BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

3 Temmuz 2017 Pazartesi

Kim bizim düşmanımız?

Bu yazıyı yazarken çok düşündüm.Lütfen ideolojik ve peşin hükümlü olmadan okuyunuz.

Hakikaten az bir düşünelim yahu, kim bizim düşmanımız?

Rusya ? Amerika ? Araplar ? Kürtler ? Yunanlar ? Ermeniler ? Aleviler? Yobazlar ? Kemalistler ? Ulusalcılar ?

Kim yaa.. Allah aşkına kimler bizim düşmanımız?
Yıllarca en büyük düşmanımız Ruslardı. Bu “Pis Gomünistler” bizim birlik ve beraberliğimizi tehdit ediyordu, adamlar Allah'sızdı yahu, ne namus kavramları vardı ne de şeref. Bize bir bulaşsalar kün feye kün olurduk Allah saklasın. Bu yüzden benim ülkemdeki insanların “komünistim” dediği an katli vacib olurdu. Yıllar boyu düşünmeden, yargılamadan kendi vicdanlarımızdaki dar ağaçlarında astık insanları. Bilgiden yoksun iken fikir sahibi olmaya kalktık ; kırdık, döktük, öldürdük.!
Peki ne oldu?
Ülkemin namus fedaisi, prensipli gençleri bu ülkeyi sovyet komünizmden yıllarca her zorluk altında korumaktan yorgun düşünce kanlı elleri ile gidip rus kadınlarına sarıldılar. Güzel ülkemin o çok milliyetçi erkekleri, daha türkçeyi konuşamazken rusça ögrenmeye başladı. Ve bizlere Rus rejimini düşman belleten devlet zihniyetimiz ise gidip milyar dolarlık anlaşmalar imzaladı bu “gomünist” lerle. Sonra gördük ki, ( Ya da bilmiyorum gördük mü? ) Ruslar bizim düşmanımız filan değilmiş.! Yaz aylarında ülke turizmimizin en büyük gelir kapısıymış onlar. Yeni yabancı gelinlerimizin uyruğuymuş halbuki bu namussuzların ırkı. Bakanlar kurulumuzun palazlanmasına sebepmiş adamlar. Düşman değillermiş bize yani.! Sadece alıp veremediklerimiz varmış, alıp vermeye başlayınca gül gibi geçinip gidiyormuşuz.
Sonra bu Yunanlılar.!
Bunlarla savaşmışız zaten.! Yani ha bugün ha yarın yine dalaşacağız bunlarla. Ki bizim yarım saatimizi almaz bunları yok etmek ama global hukuk diye bişey var işte. Hele bir el kaldırsınlar bize, o zaman günlerini görür bu yunan tohumları.!! Diye diye, diye diye çürüttük kendi beyinlerimizi.
Unuttuk tabii, unuttuk…
Halbuki aynı iklimin insanlarıyız biz onlarla. İkimiz de aynı içkiyi içer, aynı türkülerde hüzünleniriz. Ve her gece uzaktan uzağa şerefe kaldırırız kadehlerimizi birbirimize, bilmeden..
Bizim egelimiz ne kadar yunansa, yunan da o kadar egelidir aslında.
Hatta lanet ederken Yunan topraklarına hep unuturuz Atatürk'ün doğum yeri olan Selanik'i bi'şekilde.!!
Agopun meyhanesinde oturur, yunanlar ölmeli deriz ve Agop o arada boşalan içkilerimizi tazeler, görmeyiz.
Bizler, İstanbul'u Yunanlı şairler gibi severiz. Onlar gibi Konstantin deriz adına.
Gider kuyumcu Dimitri'den kızımızın düğün takılarını alırız ama yine de sevmeyiz zihnimizdeki o yunan portresini.
Ya şimdi.? Şimdisini biliyoruz işte.. Onlar diye ötekileştirdiklerimiz Bodrum'da, bizler ise Girit'te, Atina'da.!!
