![]() |
Tamer ASHRAF |
ABD endîşeli. Ne için? Ma’lûm mes’ele: S-400. Ne diyorlar:
Bu silâhlar NATO sistemiyle uyumlu değil. Tercemesi: “Size saldırırsak
uçaklarımızı düşürebilirsiniz.” Tabîî bu işin en basît kısmı. Asıl konu
Türkiye’nin her geçen gün biraz daha müstakilleşmesi. Son bağımsız Türk devleti
Osmanlıydı. Cümlemizi yüz sene kaynar kazanda fokurdatdılar. Hangi millet olsa
yıkılmak şöyle dursun buhârlaşırdı. Çok şükür bu korkunç bâdireyi atlatdık. Şu
günlerde istiklâl yolunda ilerliyoruz. Henüz o noktada değiliz fakat çok
yaklaşdık. Askerî caydırıcılığa ulaşdığımız gün müstakiliz demekdir!
Artık lâfı bırakmalıyız. Göstermelik adımlardan
vazgeçmeliyiz. Silâh fabrikaları bir günde 48 sâatlik i’mâlât yaparken karşı
konulmaz bir sür’ati yakalamamız gerekiyor. Putin birkaç gün önce “donanma
günü” münâsebetiyle yapdığı konuşmada mühim şeyler söyledi: “Geçen yıl 25 gemi
2 denizaltı hizmete alındı. Bu yıl donanmaya 30 gemi daha kazandıracağız.” Hız
dediğin böyle bir şey. Aslında biz vaktiyle bunun on katı sür’ate sâhibdik.
İnebahtı’dan sonra koca donanmayı bir kışda inşâ edip evvel bahârda Akdeniz’de
yürütmüşdük. Bu hızı yeniden yakalamak zorundayız. Ne var ki sür’at tek başına
kâfî değil. Stratejik silâh üretmemiz lâzım. Üstelik binlerce. Bundan
kasdımızın top tüfek olmadığı ortada. Düşmanlarımız bizi harîtadan silebilecek
bir güce sâhib mi? Evet! Şu hâlde aynı güce ulaşmadan caydırıcı olamayız.
“Irak’da 500 bin çocuk öldü ama buna değdi” diyen eşkıyâ başka dilden anlamaz.
Milyonlarca sünnîyi öldürüp bir o kadarını tehcîre zorlayarak ülkeyi şî’îlere
bırakanlar ne tankdan ne uçakdan anlar. Çin devlet başkanı Şi geçenlerde
hedeflerine varmak ve emniyyetlerini sağlamak için ülke târihindeki en güçlü
orduyu kurmaları gerekdiğini söyledi. Hindistan’ı öne sürerek emperyalist
adımlar atmaya çalışanlara haddini bildirdi. Bizim yandan çarklı
teşebbüslerimize açıklama üstüne açıklama yapanlar bu cümleleri yutdu. “Kim”in
sırıtarak fırlatdığı nükleer kapasiteli kıt’alararası füzeler uykularını
kaçırıyor. Hançere yırtan konuşmaları ciddîye alan yok!
Yarın uyanmak fâide vermez. Tam bir zeyreklik gerekiyor. Gel
gör ki gaflet uykusu uyanık geçinenleri dahi esîr almış durumda. Bugün kimse
nükleer bir saldırı yapamaz zannındayız. Hattâ aksi aklımıza bile gelmiyor.
“Neden” sorusuna kendimize göre bir cevâb veriyoruz. Lâkin dedik ya kendimize
göre. Şu kadarcık şeyi düşünemiyoruz: Her iki cihân harbinde gözlerini
kırpmadan kendi medeniyyetine mensûb on milyonlarca kişiyi öldürenler
müslimânlar hakkında ne düşünmez neye teşebbüs etmez?
