BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

8 Kasım 2017 Çarşamba

SUUDİ ARABİSTAN'DA GERÇEKTE NELER OLUYOR?

Ortadoğu oldukça hareketli günler yaşıyor. Özellikle Irak'ta düzenlenen korsan referandum sonrasında başlayan süreç, IŞİD sonrasına endekslenen ağır hesapların birbiriyle karşı karşıya gelerek çatışması seçeneğini doğurdu.

Mevcut gündemde hemen herkes haklı olarak Suudi Arabistan'da birbiri ardına yaşanan siyasi depremler, tasfiyeler ve yönetimin içte ve dışta yeni bir sürece geçileceğine dair gelişmeleri okumakla meşgul.
Peşinen söylemek gerekir ki kaynayan sadece Suudi Arabistan değildir.

Doğrudur, bu ülkede Haziran ayında Veliaht Prens olarak tayin edilen Kral Selman'ın, 31 yaşındaki oğlu Muhammed şu günlerde kendisine rakip olabilecek ya da gerek şimdiki konumuna, gerekse ilerideki Krallığına itiraz eden kim varsa onları bir çırpıda tasfiye ediyor.

Bu tasfiye sürecinin ana gerekçesi ise ülkede yolsuzluk yapıldığı, devletten vergi kaçırıldığı ve haksız kazanç elde edildiği yönünde.

Aralarında 11 prensin, 4 mevcut bakan ve onlarca eski bakanın olduğu şahıslar bir çırpıda tutuklanarak, yine bir gecede hapishaneye dönüşen 7 yıldızlı Ritz Carlton Oteli'ne konuldu.

Hepsinin milyarlarca dolar değerindeki mal varlığına ise el konulmasına kesin gözüyle bakılıyor.

Ülkesindeki petrole dayalı ekonomiyi teknolojik yatırımlar ve tarım politikalarına çevirerek yaklaşık 20 yıl sonraki şimdiki değerinden oldukça düşük bir seviyeye inecek olan petrol yerine yeni gelir kalemleri oluşturmaya çalışan Prens Muhammed için, el konulacak bu gelirlerin anlamı büyük.
Çünkü Arap yarımadasını Yemen üzerinden inşa edilecek köprüyle Afrika kıtasına bağlamak isteyen, aynı çabayı Mısır'dan alınan iki ada vasıtasıyla Kuzey Afrika için de gerçekleştirerek yeni yatırım kanalları oluşturmaya çalışan zihniyet için büyük miktarda kaynak gerekliydi.

Ayrıca bundan sonra daha çok İsrail ve ABD yanlısı politikalar takip edecek anlayışın savunma bütçesini artırarak, Ortadoğu'daki krizlere Arap NATO'su adıyla oluşturulacak askeri yapılanma için de ilave finans kaynağına sahip olması gerekiyordu.

ABD Başkanı Trump'ın, olan bitenler karşısında Kral Selman'ı telefonla arayarak destek mesajları vermesini, ayrıca Trump'ın damadı ve İsrail'in büyük bir dostu olan Jared Kushner'in tutuklamalar öncesinde Suudi Arabistan'ı ziyaret etmesi doğru anlamlandırılmalı.

Yemen savaşının mimarı olan Kral Selman'ın oğlu Muhammed'in, Yemen'den atılan bir balistik füzenin Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'ı vurmasının hemen ardından bu tutuklamaların yaşanması ve akabinde yine Yemen sınırında içerisinde Prens Selman'a yakınlığıyla bilinen Prens Mansur'un da olduğu helikopterin düşerek içerisindeki herkesin hayatını kaybetmesi tesadüf olmasa gerek!
Diğer yandan tesadüflerle açıklanamayacak bir başka gelişme daha mevcut ki, bu da meselenin sadece Suudi Arabistan'la sınırlı kalmadığının, kalmayacağını göstergesi olmuştur.

Suudi Arabistan'da yaşanan siyasi darbeyle eşzamanlı olarak Lübnan Başbakanı Saad Hariri'nin, İran ve Hizbullah'ı suçlayarak, can güvenliğinin olmadığı gerekçesiyle görevinden istifa ettiğini duyurması tesadüfi olmayan silsilenin bir başka boyutudur.

