Bu yazıyı yazarken çok düşündüm.Lütfen ideolojik ve peşin hükümlü olmadan okuyunuz.
Hakikaten az bir düşünelim yahu, kim bizim düşmanımız?
Rusya ? Amerika ? Araplar ? Kürtler ? Yunanlar ? Ermeniler
? Aleviler? Yobazlar ? Kemalistler ? Ulusalcılar ?
Kim yaa.. Allah aşkına kimler bizim düşmanımız?
Yıllarca en büyük düşmanımız Ruslardı. Bu “Pis
Gomünistler” bizim birlik ve beraberliğimizi tehdit ediyordu, adamlar
Allah'sızdı yahu, ne namus kavramları vardı ne de şeref. Bize bir bulaşsalar
kün feye kün olurduk Allah saklasın. Bu yüzden benim ülkemdeki insanların
“komünistim” dediği an katli vacib olurdu. Yıllar boyu düşünmeden, yargılamadan
kendi vicdanlarımızdaki dar ağaçlarında astık insanları. Bilgiden yoksun iken
fikir sahibi olmaya kalktık ; kırdık, döktük, öldürdük.!
Peki ne oldu?
Ülkemin namus fedaisi, prensipli gençleri bu ülkeyi sovyet
komünizmden yıllarca her zorluk altında korumaktan yorgun düşünce kanlı elleri
ile gidip rus kadınlarına sarıldılar. Güzel ülkemin o çok milliyetçi erkekleri,
daha türkçeyi konuşamazken rusça ögrenmeye başladı. Ve bizlere Rus rejimini
düşman belleten devlet zihniyetimiz ise gidip milyar dolarlık anlaşmalar
imzaladı bu “gomünist” lerle. Sonra gördük ki, ( Ya da bilmiyorum gördük mü? )
Ruslar bizim düşmanımız filan değilmiş.! Yaz aylarında ülke turizmimizin en
büyük gelir kapısıymış onlar. Yeni yabancı gelinlerimizin uyruğuymuş halbuki bu
namussuzların ırkı. Bakanlar kurulumuzun palazlanmasına sebepmiş adamlar.
Düşman değillermiş bize yani.! Sadece alıp veremediklerimiz varmış, alıp
vermeye başlayınca gül gibi geçinip gidiyormuşuz.
Sonra bu Yunanlılar.!
Bunlarla savaşmışız zaten.! Yani ha bugün ha yarın yine
dalaşacağız bunlarla. Ki bizim yarım saatimizi almaz bunları yok etmek ama
global hukuk diye bişey var işte. Hele bir el kaldırsınlar bize, o zaman
günlerini görür bu yunan tohumları.!! Diye diye, diye diye çürüttük kendi
beyinlerimizi.
Unuttuk tabii, unuttuk…
Halbuki aynı iklimin insanlarıyız biz onlarla. İkimiz de
aynı içkiyi içer, aynı türkülerde hüzünleniriz. Ve her gece uzaktan uzağa
şerefe kaldırırız kadehlerimizi birbirimize, bilmeden..
Bizim egelimiz ne kadar yunansa, yunan da o kadar egelidir
aslında.
Hatta lanet ederken Yunan topraklarına hep unuturuz
Atatürk'ün doğum yeri olan Selanik'i bi'şekilde.!!
Agopun meyhanesinde oturur, yunanlar ölmeli deriz ve Agop
o arada boşalan içkilerimizi tazeler, görmeyiz.
Bizler, İstanbul'u Yunanlı şairler gibi severiz. Onlar
gibi Konstantin deriz adına.
Gider kuyumcu Dimitri'den kızımızın düğün takılarını
alırız ama yine de sevmeyiz zihnimizdeki o yunan portresini.
Ya şimdi.? Şimdisini biliyoruz işte.. Onlar diye
ötekileştirdiklerimiz Bodrum'da, bizler ise Girit'te, Atina'da.!!
