![]() |
Tamer ASHRAF |
Alevilik tam olarak bir mezhep değildir. insan sevgisini,
ahlaklı olmayı, hoşgörülü olmayı,dürüst olmayı amaçlayan bir dünya görüşü, bir
hayat felsefesidir. soydan gelen bir özelliktir. aleviler'in hepsi horasan'dan
gelme oğuz türk'üdür. şimdi kendini kürt zanneden bazı alevi kesimler,
kürtlerle iç içe yaşayarak kendilerini kürt zannetmektedirler. bunlar kürtçe
bilen türklerdir. aleviliğin şiilik ile arasında fark vardır. şiilikte saz
yoktur, cem evi yoktur, semah yoktur. şiilikte '' eline, diline, beline sahip
ol. '' gibi bir hayat felsefesi yoktur. aleviler öz be türklerdir. şu videodan
da anlayacağımız gibi, saz ile semahlar, ibadetler oğuz türklerinden gelme bir
özelliktir. video'dakiler orta asya türkleri, dilleri ise türk dil'idir.
Türk Tarih Kurumu Başkanı da aşağı yukarı sizin
söylediklerinizi söyledi ama uzun bir bildiriden kala kala birkaç satır kalıp o
da haber metnine sığması için ilgi çekici hale getirilince böyle oldu.
- TTK Başkanı, Kürtlerin varlığını reddetmedi.
- Aleviliğin inanç itibariyle eski Türk inanç sistemleri ile
bağlantısına vurgu yaptı.
- Aleviliğin Türkmenlerden Kürtlere geçtiğini söyledi.
-Bir kısım Türkmenlerin Kürtleştiğini, bir kısım Kürtlerin
de Türkleştiğini vs. anlattı.
-Bazı Ermenilerin kendini Kürt ve Alevi olarak
gösterdiklerini söyledi.
(Bu söz, daha önce Asala Terör Örgütündeki gibi PKK'da da
birçok Ermeni terörist olduğu kanıtlanmıştı. Bu da onun bir başka yönüdür.)
Ben de bu konuşmanın etkisiyle kendi sayfamda şunları
yazmıştım….
TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANI NE DEDİ?
Aslında Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof.Dr.Yusuf Halaçoğlu,
yeni bir şey söylememişti. Yıllardır bu ülkede söylenen, tartışılan,
araştırılan bir konu hakkında birkaç söz söyledi.
Basitçe anlatacak olursak Türkiye’yi kuran 24 Oğuz boyuna
mensup insanların diğer adı Türkmen’dir. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı
döneminde Oğuzlar, Anadolu’da ve bu coğrafyanın Irak, Suriye, Mısır, İran ve
Kafkasya gibi bölgelerinde birçok
mücadele ve savaş yaşadılar. Bu mücadele her zaman dışa karşı yaptıkları
mücadeleler ve savaşlar şeklinde olmamıştır. Oğuzların (Türkmenlerin) kendi
aralarında da mücadeleler ve savaşlar da çok kanlı olmuş, kardeş kanı maalesef
durmamıştır. Türkmenlerin bir bölümü, canını kurtarmak için uzaklaşmak, kaçmak
zorunda kalmışlardır. Bugün İran’da, Azerbaycan’da, Suriye’de, Balkanlarda bu
durumda çok miktarda Türkmen vardır. Ya sürgün gönderilmişlerdir ya da
canlarını kurtarmak için kaçmışlardır. Hem de kardeş kavgasının acı neticeleri
olarak…
Oğuzların (Türkmenlerin) bir bölümü, İran’da Farsça
konuşmaya başlamıştır ve zamanla Farslılaşmıştır. Irak, Suriye ve Mısır’da
Arapların arasında kalan Türkmen boylarının bir bölümü Anadolu’ya tekrar
göçmüş, göçemeyenler maalesef bugün Türkçeyi unutmuş ve Araplaşmışlardır. Kafkaslarda, Balkanlarda, Afganistan’da,
İran’da, Irak’ta, Suriye’de yaşananlar hadiseler hakkında Tarihi belgeler yeterince
ipucu veriyor ve Oğuazların uğradığı asimilasyonu gözler önüne seriyor. Türk
Tarih Kurumu Başkanı aslında basit bir gerçek olarak bunu anlatıyor. Ama işin
içine bilim ötesi söylemleri sokanlar onun sözlerini de çarpıtmaktan geri
durmuyorlar. Kızdıkları şey şunadır
aslında. Nasıl olurda Kürtleşen Türkmenlerden bahsedersin. Bunu söyleyen kim?
Ahmet Türk isimli milletvekili… Ahmet Türk, Türkan aşiretine mensup olduğu için
Türk soyadını almış. Türkan aşiretinin adı Türk kelimesi ile Farsça –lar çoğul
ekinin karşılığı olan –an ekinin birleşmesinden oluşuyor. Yani bu aşiretin adı
Türkler demektir. Türkler aşireti, bir Kürt aşireti olarak neden Türkler adını
almış olabilir? Bunu düşünmek ve araştırmak işlerine gelmiyor sanırım.