Meseleyi daha ilginç hale getiren asıl konu ise Hariri'nin istifasını Suudi Arabistan'ın Körfez İşlerinden Sorumlu Bakanı olan, bugünlerde ABD'nin isteği ile Suriye'de PKK/PYD'yi Rakka'da donatmak ve Irak politikalarını aynı bakış açısıyla yürütmekte olan Samir es Sebhan ile yaptığı görüşmenin hemen ardından ve Suudi Arabistan'dan duyurmasıdır.
Çünkü bu durum akıllara Yemen'de yaşanan süreci getirmiş, benzeri bir süreç Yemen'de de yaşanmış, bu ülkenin Cumhurbaşkanı olan Mansur Hadi istifa etmesinden kısa bir süre sonra ülkesinde yaşananlarla ilgili Suudi Arabistan'a müdahale çağrısında bulunmuş ve ardından Suudi Arabistan'ın başını çektiği ülkeler Yemen'e müdahale etmişti.
Dolayısıyla Suudi Arabistan'da olup bitenlerin Yemen'in ardından Ortadoğu'da yeni bir sıcak cephenin açılma ihtimalini akıllara getiriyor.

Özellikle Suriye'de rejimin Deyr ez Zor'u alması ve Irak'taki Haşdi Şabi güçlerinin Suriye ile olan sınırdaki IŞİD teröristlerini temizledikten sonra ilk kez Suriye topraklarına girerek Ebu Kemal bölgesini kuşatmasından sonra.
Zira bu hattı batıdan kuşatan Suriye rejimi de, doğudan kuşatan Haşdi Şabi de İran'ın yoğun desteğini alan iki kesimdir ve iki kesimin kısa süre sonra birleşmesi demek, İran'ın kendi topraklarından başlamak üzere Lübnan'a kadar uzanan alanda kendince sağlıklı bir kara bağlantısı kurması demektir.

Bu mevzu İsrail ve Suudi Arabistan için tehlikeli olarak görülürken, ABD de bunun gerçekleşmemesi için şimdiye kadar yoğun gayret sarf etmişti.

Ne var ki çabaların başarılı olmadığı, İran'ın hedefine ulaşmak üzere olduğu her yönüyle, herkesin karşısında bulunan bir gerçekliktir.

İsrail Başbakanı Netanyahu'nun, "Hariri'nin istifası ve dikkati çektiği noktalar, uluslararası camiaya Suriye'yi ikinci bir Lübnan'a çevirmeye çalışan İran'ın saldırılarına karşı gerekli önlemleri alması için bir çağrı niteliğindedir" yönündeki sözleri bir bakıma İsrail, Suudi Arabistan ve ABD ekseninin Lübnan'a odaklandığını işaret ediyor.

İstenmeyen ana konu İsrail'in yanı başında, Lübnan'da bulunan İran desteğindeki Hizbullah'ın varlığıdır.
Bu varlığa yönelik İsrail'in doğrudan müdahalesi söz konusu olabilecektir ancak sonuç olarak Müslüman ülkeler Filistin'in ardından İsrail'in Lübnan'da yürüteceği askeri operasyonlar karşısında ortak bir tepki verebileceklerdir.

Bunun olması istenmediğinden şuanda Lübnan'a müdahale için gerekli olan sözde meşru olan yolun taşları döşenirken, müdahalede öncülük yapacak Suudi Arabistan da her yönüyle aynı hedef için içeriden başlamak suretiyle hazırlanmakta, buna zorlanmaktadır.

Yaşananlar karşısında İran ve Hizbullah'ın da bu saatten sonra boş duracağını söylemek mümkün değildir.
Neresinden bakarsak bakalım Ortadoğu yeni krizlerin yaşanmasına gebe bir haldedir.

Özellikle de IŞİD sonrasında yaşanacak süreç, kendisinin son derecede hareketli ve bir o kadar da riskli bir dönem olacağını şimdiden işaret ediyor.

google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html