Amerikalılar ve Avrupalılar yakın zamana kadar sosyal medyanın demokrasiyi ve sivil toplumu zenginleştirdiğini düşünüyordu; ta ki kendilerinin iki kutsalına özel hayatın gizliliği prensibi ve demokrasiye dokunana kadar.
Yakın zamana kadar demokrasiyi ve sivil toplumu
zenginleştirdiği düşünülen, "renkli devrimler"deki, "Arap
Baharı"ndaki rolü göklere çıkarılan sosyal medya mecraları, son dönemde
eleştiri oklarının hedefinde. Bu mecraların en popüleri olan Facebook, ırkçılık
ve nefret dilini yaymak veya siyasi manipülasyonlar yapmak isteyenler için de
elverişli bir araç haline gelmiş durumda.
Myanmar'daki katliamları tetikleyen nefret dilinin Facebook
üzerinden yayılması bu noktada dikkat çekiciydi. Facebook’un fuhuş veya
uyuşturucu trafiğinde kullanılması gibi konular da zaman zaman tartışıldı. Ama
Amerikalıların ve Avrupalıların Facebook'a şüphe ile bakmaları için bunlar
yeterli olmadı. Ta ki kendilerinin iki kutsalına —özel hayatın gizliliği
prensibi ve demokrasiye— dokunana kadar. Milyonlarca Facebook kullanıcısının
kişisel bilgilerinin İngiltere'deki Brexit oylamasının ile ABD'deki 2016
başkanlık seçimlerinin manipüle edilmesinde kullanıldığı iddialarının ardından,
ABD ve Avrupa'da sosyal medya ve özellikle Facebook hakkında hararetli bir
tartışma başladı. Ve en nihayetinde bu tartışmalar, Facebook’un kurucusu ve
CEO’su Mark Zuckerberg’in geçen hafta Amerikan Kongresi’nde özel bir oturumda
sorgulanmasıyla taçlandı.
Konu, milyonlarca Facebook kullanıcısının kişisel
bilgilerinin Cambridge Analytica adlı bir data analiz şirketi tarafından ele
geçirilip ABD 2016 başkanlık seçimlerini manipüle etmek üzere kullanıldığı
iddiasıydı. Bu duruşmanın dört önemli bileşeni vardı: (1) Cambridge Analytica,
(2) Facebook, (3) ifade özgürlüğü ve kişisel bilgilerin gizliliği gibi
demokrasiyle ilgili bir takım normatif konular ve (4) duruşmanın bizzat
kendisi.
Duruşma bir tiyatroydu
Sonuncusundan başlayalım: Formatına bakarsak, bu duruşma,
olayı geçiştirmek amacıyla kurgulanmış bir oyun gibiydi. Zuckerberg de oyunun
gereğini yaptı: Orta sahada top çevirdi, zamana oynadı, fırsat verildiğinde de
Facebook’un derin felsefesiyle ilgili dersler verdi. Yaklaşık 100 Kongre
üyesine soru sormak için beşer dakika zaman verilmişti. İki güne yayılan
duruşma toplamda on saat sürdü. Beş dakika içinde sorularına ciddi cevaplar
alamayacaklarının farkında olan Senatörler ve Temsilciler retorik sorular sorup
şakalaştılar, arada ciddileşip aba altından sopa gösterdiler. Kimileri kendince
şov yapmaya çalıştı; kimileri de “üyelik sözleşmeniz berbat” deyip konuyu
özetledi. Bazı sorular ilginçti; Nefret söylemi veya ayrımcılık hakkında ne
düşünüyorsunuz gibi çanak sorular mesela. Sanki Zuckerberg ve Facebook özünde
iyi, ama dünyadaki kötü insanlar sistemin açıklarını kullanıyor demeye getiren
sorulardı bunlar. Bunlar esnasında, karşımızda dünyanın en büyük tekellerinden
birinin patronunun sorgulandığını, bu tekelin elindeki bilgilerle Amerikan
başkanlık seçimlerine dışarıdan müdahale edildiğini unuttuk, bir düşünürle
fikir alışverişi yapılıyor falan zannettik. Hele ki Kongre’de kişisel
bilgilerin kullanımıyla ilgili bir yasa yapılmasını destekler misiniz gibi
sorular Zuckerberg’i yasama, yürütme, yargıyla denk bir dördüncü güç gibi
büyüttü gözümüzde. Sonuç olarak, hiç kimse Kongre’den bu konuyla ilgili ciddi
bir düzenleme beklemiyor. Çünkü öncelikle konu çok karmaşık, internet çok geniş
ve Facebook çok popüler. Ayrıca serbest girişimi regüle etmek Amerikan siyasi
kültürüne yabancı bir eğilim. Bunların yanında duruşmanın diğer üç bileşeni,
meseleyi hem daha da karmaşıklaştırıyor hem de tehlikeli bir oyuna
dönüştürüyor.