Atatürk’ün “Türk demek Türkçe demektir” sözünü asla
unutmayalım. Maalesef bir halk dilini kaybedince milleyetini de kaybediyor. Öz
beöz Türkmen (Oğuz) boylarının ana dilleri Türkçeyi unuttukları zaman nasıl bir
felakete uğradıklarını biliyoruz. Çünkü, milliyetlerini de kaybettiler. Bugün
Güneydoğu’daki Karakeçili aşireti Türkçe konuşmuyor ama aynı aşiretin
Söğüt’teki akrabaları her yıl Osmanlı Devletinin kuruluş yıldönümünü kutluyor.
Geçen yılların şenlik fotoğraflarına bakarken geçit esnasında çekilmiş bir
fotoğrafta “Urfa Karakeçilileri” diye bir afiş gördüm. Sevindim. Çünkü, nihayet
akrabalar birbirini bulmuş dedim. Yavuz Sultan Selim zamanında Söğüt’ten alınıp
Urfa’ya gönderilen ve Osmanlı’yı kuran boy olan Kayılardan gelen
Karakeçililerden Urfa’da kalanlar kendilerine Kürt diyecek, Söğüt’tekiler ise
özbeöz Türküm diyecekler. Bunu hangi vicdan kabul edebilir?
Kayseri ve Yozgat bölgesinden Van’a yerleştirilen Celali
aşireti bugün Van’da oturuyor. Onlarla da görüştüm. Şükürler olsun ki kendi
köklerini biliyorlardı. Bugün Ağrı Patnos’tan, Urfa’dan, Elazığ’dan mesaj
gönderen ve Beydili (Badıllı) aşiretine mensup Türkmenlerle görüştüm. Onlar da
kendilerinin Oğuzların Beydili boyundan geldiğini bulmuşlar. Iğdır’da
oturanlar, Oğuzların “İğdir” isimli boyundan geldiklerini biliyorlar. Ardahan’ın
adının Türk Hakanı Arda’dan geldiğini anlatanlar, Mardin’in İdil ilçesinin
adının Orta Asya’daki İdil Derya isimli ırmaktan geldiğini söyleyenler var.
İnsanlar, gerçekten son dönemde, özellikle gençler, köklerini arayıp
buluyorlar.
Gençler demiştim, Urfa’dan Mahmut isimli kardeşim mesaj
atmış, yahu hocam bizim Türklerden ayrı gayrı ne adetimiz var diye yazmış.
Çadırımız, kilimimiz, camimiz, kıblemiz, mezarlarımız, mezartaşlarımız,
seccademiz, yediğimiz, içtiğimiz hep aynı diyor. Haklı.
Şairin dediği gibi “tefrika girmiş bir kere”… Bu ayrılıkları
yok etmenin yolu şudur: Doğudaki, Batıdaki, Güneydeki, Kuzeydeki bütün
Türkmenlere Türkçeyi öğretmektir. Türkçe, Türklüğün temel taşıdır. Türkçeyi
unutanlar, Türklüğünü de unutuyorlar.
Alevilik konusuna gelince… Alevilik konusunda da TTK başkanı
çok haklı… Çünkü, Alevilik Türklüğe has bir kavramdır. Türkmenlerin büyük
bölümü, eski inançları ile İslam’ı birleştirip Alevilik inancını ortaya
koymuşlar. Hacıbaktaş gezim sırasında kendim bizzat müşahade ettim. Hacı Bektaş’ın,
Balım Sultan’ın, Güvenç Abdal’ın türbelerini ziyaret eden insanların yaptığı
şeyler, diğer Türkmenlerle aynıdır ve bu gelenek kaynağını eski
inanışlarımızdan alır. Atalar ruhu, ağaç kültü, su kültü, ruhun mekanla
kutsanışı… Türk Kültürüne ait birçok unsuru gidip Hacı Baktaş’ta
bulabilirsiniz.
Kürtlere Alevilik Türkmenlerden geçmiştir ya da Kürtleşen
Alevi Türkmenlerle o civarda yayılmış olmalıdır. Güneydoğuda bazı Ermenilerin
kendilerini Kürt ve Alevi olarak göstermeleri de yeni bir hadise değildir.
Özellikle “gizli kimlik” konusunda yapılan araştırmalar bunu açıkça
göstermiştir.
Mehmetçik, sadece Türk evlatlarından meydana gelmiyor ki…
Kürt, Çerkez, Arap, etnik kökeni ne olursa olsun her Türk vatandaşı, o kutsal
elbiseyi giyince Mehmetçik oluyor, öyle değil mi? Ben, mehmetçiğe kurşun sıkan
ellerin Türk, Kürt ya da Çerkez gibi bize ait bir kökenden olabileceğine
inanmıyorum. Onların kendi kardeşlerine elleri kalkmaz. Asala militanları şimdi
PKK militanı olmuştur ve bunlar TTK Başkanının dediği gibi kendilerini gizleyen
insanlardandır. Bu militanların birçoğunun sünnetsiz oluşu bunu göstermeye
yeter de artar bile.
