. Türkiye'dir, Yunanistan'dır, İngiltere'dir. AB tarafsız değil ki. Bugün Merkel'in açıklaması da öyle. Nasıl oturup da biz şimdi bunları konuşacağız? Türkiye net tavır koymak durumunda. Biz de onu yapıyoruz. Cumhurbaşkanımızın yaptığı da söylediği de budur.
Merkel'in o açıklamasından sonra Türkiye Avrupa'dan ne istiyor, ne tür bir çağrınız var, ne diyorsunuz Avrupa'ya?
Bizim Avrupa'ya söylediğimiz şu, Doğu Akdeniz de dahil olmak üzere Egeler de dahil olmak üzere Türkiye haklarından kesinlikle vazgeçmez ve geçmeyecektir. Bedeli ne olursa olsun şımarık bir üyenizin ne pahasına olursa olsun arkasında duracağım diye tüm Avrupa Birliği üyelerine ve kendinize bedel öğretmekten ziyade önce üyeniz olan Yunanistan'a ve çok farklı oyunlarla içeri aldığınız üye diye Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni bir oturtun ve hakkaniyet ölçüsünde şu adalara bakın ve Türkiye'ye bakın, Türkiye'nin haklarına ve tezlerine kulak kabartın, rıza gösterin. Yoksa bu, gelecek açısından çok ciddi riskler oluşturur. Bu risklerin bedeli ne olursa olsun Türkiye bunu öder ve ödetir. Bunu söylerken de sürekli bedel öder veya ödetir derken de yani şeyi de kastetmiyoruz burada. Böyle önüne geleni tehdit eden falan bir ülke boyutunda değiliz. Biz kendi haklarımıza tecavüz etmeye çalışan birisine karşı bu duruşu sergiliyoruz. Yani gidip de başka birisinin yani Avrupa Birliği'nin üyelerinin sahalarında ve Avrupa Birliği'nin sahasında veya başka bir ülkenin sahasında hak iddia eden konumda değiliz. Kendi hakkımızın çiğnenmesine müsaade etmeyeceğimizi haykırıyoruz. Bunu da diplomatik anlamda her platformda, Cumhurbaşkanımız liderler seviyesinde, Dışişleri Bakanlığımız yine Milli Savunma Bakanlığımız, ilgili tüm bakanlıklarımız, kuruluşlarımız hepimiz her türlü görüşmelerimizde bunu dile getirmemize rağmen artık... Bu iletişimin en son noktası belki.