Araplar, Bulgarlar ve diğer düşman(!) ülkeler için de hep aynı şeyler geçerli aslında. Bize öcü gösterilen herşey, beyaz çarşafların altına gizlenen öcü taklidiyle bizleri korkutmaya çalışan hep aynı zihniyetin karanlık yüzüydü. Korkutulduk, çok korkutulduk.! Ki korktuk da. Sonra beyaz çarşafların altındakiler cebimizi boşaltıp kursağımıza göz dikti. Ekmeğimizi aşımızı alıp olmayan düşmanlara karşı korudular bizi. Biz korkmaktan sorgulamaya vakit bile bulamadık.!!!
Peki bunlar yetti mi?
Elbette ki yetmedi.. Dünya değişiyordu. Uzaktakine maske takıp onu korkunç bir yaratık haline dönüştürme işi artık modası geçmiş ayakkabılar gibiydi. Kimse almıyordu artık bunları, inanmıyorlardı bu yalanlara. O zaman yeni düşmanlar, yeni yaratıklar bulmanın, bulmanın demeyelim de yaratmanın zamanı gelmiş hatta geçiyordu.
Ne yapmalıydı peki! Yapılacak olan aslında bi evvel yapılandan daha kolaydı.
Şimdi çalın kapı komşunuzun kapısını, evin reisine oğlunuz sizin oğlunuz değilmiş deyin.! O evde yarım saat sonra feryat figan yükselir. Ve kimseyi bu yalanın yalan olduğuna inandıramazsınız artık. Bakışlara bir kere olsun o şüphe eklenmişse eskisi gibi bakmak çok ama çok zordur.
Tam da bunu yaptılar bize ve yapmaya da devam ediyorlar.
Aleviler için “Kızılbaş bunlar, mum söndü yapıp kim kimi yakalasa ona atlıyor. Yengeymiş, kardeşmiş, anneymiş, teyzeymiş ayırmıyorlar bile.” dediler.! Oha lan.!!! Bunu Dersimliler için söylediler yahu.! Namusları için kan dökmüş, can vermiş insanlar için dediler.! İthama bakın yaa!! Ama yoook inandık biz buna. Aleviye kız verilmez, aleviden kız alınmaz fikri yerleşti hepimizin beynine. Oruçsuz, namazsız, abdestsiz gezer bunlar deyip dışladık. Sonra kızımız yurtdışında okul okurken tanıştığı protestan genç ile evlenince davullu zurnalı düğün yaptık da Alevi'yi sevmedik.!
Ve bugün hala Alevi'yi ve Aleviliği tartışmaktayız. Laik devletten bahsedip camilere imam atamakta, bu ülkedeki hristiyanın, ermeninin,yahudinin vergisiyle bu imamlara maaş vermekteyiz ama hala Alevi'lerin cem evlerine ve dedelik kurumuna da burun kıvırmayı ihmal etmiyoruz.. Çünkü hepimizin bilinç altında Aleviler aynı yerde.!
Onlar hala mum söndü yapıyor.
Onlar hala oruçsuz.
Hala namazsız ve abdestsiz munafıklar bizim gözümüzde.!
Sonra Kürtler ;
İşte burda çok uçlu bir değnek var karşımızda, ki değneğin her ucunda dışkı var. Öncelikle devletin tek tip öğrenci, tek tip memur, tek tip vatandaş yaratma çabası var burda. Çünkü bu ülkede Türk-Müslüman-Sunni-Oportunist-Erkek değilsen zaten ilk golü yemişsindir. E şimdi hem Kürt hem solcu hem de üstelik yer yer müslüman değilsen başlı başına problemsindir.
Ve ağalık düzeni vardır ki, Kürt sorunun ana taşıyıcılarındandır bu. Hükümetler ordaki halka hizmet götürüp halkın yaşam standartlarına katkıda bulunacağına sadece yörenin ilgili ağasına paye vermekle yıllar boyu ordaki halk ile olan ilişkisini istediği seviyede(!) tutmayı başarmıştır. Cumhuriyet dönemi hükümetlerinin hemen hemen hepsi için sadece seçimden seçime halkın ayağına gitmişlerdir tespitinde bulunursak pek de yanlış söylemiş olmayız. Ama G.Doğu'ya seçim için bile gidilmedi.! Ağa kendi menfaatleri için köylülere istediği gibi zülum ederken sadece izlediler. Devlet de, jandarma da, polis de ağanın kendisi ve çevresiydi o topraklarda. Her seçimde aynı sözler yankılanırdı Kürt köylülerinin kulaklarında.