Şimdi soru şudur: Türkiye’de Kürt Alevî var mıdır? Ermeni’lerin bâzıları 1915 sürgününden sonra Alevî olup Kürt Alevîsi hâline mi gelmişlerdir?
RESMÎ TARİH GİZLİYOR
Bugün resmî tarihçi Yusuf Halaçoğlu’nun da PKK çizgisindeki Kürtçülerin de “Alevî Kürt” veya “Kürt Alevîsi” gibi terimlerle anlattığı kesim, özbeöz Türk’tür.
1501 yılında, Anadolu’dan giden Türkmenler, İran’da Safevî Devleti’ni kurdular. Bu devleti daha 15 yaşında kuran Şah İsmail, Hatayi mahlasıyla şiirler yazıp deyişler söylüyordu. O, bugün bile Anadolu Alevîleri için çok kutsal bir kişiliktir. Cem törenlerinde Hatayi’nin üç nefesi okunmazsa tören yürütülemez.
Şah İsmail, İran’daki devleti, Anadolu’da bulunan şu Türkmen boylarının yardımı ile kurmuştur: Ustaclu, Şamlu, Bayat, Afşar, Beğdili, Döğer, Yüreğir, Kınık, Bayındır, Salur, Eymir, Halep Türkmenleri, Rumlu, Çepni, Musullu, Tekelü, Bayburdlu, Karadağlu, Çapanlı, Turgutlu, Karamanlı, Dulkadırlı, İspirli, Hınıslı, Tokaçlı, Varsaklar… Bu aşiretlerin büyük bölümü Alevî idi (bu konudaki ayrıntılar için Bakın: Prof. Faruk Sümer; Safevi Devleti’nin Kuruluşunda Anadolu Türklerinin Rolü, TTK Yayını).
1514 yılında Çaldıran Ovası’nda Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ile İran’daki Türk Safevi Devleti’nin sultanı Şah İsmail kapıştılar. Savaşı, Osmanlı kesimi kazandı.
Bu çatışmada Anadolu’daki göçebe Türkmenler (Alevî Türkmenler), Şah İsmail’in yanında yer almışlardı.
Kürt aşiretleri ise Osmanlı Devleti’nin tarafında kılıç sallamışlardı. Kürt’lerin bu yardımı yüzünden Yavuz Sultan Selim Doğu Anadolu’yu aşiret reislerine taksim etti. Kürt beyleri artık bulundukları şehrin hâkimi olacaklar; bu mülkiyet hakkı babadan oğula kalacak ve dışarıdan kimse onlara karışamayacaktı.
Fakat Yavuz Sultan Selim’in bir isteği vardı: Kürt aşiretleri Şah İsmail adlı Kızılbaş’a yardım eden bu Türk aşiretlerin hakkından gelecekler; onlara aman vermeyeceklerdi.
ŞU AŞİRETLERE BAKIN
Bugün Alevî Kürt denilen aşiretlerin büyük bölümünü işte bu Osmanlı Devleti ile Kürt aşiretlerinin ezdiği Alevî Türk aşiretleri oluşturmaktadır. Örneğin, Afşarlar’ın Doğu’da kalan kolu zaman içinde Kürtleşmiştir. Afşarlar Türk, Fars ve Arap kaynaklarında geçen ve padişah çıkartan çok büyük bir Türk boyudur. Afşarlar’ın bu özelliğini öğrenmek isteyenler Prof. Faruk Sümer’in “OĞUZLAR (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilâtı-Destanlar” isimli kitaba bakabilirler.
Hülya Avşar, eğer âilesi Afşar boyundan ise, kesinlikle Türk’tür. Âilesinde Kürtçe konuşuluyor olması, sözünü ettiğimiz bu tarihî değişimin ürünüdür.
Diğer bir örnek de Beğdili (Beydili: Badıllı) aşiretidir. Alevî olan bu aşiret de Oğuz boylarından birisidir. Bu aşiretin Balaban Kolu tarihî kayıtlarda 100 âile olarak yer almaktadır. İşte bu Balabanlı kolundan olan ve DTP’den milletvekili seçilen Sabahat Tuncel de bugün kendisini Kürt sanmaktadır. Kürt Alevîsi denilen bu insanlar aslında Türk Alevisî’dir.
Bugün Doğu Anadolu’daki kolları Kürtleşmiş olan Iğdır, Bayat, Eyva (Yıva) gibi boylar da hakiki Türk topluluklarıdır.
Bugün Kürt sayılan Şikak aşireti, Kürt tarihi Şerefnâme’de, Türk aşireti gösterilmiştir. Bu aşiretin sol kolunu oluşturan ve Hakkâri yöresinde bulunan Ertuşîler de Türk’tür. Ertuşlu demek olan bu isim İrtişli anlamına gelir. İrtiş, Türk’lerin anayurdundaki ırmaklardan birisidir.