Hakkaniyet bekliyorsunuz... 
Hakkaniyet bekliyoruz. Bu hakkaniyet çerçevesinde de Türkiye'nin geri adım atmasını kimse beklemesin. Buna saygı duyulsun diyoruz.
Birkaç kelime de Libya'ya geçelim isterseniz. Libya'da durum nedir?
Libya'da durum zaten yine bütün dünya kamuoyunun gündeminde devam eden bir olay. Orada da önce yine BM tarafından tanınan bir yapı, hükümet olarak devlet olarak Saraç hükümeti. Diğer tarafta da yine darbeci bir zihniyet, teröristvari bir yaklaşımla Birleşik Milletler tarafından tanınan yapıyı yok etmeye çalışan ve Trablus'a kadar gelen bir parçalanma bölünme yolunda bir iç savaş ortamında. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler tarafından tanınan legal hükümetin de buna karşı Türkiye'den yardım ve destek talebinde bulunması. Bu süreçte son 10 yıldır belki daha fazla süredir devam eden Türkiye Libya görüşmeleri, sadece Saraç hükümeti ile değil öncesinde Kaddafi döneminden beri devam eden münhasır ekonomik bölge anlaşması çerçevesinde devam eden ilişkilerimiz birçok alanda devam eden ilişkilerimiz, ekonomik ilişkilerimiz, siyasi ilişkilerimiz ve sonuçta gelinen bir anlaşma boyutu. Hem münhasır ekonomik bölge anlaşması diye ifade edebileceğimiz herkesin anladığı dilde ifade ediyorum vatandaşın, kamuoyunun, bu anlaşmanın imzalanması ama sonrasında da yine legal hükümetin talebi doğrultusunda da her türlü desteği vereceğimizi ifade ettiğimiz ve Meclis'ten de yetki aldığımız, legal olarak Libya'da bulunduğumuz hem süreç olarak hem durum itibarıyla bir ortamdayız.
İşler yolunda gidiyor mu? Ne durumdayız Libya'da?
Biz eğitim faaliyetleri çerçevesinde oradayız ve hükümete de yine destek vermeyle alakalı oradayız. Türkiye resmin içerisine girdikten sonra darbeci zihniyetin ve terörist yapıların geri adım attığı bir dönemi yaşadık hatırlıyorsunuz, Sirte ve Cufra'ya kadar çekildikleri daha doğrusu itildikleri bir yapı. Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla da yine darbeci Hafter taraftarlarını ve yine bakıyorsunuz Fransa'yı görüyoruz orada karşımızda. Nereye gitseniz ayağınıza dolaşan bir Macron var. Kendisini ispat etmeye çalışan ve onun için de kendi ülkesine gene bedel ödeten bir şahsiyetten bahsediyorsunuz. Biz orada da bu tezlerimizi anlatmaya çalıştık, çalışıyoruz. Berlin süreci vardı hatırlayın, Rusya ile yürütülen Türkiye'nin süreçleri vardı. Her iki taraf arasında bir anlaşma sağlanabilir mi noktasında yine Rusya'da yapılan görüşmeleri hatırlayın. Saraç tarafını Türkiye'nin ikna edeceği ve diğer tarafı da Hafter tarafını da Rusya'nın ikna edeceği, Türkiye tarafında Saraç'ın "Tamam" dediği, diğerlerinin masadan kaçtığı bir yapı ve sonrasında da saldırdığı, saldırmaya devam ettiği... Berlin sürecinde 5 artı 5 bir yapının kurulduğu, yine işbirliği ortamının sağlanmasıyla alakalı kalıcı ateşkese dönük ve tekrar Libya'nın bütünlüğüne dönük, Türkiye'nin tezi bu zaten, Libya'nın parçalanmaz bütünlüğü, orada yine bu darbeci zihniyet Hafter'in masadan kaçması veya kaçırılması, Türkiye'nin kararlı duruşu, Sirte ve Cufra'ya kadar gelen yapı. Bugün itibarıyla da geldiğimiz noktada yine bazı ateşkes görüşmeleri ve ilan edilen ateşkes yapısını görüyoruz. Özellikle Saraç hükümeti ve diğer tarafta da bu defa Hafter değil de yine Meclis diye ifade edilen ama Meclis'in çok azını temsil eden, yani 20-30 kişi neredeyse kalan diğer tarafların çoğu Trablus'ta zaten, BM nezdinde yapılan görüşmeler sonucundaki bir şeyden bahsediyoruz. Bir ateşkes konumundan, durumundan yine Hafter'in buradan kaçtığı, burada belirli bir çerçeve var. Türkiye olarak biz hala Libya'nın bölünmez bütünlüğü çerçevesinde yaklaşıyoruz ve Saraç hükümetini, Birleşmiş Milletler'in legal hükümet olarak tanıma taraftarıyız ve tehditlerle çözümün olmayacağı ile alakalı yine Türkiye açısından baktığımızda da imzaladığımız bir anlaşma var. Bu anlaşmaların da halel görmeyeceği bir çözüm noktasında gerek Dışişlerimiz, gerek Cumhurbaşkanımızın liderliğinde her türlü çalışmalar, faaliyetler devam ediyor. Ümit ederiz bir an önce çözüme ulaşılır ama bakıp göreceğiz, yani çok yakınen takip ettiğimiz, neredeyse günübirlik saat saat takip ettiğimiz bir yapı. Zaten yine dün de Cumhurbaşkanımızın da başkanlık Konseyi Başkanı ile yaptığı bir başka görüşme de vardı. Çok yakın takip ediyoruz.
Bir başka konu Lübnan, malumunuz Lübnan'da Beyrut Limanı'nda 4 Ağustos'ta büyük bir patlama oldu. Tabii Lübnan'da birçok dengeyi de sarstı. Türkiye hemen Lübnan'ın yaralarını sarmak için koşan ülkelerden biriydi. Hatta siz gittiniz, Dışişleri Bakanı ile birlikte. Ne yapıyoruz biz Lübnan'da şu an? Lübnan'ın yeniden ayağa kalkması, Beyrut'un toparlanması için Türkiye nasıl bir faaliyet yürütüyor?
Patlama olduğu ilk anda hemen oradaydık aslında. Cumhurbaşkanımızın talimatıyla ilgili tüm kurumlarımız harekete geçti zaten. Oraya vardığımızda bizim yardım kuruluşlarımız tamamen oradaydı. Arama-kurtarma ekiplerimiz, AFAD'ımız, Kızılay'ımız oradaydı. TİKA'mız oradaydı, ilgili tüm sivil toplum örgütlerimiz oradaydı aslında ilk andan itibaren. Hem de Beyrut Limanı'nda patlamanın olduğu merkezdeydi. Patlamanın olduğu deponun bulunduğu yerde arama kurtarma faaliyetlerini, enkaz kaldırma faaliyetlerini yürüten ekibiz. Akabinde biz hareket ettik. İlk etapta insani yardımlar çerçevesinde biliyorsunuz hemen Beyrut Limanı bulunduğu bölgede silolar var. Burada da Beyrut'un ihtiyacı olan buğdayın tutulduğu depolar ve oraya da çok ciddi şekilde zarar veren yani hem insani anlamda muhtemel bir drama sebebiyet verebilecek ama binaların bize ifade edilen, Lübnan Dışişleri Bakanı bana bizzat söyledi, "Dün bir yerdeydim 125 kilometre mesafede oradaki camların da yıkıldığını gördüm." dediği şiddette 2 bin 750 tonluk bir amonyum nitratın patlaması. İhmalden veya başka bir sebeple onun raporu açıklanacak. Çalışmalar yürütüldüğünü hem Cumhurbaşkanı da Başbakan da Meclis Başkanı da ifade ettiler. Dışişleri Bakanımızla hemen ertesi gün oradaydık zaten. Yine Meclis Dostluk Grubu başkanımız da heyetimizdeydi. Cumhurbaşkanıyla, yine Başbakan ve Meclis Başkanı ile ayrı ayrı görüştük. Önerilerimizi net bir şekilde ifade ettik. Her yerde olduğu gibi dedik ki "Bir insanı yardım olarak zaten buradayız." TİKA'mız, Kızılay'ımız dahil hemen un yardımıyla başladık. Arama kurtarma yardımlarıyla enkaz kaldırma yardımlarıyla gıda yardımlarıyla başladık. Sonrasında çok yoğun cam kırılımı vardı ve en büyük ihtiyacın o olduğunu gördük. Cam başta olmak üzere Beyrut'un yeniden ayağa kaldırılmasıyla alakalı inşaat malzemeleri yardımı yapacağımızı ifade ettik. O alanda iş birliği yapacağımızı... Beyrut Limanı Lübnan'ın ekonomik aktivitelerini, yani ekonomik faaliyetlerini, ekonomik yükünü kaldıran ana lokasyon. Limanı kaldırdığınızda Beyrut'u ekonomik olarak çökertmiş oluyorsunuz. Bel kemiği kırılmış gibi. Dolayısıyla Mersin Limanı ve akabinde İskenderun Limanı'nı da Beyrut Limanı tekrar ayağa kaldırılana kadar Mersin ve İskenderun limanlarını hem yükleme-boşaltma anlamında hem depolama anlamında kullanabileceklerini, depolardaki bu resmi faaliyetleri kendileri yürütebileceğini, oradan ana depolarda tutulup Lübnan'ın ihtiyacı oldukça da daha küçük ölçekli gemilerle taşınabileceğini ve bizim de burada katkı vereceğimizi ifade ettik. 
Başladı mı yoksa bir öneri olarak mı söylendi?
Değerlendiriyorlar. Biz bunları öneri olarak sunduk. Sonrasında yine Beyrut'un ayağa kaldırılması ile alakalı ve Beyrut Limanı'nın ayağa kaldırılması ile alakalı çok ciddi bizim müteahhitlik, biliyorsunuz inşaat tecrübemiz var. Bu alanda firmalarımız dünya çapında bir marka, tecrübe sahibi. Burada katkı verebileceğimizi, insani yardımlara da devam edeceğimizi söyledik. Hem Cumhurbaşkanı seviyesinde hem Başbakan ve Meclis Başkanı seviyesinde çok yakın, hem önerilerimiz çok yakın bulundu, özellikle Başbakan ve Meclis Başkanıyla görüşmelerimiz tabii çok daha sıcak bir ortamda gelişti. Orada ilginç de bir yapı var, hükümet sistemi olarak. Bir Taif anlaşmasıyla üçlü bir yapı oluşturulmuş. Cumhurbaşkanı Hristiyan olmak zorunda, Başbakan Müslüman Sünni ve Meclis Başkanı Müslüman Şii olmak zorunda. Sistemin kendi içerisinde de yetki kargaşası anlamında yoğun şikayetlerin bulunduğunu gördük tabii. Ama Türkiye'ye karşı çok çok samimi olarak her üç seviyede de Dışişleri Bakanı da yine Hristiyan olan bir arkadaşımız. Bana ifade ettiği doğrudan sözleri söylüyorum, Cumhurbaşkanının önceden danışmanı, yakın ekibinden olan bir isim, Türkiye'yi nasıl gönülden sevdiklerini, Türk insanını nasıl gönülden, bu birlikteliği yakınlığı hissettiklerini, aynı şekilde Başbakana geldiğimizde aynı yakınlığı hissettiğimizi, diğer tarafta baktığımızda da yine Meclis Başkanı aynı yakınlığı hissettiğimizi... Meclis Başkanı da başka bir şey de ifade etti orada bize. Bizim bir Sayda hastanemiz var. Meclis Başkanı da aslında sorumlu olduğu bölge olduğunu ifade etti. Cumhurbaşkanımızın talimatıyla Lübnan'ı ziyaretinden sonra ihtiyaç olan bir yer. Orada hemen talimat veriyor Sayın Cumhurbaşkanımız TİKA aracılığıyla bir hastane kuruyoruz orada. En ileri teknolojiyle kurulan bir hastane. Muhteşem bir bina içerisinde muhteşem ekipmanlar, ileri teknoloji hepsi de. Yanık ve travmatoloji hastanesi. Yani patlama olduğundaki en çok ihtiyaç olan bir yapı. Sadece kendi içlerindeki bu parçalı yapıdan dolayı birinin evet dediğine diğerinin hayır demesi gerek siyasi anlamda ve alttaki hantal bürokratik yapı da, kendi ifadeleriyle bunu söylüyorum, hastanenin bir türlü işletmeye alınamamış olması bizi de üzüyordu, acıtıyordu bunu gündeme getirdik. Orada da sağ olsunlar çok yakın bir karşılık verdiler, "Çok da ihtiyacımız var, hemen yapabilir misiniz? Dünya Bankası'yla da bunu görüşüyoruz ama çok sıkıntı çekiyoruz. Burada bize destek verebilirseniz hemen açalım." diye. Baktık ki 2011'de tamamlanan hastanedeki ekipmanlar son teknoloji, açılmamış bile paketinden. Şimdi hemen döndük her türlü desteği vereceğimizi ifade ettik. Cumhurbaşkanımıza konuyu arz ettik, hemen yine Sağlık Politikaları Kurulu Başkanımız, Cumhurbaşkanımızın talimatıyla tekrar gittiler ilgili kurumlarımızla büyükelçimizle de orada tekrar yeniden görüşmeler yapıldı ve şu anda da açılma sürecine girdik ve o hastane yıllar sonra bu vesileyle de olsa açılmış olacak.