“Bu köyden başka partiye tek oy çıksın, yakarım burayı. Benim daha onlarca köyüm var.!”
Evet, G.Doğunun seçim sloganı yıllarca bu oldu.!!
Velhasılıkelam Kürtler ülkemin kutuplara ayrıştırılması için bulunmaz bir fırsattı, iki kardeşin birbirine düşmesinden daha kötü ne olabilirdi ki?
Kan dökülecek, gencecik fidanlar toprağa düşecekti.
Halkın galeyana getirilmesi için bulunmaz bir fırsattı bu. Artık her Kürt bölücü, her Türk ya şehit adayı bir Mehmetçik ya da o Mehmetçiğin akrabası olmuştu. Ama sorsanız devlet büyüklerimize “Türk – Kürt binlerce yıldır kardeş, bu akan kan durmalı.” denilecek ama durması için hiçbir şey yapılmayacaktı. Aksine her geçen gün bu kan çoğalacak, eti tırnaktan ayırmaya çalışacaktılar.
Üniversitede aynı yurt odalarında kalan kardeş halkların çocukları askerlik çağında cephenin iki ayrı tarafında durmak zorunda kalıyor, aynı tabaktan yemek yiyip birbirine sarılarak uyuyan çocuklar artık birbirlerinin kanını döküyordu.
Olmuyordu işte. Çok acıyordu. Annelerin ağlaması, genç fidanların solması, gözü yaşlı babaların “artık babalar oğullarını gömmemeli” çığlıkları birilerini garip bir şekilde mutlu ediyordu. Artık istenilen elde edilmişti. Dökülen her damla kan ile daha da zenginleşen bu kan emici zihniyet tahmin edemeyeceği kadar çok kana kavuşmuştu.
Kürtler bu ülkenin toprakları için bir zamanlar Çanakkale’de, Sakarya’da, Antep’te, Urfa’da Maraş’ta kanını döktüğünü unutacak Türk’ler ise her türlü aşağılayıcı tamlamalarla Kürt’leri dışlayacak, Alman – Fransız – İngiliz kolejlerinde okuyup farklı bir dilin bu ülkeyi böleceğinden bahsedeceklerdi.
Ve kulağımıza sürekli fısıldanan bir cümle olacaktı “Kürt, dağ Türk’üdür, Kürtçe de lehçedir.”
Bu böl – yönet mantığı hem işe yaramış hem de çok kolay olmuştu. Ardından başka kutuplar yaratmaya gelmişti sıra.
Türbanlılar
Ülkücüler
Kemalistler
Halkın ayrıştırılması için en uygun formül bulunmuştu işte. Birilerinin gidip yarasını kaşımak yeterli oluyordu çünkü.
Din elden gidiyor.
Vatan elden gidiyor.
Atatürk devrimlerini yıkacaklar.
Elbette ki karşılığını bulmuştu bu çağrılar, muhafazakârlarımız türbanı imgeleştiriyor, milliyetçilerimiz ülkü ocaklarında her farklı sesi susturma planları yapıyor, Kemalistlerimiz kendileri dışında herkesin gırtlağını Atatürk’ün elleriyle sıkıyordu.
Okuldan, hastaneden daha çok camisi ve diğer dinsel ibadethanelerden farklı olarak devletten maaşlı imamları olan bu ülkede genç kızların türban takması infial ile karşılanıyordu. Devlet büyüklerimiz mi? Bu ülkenin %90 ‘ı Müslümandır diyorlardı. Ama sadece bu yetmiyordu elbette. Din elden gidiyor safsatası ile sarıklar, kara çarşaflar sandıklardan çıkarılıyor, yerlere kadar uzanan sakallarla kamufle edilmiş suretler arkasında dolaşmaya başlıyordu güzel ülkemin güzel insanları. Sadece muhafazakâr olmak yetmiyordu tabi, aidiyeti de resmetmek gerekiyordu.