Psikolojik harp ve algı operasyonu
İkinci bileşen Cambridge Analytica adlı bir data analiz
şirketi. Aslında bunlardan çok var. İnsanlarla ilgili bilgiler toplayıp
profilleme yapıyor ve bu profillere uygun pazarlama yöntemleri öneriyorlar.
Ticari reklam sektöründe bu yöntem uzun zamandır kullanılıyor. Ancak yeni
dönemin iki önemli farkı var: Birincisi yaş, cinsiyet, gelir seviyesi gibi
klasik demografik veriler üzerinden oluşturulan stratejiler artık çok geride
kaldı. Sosyal medya sayesinde demografik verilerin çok daha ötesinde profilleme
yapılabiliyor. Cambridge Analytica’nın istifa eden CEO’su Alexander Nix bunu
“psikografik” profilleme şeklinde adlandırmıştı. İnsanların kişilikleri ve
eğilimleri üzerinden yapılan bu profiller sayesinde çok daha sofistike
pazarlama yöntemleri geliştirilebiliyor. Yeni dönemin ikinci farkı ise bu
yöntemlerin siyasette çok yaygın olarak kullanılması.
Psikografik profiller sayesinde, sadece siyasal
kampanyaların klasik yöntemlerine strateji üretmek değil, sosyal medyada mikro
hedefler üzerinde operasyon yapmak da mümkün oluyor. Bu çok etkili bir yöntem;
çünkü iletilmek istenen mesaj sanki sizden biri konuşuyor gibi çıkıyor
karşınıza, sizinle hemen etkileşime geçiyor. Tekrar Cambridge Analytica’ya
dönelim: İngiltere merkezli bu şirketin arkasındaki isimlerden biri Trump’ın
eski baş stratejisti Steve Bannon, finansörü ise Cumhuriyetçi Parti’nin en
büyük bağışçılarından ve Trump destekçilerinden Robert Mercer. Cambridge
Analytica 2013’te kurulmuş, ama öncesinde Strategic Communication Laboratories
Group (SCL) isimli çok daha meşhur bir şirket var. İngiltere, Endonezya,
Tayland, Kenya ve daha birçok ülkede hükümetlerle ve siyasetçilerle çalışmış,
kendi ifadeleriyle “psikolojik harp” ve “algı operasyonu” alanlarında uzman bir
şirket. Bu ilişkileri ve becerileri sayesinde Trump’ın kampanyasında rol alan
Cambridge Analytica’nın seçimlerin gidişatını ne kadar etkileyebildiği ise bir
muamma. Şirketin kullandığı yaklaşık 87 milyon Facebook üyesinin bilgilerinin
Rus kökenli bir Cambridge Üniversitesi profesörü tarafından ele geçirildiği
bilgisi ise işleri biraz daha karmaşıklaştırıyor. Malum, içinde Rusya geçen
cümleler dikkat çekmek için yeterli. Çünkü eş zamanlı olarak, Rusya’nın benzer
bir Facebook datasını kullanarak başkanlık seçimlerinde “trol” hesaplarla kimi
Amerikan seçmenini manipüle ettiği iddiası ve bunun Trump kampanyasıyla
ilişkisi de FBI tarafından araştırılıyor.
İnternet dünyası Facebook’tan büyük mü?
Olayın bir diğer bileşeni Facebook. Bilginin ve düşüncenin
serbestçe paylaşıldığı, devletlerin müdahalesinin olmadığı bir mecra,
kullanıcılar tarafından oluşturulmuş demokratik bir toplum! En azından hikayesi
böyle. Google, Microsoft ve Apple gibi diğer şirketlerin de benzer hikayeleri
var. İnternetin serbest ve sınırsız dünyasının devleri bunlar. Peki internetin
sınırsız dünyası bu devlerden büyük mü? Hepsinin kendi alanında oluşturdukları
tekele bakınca buna olumlu cevap vermek mümkün değil. Ayrıca her birinin
kurucuları şirket hisselerinin yarısından fazlasına sahip. Yani bu şirketler
hem tekel hem de tam birer otokrasi. İnternetin kökeninde Amerikan savunma
sanayisinin olması ve ayrıca bu devlerin büyüyüp rakipleri yutan bir tekele
dönüşmesinin Amerikan devletince desteklenmesi hesaba katıldığında fotoğraf
biraz daha kararıyor. 11 Eylül’den sonra başlatılan “teröre karşı savaş”
konsepti içinde, bu devler Amerikan devletinin adeta ortağı oldular. Özellikle
sosyal medyanın başıboş bırakılmasını beklemek saflık olurdu zaten. Sadece
Facebook’un dünyada iki milyar, ABD’de 214 milyon aktif kullanıcısı var. Birçok
insanın internetle ilişkisi Facebook’tan veya benzer sosyal medya mecralarından
ibaret. Yine birçok insan dünyada olup bitenleri geleneksel medyadan değil
sosyal medyadan takip ediyor, orada gördüklerine daha çok inanıyor, orada akan
söylemlerin bir parçası oluveriyor. Çünkü oranın bizler tarafından şekil
verilen özgür bir alan olduğuna inanıyoruz. Orada hepimiz yazar, hepimiz
düşünür, hepimiz uzman, hepimiz irili ufaklı fenomenleriz. Oysa aktör
olduğumuzu zannederken aslında inşa ediliyoruz; farkında olmadan maruz
kalıyoruz. Onun için bu mecralarda dezenformasyon veya manipülatif bilgi çok
etkili oluyor; özellikle de ana akım medyaya güvenin azaldığı şu günlerde.