Kendimize gelmeye mahkûmuz. “Bu Devlet-i aliyyenün sît ü
sadâsı ile yiryüzinde olan mülûkun kulakları dolıdur; böyle azîmü’ş-şân devlet
ile bozuşmağı bir ferd istihsân eylemez”deki rûh hâlini yakalamalıyız. Tabîî
arkasını doldurmadan bu noktaya ulaşmamız mümkin olmaz. Bundan da önemlisi
ehl-i sünnet i’tikâdını yeniden keşfetmek mecbûriyyetindeyiz. “Zâten ehl-i
sünnet değil miyiz?” dediğinizi duyar gibiyiz. Şu kadarını bilin ki bugünki
yapımız i’tibâriyle ehl-i sünnetden fersah fersah uzağız. Osmanlı sonrasındaki
erozyon milletimizi bu noktaya sürükledi. Maalesef ve maalesef… Dördüncü Mehmed’deki
şu inceliğin neresinde olduğumuza buyurun siz karâr verin: “On dördinci salı
güninde mizâc-ı hümâyûna sebeb-i ilâc-ı rûhânî olmak recâsıyla teberrüken ve
teyemmünen Hırka-i Şerîfe-i Hazret-i Resûl-i Hudâ aleyhi efdalu’s-salavâti-ilâ
yevmi’l-bekâ envâ-ı ta’zîm ile açılup diyânetli hünkârımuz kemâl-i tevkîr ü
tebcille takbîl idüp mübârek yüzlerin sürdüler” Peki Kânûnî’nin neresindeyiz:
“Mâl u câha gurre olma dime yokdur ben gibi/Sür yüzin yire tevâzu ehli ol dâmen
gibi” veyâ “Umaram rehber ola bize Ebûbekr ü Ömer/Ey Muhibbî yürüyüb şarka
sipâhı çekelüm” ya da “Kelâm-ı Hakka her kim ki gönülden olmaya mâyil/Olur her
itdüği ebter ü her ne eylese bâtıl” yâhûd “Sâf kalb ol kimseye tutma sakın
kalbinde kin/Didi sığmaz fahr-i âlem kin ile bir yirde din” yâhûd da “İçdiğüm
hûn-ı ciğerdür yidiğüm derd ü elem/Dürlü dürlü matbah-ı gamda pişer aşum benüm”
Bir şi’rini de temâmiyle alalım: “Zikr-i bismillâhirrahmâhirrahîm/Âşikâra
gizlüye sensin alîm/Derdmendem derdüme eyle devâ/Ki kamû hastalara sensin
hakîm/Hamdülillah kim Muhammed ümmeti/Eyledün bu bendeleri yâ kerîm/Son nefesde
sakla îmânum benüm/Bulmaya yol ana şeytân-ı racîm/Mustafâ’nun hürmetine yâ
ilâh/Sen müyesser eyle cennât-ı naîm/Rûz-ı mahşerde Muhibbî bendeni/Irma anı
rahmetünden yâ rahîm”
Küçük hedefleri bırakalım. Günlük dedikoduları elimizin
tersiyle itelim. Doğru makâma doğru kişileri getirelim. En büyük hedefe,
rızâ-yı ilâhîye kilitlenelim. Tıbkı ecdâd gibi. Onların bahâ biçilemez
nasîhatları şiârımız olsun: “Bir vilâyete beğ olmak iki kefelü bir terâzidür.
Bir kefesi cennet ve bir kefesi cehennemdür… Cümlenin ser-çeşmesi adâletdür…
Hiç halkı mal sevmekden özge azdurucu olmaz. Dünyâ içün din emrinde gözün
yumanlar Allahü teâlâ korkusun unudur… Çok olur, ba’zı kimesneler gündüz sâim
ve gice kâim görünür. Ammâ hadd-ı zâtında puta taparlar. Anın gibilerin
fi’linden sakınasın… Zinhâr ve zinhâr her kimesnenin zâhir hâline aldanmayasın…
Ve her kaçan bir kimesneyi bir cânibe vekîl nasb edüb göndermek ve kullanmak
istedüğünde evvel bildüğün hâline nazar eyleme. Câiz ki sonradan bir dürlü dahi
ola… Bunu da bil ki etrâf vilâyetlerde koduğun vekîllerin eyü kimesneler
olurlar ise reâyânın dahi hâli eyü olur… Ve her birine ısmarla ki eli altında
olan müslimânları karındaş gibi bilüb sâir reâyâya rıfkile dutsunlar. Zulm ve
ta’addî üzerine olmasunlar. Yarın kıyâmet gününde defter-i amelleri gökden kar
gibi yağduğu günü ansunlar.”
İşin hakîkati bu. Anlayıp anlamamak nasîb mes’elesi…
Bunları reddedenlere diyecek bir şey yok mu? Olmaz mı?
Âriflerin ışığı, velîlerin önderi, islâmın bekçisi ve müslimânların baştâcı
İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî bakın ne buyuruyorlar: “Allahdan başka
her neye tapılsa, hepsi hiçdir!/Yazıklar olsun ol kimse