BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

15 Ağustos 2020 Cumartesi

Ateşle oynayan Atina

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ



Akıl tutulması yaşayan Yunanistan’ın, Türkiye’yle Almanya’da görüşürken diğer yandan da kapalı kapılar ardından Mısır’la hiçbir hüküm doğurmayacak bir anlaşmaya varması, bekleneceği üzere Ankara’nın Atina karşısındaki tutumunu sertleştirmesine sebep oldu. 

Diplomaside yan çizen Atina, bir oldubitti ile Türkiye’yi Akdeniz’de küçücük bir alana kapatabileceğini düşünmesinin hiç de gerçekçi olmayacağını Akdeniz’de dalgalanan Türk bayraklı Oruç Reis gemisi ve ona eşlik eden donanma unsurları ile eninde sonunda idrak edecek.

Yunanistan’ın kokuşmuş iddiaları, Türkiye karşısında hissettiği aşağılık kompleksi ve AB’ye sığınmasına vesile olan şımarıklık ve korkaklığı elbette ki Osmanlı dönemine kadar uzanan tarihî bir süreçte ortaya çıktı. 

Yunanistan, yüz yıl öncesinin şartlarında Ege adalarını diğer güçlerin desteği ile zimmetine geçirmesini kendi başarısı ya da bizim güçsüzlüğümüzden olduğunu sanıp, bugün de Türkiye’den istediğini koparabileceğini sanıyor olsa gerek. 

Ne var ki, artık yıkılmakta olan savaş yorgunu bir imparatorluk değil, güçlenen ve meydan okuyan bir millî devlet söz konusu. Sadece 780 bin km2’lik kara parçasında değil, 460 bin km2’lik Mavi Vatan’da Türkiye’nin egemenliğine kastedenlerin sonunun hiç de iyi olmayacağı kesin.

Buna rağmen, Yunanistan AB’nin arkasına sığınıp Türkiye’ye sataşmaktan geri durmuyorsa, bu en kibar tabirle aklıselimi kaybetmek anlamına gelir. 

Akdeniz’in asırlardır Türkiye’nin doğal bir uzantısı olduğu gerçeğini göremeyen, Türkiyesiz burada kimsenin her istediğini yapamayacağını göremeyen, peşine taktığı Mısır ve BAE gibi akıl fukaralarıyla bir olup Türkiye’yi Meis Adası’nın ötesine hapsedebileceğini zanneden Atina, ateşle oynadığının farkına ne zaman varacak acaba.

Türkiye, Mavi Vatan’ın her karışında egemenlik haklarını koruyacağını ilan etmiş, bunun için somut adımlar atmış yine de diplomasiye bir şans vermişken, Yunanistan’ın Mısır’la bir olup sözde bir anlaşma yapması iyi niyetin suistimali değil de nedir? 

Yunanistan’ın Türkiye’yi Akdeniz’de küçük bir alanla sınırlandırabileceğini düşünmesi budalalık değil midir? Acaba Yunanistan “biz Mısır’la sınırlar konusunda anlaştık” dediğinde, Türkiye’nin “öyleyse biz aradan çekilelim, siz burada cirit atın” diyeceğini mi sandı bu gafiller?

Yunanistan, Türkiye ile masaya oturup sorunları enine boyuna tartışarak çözme imkânını Mısır’a taviz vermek pahasıyla riske atarak belki de Ege politikasındaki en büyük yanlışı yapmıştır. 

Bu yanlıştan dönmesi için aklıselimle davranması gereken Atina’nın hâlâ Türkiye’nin sınırı içinde haklı ve meşru şekilde sismik araştırma yapan Oruç Reis hakkında ileri geri konuşması abesle iştigaldir.

Yunanistan ve avanesinin şunu anlaması gerek: Akdeniz’in göz bebeği Kıbrıs, Türkiye için millî bir davadır ve ne Kıbrıs Türklüğünün ne de onu her şartta korumaya kararlı olan Türkiye’nin Akdeniz’de şakası yoktur. 