Günümüzde Tunceli yöresinde yaşayan Alevîler ise Türkler’in Hun kolundandır. Tunceli halkı ile Kürt halkı arasında ne dil, ne kültür ne tarih bağı vardır.
Ünlü Türkmen boylarından Karakeçili aşiretinin Batı’daki kolu Türkçe konuşurken, Urfa bölgesindekiler Kürtçe konuşmaktadırlar. Küresinliler Samsun bölgesinden Van civarına yerleştirilmiş Türkler olmalarına karşın zamanla dillerini yitirmişlerdir. Kürt kökenliler ile sonradan Kürtleşenler arasında bir statü farkı bile oluşmuş idi. Van çevresindeki Kürt aşiret reislerinden Kinyas Kartal Kürtleşmiş Türkler ile ilişki kurmadıklarını, onlara kız vermediklerini dile getirmiştir. (Bakınız: Macit Gürbüz; Kürtleşen Türkler, s. 149).
Örneğin, Türkan adı Türkler anlamına gelen aşiret bile Kürtleşmiş bulunuyor. Kürdili oymağının da Barak Türkmenleri’ne bağlı olduğu biliniyor. Öz Türk boyu olduğu adından bile anlaşılan Döğer aşireti de Urfa bölgesinde Kürtleşmiştir.
Ayrıca Gaziantep ve Kilis dolaylarında Musabeyli, İlbeyli, Okçu İzzeddin boyları; Şanlıurfa’da Torunlar; Sincar Dağı çevresindeki Saçlılar; Sekiz Büklüler, Amik Ovası’ndaki Kırıklar ve hatta Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi büyük Türk boyları bugün Kürtleşmiş durumdadır.
Sivas yöresinde Koçgiri diye bilinen büyük aşiret de bâzılarınca Kürt sayılıyor. Gel gör ki dünyâ çapında bir otorite olan Türkiyatçı İrene Melikoff bu bölgede yaptığı araştırmada bunların Türk kimliğini net biçimde tesbit etmiştir.
MİLLET-İ SÂDIKA: ERMENİLER
Ermeni halkı, milâttan öncesinden beri Kuzeydoğu Anadolu ile Kafkas hattında yaşamaktadır. En eski Hristiyanlardan birisi Ermeni halkıdır ve bunlar dinlerini asla terk etmemişlerdir. Türkler bölgeyi ele geçirdikten sonra Ermeniler’le dost olarak yaşamaya başlamışlardır. Osmanlı Devleti, Türkmenler’i topluca katlederken, Ermeniler’i “Millet-i Sâdıka (Sâdık Millet)” ilan etmiş, devletin yönetim katında bunlara her türlü olanağı tanımıştır. Meşhur 1915 sürgünü, Ermeniler’in devlet içinde olay çıkarmaması için yapılmıştır.
Bu sürgünden kaçanlar, kendilerini gizleyenler, hemen hemen yok denecek kadar azdır. Kalan Ermeniler, devletin ve halkın bilgisi dâhilinde kalan âilelerdir. Bunları Alevîler’in içine gizlenmiş olarak göstermek tarihi çarpıtmaktır.
Kürtler ise tarihte, adı çok az geçen bir kavimdir. Bunlar Doğu Anadolu’nun dağlık kesiminde yaşayan göçebelerdir. Bir devlet kuramamışlardır. Ancak 1514’ten sonra aşiret reisleri güç kazanmışlardır. Kürtler inanç olarak İslâm’ın Şâfii kolundandır. Tarikat olarak da büyük ölçüde Nakşibendîliği seçmişlerdir. Bu yönüyle de Alevîler’le Kürtler arasında derin uçurum bulunmaktadır.
ANADOLU ALEVÎLİĞİ
Anadolu’daki Alevîlik özü itibârıyla Türk kimliklidir. Bu topraklardaki Alevîliğin kendisini anlatma aracı, “bağlamadır“. Bu saz Türk’e özgüdür. Alevîler, bağlamayı kutsamış; ona “Telli Kur’ân” denilmiştir. Kürtler’de bağlama olmadığı gibi, onun kutsanması da yoktur.
Anadolu Alevîleri’nin ibâdeti olan cem töreni de Türkçe ibâdet biçimidir. Bu topraklarda asla Kürtçe cem yapılmamıştır. Bugün Kürt Alevî diye bilinen veya kendilerini öyle sananlar bile cemlerini Türkçe yapmaktadırlar. Sâdece bu olgu bile Kürt Alevî’nin, Türk Alevî olduğunu göstermeye yeter.
Yine Anadolu Alevîliği’nin “Yedi Ulular” diye kutsadığı ozanların tamamı Türk’tür. Seyyit Nesimi, Hatayi (Şah İsmail), Yemini, Virani, Pir Sultan Abdal, Fuzuli, Kul Himmet Türkçe yazan ozanlardır. Günümüzde bile Kürt kökenli bir Alevî ozanı yoktur. Anadolu Alevîleri’nin kutsal kişileri arasında Kürt kökenli kimse bulunmamaktadır. Kürtler’de kadının durumu ile Alevîler’de kadının durumu birbirine hiç benzememektedir. Ayrıca sivil yaşam modeli de birbirine taban tabana zıttır.