Bizim orada gördüğümüz şu oldu, gerek Hristiyan gerek Sünni, gerek Şii, ifade ettiğimiz de bu oldu. Biz Türkiye'de baktığımızda bir vatandaşımızı görürüz, bizim için herkes değerlidir, insan olarak değerlidir. Hangi etnik yapıdan geldiği, hangi inanç yapısından geldiği, hangi kültürel kodlardan geldiği, bunu biz düşünmeyiz. Giresun'da bir sel felaketi yaşadık. Dün Malatya'da yaşadık, Bingöl'de yaşadık deprem felaketlerini düşünün, Elazığ'da yaşadık, birçok yerde yaşıyoruz. Şimdi hiçbirimizin uzaktan yakından hangi hizmet olursa olsun, vardığımızda hangi siyasi düşüncede, hangi etnik yapıdan, hangi bilmem neden hiçbir şey aklımıza gelir mi? Asla. Biz yaradılanı severiz Yaradandan ötürü. Farklılıklarımız zenginliklerimizdir. Dışarıya gittiğimizde de aynı şeyi yaptık. Suriye'de de aynı şeyi yapıyoruz, Irak'ta da aynı şeyi yaptık. Libya'ya gittiğimizde de Somali'ye gittiğimizde de aynı şeyi yaptık. "Kim nedir, ne değildir?" diye sormadık. Sırbistan'a gittiğimizde de aynı şeyi yaptık, Bosna'ya gittiğimizde de aynı şeyi yaptık. Kim Hırvat'tır, kim Boşnak'tır? Böyle bir şey sormadık, sormayız da. İnsanı insan olduğu için sever ve sonuna kadar ölümüne hizmet veririz. Şimdi Lübnan'da biz bunu anlatmaya çalıştık. Türkiye olarak size baktığımızda Hristiyan, Sünni Müslüman, Şii Müslüman görmeyiz. Biz size baktığımızda Lübnanlı görürüz. İnsan olarak görürüz ve Yaradandan dolayı severiz. Herkese eşit muamele ve Türkiye herkese eşit yakınlıktadır ve sonuna kadar da sizinle birlikte oluruz. Çünkü geçmişten gelen bir birlikteliğimiz, bir akrabalığımız var gönül coğrafyamız dediğimiz o gönül coğrafyasının sınırları içerisinde olan bir yer Lübnan. Sokağa çıkıp öncesinde vatandaşlarımızla buluştuk. Sonrasında Osmanlı'nın torunları oradaymış onlarla görüştük. Nasıl bir böyle duygu seli, Türkiye'ye özlem, Türk insanına özlem. Bizim hissettiğimizi hissettiklerini karşı karşıya geldiğinizde bütün yüreğinizle hissediyorsunuz. Sokağa mahalleye indiğimizde orada görmek istiyoruz dediğimizde Lübnan ve Türk bayrakları yan yana Recep Tayyip Erdoğan. Gördünüz onları da yaşadınız. Şimdi bu başka ülkelerin veya başka liderlerin zorla oluşturmaya çalıştıkları bir görüntü değil. Bu direkt tabandan gelen, içinde herkesin olduğu bir sevgi selinin o gönül coğrafyasından gelen bir sevgi senin her iki taraf açısından da kucaklaştığınız zaman kendi kardeşinizle kucaklaşıyorsunuz, öyle hissediyorsunuz. Ben Adana'ya gittiğimde birisiyle kucaklaştığımda ne hissediyorsam, Edirne'ye, Hakkari'ye, Yozgat'a gittiğimizde bir başka yere gittiğimizde sarıldığımızda Ankara'da İstanbul'da ne hissediyorsan aynı şeyi hissediyorsun. Orada çocuk da aynı şeyi hissediyor, yetişkin de aynı şeyi hissediyor. Gönül coğrafyası dediğimiz şeyi orada gördük. Dolayısıyla bugün de şunu söylüyoruz, sonuna kadar Lübnan'ın yanındayız. Her alanda yanındayız. Yanında olurken de herhangi bir beklenti içerisinde olmadan yanında oluruz diğer yerlerde olduğu gibi. Dolayısıyla Lübnan'la ilişkilerimiz hem ekonomik anlamda hem diğer anlamlarda da devam edecek.
Şu an çalışmalar sahada devam ediyor mu?
Bütün yoğunluğuyla hala ekiplerimiz orada. TİKA, Sağlık Bakanlığımız ile birlikte yine Sağlık Politikaları Kurulu Başkanımız da ekibin şimdi başında çok yoğun olarak. Büyükelçimiz de işin başında orada. Bu hastaneyi açıyor olacağız. İnsani yardımlar devam ediyor, buğday dahil diğer yardımlarımız devam ediyor. Teklif ettiğimiz diğer alanlarla ilgili görüşmelerimiz devam ediyor.
Ne zaman açılacak....
Tarih olarak henüz belirlenmedi ama en kısa sürede, çok hızlı bir şekilde devam ediyor. Yani biliyorsunuz biz tarih verdik mi, Cumhurbaşkanımızın o konudaki hassasiyetini biliyorsunuz, yani o tarihten önce de açmamız lazım. O talimatı biliyoruz öyle bir marjda tarihle çalışıyoruz zaten. Nasıl mesela Kıbrıs'ta pandemi ile alakalı bir hastane ile ilgili "Kıbrıs Türkü'nün orada bir hastaneye ihtiyacı var, açacaksınız. Nasıl İstanbul'daki bir hastaneyi 45 günde açtık, 55 günde açtık aynı tarihte Kıbrıs'ta açacaksınız." dedi. Şimdi günübirlik takip ediyoruz. 
Devam ediyor değil mi?
Tabii devam ediyor. Yani 45-60 gün arası dedik. Şimdi her akşam, Cumhurbaşkanımızın hesap soracağını bildiğim için böyle çalışıyoruz çünkü, her akşam akşama kadar neler yapıldı, dolayısıyla planlanan neydi, gerçekleşen nedir, sorun varsa hemen anında çözümü de dahil gerek kamu tarafında gerek firma boyutunda ve Sağlık Bakanlığımız aynı şekilde bütün o tecrübesiyle ekipleriyle orası da sahada. Orada da aynı şeyi yapıyoruz.
Bu çalışmaları anbean takip ediyor....
Tabii ki. Çok detay, hiç aklınıza gelmeyen bir şeyle... İstediğiniz kadar çalışın soru öyle bir yerden gelir hiç oraya bakmamıştık dersiniz. Halbuki çok detay çalışmışsınızdır. Dolayısıyla yaptığınız işe, bütün her şeyine hakim olmak durumundasınız. Cumhurbaşkanımızın yönetim ve liderlik modelinde bu var. Yani sadece karar alıp orada bırakmak değil. Onun uygulaması, sonuçları ile ilgili izleme ve takip noktasında çok onu da aynı kararlılıkla takip eder ve hesabını da sorar. Tüm ekip de bunu bilir. 
Sizin anılarınız güzel o konuda.
Bazen bizim ekibi aynı kararlılıkla biz de takip ederiz tabii ama bu kararlılık zaten liderden aşağıya doğru yansıyor. Niye bu kadar bastırıyorsunuz? Çünkü bize de bastıran bir lider var. İşler böyle oluyor ama takip ettiğinizde sonuç alıyorsunuz.
Başka bir konu da Giresun'daki sel felaketi. Nasıl gidiyor oradaki çalışmalar?
Tekrar hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum ve yakınlarına da başsağlığı diliyorum. Türkiye'ye tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Giresun'daki sel felaketi aşırı yağış ve beraberinde oluşan heyelanlar, toprak kaymaları... Şu anda 8 vatandaşımızı kaybetmiş durumdayız biliyorsunuz. 7 vatandaşımızı da hala arıyoruz. Yaklaşık 47 vatandaşımız da yaralanmıştı. Gönül isterdi ki hiçbir vatandaşımızı kaybetmeyelim, hiçbir kayıp vatandaşımız olmasın. Böyle bir sonuç oldu. Allah rahmet eylesin de yaralılarımıza da Cenabı Hak'tan acil şifalar diliyorum. İnşallah kayıplarımızı da hala bulabilme ümidiyle de çok yoğun şekilde arama kurtarma çalışmalarına devam ediyoruz. Diğer taraftan enkaz kaldırma çalışmalarımıza da. İlk andan itibaren zaten Cumhurbaşkanımız, yine ilgili bakanlarımızı hemen sahaya yönlendirdi. İçişleri Bakanımız yine başta olmak üzere Çevre ve Şehircilik Bakanımız, yine bütün bu enkaz faaliyetleriyle ilgili ve tekrar hasarın ayağa kaldırılmasıyla ilgili. Yine ilgisi çerçevesinde Tarım Bakanımız, Devlet Su İşleri boyutu derelerin ıslahı da dahil. Orada köprüler ve yollarla alakalı yine Ulaştırma Bakanımız ve ilgili tüm bakanlarımız aslında, hangi bakanımız ilgili ise tamamı orada oldu. 5 bakanımız sürekli orada oldu ve bugün de hala orada oldular. Cumhurbaşkanımız da biraz önceki söylediğim çerçevede yine sahada kendisi de yapılan işleri fiilen görmeyi ve vatandaşımıza da kendi hemşehrilerine ve vatandaşına da yine sarılmayı yaralarını sarmayı, ne kadarının sarıldığını yerinde görmek için Giresun'u ziyaret edecek. Hasar tespit çalışmaları devam ediyor. Ağır hasarlı binalarımız, yıkık binalarımız var. Orta hasarlı, az hasarlı binalarımız var. Burada çok hızlı bir şekilde zaten Çevre Şehircilik ve TOKİ de yine devrede bu binaların hepsi ayağa kaldırılacak. Devlet yaraları bütün her şeyiyle diğer yerlerde olduğu gibi aynı kararlılıkla burada da saracak. Ben bu vesileyle şunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum, nasıl ki depremlerde "deprem öldürmez bina öldürür" diyorsak, dolayısıyla deprem riskine göre binalarınızı sağlam yapın, binalarımızı sağlam yapalım. Zemin etüdleriyle birlikte binalarımızı sağlam yapalım. Burada da aynı şey, burada da gerek toprak kayması gerek sel, bunlara dikkat ederek zemine dikkat ederek, dere yatağına yapılanmama ile alakalı çok ciddi bir bilince ihtiyacımız var. Sadece merkezden aldığınız kararlarla, çıkardığınız yasalarla bunu uygulama şansınız yok. Hangi sistemi kurarsanız kurun, sisteminiz ne kadar harika olursa olsun, sonuçta bu sistemi çalıştıran da çalıştırmayan da insan unsuru. Burada da hangi mevzuatı çıkarırsanız çıkarın, sonuçta sahada insan unsuru yani bizim kendi çocuklarımızı, kendimizi eğer önemsemiyorsak bile, çocuklarımızı, ailelerimizi, onların canını korumak için dere yataklarına yapılaşmadan vazgeçmemiz lazım. Bunu yapmadığımız sürece, bu bilinci sağlamadığınız sürece ne yazık ki bu yağışlar zaten Karadeniz'de sürekli bu yağışları alıyoruz. Karadeniz'de de çok meşhur bir söz var "Dere hakkını alır" diye. Hakkını alacağını bile bile oraya yapılaşmanın çocukları ve aileleri, kendi ailenizi, kendi çocuklarınızı, kendi çocuklarımızı, riske atmamamız bu anlamda çok önemli diye düşünüyorum. İnşallah bunları tekrar yaşamayız ama yerel yönetimlerimize de bu anlamda çok ciddi görevler düşüyor. Cumhurbaşkanımızın da ısrarla vurguladığı konu yine bu konular, gelecekle ilgili.
Daha ileri adımlar atacak mısınız dere yatakları meselesiyle ilgili?
Mutlaka. Sürekli gündemimizde olan bir şey var. Bu kriz yöntemleriyle ilgili hatırlayın biz özellikle müdahale boyutunda çok ciddi yol kat ettik. Dünyadaki en iyilerdeniz şu anda. Bir 10-15 yıl gerisine gittiğinizde hiçbir şeyin sistemin olmadığı gibi birçok alanda, burada da çok gerilerde olan bir yapıda şu anda dünyanın en iyilerindeniz. Şimdi zaten odaklandığımız alan bu afetler olmadan önce afetlerin önlenmesi diye ifade ettiğimiz yapısal dönüşümü sağlamak. Yani depremlerde depreme dayanıklı konutlar, buralarda da dere yatakları dahil toprak kaymaları dahil buraların önlenmesine ilişkin yani buralardaki risklerin azaltılmasına ilişkin önlenmesine odaklanmış durumdayız. Yani burada da Cumhurbaşkanımızın çok net bir kararlılığı var. Zaten bunu hatırlayın seçim döneminde de yerel yönetim seçimlerinde bir manifesto şeklinde ilan etmişti. Bu manifestonun parçası zaten onu detaylarına bakarsanız o manifestoda görürsünüz, en son belediye başkanları ile yapılan toplantıda da Cumhurbaşkanımızın ısrarla ifade ettiği şey buydu. Yerelde her bir acı her bir kaybımız yüreklerimizi dağılıyor bizim. Bunu sadece maddi yardımlarla, evet yaraları sarmaya çalışıyoruz ama maddi yardımlarla bu acıları giderme şansınız yok. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Bunu önlememizin tek yolu müdahale boyutunda nasıl dünyanın en iyisi olduysak yapısal anlamda da dünyanın en iyisi olacak bizde irade var. Cumhurbaşkanımızda bu irade çok net. Bunun sahaya yansıtılmasıyla ilgili yerel yönetimler ama ısrarla da her bir insanımızın her bir ailemizin bu bilinçte olması son derece önemli. Benim oradaki vatandaşlarımızdan da istirhamım bu olacak.


