Rusya "güvenli bölge" meselesini Rejim ile Türkiye arasında "sınır güvenliği" noktasına indirgemek istiyor. Hal bu ki Esed’in sınırlarımızın dibine gelmesi demek hem rejim üniforması giymiş YPG demek, hem de Türkiye'de ikamet eden 3 buçuk milyon Suriyelinin geri dönmemesi demek.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin’in Moskova'da gerçekleşen ikili görüşmesi Suriye’nin geleceği
açısından sizce nasıl geçti?
Rusya, İran ve Türkiye; Suriye coğrafyasına elle tutulur
anlamda katkı sunan yegâne oluşumun paydaşı olan üç ülke. Bu hiç kuşkusuz üç
ülkenin Suriye siyasetinde kusursuz bir fikir birliği içerisinde olduğu
anlamına gelmiyor, fakat farklılıklar korunurken Türkiye hem Zeytin Dalı
Harekatı’nda, hem Fırat Kalkanı Harekatı’nda, hem de İdlib’deki çatışmasızlığı
önleme ve gözlem misyonunun ihdas edilmesinde Astana sürecinin ana öznesi olan
bu iki ülke ile sürekli diplomatik ilişkisini sürdürdü.
Bu perspektiften baktığımızda yaşanan uçak krizine rağmen
Putin ve Erdoğan geliştirdikleri diplomasi yoluyla önce bu uçak krizini aşmayı
başardılar, sonrasında da stratejik diyebileceğimiz iş birliğini her alanda
sahada somut kazanımlara tahvil edebildiler. Bir taraftan Türkiye – Rusya
ticaret hacminin 2018 yılında 20 milyar doların üzerine çıkması, diğer taraftan
küresel ölçekte geliştirilen projeler iki ülkeyi Suriye siyasetinde birlikte
hareket etmeye zorluyor dersek yanlış söylemiş olmayız.
RUSYA’NIN SURİYE’DEKİ TEK GEREKÇESİ ESED
En son Moskova’da Sayın Erdoğan ve Putin’in Suriye’deki
çözüm sürecine yönelik baş başa yapmış oldukları görüşmede yapılan açıklamalar
dikkate alınırsa, Putin’in bir taraftan PYD kartını elinden bırakmamaya niyetli
olduğu, diğer taraftan da Türkiye ile geliştirdiği ikili stratejik ilişkilerin
önemini bilen bir ikilemde siyaset geliştirmeye çalıştığı aşikardır. Ayrıca
Suriye’de meşru bir şekilde bulunabilmesinin yegâne mihenk noktasının Esed’in
iktidarını koruması yoluyla mümkün olduğunu bildiği için, sürekli Esed adına da
siyaset üretmeye çalışan bir ruh hali ile basına açıklamalarını yaptı Putin.
Ben en son Moskova zirvesini, Fırat’ın doğusunda
oluşturulacak güvenli bölgenin ihdas edilmesi için Rusya ile diplomatik anlamda
yapılması zaruri olan bir zirve olarak görüyorum çünkü Fırat’ın doğusuna
yönelik yapılacak bir harekatta Rusya tek başına siyaset üreten ülke
pozisyonunda değil, bu diplomasinin bir diğer önemli ayağı da ABD malumunuz. Bu
açıdan bölgenin bu iki en önemli aktörü ile bir diplomasi geliştirmeden bir
askeri harekat icra edilmesi zaten çok akıllıca olmazdı.
TÜRKİYE’NİN HER HAL İÇİN PLANI VAR
Ankara duymak istemediği şeyler mi duydu Moskova’da?
Açıkçası Ankara’nın diplomasi geliştirirken bir diğer
ülkeden lütuf bekler konumda bir ülke olmadığını zikretmekte fayda var. Bu
zaviyeden baktığımızda; Türkiye, Suriye’de ABD’nin boşaltacağını duyurduğu
alana yönelik öngördüğü modeli Rusya ile paylaştı. Bu paylaşım değişmez bir
plan değil elbette, planlar değişebilir, gelişebilir ya da direkt mutabık da
kalınabilir. Bu anlamda Rusya’nın pozisyonu kuşkusuz çok önemli lakin
Ankara’nın Rusya ile hayati gördüğü noktalarda mutabık olmadığı takdirde
gücünün limitlerinin de farkında olarak tek başına da olsa göğüsleyebileceği
alternatif plan ya da planları var. Zaten çok uzun bir zamandan bu yana
Türkiye’ye yönelik olarak devam ettirilen hibrit harbin de en önemli gerekçesi,
şartlar gerektirdiğinde Türkiye’nin bağımsız kararlar alabilen ve aldığı
kararları da hiçbir tereddüde mahal bırakmaksızın uygulayabilen bir ülke
oluşudur.