Bu yüzden Anadolu’da dikkat çekecek bir kitle olarak Kürt Alevîsi veya Alevi Kürt olmamıştır. Bu terimler, son yirmi yılda ortaya çıkmıştır. Bir taraftan Osmanlı zihniyetindeki resmî tarihçiler, bir taraftan, Alevîler’i de Kürt göstermeye çabalayan PKK’lılar Alevî Kürt terimini icat etmişlerdir.
Bâzı Alevî’nin Ermeni olduğu iddiası da tamamen yanlıştır. Çünkü Ermeni milleti, Hristiyan olarak kalmıştır. Bunlardan İslâm’ı seçenler de çok azdır. Bu gibi Ermeniler’in Alevî nüfus içinde belirleyici olduğunu düşünmek, tarihi tersyüz etmekten başka şey değildir.
HAMİDİYE ALAYLARI DARBESİ
1826’da Osmanlı padişahı 2. Mahmut, Yeniçeri Ordusu’nu kaldırdıktan sonra bütün Alevî dergâhlarını yıktırıyor; Bektaşî babalarını astırıyor; dedeleri sürüyor; imparatorluk içinde Alevîler’i yeniden dağlara kaçırıyordu. Dağ başlarına sığınan çâresiz insanlar, meşe ağacının palamutlarını öğütüp yiyerek hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
Alevîler’e yönelik yeni bir saldırı dalgası da Hamidiye Alayları ile geliyordu. Padişah 2. Abdülhamit, 1894 yılında Doğu Anadolu’da Kürt aşiret reislerine 26 kadar alay kurdurttu. Bu alaya girenler uzun ve tehlikeli askerlik hizmetinden ve vergi vermekten kurtuluyorlardı. Ayrıca bölgede astığı astık, kestiği kestik hâle geliyorlardı.
Ermeniler’e karşı kurulduğu iddia edilen Hamidiye Alayları, bulundukları yerde direnen son Alevî aşiretlerini de bastırıp yağmaladılar… Çünkü bu aşiretler Şâfii Kürtler’den oluşturulmuştu. Bugün Kürt gösterilen Alevî aşiretlere bu hak verilmemişti. Hamidiye Alayları’na ilişkin ayrıntılı bilgiler, o günleri yaşayan M. Şerif Fırat’ın Doğu İlleri ve Varto Tarihi adlı kitabında bulunmaktadır.
En az 500 sene süren bu ezme politikası sonucunda Alevî Türkmenler dillerini unutup Kürtçe konuşmaya başladılar. Özbeöz Türk olan bu Alevîler zamanla kendilerini Kürt sandılar.
***
“EŞEK TÜRK(!)”
Osmanlı Devleti’ni yönetenler zamanla bu devleti kuran Türk’ün düşmanı hâline gelmişti. İstanbul yönetimi, Türkmenler’i, “Eşek Türk, Akılsız Türk, Kaba Türk” diye aşağılıyordu. Şehirden beslenen Osmanlı şâiri de şöyle söylüyordu Türkmen’e:
“Türk’ün dilberidir gâyetle inat
Şehir dili bilmez lisanı kubat
Lisanından eyler Türklüğün isbat
Hayvan gibi gözün diker samana”
Şehir dili bilmez lisanı kubat
Lisanından eyler Türklüğün isbat
Hayvan gibi gözün diker samana”
Türkmen ise Osmanlı zorbalarına şöyle cevap veriyordu:
“Şalvarı şaltag Osmanlı
Eyeri kaltag Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortag Osmanlı”
Eyeri kaltag Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortag Osmanlı”
Halk kendisini sömüren Osmanlı’ya karşı onun en güçlü olduğu dönemde isyan ediyor; bu isyana da Bozoklu (Yozgatlı) eşkıya Celâl’in adından dolayı “Celalî İsyanları” adı veriliyordu. Bu Celâl dahi Alevî idi. Osmanlı şeyhülislâmları da Türkmenler için “bu Kızılbaş tâifesi Müslüman olmadıklarından, öldürülmeleri dine uygundur” diye fetva veriyorlardı. Bunun belgelerini arşivlerden bulup “Osmanlı’da Karşı Düşünce ve İdam Edilenler” isimli kitabımda vermiş bulunuyorum.