28 Ağustos 2020 Cuma

Mısır-Yunanistan anlaşması ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki uygulamaları

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Yunanistan Türkiye-Libya deniz yetki alanları sınırını bertaraf etme telaşı içinde, Mısır ile Meis’e ilişkin iddialarından vazgeçtiğine işaret eden bir anlaşmayı yapmaya razı olmuş.



Türkiye açısından Doğu Akdeniz kıta sahanlığı/MEB uyuşmazlığı genel olarak üç ayrı uyuşmazlık halinde değerlendirilebilir: Türk-Yunan uyuşmazlığı, Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) uyuşmazlığı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)-GKRY uyuşmazlığı.
Türkiye bu üç uyuşmazlık bölgesinde de devlet uygulamaları yapıyor. Yakın bir zamana kadar bu uygulamalar ilgili deniz alanlarının sahiplenilmesine yönelikti. Sondaj gemileri edindikten sonra sahada yürüttüğü faaliyetlerden, sahiplenmenin yanı sıra, Türkiye’nin ekonomik faydaya da yöneldiği görülüyor. Şimdi Türkiye’nin söz konusu faaliyetlerini daha yakından değerlendirelim.



Devam eden Türk devlet uygulamaları ve Yunan tatbikat sahası

Türkiye açısından Doğu Akdeniz deniz yetki alanları uyuşmazlığının bir başka cephesi KKTC’nin haklarıyla ilgili. 
Türkiye ile Libya 27 Kasım 2019 tarihinde bir deniz yetki alanları sınırlandırması anlaşması gerçekleştirdiler. Bu anlaşma Kıbrıs adasına doğru uzanan Yunan iddialarının önünü kesti. Araştırma gemisi (A/G) Oruç Reis, 21 Temmuz 2020 tarihinde Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi (SHOD) tarafından ilan edilen sahada (harita I) 21 Temmuz-2 Ağustos 2020 tarihleri arasında araştırma yapacaktı. Genel olarak bakıldığında, bu araştırma Türkiye’nin Libya ile yaptığı sınırlandırma anlaşmasını destekliyordu. Daha yakından bakıldığında, araştırma sahasının Türkiye-Libya sınırının hayli doğusunda kaldığı ve daha çok Meis ve Rodos adalarını ilgilendirdiği görülüyordu. A/G Oruç Reis’in araştırma sahası, 28° 00' 00" boylamına kadar uzanıyor; Türk-Yunan kıta sahanlığı sınırlandırmasında Meis’i hiç dikkate almıyor; Rodos’a ise 28° 00' 00" boylamının doğusunda etki tanınmayacağını gösteriyordu. Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilim arttı. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in araya girmesiyle Türkiye bir iyi niyet gösterisi yaptı, araştırmayı askıya aldı.
GKRY Kıbrıs adasının tek temsilcisiymiş gibi hareket ederek adanın deniz yetki alanlarında tek başına tasarruflarda bulunuyor
Kısa bir süre sonra, 6 Ağustos 2020 tarihinde Yunanistan-Mısır sınırlandırma anlaşması imzalandı. Anlaşma ile çizilen sınır, 26° 00' 00" ila 28° 00' 00" boylamları arasında uzanıyordu (harita I) ve Türkiye Libya sınırını bertaraf etmeye yönelikti. Bu durum, A/G Oruç Reis’in askıya alınan araştırmasının yapılmasını tahrik etti. SHOD yeni bir ilan (1024/20) ile A/G Oruç Reis’in 10-23 Ağustos 2020 tarihleri arasında araştırma yapacağını duyurdu. A/G Oruç Reis sahaya intikal etti ve araştırmasını icra etmeye başladı. Gerilim yine yükseldi. Türk ve Yunan donanmaları karşı karşıya geldiler. Bir silahlı çatışma çıkmadı. Taraflar olayları tırmandırmamak için çaba sarf ediyorlardı.

Oruç Reis’in ikinci araştırma ilanında belirlenen araştırma sahası ilkiyle aynıydı; 28° 00' 00" boylamında sona eriyordu. Oysa bu zamanlamada Oruç Reis’in yeni ilan edilen araştırma sahasının Türkiye’nin Yunanistan-Mısır sınırlandırma anlaşmasını tanımadığını gösterecek şekilde 28° 00' 00" boylamının batısına doğru uzanması beklenirdi. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığında ilan ettiği ruhsat sahaları da 28° 00' 00" boylamına kadar gelip dayanıyordu. 28° 00' 00" boylamının batısında ise şimdiye kadar hiç ruhsat verilmemişti. Yunanistan ile Mısır’ın imzaladığı anlaşmanın çizdiği sınır ise 26° 00' 00" boylamından başlayıp 28° 00' 00" boylamında sona eriyordu. 28° 00' 00" boylamının sihri neydi? Mısır 28° 00' 00" boylamının doğusunda kalan kıta sahanlığının sınırını Türkiye ile mi çizmeyi düşünüyordu? Türkiye ile Yunanistan 28° 00' 00" boylamını zımnen kıta sahanlıklarının sınırı olarak mı kabul etmişlerdi?



28°00'00" Boylamı batısı Türk devlet uygulamalarından örnekler


Mısır Türkiye ile bir sınırlandırma anlaşması yaparak, Yunanistan ile çizdiği sınırın doğuda sona erdiği 28° 00' 00" boylamından başlayarak doğuya doğru uzanan ve GKRY ile çizdiği sınırın batı ucunda sona eren sahada, kıta sahanlığının sınırını Türkiye ile çizme imkânını muhafaza ediyor. Türkiye’nin Mısır-Yunanistan ve Mısır-GKRY sınırlandırma anlaşmalarını tanımaması Türkiye ile Mısır arasında böyle bir sınır çizilmesine engel teşkil etmiyor. Buna karşılık, uluslararası hukuk açısından bu sınır alternatifsiz olsa da, Mısır’ın ileride ikinci bir anlaşma yaparak kıta sahanlığı sınırının geri kalan kısmını da Yunanistan ile çizme olasılığı göz ardı edilmemeli.