Kısacası sosyal medya, özellikle de Facebook hem milyonlarca insan hakkında
veri toplanmasını sağlayan hem de manipülasyona son derece açık bir mecra.
Yukarıda bahsedilen bu data analizleri, reklam geliri elde etmek ve nüfuz
oluşturmak için kullanılıyor. Nüfuz söz konusu olunca da siyaset bir şekilde
devreye giriyor.
İfade özgürlüğünün sınırı olmalı mı?
Gelelim Facebook merkezli bu skandal sebebiyle tartışmaya
başladığımız demokrasiyle ilgili normatif konulara. Bunları kısa bir yorum
yazısının bir paragrafında anlatmak mümkün değil tabii ki. Yine de en azından
tartışmanın can alıcı birkaç noktası aktarılabilir. Rusya'nın Facebook
üzerinden ABD'nin 2016 başkanlık seçimlerine müdahale ettiği iddiası şunları
barındırıyor: (1) “Kutsal” seçmen iradesi manipüle edilmiş, (2) “kutsal”
kişisel bilgiler istismar edilmiş, (3) bu sayede otokratik eğilimleri olan bir
demagog Amerikan başkanı olmuş ve (4) tüm bunları bir dış düşman yapmış. Yani
en demokratik ve özgür alan olarak görülen bir sosyal medya mecrası üzerinden
bir demokrasiye darbe vurulmuş. Bunun aslında pek şaşırtıcı olmadığını
belirtmek gerekir. Çünkü demokrasiye en yıkıcı zararlar kimi zaman demokratik
hakların istismar edilmesinden kaynaklanır. Bunun en çarpıcı örneği ise
Nazizmin 1933'te Weimar Cumhuriyeti demokrasisini seçimler yoluyla sona
erdirmesidir. Öyle ki Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels'in meşhur
ifadesiyle, Nazilerin hukuki yollarla gücü ele geçirmesi "her daim
demokrasinin en iyi şakası olarak kalacaktır". Evet, demokrasi kendi
düşmanlarına gereğinden fazla alan açan bir siyasi sistem. Bu alanı açan en
temel demokratik ilke ise ifade özgürlüğü. Belki "özgürlük düşmanlarına
özgürlük yok" deyip bir terör rejimi kuran Jakobenlere bir tepki olarak,
belki de liberalizmin temel kaidelerinin etkisi sebebiyle, demokrasiler
düşüncenin ifadesine bir kutsiyet atfediyor. Özellikle ABD’de en abes düşünceler
bile ifade özgürlüğü çerçevesinde kabul ediliyor.
Peki ifade özgürlüğünün bir sınırı yok mu? Demokrasiler
kendilerini korumak için bazı düşüncelerin ifadesini engelleyemez mi? Eğer
engellemesi gerekiyorsa hangi düşünceleri engellemeli? Buna kim karar vermeli?
Bunun kriterleri ne olmalı? Ne tür cezalar verilmeli? İşte bunlar cevaplaması
çok zor sorular.
Facebook ile ilgili tartışmalar da en nihayetinde bu
sorulara gelip takılıyor. Facebook ve diğer mecralar üyelik sözleşmelerini daha
anlaşılır yapmaya veya üyeleriyle ilgili bilgileri üçüncü şahıslarla paylaşma
konusunda daha titiz davranmaya zorlanabilirler. Bu mecralarda siyasi reklam
vermek de zorlaştırılabilir. Bunlar tüm komplikasyonlarına rağmen işin en kolay
tarafları. Ancak düşüncenin ifadesi serbest olduğu müddetçe manipülasyon ve
dezenformasyon (veya "psikolojik harp" ve "algı
operasyonu") hep olacak. Facebook duruşmasının yukarıda bahsedilen dört
ögesi bir arada düşünüldüğünde, iyimser olmak için ortada pek bir sebep yok.
Hepimiz fenomen olmak istiyoruz, ama gerçekte birer küçük data parçasıyız.