TÜRKİYE’NİN ŞANSI: REKABET-İ DÜVELİYE
Rusya ile ilişkiler işin aslı başka bir boyut da taşıyor.
Çekilme kararıyla kısmen-tedbirli bir olumlu havaya geçen Ankara-Washington
diyalogu Moskova’yı sizce nasıl etkiliyor?
Türkiye’yi Rusya nezdinde değerli kılan birçok parametre
sayabiliriz. Bunlar Türkiye’nin coğrafi konumu, askeri gücü, G20 içerisinde
olan güçlü bir ekonomi oluşu, NATO üyeliği, karşılıklı geliştirilen ticaret
hacmi ve burada uzun uzun sayamayacağımız birçok parametre. Ama en önemlisi
Türkiye’nin; başlangıçların, bitişlerin ve geçişlerin sembolü olan ve
dualitenin günümüzdeki en önemli ikonası olan eski Roma tanrısı Janus gibi, Batı
ile de Rusya dahil Doğu ile de etkileşim kurabilen ve siyaset üretebilen bir
ülke oluşu. Bu eskilerin rekabet-i düveliye dediği ülkeler arasındaki
rekabetten istifade eden bir ülke siyasetinin çok dışında bir nitelik ve
sanırım yeteri kadar analiz edilmeden bir köprü benzetmesiyle haksızca
geçiştirilen bir durum.
HEM MOSKOVA HEM WASHİNGTON
Türkiye bir taraftan yıllardır uyguladığı yoğun diplomasi ve
sahaya sürdüğü sert gücü ile ABD’nin askerlerini bu bölgeden çekmesinde en
önemli rolü oynayan ülke olurken, diğer taraftan Rusya ile geliştirdiği ikili
ilişkilerinin bir tezahürü olarak da, Suriye coğrafyasının en etkin
aktörlerinden birisi konumuna gelmiştir. Belki bu sualin şu şekilde sorulması
da bizi hiç şaşırtmayacaktır: Ankara – Moskova diyaloğu Washington yönetimini
acaba nasıl etkiliyordur?
Dolayısı ile Türkiye’nin bu coğrafyada üretebileceği
siyasetin çok boyutlu olduğunu ve Türkiye’nin Rusya nezdinde de, Washington
nezdinde de üreteceği bu etkinin sindirilmesinin kolay bir etki olmayacağını,
özellikle 15 Temmuz sonrasında her iki başkent de farkında diye düşünüyorum.
RUSYA SURİYE’DE NE İSTİYOR?
Rusya Suriye’de ne istiyor?
Çok klişe bir cevap olacak belki ama Rusya, Suriye’de önce
Akdeniz’i istiyor, sonra buradaki varlığını teminat altında tutacak bir
yönetimi istiyor, daha sonra da ona tüm bu iki hedefini sağlayacak aktörler ile
sürdürülebilir bir ilişki istiyor. Tüm bu hususlar sağlanırsa Rusya bu malzeme
ile Ortadoğu ve Doğu Akdeniz coğrafyasında güzel bir menü hazırlayabileceğini
çok iyi biliyor. Tartus deniz üssünü, Hımeymim hava üssünü, Esed ile olan
ilişkisini, PYD ile kopartıp atmak istemediği ilişkisini de, işte tüm bu
amaçları gerçekleştirebilmek adına istiyor.
Ayrıca Rusya’nın Libya’da Khalife Haftar üzerinden, Mısır ve
Cezayir’de yine iş başındaki yönetimler üzerinden geliştirdiği siyaset de,
açıkçası Suriye’de elde etmiş olduğu bu alanın da bir tezahürüdür dersek çok da
mübalağa etmiş olmalıyız. O yüzden Rusya Suriye’de şartlar ne olursa olsun tüm
bu kazanımlarını sağlama alabileceği ana unsurun Suriye coğrafyası olduğunun da
pekala farkında.