Yunanistan Türkiye-Libya deniz yetki alanları sınırını bertaraf etme telaşı içinde, Mısır ile Meis’e ilişkin iddialarından vazgeçtiğine işaret eden bir anlaşmayı yapmaya razı olmuş. Mısır-Yunanistan sınırlandırma anlaşmasının Yunan iddialarına aykırı başka boyutları da var. Acaba Yunanistan, hukuksuzluğu Mısır-Yunanistan sınırlandırma anlaşması ile ayan beyan ortaya konulan iddialarından gerçekten vazgeçti mi? Hayır! Yunanistan bilinen hukuksuz iddialarını yeniden sahiplenmek için uğraşıyor.
Türkiye olayları tırmandırmamak için A/G Oruç Reis’in araştırma sahasını batıya doğru genişletmiyor; sebep bu. Yoksa 28° 00' 00" boylamını esas alan kıta sahanlığı sınırı Türkiye için kabul edilemez. 

Bu sınır, Türkiye’nin Libya ile yaptığı sınırlandırma anlaşmasından vazgeçmesi ve Yunanistan-Mısır sınırlandırma anlaşmasını tanıması anlamına gelir. Ayrıca Türkiye’nin Ege denizinde de Yunanistan lehine ciddi hak kayıplarına uğramasına yol açar. Türkiye daha önce 28° 00' 00" boylamının batısında Yunanistan’dan izin alarak faaliyet gösteren araştırma gemilerini Türk kıta sahanlığında bulunduklarını söyleyerek bölgeden çıkartmıştı. Hatta 28° 00' 00" boylamının batısında faaliyet gösterilmesi için bazı izinler de vermişti (harita II). Buna rağmen, 28° 00' 00" boylamını esas alan olayların akış sırası, Türkiye’nin 28° 00' 00" boylamının batısındaki haklarının sahibi olduğunu gösteren bir tasarrufta bulunmasını gerektiriyordu.

Türk Dışişleri Bakanlığı’nın (DİB) üst düzey bir yetkilisi 20 Ağustos 2020 tarihinde gereken açıklamayı yaptı. Türkiye’nin 18 Mart 2020 tarihli notası ile Birleşmiş Milletler’e (BM) bildirilen Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığının sınırları içinde kaldığını belirterek, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) 28° 00' 00" boylamının batısındaki yeni araştırma ve sondaj ruhsat taleplerinin haritasını yayımladı (harita III). [2] Bir taraftan sahadaki gelişmelerin yarattığı heyecan, diğer taraftan DİB’in ilave gerilim yaratacak yaklaşımlardan kaçınması, yapılan açıklamanın medyada taşıdığı öneme denk bir yer bulmasını engelledi. DİB’in açıklaması gerçekten çok önemliydi; A/G Oruç Reis’in araştırma sahasının yol açabileceği yanlış anlamaların önünü kesti. Türkiye 28° 00' 00" boylamını Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığının batı sınırı olarak kabul etmeyeceğini, Libya ile yaptığı sınırlandırma anlaşmasından vazgeçmeyeceğini ve Yunanistan-Mısır sınırlandırma anlaşmasını tanımadığını bir kez daha beyan etmiş oldu. İleride 28° 00' 00" boylamının batısında TPAO’ya araştırma ve sondaj ruhsatları verilebileceğinin sinyalini de verdi. Böylece, Mısır ile çizebileceği 28° 00' 00" boylamından başlayarak doğuya doğru uzanacak bir sınırın Yunanistan-Mısır sınırlandırma anlaşmasını tanıyacağı anlamına gelmeyeceğini gösterdi.




Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının araştırma ve sondaj ruhsatları talep ettiği alanlar


A/G Oruç Reis’in SHOD’un 1024/2020 numaralı ilanı ile bildirilen araştırma süresi 23 Ağustos’ta bitti. Fakat aynı gün saat 19:23’de SHOD’un 1062/2020 numaralı ilanı ile araştırma süresi 27 Ağustos saat 20:59’a kadar uzatıldı.
24 Ağustos günü medyada, Yunanistan’ın Girit adasının güneydoğusunda askeri tatbikat yapacağına, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) de tatbikata 4 F16 ile katılacağına dair haberler çıktı. Irakleio istasyonu 24 Ağustos 05:00’da, 25 Ağustos saat 05:10 ile 27 Ağustos saat 20:59 arasında A/G Oruç Reis’in araştırma sahasını da içine alan geniş bir alanda (harita I) uçak ve gemilerin katılacağı askeri tatbikat yapılacağını ilan etti.
Irakleio istasyonunun tatbikat ilanı, SHOD’un A/G Oruç Reis’in araştırma süresini uzatan ilanından yaklaşık dokuz buçuk saat sonra yayımlanmış. Bu durum, A/G Oruç Reis ilan edilen araştırma sahasında ilan edilen saatlerde araştırma yaparken, aynı sahada, aynı saatlerde Yunanistan’ın askeri tatbikat yapacağını gösteriyor. Açık denizde tatbikat yapmak yasak değil; ama ilan edilmiş ve devam eden bir araştırmanın icra edildiği sahada tatbikat yapmak neyin nesi? Yunanistan A/G Oruç Reis’in araştırmasını durdurmak için gözdağı mı veriyor? Bu uluslararası hukukla bağdaşan bir durum değil. Silahlı çatışma çıkar mı? Silahların olduğu her yerde çatışma riski vardır. Bu riskin Doğu Akdeniz’de gerçekleşmeyeceğini düşünüyor ve umuyoruz.

Türkiye açısından Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları uyuşmazlığının ikinci boyutu GKRY’nin haksız iddiaları nedeniyle ortaya çıkıyor. GKRY Anadolu ile Kıbrıs adası arasındaki ortay hatta dayanarak bölgedeki Türk kıta sahanlığı üzerinde önemli büyüklükte bir alanda hak iddia ediyor. Kıbrıs adasının batısındaki sınırlandırma sahasında adanın ilgili kıyıları epey kısa. Buna karşılık Türkiye’nin aynı sınırlandırma sahasına bakan kıyıları çok uzun. Bu sınırlandırma sahasında Türkiye’nin ilgili kıyılarının Kıbrıs adasının ilgili kıyılarına bakarak on kat daha uzun olduğu söylenebilir. GKRY’nin Mısır ve Lübnan ile imzaladığı sınırlandırma anlaşmalarından sonra ilan ettiği (1, 4, 5, 6 ve 7 numaralı) bloklar Türk kıta sahanlığına tecavüz ediyor.
Türkiye GKRY’nin Mısır ve İsrail ile gerçekleştirdiği anlaşmaları protesto etti ve tanımadığını bildirdi. Benzer şekilde, GKRY ile Lübnan arasında imzalanan sınırlandırma anlaşması da protesto edildi. Lübnan tarafından da onaylanmayan bu anlaşma hiçbir zaman bağlayıcılık kazanmadı. Türkiye GKRY’nin ilan ettiği ruhsat bloklarını, verilen ruhsatları ve bu ruhsatlara dayanılarak sahada gerçekleştirilen faaliyetleri de protesto etti.
Türkiye kendi kıta sahanlığı üzerinde GKRY’nin hak iddia ettiği alanlar dâhil olmak üzere çok sayıda sismik araştırma ve sondaj ruhsatları verdi. Bu ruhsatlara dayalı olarak sahada sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri gerçekleştirildi. TPAO halen Kıbrıs adasının güneybatısında Türk kıta sahanlığını ihlal eden 6 ve 7 numaralı GKRY bloklarının üzerinde sondaj çalışmalarını sürdürüyor (harita I). Bütün bunlar, Türkiye’nin Yunanistan-Mısır anlaşmasının çizdiği sınırın doğu ucundan GKRY-Mısır anlaşmasının çizdiği sınırın batı ucuna kadar uzanan sahada Mısır ile çizebileceği sınırın GKRY-Mısır sınırlandırma anlaşmasını tanıyacağı anlamına gelmeyeceğini gösteriyor.

Türkiye açısından Doğu Akdeniz deniz yetki alanları uyuşmazlığının üçüncü cephesi KKTC’nin haklarıyla ilgili. Kıbrıslı Türkler ile Rumlar eşit haklara sahiptir. Kıbrıs uyuşmazlığının kökeninde, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerin haklarını, hatta Kıbrıs Türkünü yok sayması yatıyor. Bu durum, Kıbrıs adasının deniz yetki alanlarında da devam ediyor ve Kıbrıs uyuşmazlığının denize yayılmasına neden oluyor. GKRY Kıbrıs adasının tek temsilcisiymiş gibi hareket ederek adanın deniz yetki alanlarında tek başına tasarruflarda bulunuyor. GKRY’nin yetkisi olmadan gerçekleştirdiği bu hukuksuz tasarruflara itibar edenler de GKRY’nin gerçekleştirdiği hukuksuzluklara ortak oluyorlar. 

KKTC ve Türkiye bir taraftan bu hukuksuzlukları protesto etmekte diğer taraftan da uluslararası hukukun çok önemli bir ilkesi olan karşılıklılık esasında cevap vermekteler. Bu kapsamda, KKTC TPAO’ya sismik araştırma ve sondaj ruhsatları vermiştir. A/G Barbaros Hayrettin Paşa halen bu ruhsatlara dayanarak adanın doğusunda (harita I) sismik araştırma faaliyetlerini sürdürüyor.