Araplar, Bulgarlar ve diğer düşman(!) ülkeler için de hep
aynı şeyler geçerli aslında. Bize öcü gösterilen herşey, beyaz çarşafların
altına gizlenen öcü taklidiyle bizleri korkutmaya çalışan hep aynı zihniyetin
karanlık yüzüydü. Korkutulduk, çok korkutulduk.! Ki korktuk da. Sonra beyaz
çarşafların altındakiler cebimizi boşaltıp kursağımıza göz dikti. Ekmeğimizi
aşımızı alıp olmayan düşmanlara karşı korudular bizi. Biz korkmaktan sorgulamaya
vakit bile bulamadık.!!!
Peki bunlar yetti mi?
Elbette ki yetmedi.. Dünya değişiyordu. Uzaktakine maske
takıp onu korkunç bir yaratık haline dönüştürme işi artık modası geçmiş
ayakkabılar gibiydi. Kimse almıyordu artık bunları, inanmıyorlardı bu
yalanlara. O zaman yeni düşmanlar, yeni yaratıklar bulmanın, bulmanın demeyelim
de yaratmanın zamanı gelmiş hatta geçiyordu.
Ne yapmalıydı peki! Yapılacak olan aslında bi evvel
yapılandan daha kolaydı.
Şimdi çalın kapı komşunuzun kapısını, evin reisine oğlunuz
sizin oğlunuz değilmiş deyin.! O evde yarım saat sonra feryat figan yükselir.
Ve kimseyi bu yalanın yalan olduğuna inandıramazsınız artık. Bakışlara bir kere
olsun o şüphe eklenmişse eskisi gibi bakmak çok ama çok zordur.
Tam da bunu yaptılar bize ve yapmaya da devam ediyorlar.
Aleviler için “Kızılbaş bunlar, mum söndü yapıp kim kimi
yakalasa ona atlıyor. Yengeymiş, kardeşmiş, anneymiş, teyzeymiş ayırmıyorlar
bile.” dediler.! Oha lan.!!! Bunu Dersimliler için söylediler yahu.! Namusları
için kan dökmüş, can vermiş insanlar için dediler.! İthama bakın yaa!! Ama
yoook inandık biz buna. Aleviye kız verilmez, aleviden kız alınmaz fikri
yerleşti hepimizin beynine. Oruçsuz, namazsız, abdestsiz gezer bunlar deyip
dışladık. Sonra kızımız yurtdışında okul okurken tanıştığı protestan genç ile
evlenince davullu zurnalı düğün yaptık da Alevi'yi sevmedik.!
Ve bugün hala Alevi'yi ve Aleviliği tartışmaktayız. Laik
devletten bahsedip camilere imam atamakta, bu ülkedeki hristiyanın,
ermeninin,yahudinin vergisiyle bu imamlara maaş vermekteyiz ama hala
Alevi'lerin cem evlerine ve dedelik kurumuna da burun kıvırmayı ihmal
etmiyoruz.. Çünkü hepimizin bilinç altında Aleviler aynı yerde.!
Onlar hala mum söndü yapıyor.
Onlar hala oruçsuz.
Hala namazsız ve abdestsiz munafıklar bizim gözümüzde.!
Sonra Kürtler ;
İşte burda çok uçlu bir değnek var karşımızda, ki değneğin
her ucunda dışkı var. Öncelikle devletin tek tip öğrenci, tek tip memur, tek
tip vatandaş yaratma çabası var burda. Çünkü bu ülkede
Türk-Müslüman-Sunni-Oportunist-Erkek değilsen zaten ilk golü yemişsindir. E
şimdi hem Kürt hem solcu hem de üstelik yer yer müslüman değilsen başlı başına
problemsindir.
Ve ağalık düzeni vardır ki, Kürt sorunun ana
taşıyıcılarındandır bu. Hükümetler ordaki halka hizmet götürüp halkın yaşam
standartlarına katkıda bulunacağına sadece yörenin ilgili ağasına paye vermekle
yıllar boyu ordaki halk ile olan ilişkisini istediği seviyede(!) tutmayı
başarmıştır. Cumhuriyet dönemi hükümetlerinin hemen hemen hepsi için sadece
seçimden seçime halkın ayağına gitmişlerdir tespitinde bulunursak pek de yanlış
söylemiş olmayız. Ama G.Doğu'ya seçim için bile gidilmedi.! Ağa kendi
menfaatleri için köylülere istediği gibi zülum ederken sadece izlediler. Devlet
de, jandarma da, polis de ağanın kendisi ve çevresiydi o topraklarda. Her
seçimde aynı sözler yankılanırdı Kürt köylülerinin kulaklarında.