PKK’DAN RUSYA DA FAYDALANMAK İSTER
Putin, “Rusya olarak Suriye hükümeti ile Kürt gruplar
arasındaki görüşmelerin başlamasını istediklerini” ifade etti. Bu ifade
Türkiye’nin arzu edebileceği bir gelişme değil. PKK-PYD’ye “Kürtler” denmesi ve
meşruiyet tanınması konusunda ABD ile Rusya aynı yerde mi duruyor?
Hegemon güç olma konumlarını dünyanın birçok noktasında
sürdüren iki ülkeden bahsediyoruz. Rusya ve ABD.
Bu iki ülkede şartlar ne olursa olsun belirli bir coğrafya
üzerinde kullanmak isteyecekleri aktörleri hakikat ne olursa olsun buruşturup
bir köşeye atmak ve sonra da unutmak istemezler. Bu konu PYD ve YPG için de
geçerlidir. ABD ve Rusya bu terör ile hemhal olmuş örgütlerin Kürtlerin
temsilcisi olamayacaklarını elbette biliyorlar. Ama, hem bu coğrafyada taşeron
bir gücü elde tutmak, hem de sınırsız kullanabilecekleri bu güç ile her türden
kanı akıtarak hegemonyalarını sürdürmek bu işin doğasında var ve iki ülkenin de
sicilleri bu anlamda epeyce kirli.
TÜRKİYE SERT GÜCÜNÜ GÖSTERMELİ
Türkiye’nin bu konuda diplomasinin bir uzantısı olarak sert
gücünü her daim masada göstermekten başka her iki ülkeyi de ikna edecek
argümanları elbette mevcuttur. Lakin hegemon güç romantik anlayıştan ziyade,
hedeflerini gerçekleştirecek realist hedeflerin peşinde olacaktır ve açıktır ki
iki ülke ile kazan-kazan anlayışı kapsamında elde edilebilecek birçok kazanım
potansiyeli mevcut olduğu gibi, çıkarlarımızın çatıştığı birçok hususun varlığı
da bir hakikattir
PUTİN’İN GÜVENLİ BÖLGE HESABI
ABD’nin güvenli bölgeden ne anladığı henüz anlaşılamadı ama
biz Rusya bağlamında devam edelim. Rusya güvenli bölgeden ne anlıyor?
Rusya güvenli bölgeyi Türkiye’nin sınır güvenliği gibi dar
bir kapsama hapsederek biraz evvel zikrettiğim Suriye coğrafyasında elde etmek
istediği hedefleri gerçekleştirmek ve bu konuda kendi siyaseti için engel olma
potansiyeli olan Türkiye’yi de belirli bir pozisyonda sınırlamak istiyor. Bu
sebepten, bir taraftan Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz derken, diğer
taraftan da Adana Mutabakatını gündeme getirerek olayı Rejim ile Türkiye
arasında bir sınır güvenliği noktasına indirgemek istiyor. Oysa Türkiye, Esed
tarafından korunan Suriye sınırında kendisini terörden arındırılmış ve rahat
hissedemez. Ayrıca, Esed’in sınırlarımızın hemen dibine gelmesi demek hem rejim
üniforması giymiş YPG demek, hem de Türkiye’de ikamet eden 3 buçuk milyon
Suriyeliden hiç birisinin ilanihaye Suriye’ye dönmemesinin garantisi demek.
RUSYA DA BİLİYOR Kİ PKK TERÖR ÖRGÜTÜDÜR
PKK Trump’ın çekilme açıklamasından sonra hemen kendine yeni
sahip arayışına girmiş ve Şam yönetimiyle de görüşmüştü. Rusya PKK hakkında
nasıl bir siyaset ve gelecek öngörüyor?
Rusya da ABD de PKK’nın nasıl taşeronlaşmış bir örgüt
olduğunun son derece farkında. Trump açıkça PKK için “bir taraftan bizim ile
DEAŞ’a karşı mücadele ediyorlar lakin diğer taraftan da bizim mücadele
içerisinde olduğumuz İranlı milislere silah satıyorlar” dediği husus aslında
işte tam bu husus.