Enerjide dışa bağımlılık güvenlik ve dış politika meselesidir

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


Sakarya Gaz Sahası’nda (Tuna-1) bulunan 320 milyar metreküplük doğalgazın Türkiye’ye cari açıktan ekonomik getirilere, ulusal güvenlikten dış politikaya kadar çok boyutlu birçok alanda fayda sağlayacak bir başlangıç olduğunu söylemek yanlış olmayacak



Uluslararası sistemde bir devletin etkinliğini genel manada kapasiteleri belirler. Aktörün ekonomik kapasitesi, demografik yapısı, askeri kapasitesi, teknolojik kapasitesi ne kadar yüksekse o kadar ulusal güvenliğini koruyabilme ve ötesinde de etkin bir dış politika oluşturabilme imkânına sahip olur. Devletlerin elini güçlendirecek ve dış politikada kendisine alan açacak bu kapasiteler kimi zaman aktörlerin müzakere masasında haklılığını ortaya koymak için, kimi zaman da uluslararası hukukun uygun argümanlarını savunabilmek için gerekli güç unsurları olarak karşımıza çıkar. Dış politikada devletlere alan açan bu kapasiteleri etkileyen en temel unsurlardan biri bağımlılıklardır. Bağımlılık oranı arttıkça dış politikadaki hareket kabiliyeti azalır. 

Bu bağımlılık ekonomide, hammaddede ya da teknolojide veya ulusal güvenlikte olabilir. Aslen aktörler arası ilişkilerin simetrik mi yoksa asimetrik mi olacağını belirleyen, yine kapasiteleri ve bunu etkileyen bağımlılıklarıdır. Günümüzde aktörler arası ilişkileri ve dış politikayı etkileyen bağımlılıklardan biri de enerji kapsamında gündeme gelmekte.

Enerji, uluslararası sistemdeki konumlarından bağımsız olarak, büyük ya da küçük, gelişmiş ya da gelişmekte olan fark etmeksizin, tüm devletlerin ihtiyaç duyduğu bir kaynaktır. 

Dünya nüfusunun ve buna bağlı olarak ihtiyaçların artması, enerjinin dünya üzerindeki asimetrik dağılımı, onu bir jeopolitik ve güvenlik meselesi haline getirdi. 

Enerji yataklarına sahip bölgelerin jeopolitik önemleri artarken bu bölgeler bir nevi oyun alanı haline gelmekteler. Bu durum enerjiyi güvenlik meselesi haline dönüştürmüştür. Bazı devletler ulusal güvenliklerini sağlayamadıklarından, enerji sahibi olmak onlar için bir beka mücadelesine döner; bazı ülkeler ise enerjiyi bir dış politika aracı olarak kullanırlar. 

Enerjinin güvenlik boyutunun kaçınılmaz yönlerinden birini de enerji güvenliği oluşturur. Gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler, enerji güvenliklerini sağlayabilmek adına, enerji kaynaklarına sahip olmak ya da bu kaynaklara en azından kesintisiz erişebilmek için uygun dış politika formülleri üretmekteler.

Enerji güvenliği tartışmaları üzerine devletlerin dış politika inşa etmeleri Birinci Dünya Savaşı’na kadar dayanır. Winston Churchill Birinci Dünya Savaşı öncesinde “İngiltere olarak ne bir kaynağa ne bir devlete ne de bir bölgeye bağımlılığımız olabilir. 

Hangi yerde olmak gerekiyorsa o yer üzerinden bir politika üretip tek kaynağa bağımlılıktan kaçınmak gerekiyor. Bu bizim en önemli enerji güvenliği meselemizdir. Enerjiyi kesintisiz bir şekilde sağlamak gerekir” diyerek enerji kaynaklarına hâkim olmak üzere bir dış politika ortaya koymuştu. Ayrıca yine Churchill Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz donanmasının kömür yerine petrolle çalışmasının, genel manada uluslararası sistemde, özelde ise Almanya’ya karşı karşılaştırmalı bir üstünlük sağlamak açısından çok önemli olduğuna dikkat çekmişti. 

Churchill’in enerji kaynakları açısından yine Orta Doğu’yu hedef olarak seçmesi, savaşın temel motivasyonlarından birinin enerji olduğunu gösteriyor. Aynı şekilde Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Petrol meselesi yalnızca bir milli ekonomi meselesi değil, aynı zamanda bir milli müdafaa meselesidir” diyerek konunun güvenlik bağlantısına vurgu yapmıştı. 

Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, ister ulusal güvenlik üzerinden okunsun isterse enerji güvenliği üzerinden değerlendirilsin, enerji kaynaklarına sahip olmak ülkelerin uluslararası sistemdeki pozisyonunu ciddi bir şekilde değiştirmektedir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında stratejik önemi yeni kavranmaya başlanan enerji kaynaklarının elde edilmesi çabası, zamanla enerjinin dış politika unsuru olarak kullanılmasına dönüştü.

Enerjinin bir dış politika aracı olarak kullanılmasına ilk örnek 1973 Arap-İsrail savaşı sırasında yaşandı. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), Arap-İsrail savaşında İsrail’i desteklediği gerekçesiyle Batı’ya petrol ambargosu uyguladı. 

Bu durum ciddi bir krize yol açtı. Bu kriz sonucunda, Orta Doğu enerji kaynaklarına bağımlı olan Fransa, enerjinin gelecekte yine bir dış politika aracı olarak kullanılabilme ihtimaline binaen, temel enerji kaynağı olarak nükleer enerjiyi kullanmaya başladı. Aynı şekilde Rusya’nın 2006 ve 2009 yıllarında Ukrayna ile yaşadığı gerilimler sonucunda kısa süreli de olsa Avrupa’ya giden ve Ukrayna’dan geçen hattan doğalgaz akışını kesmesi, yine özellikle Avrupa Birliği’nde (AB) ciddi bir endişeye yol açmıştı. Çünkü genel manada AB, özelde de Almanya o günden itibaren Rusya’nın enerjiyi bir dış politika aracı olarak kullanabileceğini düşünmeye başladı ve Rusya’ya olan enerji bağımlılıklarını azaltmak için yenilenebilir enerjiye yöneldiler. Bu çerçevede, enerjide dışarıya bağımlı olmanın ülkelerin ekonomi-politiğini etkileyen önemli bir unsur olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Konunun bir başka veçhesi de enerji kaynaklarına ihtiyaç duyan ve enerjide dışa bağımlı olan devletlerin dış politikada yeterince bağımsız hareket edememesidir. Enerjideki dışa bağımlılık, aktörler arasındaki ilişkiyi asimetrik bağımlılığa çeviren bir konudur. 

Bu bağlamda enerjide dışa bağımlılık, devletlerin dış politikadaki hamlelerini kısıtlayan bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. 

Zira enerjinin yukarıda bahsedildiği gibi bir dış politika aracı olarak kullanılıp arz kısıntısına gidilmesi ihtimali, yani enerjinin politik bir hamle aracı olarak kullanılması ihtimali devletleri tedirgin etmekte. Bu noktada, tedirginliğin temel nedeni enerjide dışa bağımlı olan devletin, olası kesilen miktarı başka bir kaynaktan karşılayamama endişesidir. 

Bu konuya örnek olarak 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinden sonra AB-Rusya ilişkilerinde yaşanan gelişmeler gösterilebilir. AB birlik olarak Rusya’ya enerji konusunda bağımlıyken, aynı zamanda Rusya’nın önemli doğalgaz şirketi Gazprom’un başta Almanya ve İtalya olmak üzere AB üyesi ülkelerle enerji kontratları yapması, AB’nin Kırım ilhakı sonrası net bir dış politika tavrı alamamasındaki en büyük etkenlerden biri olarak görülebilir. Rusya’ya yönelik yaptırımlar, G-8 üyeliğinin askıya alınması ve bazı ekonomik yaptırımların ötesine geçemedi. Bu noktada AB’nin Rus enerjisine kısa vadede alternatif oluşturamaması ve Rusya’nın arz kesintisi yapabileceği kaygısı önemli faktörler olarak görünüyor. Bu anlamda, AB’nin enerji bağımlılığının dış politikada hamle gücünü azalttığını söylemek mümkün.

Konuyla alakalı başka bir örnek, 2015 yılında Türkiye ve Rusya arasında yaşanan uçak krizi sırasında yaşandı. 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya Hava Kuvvetleri'ne ait Suhoy (Sukhoi) Su-24 tipi uçağın sınır ihlali gerçekleştirmesinden dolayı Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesinin ardından gerginleşen Rusya-Türkiye ilişkilerinde, tartışmalar asimetrik bağımlılık üzerinden sürmüştü. 