Milliyetçi gençlerimiz ise o esnada vatanı kurtaran akıncılara dönüştürülüyor, asker ocağına “caney caney” türküleri ile yolculanan akıncı gençlerimiz Kürtçe müziklerin eşliğinde bu ülkeyi Kürtlerden koruyacaklarına dair yeminler ediyorlardı. Aidiyet duygusu ile harekete geçen gençlerimiz hilal bıyıklarıyla kendilerini içten içe kahramanlaştırıyorlardı. Daha çok aidiyet, daha çok bölünmeyi de beraberinde getirmekteydi. Aidiyet duygusu ile birleşenler, bir bütünü böldüklerinden habersizdiler.
Bir de Kemalistlerimiz var bizim. Hem Müslüman, hem laik, hem milliyetçi, hem sol görüşlü, hem halkçı, hem liberal, hem batılı, hem Anadoluludurlar. Hepsini aynı anda savunup, hiçbir icraatta bulunamazlar bir türlü. Atatürk’e duyulan saygı ve sevgi en çok da bu grup tarafından suiistimal ediliyor diye düşünürsünüz. Çünkü Kürt de olsan, Ülkücü de olsan, Muhafazakâr da olsan, Komünist de olsan fark etmez sonuçta Atatürk düşmanısındır.
Kendini hiçbir yere ait hissetmeyenlere çıkış yolu olarak gösterilmiştir bu aslında. Daha çok düşünen barışı isteyen bu kavga-dövüşten rahatsız olanların buluşturulduğu yerdir burası. Ama nedense sesi en az çıkandır. Kendini ifade edemeyen ve hep yukarda tasvir etmeye çalıştığım tanımın içine sıkıştırılmışlardır.
Ki zaten güzel ülkemde kim olursan ol ait olduğun zümre ne olursa olsun eğer bu kör dövüşünün farkına varıp çevrendekilerin gözünü açmaya çalışıyorsan çok da fazla hayatta kalma şansın yoktur. Ya tekbir seslerinin ya zafer işaretinin ya Türk bayrağının ya da Atatürk büstünün arkasında gizlenen bir takım kanlı eller senin sesini susturacaktır. Ve asıl fail hep bir adım uzağında kalacaktır yine de.
Aslında kendi bölünmemizin her biri ayrı başlık altında değerlendirilmeyi hak etmekte ama konunun çok da dışına çıkmak istemiyorum.
Anadolu toprakları üzerinde yaşadığımızın farkına varmamız istenmiyor kısacası, kendimizi daha üstün ve diğerlerini ötekileştirmek hep ilk önceliğimiz haline getiriliyor.
Medeniyetin doğduğu bu toprakların kaç millete, kaç dine, kaç fikre ev sahipliği yaptığını unutuyoruz. Ki sayılamayacak kadar çok olan bu farklılıkları da her dönem ve şart altında doyurmaya muktedir olmuştur bu topraklar. Bu çeşitliliğin ve farklılıkların Anadolu topraklarındaki en büyük zenginlik olduğunun artık hiç birimiz farkında değiliz. Herkesin herkesi düşman bildiği ve diğerine yaşama şansı tanımadığı şu günlerde asıl sahibin kim olduğu umurumuzda bile değil. Anadolu’da 4 din ve 72 millet bir arada yaşayamaz ise emin olun artık bir Anadolu tanımlamasından bahsedemeyiz. Şunun şurasında daha 80 – 90 yıl önce tüm dünyaya birlik ve beraberliğin nelere kadir olduğunu gösteren o hoşgörülü ve izan sahibi halk, yerini kendinden başkasına tahammül edemeyen, konuşarak anlaşamayan ve gözünü kan bürümüş bir canavara bıraktı.
İlk önce komşu ülkeleri düşman biliyorduk şimdi kendimizi.!
ÇÜNKÜ KORKU HEP BAĞIMLI KILDI BİZİ BAŞKASINA.. 
google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html