Ne zamana kadar bu hegemon güçler bu tür örgütler için
gelecek biçerler? Bence Ortadoğu’daki işletme hesap defteri açık olduğu sürece
devam ettirirler. Çok büyük bir baskı ile karşı karşıya kalırlar ise, ya da
kullandıkları maşa Türkiye’de olduğu gibi ters çevrilerek örgütün kafasına
geçirilir ise, o ülkeye yakın bir bölgede farklı bir isim ile tekrar bu
örgütleri dizayn ederler. El Kaide’den Taliban, Saddam’ın eski askerlerinden ve
paralı askeri firma personellerinden DEAŞ çıkarttıkları gibi, bugün PKK’dan
YPG’yi, yarın YPG’den başka bir örgütü türetebilirler.
Sanırım soğuk savaşın bitimiyle bu türden vesayet
savaşlarında maşa olacak örgütlere bolca ihtiyaç var. Bu yüzden sürekli dile
getiririm, Allah bu coğrafyadaki Kürtleri Türkiye’den değil, bu coğrafyanın tüm
halklarını, Kürt’ü, Türk’ü, Arab’ı, Farsi’yi emperyal ve hegomon kan
dökücülerden korusun.
PKK-PYD’NİN RUSYA’YA SUNDUĞU 11 MADDELİK ÇÖP
PKK-PYD’nin Moskova’ya 11 maddelik sözde yol haritası
sunduğu yansıdı basına. Olumsuz cevap aldıklarını okuduk ama yine de satranç
tahtası üzerindeki olasılıklar nedeniyle sormak isterim: Karşılık bulur mu bir
biçimde?
Türkiye ve Rusya arasındaki stratejik diyebileceğimiz birçok
noktada ve alanda yoğun işbirliği varken, Rusya’nın sadece taşeron olarak sahada
kullanmak ile iktifa etmek zorunda kalacağı bir terör unsuruna karşı Türkiye’yi
karşısına almak istemeyecektir. Lakin, hegemon bir güç olarak PYD’yi elinin
tersi ile bir köşeye de itmeyecektir. Şartlara ve ortama bağlı olarak her daim
kullanışlı bir kan dökücünün emperyal için anlamı adeta bir İsviçre çakısı
gibidir.
PYD’nin Rusya’ya 11 maddelik bir plan sunabilecek boyuta
gelmesinin yegane sebebi, ABD ile Suriye coğrafyasında yaptığı ortaklıktır.
PYD’ye bir terör unsuru olarak hem ABD’nin, hem Batı’nın, hem de Rusya’nın
ortaklaşa sağlayabilecekleri siyasi alan, Türkiye’nin sahada bırakacağı boşluk
ile direkt orantılıdır. Türkiye bu anlamda bir vakumu ne kendi sınırları içinde
bıraktı, ne de Afrin’deki sözde ilan ettikleri kantonda. Şimdi de Türkiye, hem
Menbiç’te hem de Fırat’ın doğusunda kendisi açısından son derece tehlike arz
edebilecek bu terör örgütüne alan bırakmama konusunda son derece kararlıdır.
İDLİB’E KARŞILIK MÜNBİÇ VE DOĞU FIRAT MI?
Putin ile Erdoğan'ın Moskova'daki zirvesine ilişkin bir
analiz hazırlayan Kommersant Gazetesi, Ankara'nın Menbiç ve Fırat'ın
doğusundaki çıkarlarının gözetilmesi karşılığında İdlib'in Suriye ordusunun
kontrolüne girmesi konusunda tavizler verebileceğini yazdı. Katılır mısınız?
Diplomasi masasında bu türden al-ver’lerin olamayacağını
söylemek kuşkusuz naif bir yaklaşım olur. Ama burada Türkiye açısından en
önemli husus, adeta Türkiye’nin emanetine bırakılmış milyonlarca masum insanın
hayat garantisinin sağlanması, Türkiye sınırına doğru düzensiz bir göç
hareketinin önüne geçilmesi ve İdlib’teki radikal unsurların Türkiye sınırından
uzak tutulması gibi garantilerin sağlanmasıdır. Takdir edersiniz ki tüm bu
unsurların sağlanması ve sorunun çözülmesi o kadar da kolay bir husus değildir.
SURİYE’DE TERÖR İÇİN VAHA YARATILDI
İdlib mutabakatında sorun mu var?