Bu tartışmaların odağında, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı enerji kaynağının miktarı ve geçmiş deneyimlerden de yola çıkarak Rusya’nın (uluslararası hukuka aykırı bile olsa) Türkiye’ye giden enerji arzını kesebileceği tedirginliği bulunuyordu. Türkiye’nin o dönemde Rusya’dan aldığı gazda bir kesinti olması halinde ortaya çıkacak ihtiyaç, başka bir kaynaktan karşılanamayacak düzeydeydi. Durumu ağırlaştıran bir diğer durum da Türkiye’nin elektrik enerjisinin o dönem için yarıya yakın kısmını, yüzde 99’unu dışarıdan aldığı doğalgazla üretiyor olmasıydı. Yani doğalgazdaki kesinti aynı zamanda Türkiye’nin elektrik üretimini de etkileyecekti. 

Bu gelişmeler ışığında, Türkiye alternatiflerini oluşturmak üzere sıvılaştırılmış doğalgaza (LNG), yenilenebilir enerjiye, yerli enerji kaynaklarına yöneldi. Aynı zamanda depolama faaliyetlerini de artırarak bugün elektrik üretiminde doğalgazın payını epey düşürdü ve kaynaklarını çeşitlendirdi. Böylece enerji güvenliğini sağlama konusunda daha güçlü hale geldi. Ancak o dönemde söz konusu kriz Türkiye’nin dış politikasında hareket alanını daraltan bir gelişmeydi.

Bu noktada, devletlerin enerji bağımlılıklarından kurtulmasının sadece ekonomi, ticaret, güvenlik gibi alanlar için değil, aynı zamanda dış politikada güçlü bir duruş sergileyebilmek için elini kuvvetlendirecek bir hamle olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bu minvalde, geçtiğimiz günlerde Karadeniz’deki Sakarya Gaz Sahası’nda (Tuna-1) bulunan 320 milyar metreküplük doğalgazın Türkiye’ye cari açıktan ekonomik getirilere, ulusal güvenlikten dış politikaya kadar çok boyutlu birçok alanda fayda sağlayacak bir başlangıç olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye her şeyden önce artık doğalgaz aramayı, sondaj faaliyetlerini ve bunların sonucunda da enerji kaynağı keşfetmeyi deneyimleyen bir ülke konumuna gelmiş oldu. 

Bu kabiliyet, özellikle Türkiye’nin kendi sismik araştırma ve sondaj gemilerine sahip olmasıyla beraber, elde ettiği bir hareket özgürlüğünün sonucu olarak ortaya çıktı. O halde, öncelikle böyle bir teknolojiye sahip olmanın, enerji konusunda atılan adımları değiştiren temel unsur olduğunu söylemek gerekir. İkinci olarak, bulunan doğalgazın büyüklüğünü anlayabilmek için, Türkiye’nin ithal ettiği doğalgaz miktarlarıyla karşılaştırarak bir analiz yapmak gerekiyor. En basitinden Türkiye Rusya’dan 2019 yılında yaklaşık olarak 15,5 milyar metreküp doğalgaz almıştı. Yeni keşiflerin olmaması durumunda, yani bulunan rezerv miktarının 320 milyar metreküp olarak kaldığı düşünülse bile, bu enerji miktarı Rusya’dan alınan 20 senelik gaz miktarına eşittir.

Bu durum, öncelikle enerji güvenliğinin temel unsuru olan “çeşitlendirme” açısından son derece önemlidir. Enerjinin alındığı kaynakları çeşitlendirmek veya kullanılan enerji tiplerini çeşitlendirmek, olası bir kriz durumunda arz kesintisi olsa bile, o miktarın başka bir kaynaktan telafi edilmesini sağlayacaktır ki bu da ülkenin dış politikasını doğrudan etkileyecek ve elini rahatlatacak bir unsurdur. 

Dolayısıyla bu doğalgaz keşfiyle Türkiye, artık doğalgazın yüzde 99’unu ithal eden bir ülke konumundan enerjiye sahip bir ülke konumuna geçmiş oldu. Doğalgaz kullanıma geçtikten sonra cari açığın en önemli kalemini oluşturan enerji ithalatını azaltacak, bu durum da ekonomiye çok önemli katkılar sağlayabilecektir. 

Ancak bunların yanı sıra, özellikle yeni rezervlerle desteklenmesi durumunda, enerji gibi dış politikayı etkileyen bir konuda Türkiye’nin bağımlılıktan aşamalı olarak kurtulabilmesi ve ayrıca bu hususta kapasitesini artırarak diplomaside ve dış politikada elini güçlendirip kendisine hareket alanı kazandırabilmesi en önemli sonuçlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Enerjiye sahip olunduğu için azalan dışa bağımlılığın meydana getireceği dış politikadaki hareket alanı, Türk dış politikasında önemli yer tutan Libya, Suriye ve Doğu Akdeniz  gibi meselelerde de hissedilecektir.




26 Ağustos 2020 Çarşamba

Türkiye'nin En büyük kaybı dışa bağımlı Muhalefetin olması

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


İNSANLIK DERSİ

Ama muhalefetin bu patolojik hali benim için artık bir yazı konusu olamayacak kadar banal ve kötücül. Oturup bunları bir de ben sayıp vaktinizi öldürmeye niyetim yok.
Herkes konuştu, ben sustum.
Aslına bakarsanız söylenecek çok şey de yoktu.
Oturdum ve bu büyük müjdeyi içime çektim.
Yüz yıllık sorunu enerji olan bir ülkenin insanı olarak ülkemde bir anda hatırı sayılır miktarda doğal gaz bulunmasının mutluluğunu yaşadım.
Daha güzel ne olabilirdi? Buna sevinmeyecek aklı başında bir Türk olabilir miydi?
Tabii ki o kadar naif değilim. Muhalefetin bu kadar büyük bir müjdeyi bile hazmedemeyeceğini biliyordum.
Nitekim “doğal gaz bir paket çikolata etmiyor”dan, “doğal gaz halka yaramaz”a kadar yüzlerce karın ağrısı dinledik. Maduro göndermesi yapan ahlaksız profesör elbet bulur müstehakını..
Ama muhalefetin bu patolojik hali benim için artık bir yazı konusu olamayacak kadar banal ve kötücül. Oturup bunları bir de ben sayıp vaktinizi öldürmeye niyetim yok.
İçimden tam “Allah kimseyi milletinin sevinciyle sevinemeyecek kadar fesat etmesin” diyordum ki, hepimizin tercümanı yine Sayın Cumhurbaşkanı oldu.
“Rabbim kimseyi teröriste terörist diyemeyen, darbeye darbe diyemeyen, düşmana düşman diyemeyen, milletinin sevinci ile sevinemeyen, üzüntüsüyle üzülemeyen mankurtlardan eylemesin diliyorum.” dedi.
Ben Sayın Cumhurbaşkanının bu konuşmasının önemli bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum.
Anlayana oldukça radikal ama bir o kadar da insani bir konuşmaydı.
Zaten Sayın Cumhurbaşkanı hiçbir zaman retorik özentisine düşmemiş, politikacı ağzıyla konuşmamıştır. Kendisine sunulan tüm konuşma taslaklarına rağmen eninde sonunda konuşmayı kendi insani diline çevirir.
Bu konuşmada “Bak beyim, sana bir çift sözüm var” diyen Yaşar Usta’nın samimiyeti, insaniyeti vardı ama onun ezikliğinden eser yoktu.
Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı hayatının hiçbir döneminde Batı’yı büyük görmedi. Ama aşağılamadı da. Onların “standart” saydıkları tüm reformları gerçekleştirmekte bir an bile tereddüt etmedi. Çünkü Türk insanının da bu standartları hak ettiğini çok iyi biliyordu. Türkiye bu hükümet döneminde AB’ye girmeye geçmişte hiç olmadığı kadar yakınlaştı.
Bakmayın siz yıllardır “muasır medeniyet” diye ağlaşanlara. O seviyeye ulaşmak için en ufak bir şey yapmayıp, darbe üstüne darbe ile ülkeyi demokraside patinaj yaptırdılar.
Bu hükümet döneminde ise AB’nin tüm kurum ve kuruluşlarına üye olduk, bir tek AB hariç…
Sayın Cumhurbaşkanının bu konuşmasından anlıyorum ki; artık bu yolun sonuna geldik. Muasır medeniyet üyesi olmaktan vazgeçtiğimiz için değil, bugüne kadar “muasırın” ne olduğunu belirleyenlerin artık tüm foyaları ortaya çıktığı için. Osmanlı'dan itibaren 200 yıldır içinde yer almaya çalıştığımız “…