Bu bölgede Türkiye’nin rızası olmadan hiçbir girişim nihayete eremeyecek, Türkiye’nin onaylamadığı her teşebbüs, arkasında kim olursa olsun akamete uğrayacaktır. Kıbrıs’ta Türk kesiminin hakları gasbedildiğinde Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ı ırkçı Rumların tahakkümünden ve zulmünden kurtardıktan sonra Kıbrıs semalarına yükselen KKTC bayrağı, Türkiye’nin kararlılığının sembolü olarak dalgalanmaya devam etmektedir.


Mustafa Kemal’in “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir” dediğinde neler yaşandığı, İzmir’den denize dökülenlerin kimler olduğu Türk milletinin aklından çıkmamıştır. Bunu unutmuşa benzeyen Yunanistan’ın Türkiye’ye kafa tuttuğunda neler olacağını tarihine bakıp hatırlamasının zamanı gelmiştir.

Ne taviz veririz, ne vazgeçeriz

Koronavirüs salgını ile birlikte bütün dünya büyük bir korku yaşayıp herkes evine kapanırken, sonrasında yepyeni bir dünya ile karşılaşacağımızı hep yazdık ve söyledik. Başkalarının durumu bizi ilgilendirmiyor ama Türkiye’nin yeni bir silkiniş içinde olduğu, bölgesinde ve dünyada belirleyen, yönlendiren ve etkileyen bir konuma geldiği muhakkaktır.

AZGINLIKLAR ARTTI

Bu durum elbette beraberinde bir kıskançlık da doğuruyor ve buna bağlı olarak önümüzün kesilmesi için doğrudan ve dolaylı hücumlar başlatılıyor. Türkiye zaten bir ateş çemberi içindeydi, bu durum daha da şiddetlenmiştir. Bu ateş çemberi sadece Türkiye’yi değil, Orta Doğu ve Kafkasları da içine almış durumdadır. 

Arkasındaki emperyalistlerin kışkırttığı ve yönlendirdiği Ermenistan, azgınlıklarına ve Azerbaycan’a karşı kanlı saldırılarına devam etmektedir. Bölgedeki diğer ülkeler de rahat ve güvenli değildir. 

Bu ağır ve amansız süreçten sağ salim ve en az hasarla çıkmak isteyen herkesin gözü Türkiye’dedir. Biz sadece kendimiz için değil, bütün mazlumlar, mağdurlar ve ezilmişler için tek ve son ümidiz. Dolayısı ile vazgeçmek, geri çekilmek, bize verilene razı olmak gibi bir hakkımız zaten yok.

MACRON DENİLEN AHLAKSIZ

Fransa zıvanadan çıkmış durumdadır. Macron denilen ahlaksız, kendi ülkesindeki kargaşa ve karmaşayı yatıştırmak yerine, tarihteki sömürgeci zihniyetinin peşinde koşmakta ve elinin ulaştığı her yeri karıştırmaya çabalamaktadır. Türkiye’nin karşısında her kim varsa, oraya koşmakta ve açık bir şekilde düşmanlık etmektedir. Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yaşanan feci patlamanın bir sabotaj mı yoksa bir ihmal mi olduğu henüz anlaşılamamıştır ama Macron hemen oraya mevzilenmiştir. Nitekim, Lübnan’daki bu kargaşa içinde halkın sokağa dökülüp hükümetin istifasını istemesi ve yeni bir iç karışıklığın tetiklenmesi, oyunun ne kadar büyük ve ayrıntılı olduğunu gözler önüne sermektedir.

OYUNLARI BOZMAK ZORUNDAYIZ

Hiçbir şey tesadüf değildir. Doğu Akdeniz’de hak ve hukukumuzu her ne pahasına olursa olsun koruyacağımızın bütün dünyaya net bir şekilde gösterilmesi, sömürenleri, zorbaları, yağmacıları çok rahatsız etmiştir. Macron’un derdi de budur, Merkel’in sureti haktan görünüp bizi ikna etmeye çalışmasını altında da bu yatmaktadır. 

AB, bir haçlı ittifakı olduğunu her vesile ile ortaya koymaktadır. Rusya her zamanki sinsiliğini sürdürürken, ABD uzaktan kumandalı iş birlikçileri ile sahayı kontrol etmeye çabalıyor. 