İdlib mutabakatı icrası kolayca sahaya yansıtılamayacak bir
mutabakat oldu. Neden zor bir mutabakat? Çünkü Suriye’de iç savaşın başlaması
sonrasında rejimin hiçbir uluslararası hukuk kuralına uymayacak şekilde kendi
vatandaşlarını dünyanın gözü önünde katletmesi ve topraklarından sürmesi,
Suriye coğrafyasında radikalleşme süreçlerine adeta motor gücü oluşturdu.
Özellikle 2013 yılından sonra Suriye her türden radikal örgütler için adeta
emniyetli bir vaha haline getirildi. Getirildi diyorum, zira bu istenilen
sonuçları almanın da bir yoluydu. Nedir bu? Bir taraftan YPG gibi bir terör
örgütü Batı kamuoyuna bu radikal terör örgütleri sayesinde pazarlandı ve DEAŞ’a
karşı kanıyla ve canıyla mücadele eden ve Batı’yı DEAŞ ve NUSRA’nın şerrinden
koruyan yegane seküler güç algısı yaratıldı. Diğer taraftan İslamafobik ve
ırkçı dalganın her köşeyi esir aldığı Batı’da yaratılan bu algı, şu anda İdlib
kırsalında yaşanılanlar ile tahkim ediliyor.
İDLİP’DEKİ RADİKALLER BATI İSTİHBARATIYLA İÇİÇE
Evet, İdlib bölgesinde kontrolü epey güç olan radikal
örgütler mevcut ve açıkçası bu örgütlerin lider kadrolarının da Batı istihbarat
örgütleri ile içli dışlı olduklarını biliyorum. Şimdi bu yapılar ve ilişkiler
yumağı kullanılarak İdlib’te mutabakat metninin şartlarının yerine
getirilmediği ileri sürülüyor. Böylece muhalifler açısından çok değerli bu son
noktanın da rejime devredilmesi ve Türkiye’nin Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı Harekatlarında
kendi sınırlarının güvenliği açısından elde ettiği kazanımları zor durumda
bırakma yönünde olaylar köpürtülüyor. Bir diğer önemli sebep de, İdlib’e
yönelik hedef gözetmeksizin yapılacak bir askeri harekat Türkiye’ye yönelik bir
düzensiz göç hareketini de tetikleyeceği için başta Menbiç ve Fırat’ın
doğusundaki alanda yoğunlaşmış Türkiye’nin dikkati başka bir noktaya çekilmek
ve enerjisi sömürülmek isteniyor.
ASTANA SÜRECİ ÜÇ ÜLKE İÇİN KAZAN KAZAN
ABD’nin Türkiye-Rusya arasındaki yakınlaşmayı kontrol etmek,
Türkiye’yi kaybetmemek ve Suriye’deki çözüm için çalışan tek mekanizma olan
Astana sürecini akamet uğratmak istediğini anlıyoruz. Fakat Rusya nasıl
değerlendiriyor bunu? Türkiye’nin bunu kendisine karşı “fırsat”a çevirmesi
ihtimalini/iddiasını (-ki bunu iddia edenler var) ciddiye alıyor mu?
Suriye’de Astana’nın fişini çekme konusunda son derece
azimli bir ABD ve Batı ayağı olduğunu Rusya pekala iyi biliyor, zaten bu husus
açıkça da zikrediliyor. Astana süreci ve bölgenin en dinamik üç ülkesinin ortaya
koyduğu vizyon çökertilir ise, sanırım bu husustan en fazla zararı en başta
Rusya görür. Zira Astana sürecinin fişinin çekildiği bir yerde Türkiye ve İran
olmaksızın Rusya’nın Suriye coğrafyasındaki kazanımlarını sadece Esed ile
sürdürebilmesi de pek mümkün gözükmemektedir.
Kuşkusuz her ülke bu türden dışarıdan yapılan açıklamaları
kendi çıkar perspektifinden değerlendiriyor. Mesela Rusya’ya ait bir savaş
uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi sadece Türkiye’yi Suriye coğrafyasında
güçten düşürmedi, Rusya’yı da Türkiye olmaksızın bir siyaset geliştirmeye
zorladı. Dolayısıyla Astana süreci, Rusya’nın İran ve Türkiye’ye sunduğu bir
lütuf değil karşılıklı kazan-kazan ilişkisine dayanan bir modeldir. Fiş çekilir
ise her üç ülkenin de bu kazan-kazan noktasından siyaset üretemeyecekleri
anlamı da çıkar.