Batı’nın bize hiçbir zaman aynı yaklaşmadığını da kabul edelim, hangi adımı atarsak atalım bizi hiçbir zaman kendisi gibi görmedi…”
Bu çok ağır bir laftır ve ciddi bir kırılma noktasıdır. Gerçi Sayın Cumhurbaşkanı buna benzer cümleleri ilk kez kurmuyor ama konuşmanın tamamına bakarsanız bunun artık “sepeti koluna, herkes kendi yoluna” olduğunu sonuna kadar hissedersiniz. “Türkiye’ye karşı sergilediği bu ikiyüzlü tavır AB’nin sonunun da ilanı olmuştur” cümlesinden bizim için AB’nin bittiği dışında başka ne anlam çıkar?
Beni duygusal olarak en çok etkileyen cümlesi Joe Biden’e yönelik “Ya, dostluğumuz var ya! En azından oturup çay içmişliğimiz var ya!” cümlesi oldu. Bu cümleyi hiçbir uluslararası jargonda duyamazsınız, tıpkı “one minute”i duyamayacağınız gibi.
Ha, Biden Türkler için beraber bir çay içmenin anlamı nedir, kahvenin hatırı ne kadardır bilir mi? Bilmez elbette, tercüme edenler de epey bir güçlük çekecektir.
Ama biz biliyoruz.
Ne mi biliyoruz? Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Biden’a insanlık dersi verdi.
Tabi en ağır dersi de muhalefete verdi:
“Hayatlarının hiçbir döneminde umutlarını millete bağlamamış, gözleri hep dışarıya dönük olan bu siyasi anlayış Türkiye’nin en büyük ayıbı ve kaybıdır. (…)  Türkiye için kalplerinde hiçbir hayali, kafalarında projesi olmayanların tek yapabildikleri onun külahını buna bunun külahına ona giydirmek suretiyle illüzyon peşinde koşmaktır. Harbi olun, hasbi olun, mert olun, delikanlı olun, yenileceksiniz, şerefinizle yenilin be!”
Ben muhalefet adına utandım… Şerefin ne anlama geldiğini bilen her insan gibi…
CHP doğalgaz aramasını maliyetli ve gereksiz bulmuştu Karadeniz'den tarihi müjde geldi
Başkan Recep Tayyip Erdoğan Fatih Sondaj Gemisi'nin Karadeniz'de 320 milyar metreküplük doğalgaz rezervi bulduğunu açıkladı. Tarihi müjdenin ardından akıllara CHP'li Ali Mahir Başarır'ın sözleri geldi. CHP'li Başarır, Akdeniz'deki çalışmaları maliyetli göstererek yapılmasını gereksiz bulmuştu.
Başkan Recep Tayyip Erdoğan, "cuma günü sürpriz açıklayacağım" dedikten sonra dünyanın gözleri Türkiye'ye dönmüştü.

CHP DİNLENSEYDİ DOĞALGAZ BULUNAMAYACAKTI

Dolmabahçe Çalışma Ofisi'nde basın karşısına çıkan Başkan Erdoğan, Karadeniz'de çalışan Fatih Sondaj Gemisi'nin doğalgaz bulduğunu açıkladı. Başkan Erdoğan'ın duyurduğu müjdenin ardından akıllara CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır'ın sözleri geldi.
Türkiye'ye damga vuran birçok projeye karşı çıkan CHP, aramalara da karşı çıkmıştı. Akdeniz ve Karadeniz'deki çalışmaların maliyetli olduğun dile getiren CHP'nin sözleri dinlenseydi, Türkiye bugün Karadeniz'de doğalgaz bulamamış olacaktı.

CHP yandaşı Yılmaz Özdil'in tarihi keşif hazımsızlığı! Karadeniz'de bulunan doğalgaza inanmadı
Dünya Türkiye'nin Karadeniz'de keşfettiği doğalgaz rezervini konuşurken CHP yandaşlığı ile bilinen Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil'den skandal bir yorum geldi.
Türkiye, Karadeniz'de 320 milyar metreküplük doğalgaz rezervi keşfetti.
Fatih sondaj gemisinin yaptığı keşif, Türkiye tarihinin en büyük keşfi olarak kayıtlara geçti.
Müjdeli haberi Başkan Recep Tayyip Erdoğan verdi.
Erdoğan'ın bu açıklaması dünya medyasında da geniş yer buldu.
Yaz aylarının ilk günlerinde Bodrum'daki kaçak villasıyla gündeme gelen Yılmaz Özdil de konuya ilişkin açıklamalar yaptı.

"10 SENE DESEYDİ İNANDIRICI OLURDU"
Bir televizyon kanalının konuğu olan Özdil, "Karadeniz'de doğalgaz bulunduğunu 2002'den beri neredeyse açıklamayan enerji bakanı yok. Petrol ve doğalgaz dünya çapında ses getiren ve dünyada teyidi çok kolay bilgiler. 'Doğalgazı buldum' dediğinde iki tane seçenek var ya doğalgazı bulmuş oluyorsun gerçekten, ya da dünyada alay konusu oluyorsun. Dolayısıyla 2023 yılında dedi sayın Cumhurbaşkanımız. 2023 demeseydi, yani 'biz bulduk bunu çıkarması da deniz imkanlarında minimum 10 senedir. Biz bütün imkanlarımızı zorlayacak ve bunu 10 senede çıkaracağız' bile deseydi bana göre daha inandırıcı olurdu." ifadelerini kullanarak skandala imza attı.

CHP'li Selin Sayek Böke'den Türkiye'nin Karadeniz'deki doğalgaz rezervleri ile ilgili şok sözler
CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, Karadeniz'de doğalgaz bulunmasının Türkiye'ye hiç bir faydasının olmayacağını iddia etti.

CHP'li Gökçen: Karadeniz'de bulunan doğalgazı çıkarmadan yüzde 11'ini kaybettik
CHP'li Gökçe Gökçen, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘doğalgaz bulundu’ açıklamasının ardından doların 7.19 kuruştan 7.39 kuruşa yükseldiğini belirtti, “Gazı daha çıkarmadan yüzde 11’ini kaybettik" dedi.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘gaz bulundu’ açıklamasının ardından doların 7.19 kuruştan 7.39 kuruşa yükseldiğine dikkati çekti. Gökçen, “Gazı daha çıkarmadan yüzde 11’ini kaybettik. Müjdenin açıklandığı günden bugüne kadar 20 kuruş artan dolar, bize kabaca 86 milyar lira kaybettirdi" dedi.
Gökçen, döviz kurunu hızla arttığını ve artan döviz karşısında Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın konuyla ilgili şov yapmak yerine önlem alması gerektiğini belirtti. "Şimdiden çıkaracağımız doğalgazdan kazanacağımız 65 milyar doların yaklaşık 7.1 milyar dolarını kaybettik bile" diyen Gökçen, "Bu gidişle de daha doğalgazı çıkarmadan, doğalgazdan gelecek parayı kaybedeceğiz gibi görünüyor. Sayın Berat Albayrak’ı bu içi boş şovlardan kurtulup bir an önce geleceğimizi erimekten kurtarmaya davet ediyorum” ifadelerini kullandı.

CHP'de Türkiye'nin doğal gaz keşfini görmezden gelme talimatı! AK Parti'den tepki geldi
Başkan Erdoğan, Karadeniz'deki sondajda 320 milyar metreküp doğal gaz rezervinin keşfedildiğini belirterek, "Yani bu ilk kuyuda bulunan rezerv, çok daha zengin bir kaynağın bir parçasıdır. İnşallah devamı da en kısa sürede gelecek." dedi. Türkiye bu açıklama ile sevince boğulurken, CHP sessizliğe büründü. Sessizliğin nedeni daha sonra ortaya çıktı. Partililere konuyla ilgili görüş bildirmeme, açıklama yapmama talimatı gönderildi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da, tarihi keşfi görmezden geldi

Türkiye, tarihinin en büyük doğal gaz rezervini Karadeniz'de keşfetti. Başkan Erdoğan, müjdeyi "Karadeniz'de 320 milyar metreküp doğal gaz keşfettik. Araştırmalar devamının da geleceğini gösteriyor. Bu keşif çok daha zengin enerjinin yalnızca bir parçası..." sözleri ile duyurdu.

Türkiye'ye sevince boğan haber bazı illerde davul zurna ile kutlandı, bazı illerde ise mutluluk gözyaşları karşılandı. CHP'nin milletin değerlerinden ne denli uzak olduğunu bir kez daha gözler önüne serildi.
ÖNCE İTİBARSIZLAŞTIRMAK İSTEDİLER
Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın müjdeyi açıklamasına saatler kala CHP'nin kanalı Tele1'de Gökhan Çapoğlu isimli profesör bilimden ve gerçeklikten uzak ekonomi yorumları ile Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef aldı ve istifası ile doların 5 TL'ye düşeceği gibi küstah sözler kullandı.

Yine CHP'nin diğer kanalı Halk TV'de ise Parti Genel Sekreteri Selin Sayek Böke benzer bir yola başvurdu. Böke, doğal gaz çıkarılmasının Türkiye'ye hiçbir faydası olmayacağını savunarak halkın tepkisini çekti.

MÜJDE SONRASI SESSİZLİK

CHP, milleti sevince boğan, mutluluk gözyaşları döktüren doğal gaz müjdesini sessizlik ile karşıladı. Konuşanlar da itibarsızlaştırma yoluna başvurdu.


google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html