Alevilik Göktürk İnancından günümüze kadar insan ve Doğaya verilen değerin inançsal biçimidir.İşte sizler Bugün bile Orta Asyada Alevi Müslümanların cem töreni,
Bugün ülkemizde olanları anlayabilmek için, Gök Tanrı inancındaki Şamanist Türk` ün nasıl olupta islam dinini benimsediğiyle başlayarak, Aleviliğe ve bugün resmen ilan edilmese de, içten yozlaştırılıp çökertilen Türkiye Cumhuriyeti` ne kısaca bakmamız şarttır. Atalarımızın islam dinini benimsemesiyle ilgili resmi masal ya da yalan söyledir : “ Araplarla birlikte Çinlilere karşı Talas savaşı` na katılan Türkler, bu savaştaki işbirliğinden sonra Arapları ve islamı tanıyıp benimsediler ! “ Kuyruklu yalan ! Birincisi; Talas savaşı 751 yılının Temmuz ayında yapılmıştır ve Araplarla birlikte savaşan Türklerin karşısındaki ordu yanlızca Çinlilerden değil, Şamanist Türklerden de oluşuyordu; yani ,Türk Türke karşı da savaşmıştır ( ki bu gerçek hemen hemen hiç söylenmez !) . İkincisi ise, bu savaştan yaklaşık 100 yıl önce, işgalci Arap birlikleri sayısız kereler Ceyhun ırmağını aşıp Türk topraklarına saldırmışlardı. Daha Halife Osman zamanında, Muhammed bin Cerir komutasındaki 2700 kişilik bir müslüman Arap ordusu Ceyhun`u aşıp Fergana`ya kadar ilerlemiş; ama, Türk kuvvetleri bu işgalcileri , başındaki komutandan son askerine kadar yok etmişlerdi. Talas Savaşı` ndan 78 yıl önce de, ( 673 yılında ) Ubeydullah bin Ziyad komutasındaki 24 bin kişilik bir Arap ordusu, Kıbaç Hatun isimli Türk kadının yönetimindeki Buhara`yı kuşatarak ilk önemli işgal hareketini başlatmıştı; yani Türklerin, müslüman Araplarla karşılaşması çok daha önce, çetin savaşlarla gerçekleşmişti. İşte bu yüzden, bu acı dolu yıllar ( yaklaşık 630 ile 720 yılları arası ) saklı tarihimizdir; resmi kitaplarda yer almaz !
Biraz samimi ve gerçekçi olalım : 90.000 den fazla kadın, çocuk, yaşlı, genç Türkün öldürüldüğü Talkan Katliamı ve Cürcan Katliamı ` nı kimler yaptı ? Uzaylılar mı, yoksa Kuteybe bin Muslim ve Yezit bin Muhelleb gibi komutanların başında olduğu İslam Arap orduları mı ? Buhara surlarının önünde ordusuna, “ Her kim Türklerden kesik baş getirirse 100 dirhem ödül vereceğim ! “ diyen Arap vali kimdi ? Enderhiz vadisindeki bir ırmağın kıyısında 12.000 savaş esiri Türkü kılıçlarla doğrayıp, o kanlı suyla dönen bir değirmende öğütülen undan ekmek yaptırıp yiyen müslüman Arap komutan kimdi ? Türk kızlarına tecavüz eden, onları haremlerine katmak ve Arap zenginlere satmak için ailelerinden ve yurtlarında koparanlar kimlerdi ? Hutel, Hocent, Soğd, Kes, Necef, Baykent, Numişkent, Ramitan, Faryap, Talkan, Belh, Suman, Buhara, Harzem, Cürcan, Taşkent, Semerkant gibi Türk şehirleri nasıl Arapların eline geçti ? Atalarımız, acımasız Arap ordularını “ iyi ki geldiniz, Gök Tanrımızdan sıkılmıştık ! “ diyerek çiçeklerle mi karşıladılar ? Mallarını , mülklerini, eşlerini ve kızlarını gönüllü olarak mı işgalci Araplara verdiler ? !
Tarihi bir gerçek ki, Göktürk İmparatorluğu`nun zayıfladığı bir dönemde, imparatorluğun batıdaki sınırlarında bulunan bugünkü Güney Türkistan bölgesi, hile, yalan, savaş, katliam gibi yöntemlerle Arapların eline geçti ve halk korku ile, zor ile, para ile ve diğer yollarla zamanla ( bu zaman dediğim yaklaşık 90 yıldır ve hemen hemen T.C. yaşına eştir. ) inançlarını değiştirdi. Yani, resmi masalımız Talas Savaşı ` na kadar müslüman olan zaten olmuştu ! Resmi masalımızın ya da yalanımızın en tehlikeli sonuçlarından biri de : O dönemin bir çok önemli Türk kahramanının bilinmesini engellemek olmuştur. Bu engelleme, ulusumuzun tarihine karşı yapılmış en büyük ihanetlerden biridir. Arap ordularının kabusu olan Türgişlerin Su Lu Kağan` ını bugün çoğu kimse bilmez; O , Su Lu Kağan ki,Türk toprağındaki tüm işgalci müslüman Arapları Ceyhun`un öte yakasına kadar kıra kıra kovalamış bir efsaneydi ve o efsane insan, bir iç komplo ile öldürüldüğünde, Araplar sevinçten kurbanlar kesip , üç gün şükran orucu tutmuşlar ve ölüm haberini getirenlere mujdelikler dağıtmışlardı.