Biz hem kendi haklarımızı korumak hem de bölgede oynanan oyunları bozmak zorundayız. Buna mecburuz. Ne Lübnan’a ilgisiz kalabiliriz, ne Suriye’yi görmezden geliriz. Ne Azerbaycan’ı yalnız bırakırız, ne Kuzey Irak’ın terör örgütlerine açılmasına müsaade ederiz. 

Ne Kıbrıs’ta taviz veririz, ne de işgal altındaki adalara sırtımızı döneriz. Ne Libya’yı boş bırakırız, ne Akdeniz’den imtina ederiz. Her yerde olmak, her yeri etkilemek ve yönlendirmek bir zorunluluktur. Biraz zayıf durmamız, biraz içe kapanmamız, biraz geri çekilmemiz durumunda sıranın hem de çok daha vahşi ve amansız şekilde bize gelmesi kaçınılmazdır.

DOĞRU ADIMLAR ATILIYOR

Hükümetimiz çok yerinde ve doğru adımlar atıyor. İsabetli kararlar alınarak uygulamaya sokuluyor. Lübnan’a el uzatılması ile yetinilmemiş, yeni ve ileri iş birliği için yeni kanallar açılmıştır. Libya ile vardığımız mutabakatların gereği her şart altında yerine getiriliyor. Kıbrıs’ta daha sağlam yürüyoruz ve Maraş’ın yerleşime açılacak olması ile yeni bir dönem başlayacaktır. 

Azerbaycan’ın yanında olmanın da ötesine geçtik ve bizzat kendisi gibiyiz. Suriye’de ve Kuzey Irak’ta özellikle bizim hinterlandımızda ne bir terör faaliyetine, ne de kontrolsüz bir gidişata izin verebiliriz. 

Nitekim, sınır içinde ve sınır ötesinde yapılan operasyonlarla terör örgütü nefes alamaz hale getirilmiştir ve elebaşları teker teker yok edilmektedir. Libya’daki varlığımız bütün dengeleri değiştirmiştir, ama henüz son söz söylenmemiştir. Her şeye hazırlıklı olmak durumundayız.

TÜRK MİLLETİNİN ŞAKASI YOK

Akdeniz’deki varlığımıza Yunanistan ve arkasındakilerin itirazları havada kalacaktır. Hiçbir tehdit bizi yıldıramaz. Oruç Reis’i ne durdurmaya, ne faaliyetlerini engellemeye hiç kimsenin gücü yetmez. Yunanistan haddini ve hududunu bilmek zorundadır. 

Bilmezlerse, neler olacağını anlamaları için tarihe bakmaları kendi menfaatlerine olacaktır. Sayın Bahçeli’nin de belirttiği gibi, Türk milletinin şakası yoktur. Ayağımızın altında dolaşanın akıbeti ezilmektir. 

Denizde provokasyon yapanları bekleyen makûs son, çırpına çırpına boğulmaktır. Kara sularımızdaki pervasızlıkların nihai sonucu batıştır, balıkların karnıdır, denizin dibidir. Türkiye’yi Akdeniz’den çıkarmaya, Anadolu coğrafyasına kıstırmaya ve sıkıştırmaya hiçbir ülkenin gücü yetmeyecektir.

Gelişmeler ve gösterdiğimiz dirayetin asıl sonuçları daha sonra ortaya çıkacaktır. Bu bilek güreşinin sonunda yeni bir dünya kurulacak ve Türkiye, gücü ve etkisiyle bu yeni düzenin belirleyici ülkesi olacaktır. Bunu bir hamaset olarak değil, yaşananların ortaya koyduğu kaçınılmaz bir gerçek olarak söylüyor ve buradan tarihe bir not düşüyorum.


Türkiye’nin deniz petrokarbonları politikasında milliliğin yeri!



Orta ve Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığından doğan haklarımızı savunmak üzere devletimizin yoğun harekât halinde olduğu günler yaşıyoruz. Türkiye’nin Mavi Vatan tanımı ve bu tanımın çerçevesindeki tezleri de halkımızdan yüksek derecede kabul görmüş durumda. Türk halkı artık bu alandaki haklarının farkında ve geri adım atılmasına izin vermeyecek.

