BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

25 Nisan 2018 Çarşamba

FRANSA'NIN TÜRKİYE KARŞITI EYLEMLERİ ARTIYOR

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Zeytin Dalı Harekâtı'nda TSK'nın karşılaştığı en büyük zorlukların başında kuşku yok ki PKK/PYD terör örgütü tarafından kullanılan ve farklı boyutlarda, bulunduğu coğrafi alanda tam savunma sağlayabilecek şekilde inşa edilen betondan yapılma korugan, tünel ve bunkerlerdi.

Üstün askeri bilgi gerektiren bu yeteneğe PKK/PYD terör örgütünün sahip olmayışı, dahası Suriye'de iç savaş sürerken bahse konu olan yapıların ortaya çıkarılması için yüksek miktarda betona duyulan ihtiyacı da terör örgütünün kendi başına karşılayamayacağı üzerinden çok geçmeden anlaşılmıştı.
Ne var ki Suriye'de iç savaşın sürmesine rağmen beton üretim tesisine sahip olan tek firmanın Fransız menşeli olması bir anda akıllara tabi olarak Fransa'nın PKK/PYD terör örgütüne düşünülenin ötesinde destek verdiği gerçeğini getirdi.
Kaldı ki harekâtın ilerleyen aşamalarında bu durum tescil edilmiş ve Fransız firmasının sağladığı destekle PKK/PYD terör örgütünün belki de milyonlarca metreküplük betonları kullanarak TSK karşısında savunma alanları yaptığı ortaya çıkmıştı.
Aynı ülkenin Zeytin Dalı Harekâtı boyunca uluslararası alanda sürekli eleştiride bulunması hatta bir defasında BM Güvenlik Konseyi'ni toplamaya cüret etmesi ve fakat Türkiye'nin kararlı duruşu karşısında geri adım atmış olması ise unutulmamıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başarılı bir diplomasi yürüterek yerinde ve zamanında Fransa Cumhurbaşkanı ile zaman zaman yaptığı görüşmeler, Türkiye'nin kararlılığını korumasında büyük katkı sağlarken, yeri geldiğinde "yüksek tonda" konuşması ise diplomatik usulde Türkiye'nin gücünü Fransa'ya göstermesine katkıda bulunmuştur.
Ne var ki Fransa, Türkiye karşıtı eylemlerini Afrin'in PKK/PYD'li teröristlerden temizlenmesi sonrasında daha da artırmaya koyulmuştur.
Üstelik bu eylemlerin çapının genişlediği, sadece Suriye ile kalmayıp, Doğu Akdeniz, Ege ve Balkanlara kadar yayılan, dahası Türkiye'nin dış politika perspektifini doğrudan hedef alan bir yapıya büründüğü anlaşılıyor.
Afrin kent merkezinin TSK tarafından alınmasının hemen akabinde Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda PKK/PYD'li teröristleri ve yandaşlarını ağırlayan Fransa, başta Menbiç olmak üzere Suriye'nin kuzeydoğusundaki sahalara asker göndereceğini açıklaması içerisinde bulunduğumuz dönemin ilk önemli işareti oldu.
Bununla da kalmayıp, yine Suriye'nin kuzeydoğusunun "güvenlikli bölge ilan edilmesi" çabası çerçevesinde çalışmaları destekleyeceğini duyuran da yine Fransa olmuştur.
Bu durum Esad'ın Duma'da muhaliflere kimyasal silah kullandığı iddiasının gerçekleştiği günlerle yakınlık gösterirken, ABD ve İngiltere ile beraber rejime yönelik saldırı düzenleyen Fransa'nın bölgeye yönelik askeri sevkiyatında gözle görülür bir artış yaşandığı anlaşılıyor.
Hali hazırda Doğu Akdeniz'e deniz gücü konuşlandıran Fransa, bunun yanı sıra Menbiç'e gönderdiği askeri güçleriyle sınır hattımızda devriye faaliyetlerine bile başlamış vaziyettedir.