TRUMP’IN AÇIKLAMASI CİDDİYE ALINMALI MI?
Dış politik gelişmelerin ABD ayağına geçelim isterim. ABD
Başkanı Trump Suriye’den çekileceklerini açıklayalı bir aydan fazla oldu ama bu
çekilmenin ne takvimi, ne yöntemi netleşmedi. Ne de “güvenli bölge”den ne
anladıkları anlaşılabildi. Trump’ın kararlılık açıklamalarına ve yaşanan
istifalara rağmen çok sayıda çatlak ses ve çelişkili ifade var hala. Ne oluyor
sizce?
Suriye’den çekilme kararı konusunda ABD Başkanı’nın kararına
rağmen Amerikan savunma sanayisinin başını çektiği savaş lordları, özel askeri
firmalar ve bunlar ile iç içe geçmiş Pentagon’un generalleri ile Ortadoğu’da
İsrail merkezli yeni yapılanmaları hayata geçirmeye yeminli NeoCon tayfanın
Trump’a karşı son derece sert bir direnç gösterdiğini söylemek asla mübalağa
sayılmaz.
Aslında Trump hala muktedir olamamış bir iktidarın başı
olarak, Suriye’den çekilmeyi uzun süredir düşünmesine rağmen bunu hayata geçirme
gücüne sahip değildi. Şimdi Trump’ın aldığı geri çekilme kararı, bu grupları
epey zora sokmuş olmalı ki, hem Savunma Bakanı Mattis hem de çağdaş Lawrence
olarak gördüğüm Brett McGurk istifa etmek zorunda kaldı. Özellikle McGurk’ün o
günden bu yana Amerikan medyasında Türkiye’ye karşı kinini kusacak açıklamalar
yapması Trump’ın aldığı kararı ciddiye almamızın bir gerekçesi sayılabilir.
NEOCONLARIN ÇEVRELEME PLANI İFLAS ETTİ
Bir de şu husus unutulmamalıdır ki, bölgedeki 2000 Amerikan
askerinin Irak coğrafyasına çekilmesi, ABD’nin Suriye’den çekilmesi anlamına
gelmez. Suriye’ye yönelik istediği anda kapsamlı bir hava harekâtı icra etme
yeteneği varken ve bölgede her an dengeleri değiştirecek askeri üstlenmesi
varken, ABD Suriye’den çekiliyor demek çok akıllıca bir tespit değil. Peki o
zaman neden bu kadar gürültü kopuyor ABD içerisinde? Çünkü PYD ve YPG denilen
terör yapılanmasının mızraklarının ucuna takabileceği ABD bayrağı bölgeden
çekiliyor. Bu ABD’nin uzun bir zamanda bu yana Suriye’de Türkiye’yi çevrelemeye
çalışan siyasetinin de çöktüğünün tescili olacak. İşte bu husus derin ABD
aklını ve İsrail lobisini son derece rahatsız eden ana unsur.
“DEAŞ PATLATIR, PKK-PYD BAKAR” TİYATROSU
Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan ne zaman konuşsa
tuhaf şekilde bir saldırı oluyor Suriye’de. 14’ündeki telefon görüşmesinin
ardından Münbiç saldırısı oldu, 20’sindeki görüşmeden sonra da Haseke’de.
Elbette manidar ama siz ne anladınız bundan? Mesaj kimden kime gidiyor? Etkisi
şiddeti sonucu ne olur?
Aslında Trump’ın çekilme kararının hemen sonrasında uzun bir
süreden beri patlama olmayan bölgelerde birden patlamaların olması, bu işin ne
kadar kontrolde götürüldüğünün de bir ispatı. Ama doğrusunu söylemek de
gerekirse çok iptidai bir yöntem. Bu şekildeki patlamalar ile DEAŞ’ın hala diri
olduğu ve PYD’ye ne kadar ihtiyaç duyulduğu algısı oluşturulmaya çalışılıyor.
Ama şu unutulmamalıdır ki bu patlamalar aynı zamanda PYD’nin bir terör örgütü
olarak diğer terör örgütleri ile mücadelede ne kadar yetersiz olduğunun da ispatıdır.