İşte, Arapların dini yayma kılıfı altında yaptıkları 90 yıllık kanlı yağma ve talan saldırılarından sonra ortaya çıkan tablo: Bugün hala, az da olsa Gök Tanrı inancına sahip olanlar Kuzeydoğu Asya ve Orta Asya`da varlığını sürdürmektedir. Kahramanca direnen ama yenilen Hazar Türkleri de, önce İslamı, sonra Yahudi dinini ve en son olarakta Hıristiyanlığı seçmişlerdir. Araplara karşı savaşan ama , yenilen atalarımızın bir kısmı da islamı benimsemişlerdir ve bu sonuç , Türklük için yaşadığımız coğrafyada tam bir yıkım olmuştur ki, bugüne kadar da bu yıkımdan ( Atatürk devrimleri devam ettirilmediği için ) kurtulunamamıştır. Şöyle ki : Önce Türk toplumunun değerleri, töreleri ve dili hızla aşındırılarak değiştirildi. Orta asyadaki kadınımızın bugünkünden bile daha ileri bir sosyal statüsü olduğunu vurgulamaya gerek var mı ? O zamanki Türk kadını , ninja savaşçıları gibi kara çarşaflara sarılıp görevi çocuk doğurmak olan bir cinsel obje , yani ev kölesi değildi. Kadınımız, evde bir anne ve eş iken, gerektiğinde , savaşta at sırtındaydı; toplumdaki yeri, tam erkeğinin yanındaydı. Bir çok kadın vali, komutan, iş kadını vardı. Toplumumuz tek evlilik yapardı; cariye, köle ve bir tavuk çiftliğini andıran Harem`i bilmezdi atalarımız. Yeni doğan çocuklara Türkçe isimler verilirdi; bugünkü gibi kullandığımız isimlerin % 80 `i Arap ve Fars isimleri değildi. Bir başka önemli şey : Türk devletlerinin ve halkın kullandığı dil, islamı kabul etmeden önce Türkçe idi; islamı kabulden sonra, devlet dili ,Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Büyük Selçuklular, Osmanlılar dönemlerinde, yaklaşık 1200 yıl boyunca ( Mustafa Kemal Atatürk` e kadar ) Türkçe değil, bazen Farsça, bazen Arapça ve bazen de birkaç dilin karışımı Osmanlıca denen ucube bir dil oldu. Türk dilini yok eden anlayış, Türk tarihini, Türk`ü yaşatır mı ? Herşey büyük bir hızla yok edildi ! Türk, aşağıya rasgele seçip koyduğum şu iki şiir kıtasındaki gibi anılıyordu o karanlık 1200 yıl boyunca ki, bugünkü AKP iktidarının hedefi de aynıdır .
“sakın türkü insan sanma.
bir an bile olsa türkle birlikte olma.
türk eline şeker olsa o şeker zehir olur.
türkün başını keserken sakın gam yeme.
baban da olsa türkü öldür.”
“türk değil mi, merzifon’un eşeği,
eşek değil, köpekten de aşağı.”
Yani, kısaca, sünni islamı benimseyen atalarımız daha ilk yıllardan başlayarak , hızla , üzerlerinde Türke ait ne varsa onu atıp unutmaya ve islam Arap gömleğini giymeye başladılar; ruhsal – dilsel – kültürel – yaşamsal olarak gerçekleşen Araplaşma, kız alıp vermelerle genetik ( J1, J2 haplogrup) Araplaşmaya da yol açtı. Bu değişim ve dönüşüm, Osmanlı padişahlarının Halife cübbesini giymeleriyle doruğa ulaştı ! Türklük her şeyiyle birlikte yok edildi sanıldı ki, kaya gibi bir engel çıktı karşılarına : Alevi Türkler !
İşgalci Arapın keskin kılıcı dağlar gibi kelleler uçurmuştu, sağ kalanlara da diz çöktürmüştü; ama, köklerinden , inançlarından kopmayan Horasanlı ve Harzemli bir kısım atalarımız hala eski töre ve yaşam tarzlarını koruyorlardı. Bunlar, uzun yıllar sonra, İslamın dördüncü halifesi olan Ali soyundan gelen ve Türk topraklarına sığınanlardan da etkilenerek, Şamanizm – İslam karışımı diye adlandırdığım yeni bir yaşam ve inanç tarzını ( kimileri buna İslamın bir mezhebi der ) oluşturdular : Alevilik.