Bu faaliyetler çerçevesinde yine Fransa'ya ait askeri helikopterlerin her gün sınır hattımızda belirli aralıklarla uçuş gerçekleştirdiği de biliniyor.
Fransa, ülkemize yönelik tehdit oluşturan terör bölgesinde "koruma gücü" altında eylemlerini sıklaştırmışken, Macron'un ağzından, Suriye'ye yönelik gerçekleştirilen yeni eylemlerle Türkiye ile Rusya'nın arasını açmayı başardığını iddia etmiştir.
Macron bununla da kalmamış, Balkan ülkelerinin Türkiye ve Rusya ile yakınlaşmasına izin vermeyeceklerini öne sürmüştür.
Yaşanan gelişmeler Fransa'nın Türkiye'nin etrafının çevrildiği tüm bölgelerde ülkemiz aleyhinde oluşturulacak girişimleri desteklediği hatta yeni koşulların meydana çıkarılabilmesi için de uğraş verdiğini güçlü şekilde işaret etmektedir.
Şimdi ise aynı çabalar kapsamında Fransa'nın Ege Denizi'nde de Türkiye karşıtı eylemlerin tarafı olmak üzere harekete geçtiğini gösteren gelişmelerin yaşandığına tanık oluyoruz.
Mevcut durumda Ege'de hukuksuz iddialarla neredeyse her geçen gün Türkiye'ye karşı provakatif girişimlerde bulunan Yunanistan'ın, Türkiye ile güç yarıştırmaya gücü yetmeyeceğini anladığı anlarda Fransa'nın kendisine yardımda bulunması kuşku yok ki sıradan bir gelişme ya da tesadüfi olarak değerlendirilemeyecektir.
Yıllardan bu yana ağır bir ekonomik kriz içerisinde bulunan ve sadece AB'nin verdiği destekler ile karşılığında tüm kamu varlığını 99 yıllığına bu oluşuma devrederek aldığı krediler sayesinde ayakta güç bela duran Yunanistan, donanmasını yenileyecek imkânı olmamasına karşın Fransa'dan "finansal kiralama" yoluyla 2 adet savaş gemisi kiraladı.
Üzerlerindeki silah sistemlerinin dâhil edildiği savaş gemilerinin, 5 yıl süreyle kirada kalacağı ve Yunanistan her yıl kira bedeli olarak 100 milyon Euro ödeyeceği ifade ediliyor.
Konuyu ilginç kılan bir başka nokta ise Fransa tarafından Yunanistan'a kiralanacak olan savaş gemilerinin, kimyasal silah kullandığı iddiasıyla Esad rejimine karşı icra edilen askeri saldırıda kullanılan filonun içerisinden seçilmiş olması.
Şüphe yok ki Ege'de Yunanistan'ın tahrik edici tutumları karşısında bir başka ülkenin değil de Fransa'nın böylesi bir yolu seçmesi, Yunanistan'ın yanında yer aldığını gösteren bir tutum olarak okunmalıdır.
Suriye'de Türkiye'yi doğrudan tehdit eden PKK/PYD terör örgütüne her türlü desteği veren, Doğu Akdeniz'de Suriye rejimini bahane göstererek varlık gösteren Fransa, şimdi yine bir başka senaryo ile Ege Denizi'nde Türkiye'nin karşısına çıkıyor.
Yaşanan bu gelişmelerin sadece Fransa'nın kendisini has olmadığına dair şüphe uyandıran gelişmeleri de üst üste koyduğumuzda -ki benzeri faaliyetlerde diğer bazı ülkelerin de olduğu malumdur- ülkemize karşı müttefik olduğu iddia edilen ülkelerden gelen kolektif bir tehdit oluşmaya başlamıştır.
Bu şatlar altında giderek müttefiklik ilişkilerimizi sorgulamamız geren bir dönemin içerisine giriyoruz.
Yaşananlar karşısında Türkiye milli güvenlik perspektifinden taviz veremeyeceğine göre, şartların aynı haliyle devam etmesi söz konusu olursa bu durumun yaşanmasının kaçınılmaz bir sonuç olacağını belirtmemiz gerekir.




google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html