Erdoğan’ın Moskova ziyaretinde bu patlamaların ipinin kimin elinde olduğuna
yönelik zikrettiği cümleler bizim dillendirdiğimiz görüşleri de
desteklemektedir.
AVRUPA PKK’YI DESTEKLEMENİN BEDELİNİ ÖDER
Doğrusunu söylemek gerekirse kısa bir zaman dilimi
içerisinde Avrupa’da tekrardan bu türden saldırıların olma ihtimali çok
yüksektir. Çünkü sadece bu yöntemler ile Suriye dahil Ortadoğu’da varlıklarını
meşru hale getirebileceklerini iyi biliyorlar ve öteki olmadan yaşama şansı
bulunmayan Batı medeniyetinin 11 Eylül sonrası sahaya sürdüğü İslamafobik öteki
algısının güçlenmesi için buna ihtiyaçları var.
FIRAT’IN DOĞUSU ÖNCEKİLER GİBİ
Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yapacağını ilan ettiği ve
tahkimatını da yaptığı askeri harekat etkileniyor mu bu süreçlerden? Harekatın
gecikmesi felaket olur diyenler var?
Hem Fırat Kalkanı Harekatı hem de Zeytin Dalı Harekatı
diplomasinin tüm olanakları sonuna kadar kullanılmadan sahaya yansıtılmadı.
Sanırım burada da aynı vizyon ve felsefe ile hareket ediliyor. Aslında çok da
doğru hamleler, zira bugüne kadar ne ABD’nin bölgeden çekilmesi gerçekleşti, ne
de sahada oluşabilecek boşluğu doldurabilecek halihazırda bir güç var ortada.
Bu şartlarda belirli bir optimum sürenin beklenmesinde diplomasi anlamında bir
beis yok. Lakin sahada şartlar değişmeye, farklı güçlerin sahadaki
pozisyonlarını bizim aleyhimize değiştirmeye başlandığı istihbarat raporlarına
yansımaya başlarsa daha fazla gecikmenin telafisi zor şartlar ortaya
çıkarabileceğini düşünüyorum.
MAVİ VATAN TATBİKATI TÜRKİYE’NİN KUDRETİ
TSK aynı zamanda ilk kez Türkiye etrafındaki tüm denizleri
kaplayan dev bir tatbikata hazırlanıyor. 462 bin kilometre alanda yapılacak
“Mavi Vatan” tatbikatına kara ve hava birlikleri de katılacak. Bu hazırlık ve
elbette meydan okuma kime karşı ve ne amaçlı?
Bir tarafta Fırat’ın doğusu, diğer tarafta Menbiç, bir diğer
tarafta İdlib ile ilgili gündem güvenlik perspektifinden olanca sıcaklığı ile
ortada dururken, öbür yandan Doğu Akdeniz’de artık uluslararası donanmaların
pruvalarının bir diğerine temas edecek kadar kesafet arz etmesi Türkiye’nin
dikkatini dağıtmadan izlediği bir başka konu.
Kuşkusuz Doğu Akdeniz söz konusu olunca Ege de dahil tüm
Türk karasularının yakın periferini irdelemek ve analiz etmek gerekir.
Karadeniz de bugün uluslararası güç mücadelesine tanıklık eden bir başka bölge.
İşte “Mavi Vatan Tatbikatı” Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tüm denizlerimizi
kapsayacak şekilde Suriye’de ve terör ile mücadelede yoğun bir gayret verirken
aynı zamanda denizlerimiz üzerinde de ne kadar dikkatimizin yoğun olduğunun tüm
bölge ülkelerine gösterilmesi anlamına geliyor.
Ayrıca bu tatbikat esnasında yenilenen Türk Donanması, milli
gemilerimiz ve bu donanma üzerindeki platformlara monte edilen yeni silah
sistemleri ile teknik kapasitemizin de test edilmesi sağlanacaktır.
Hatırlayacak olursak tam Afrin Harekatı devam ederken Yunanlıların yine en ufak
bir boşluğu değerlendirecek tarzda Ege’de gerginliği arttırmaları üzerine eş
zamanlı olarak Genelkurmay Başkanı’nın Ege’de savaş gemileri eşliğinde verdiği
mesajlar vardı. Bu Türkiye’nin eş zamanlı olarak birden fazla hatta savunma
faaliyetini en etkin bir şekilde icra edebileceğinin de ispatı aslında.