Allah`a, Peygambere, Kuran`a ve dördüncü halife Ali`ye bağlı olan bu atalarımızın en belirgin özelliği ise, Türk gelenek ve göreneklerini hep ön planda tutmalarıydı : Gök Tanrı inancındaki ataları gibi , göklerin, yerlerin, akarsu ve göllerin, dağların, kısaca tüm doğanın bir ruhu olduğuna inanıyorlardı ki, hala da “ ziyaret “ adı verilen yerlerde, ulu ağaçları, dağları ve gölleri kutsal kabul edip ipler bağlarlar, kurbanlar keserler. Alevi Türk kadının yeri , 5000 yıl önceki hemcinsleri gibi, erkeğinin yanıydı ve başı açıktı ; onlar, Türk tek evlilik geleneğini de kesintisizce bugüne kadar devam ettirdiler ve yabancılarla ve hatta sünni Türklerle bile evlilikten uzak durdular ki, bu, günümüzde Türk genetik kodlarına ( Q, N, R1a haplogrup) en fazla sahip olan topluluk olmaları sonucunu vermiştir. Kara çarşaf, kölelik, cariye, Harem gibi Türk`e ait olmayan hiçbir şey Alevilerin yaşamına girmemişti. Bu topluluk, sünni islamı benimseyen kandaşlarının tam zıttı davranarak 1200 yıllık Türkün karanlık çağında, hep Türkçe konuştu, köklerine bağlı kaldı ve doğal olarak , “ baban da olsa türkü öldür.” , “türk değil mi, merzifon’un eşeği, eşek değil, köpekten de aşağı.” diyen mayası bozukların hedefi oldular ! Selçuklu, Osmanlı ve ne yazık ki , Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde katledildiler ! 2012 yılında, Türkiye Cumhuriyeti` nde , Malatya’nın Doğanşehir İlçesine bağlı Sürgü Beldesinde, ” Sürgü Alevilere mezar olacak ! ” diye haykıranlar ile, Osmanlı İmparatorluğu`nda “ baban da olsa türkü öldür.” diye şiirler yazanlar aynı Türk düşmanları, aynı mayası bozuklardır !
Bozuk maya ya da sentez kokar ; o kokuyu bastırmaya yarayan yalan, hile, cehalet gibi baharatlar da gün gelir işe yaramaz olurlar ! Gerçek ise, doğru bir tarih bilinci geliştikçe, er ya da geç açığa çıkar ! Allah`a, Peygambere, Kuran`a ve dördüncü halife Ali`ye bağlı olan Alevi bir Türkü öldüren ve bundan gurur duyan, cennete gideceğini düşünen bir başka Türk (!) , Bağa Tarkan, Kapağan Kağan, Kültegin, Tonyukuk, Bilge Kağan , Bumin Kağan, Su Lu Kağan gibi, hepsi “ kafir “ (!) olan atalarıyla ve tarihiyle nasıl gurur duyabilir ? ! Alevi Türke tahammül edemeyen, öldüren Türk ( !), müslüman Arap ordularını Türk yurdundan kovalayan şamanist Su Lu Kağan`a, Bağa Tarkan`a nasıl sahip çıkabilir ?! İşte, bozuk mayanın ya da sentezin koktuğu ve tutmadığı yer burasıdır ! Alevi Türkü öldürerek cennete gideceğini sanan bir Türkün (!) mantığı, aslında, Talkan Katliamı ve Cürcan Katliamı `nı yapan Arapların, Kuteybe bin Müslim ve Yezit bin Mühelleb`in mantığıdır !
Peki, Kuteybe bin Müslim ve Yezit bin Mühelleb`in mantığı, nasıl oldu da 2013`ye kadar Türkiye Cumhuriyet`inde hayat ve taraftar bulabildi ? Yanıt oldukça basit . O hayaletin ürediği cehalet bataklığı bilim ile , gerçek bir tarih ve ulus bilinciyle kurutulamadı ! Çünkü, 10 Kasım 1938 saat 9 u 6 geçe, Cumhuriyet devrimlerinden geriye doğru gidişin başladığı tarih olmuştur ! Detaylara ve örneklemelere gerek yok ! Eğer, ileride Milli bir hükümet iktidara gelirse, kuruluş amaçlarından sapmış, ama üç bakanlığın bütçesinden daha fazla bir bütçeye sahip olan DİYANET ile, yine “ aydın din adamı “ yetiştirme amaçlarından sapmış ( istisnalar hariç ) Cumhuriyet düşmanları yetiştiren İMAM HATİP OKULLARI, tahrikatların ve fettullahçıların dersane ve kuran kursları gibi ihanet yuvalarının tümünün hemen kapatılması gerektiğini söylemeliyim ! Yapılacak yeni düzenlemede, Cumhuriyet devrimlerinin bekçileri olan Alevi Türk inancı mutlaka yer almalıdır; yoksa, 30- 40 yıl sonra, bugün yaşadıklarımızdan daha beterini yaşayacağımız kesindir ! İhanetin ve hainlerin kanser hücreleri gibi hızla çoğaldığı ve yayıldığı bu topraklarda, toplumun aydın öncüleri de, bu olanların bir maya bozukluğu sonucu olduğunu söylemek zorundalar, tabulara dokunmak zorundalar ! Bu tahlil ya yapılacak ve tedaviye geçilecek ya da bu Cumhuriyet ama bugün, ama yarın kesinlikle musalla taşına yatırılacaktır ! Başka yol yok ! Çıbanın başını tıraşlamak tedavi değildir ! Neşteri , kanserli hücrenin ta dibine kadar derine vurmak şarttır !
Bu yazı https://turkalevi.com/2012/04/23/kurt-alevi-yoktur/.adresinden alınmıştır.