“Bu köyden başka partiye tek oy çıksın, yakarım burayı. Benim
daha onlarca köyüm var.!”
Evet, G.Doğunun seçim sloganı yıllarca bu oldu.!!
Velhasılıkelam Kürtler ülkemin kutuplara ayrıştırılması
için bulunmaz bir fırsattı, iki kardeşin birbirine düşmesinden daha kötü ne
olabilirdi ki?
Kan dökülecek, gencecik fidanlar toprağa düşecekti.
Halkın galeyana getirilmesi için bulunmaz bir fırsattı bu.
Artık her Kürt bölücü, her Türk ya şehit adayı bir Mehmetçik ya da o
Mehmetçiğin akrabası olmuştu. Ama sorsanız devlet büyüklerimize “Türk – Kürt
binlerce yıldır kardeş, bu akan kan durmalı.” denilecek ama durması için hiçbir
şey yapılmayacaktı. Aksine her geçen gün bu kan çoğalacak, eti tırnaktan
ayırmaya çalışacaktılar.
Üniversitede aynı yurt odalarında kalan kardeş halkların
çocukları askerlik çağında cephenin iki ayrı tarafında durmak zorunda kalıyor,
aynı tabaktan yemek yiyip birbirine sarılarak uyuyan çocuklar artık birbirlerinin
kanını döküyordu.
Olmuyordu işte. Çok acıyordu. Annelerin ağlaması, genç fidanların
solması, gözü yaşlı babaların “artık babalar oğullarını gömmemeli” çığlıkları
birilerini garip bir şekilde mutlu ediyordu. Artık istenilen elde edilmişti.
Dökülen her damla kan ile daha da zenginleşen bu kan emici zihniyet tahmin
edemeyeceği kadar çok kana kavuşmuştu.
Kürtler bu ülkenin toprakları için bir zamanlar
Çanakkale’de, Sakarya’da, Antep’te, Urfa’da Maraş’ta kanını döktüğünü unutacak
Türk’ler ise her türlü aşağılayıcı tamlamalarla Kürt’leri dışlayacak, Alman –
Fransız – İngiliz kolejlerinde okuyup farklı bir dilin bu ülkeyi böleceğinden
bahsedeceklerdi.
Ve kulağımıza sürekli fısıldanan bir cümle olacaktı “Kürt,
dağ Türk’üdür, Kürtçe de lehçedir.”
Bu böl – yönet mantığı hem işe yaramış hem de çok kolay
olmuştu. Ardından başka kutuplar yaratmaya gelmişti sıra.
Türbanlılar
Ülkücüler
Kemalistler
Halkın ayrıştırılması için en uygun formül bulunmuştu
işte. Birilerinin gidip yarasını kaşımak yeterli oluyordu çünkü.
Din elden gidiyor.
Vatan elden gidiyor.
Atatürk devrimlerini yıkacaklar.
Elbette ki karşılığını bulmuştu bu çağrılar,
muhafazakârlarımız türbanı imgeleştiriyor, milliyetçilerimiz ülkü ocaklarında
her farklı sesi susturma planları yapıyor, Kemalistlerimiz kendileri dışında
herkesin gırtlağını Atatürk’ün elleriyle sıkıyordu.
Okuldan, hastaneden daha çok camisi ve diğer dinsel
ibadethanelerden farklı olarak devletten maaşlı imamları olan bu ülkede genç
kızların türban takması infial ile karşılanıyordu. Devlet büyüklerimiz mi? Bu
ülkenin %90 ‘ı Müslümandır diyorlardı. Ama sadece bu yetmiyordu elbette. Din
elden gidiyor safsatası ile sarıklar, kara çarşaflar sandıklardan çıkarılıyor,
yerlere kadar uzanan sakallarla kamufle edilmiş suretler arkasında dolaşmaya
başlıyordu güzel ülkemin güzel insanları. Sadece muhafazakâr olmak yetmiyordu
tabi, aidiyeti de resmetmek gerekiyordu.