Türkiye, kara suları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerden doğan haklarını ekonomik kıymete dönüştürmek için de yoğun çaba gösteriyor. Türkiye’nin taşıma su ile döndürmeye çalıştığı değirmenler genelde döndürülmedi. Şöyle ki; 1974’ten itibaren sularımızda petrol arama amaçlı sismik araştırma için MTA ve TPAO aracılığı ile kiraladığımız gemilerin çalışmaları engellendi. MTA bu nedenle 1976 yılında bir başka gemimizi yenileyerek Sismik-1 ismiyle milli olarak göreve sundu. Bu gemimiz araştırmalarda kullanıldıktan sonra İTÜ Denizcilik Fakültesi’ne eğitim amaçlı hibe edildi.

Yine geçtiğimiz yıl, Türkiye’nin kiraladığı Polar Empress isimli gemi de çeşitli engellemelere maruz kalmıştı.

Türkiye bu alanda kimseye bağımlı olmadan sularında araştırma yapabilmek için, MTA’ya ait Selen araştırma gemisine ek olarak, yerli imkânlarla inşa edilen Oruç Reis gemisini 2017’de hizmete aldı. Bugünlerde fotoğraflarını herkesin yakından takip ettiği Oruç Reis gemisi, alanında teknik olarak üstün sistemlerle donatılmış. Buna ek olarak bugün TPAO ’nun uluslararası şirketi olan TPIC bünyesinde hizmet veren Barbaros Hayreddin Paşa sismik araştırma gemisi de sismik deniz araştırmalarında kullanılıyor.

Bunlara ek olarak, 2017’ye kadar kiralama yöntemiyle derin su sondajı yapan Türkiye, bu tarihten sonra da kendi derin sondaj gemilerini satın almaya başladı. İlk milli sondaj gemisi olan “Fatih”, 2017 yılında TPAO envanterine girdi. Bunu 2018 yılında hizmete giren “Yavuz” takip etti. En son olarak da daha önce de Brezilyalı PetroBras için çalışan bir gemi İngiltere’den satın alarak “Kanuni” ismiyle bu yıl hizmete alındı. Sıfır yaptırılıp satın alınması halinde değerleri 2 milyar dolardan fazla olan bu 3 derin su sondaj gemisi, gayriresmî rakamlara göre 500 milyon dolar civarında harcama ile Türkiye Cumhuriyeti’ne kazandırıldı.

Böylece kiralamaya günde milyon dolarlar harcadığımız, ama engellemelerle karşılaşılabilen bir durumdan kurtulduk. Artık İsveç’ten ya da başka bir ülkeden kiraladığımız bir geminin siyasi baskı ile görevden çekilmesi gibi durumlarla da karşılaşmıyoruz. Yanına birkaç savunma gemisiyle alanımızda istediğimiz yere çalışmaya gönderiyoruz. Bugün göğsümüzü gererek, bu gemilerin videolarını, mehter, zeybek, Gök Girsin Kızıl Çıksın, Deniz Üstü Köpürür, Türkiyem, ve Gazi Osman Paşa gibi müzikler eşliği ile izleyip gurur duyabiliyorsak, işte bu “millilik” sayesindedir. Bugün Dışişleri Bakanımızın dediği üzere oldubittilere bu millilik sayesinde izin vermedik.

Parayla kiraladığımız, bizim olanın yerini tutamadı. Bundan sonra da kiralayarak kullandığımız, ya da satın aldığımızı sandığımız ama özünde tüm haklarına sahip olmadığımız her ürün, yarın ilişkili bir çatışma anında aleyhimize dönebilecektir.


“Başkasının ipiyle kuyuya inilmez” atasözümüz, içinde bulunduğumuz durumu gayet güzel ifade etmektedir. Bu konuda söylenmiş belki daha da oturan bir atasözümüz daha var. Biraz cinsiyetçi geldiği için onu buraya yazmıyorum, bulması sizden…


google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html