Milliyetçi gençlerimiz ise o esnada vatanı kurtaran
akıncılara dönüştürülüyor, asker ocağına “caney caney” türküleri ile yolculanan
akıncı gençlerimiz Kürtçe müziklerin eşliğinde bu ülkeyi Kürtlerden
koruyacaklarına dair yeminler ediyorlardı. Aidiyet duygusu ile harekete geçen
gençlerimiz hilal bıyıklarıyla kendilerini içten içe kahramanlaştırıyorlardı.
Daha çok aidiyet, daha çok bölünmeyi de beraberinde getirmekteydi. Aidiyet
duygusu ile birleşenler, bir bütünü böldüklerinden habersizdiler.
Bir de Kemalistlerimiz var bizim. Hem Müslüman, hem laik,
hem milliyetçi, hem sol görüşlü, hem halkçı, hem liberal, hem batılı, hem Anadoluludurlar.
Hepsini aynı anda savunup, hiçbir icraatta bulunamazlar bir türlü. Atatürk’e
duyulan saygı ve sevgi en çok da bu grup tarafından suiistimal ediliyor diye
düşünürsünüz. Çünkü Kürt de olsan, Ülkücü de olsan, Muhafazakâr da olsan,
Komünist de olsan fark etmez sonuçta Atatürk düşmanısındır.
Kendini hiçbir yere ait hissetmeyenlere çıkış yolu olarak
gösterilmiştir bu aslında. Daha çok düşünen barışı isteyen bu kavga-dövüşten
rahatsız olanların buluşturulduğu yerdir burası. Ama nedense sesi en az çıkandır.
Kendini ifade edemeyen ve hep yukarda tasvir etmeye çalıştığım tanımın içine
sıkıştırılmışlardır.
Ki zaten güzel ülkemde kim olursan ol ait olduğun zümre ne
olursa olsun eğer bu kör dövüşünün farkına varıp çevrendekilerin gözünü açmaya
çalışıyorsan çok da fazla hayatta kalma şansın yoktur. Ya tekbir seslerinin ya
zafer işaretinin ya Türk bayrağının ya da Atatürk büstünün arkasında gizlenen
bir takım kanlı eller senin sesini susturacaktır. Ve asıl fail hep bir adım
uzağında kalacaktır yine de.
Aslında kendi bölünmemizin her biri ayrı başlık altında
değerlendirilmeyi hak etmekte ama konunun çok da dışına çıkmak istemiyorum.
Anadolu toprakları üzerinde yaşadığımızın farkına varmamız
istenmiyor kısacası, kendimizi daha üstün ve diğerlerini ötekileştirmek hep ilk
önceliğimiz haline getiriliyor.
Medeniyetin doğduğu bu toprakların kaç millete, kaç dine,
kaç fikre ev sahipliği yaptığını unutuyoruz. Ki sayılamayacak kadar çok olan bu
farklılıkları da her dönem ve şart altında doyurmaya muktedir olmuştur bu topraklar.
Bu çeşitliliğin ve farklılıkların Anadolu topraklarındaki en büyük zenginlik
olduğunun artık hiç birimiz farkında değiliz. Herkesin herkesi düşman bildiği
ve diğerine yaşama şansı tanımadığı şu günlerde asıl sahibin kim olduğu
umurumuzda bile değil. Anadolu’da 4 din ve 72 millet bir arada yaşayamaz ise
emin olun artık bir Anadolu tanımlamasından bahsedemeyiz. Şunun şurasında daha
80 – 90 yıl önce tüm dünyaya birlik ve beraberliğin nelere kadir olduğunu
gösteren o hoşgörülü ve izan sahibi halk, yerini kendinden başkasına tahammül
edemeyen, konuşarak anlaşamayan ve gözünü kan bürümüş bir canavara bıraktı.
İlk önce komşu ülkeleri düşman biliyorduk şimdi
kendimizi.!
ÇÜNKÜ KORKU HEP BAĞIMLI KILDI BİZİ BAŞKASINA..