BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

27 Temmuz 2018 Cuma

Abd Ve Türkiye İlişkileri Fetö-Pkk

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Rahip Brunson olayı ve ABD siyasetinde Evanjelik etki 

Trump ve Pence’in Twitter üzerinden rahip Brunson için Türkiye’yi tehdit açıklamalarının Evanjelik arka plana dayanan teo-politik yönü çok belirgin.

Terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği ve casusluk yaptığı suçlamasıyla 2016’dan bu yana tutuklu yargılanan ABD’li rahip Andrew Craig Brunson’ın tutukluluğunun sağlık sorunları sebebiyle ev hapsine çevrilmesi üzerine, ABD’den en üst düzeyde Türkiye’yi yaptırımla tehdit eden açıklamalar geldi. Önce başkan yardımcısı “koyu Evanjelik” Pence, daha sonra da Başkan Trump, Brunson serbest bırakılmadığı takdirde Türkiye’ye geniş yaptırımlar uygulayacakları yönünde açıklamalarda bulundular.
Bu meyanda önce Twitter üzerinden Pence, “Türkiye Rahip Andrew Brunson’ı serbest bırakmaz ve ABD’deki evine gönderilmesi konusunda harekete geçmezse, bu masum din adamı serbest kalana kadar ABD Türkiye’ye önemli yaptırımlar uygulayacaktır” açıklamasını yaptı. Pence’in bu ‘tweet’i hesabının başına sabitlemesi dikkat çekti. Pence’in tweetinden sonra yine Twitter hesabından Trump “ABD dindar bir Hıristiyan, aile babası ve muhteşem bir insan olan Rahip Andrew Brunson’ın uzun süreli tutukluluğu sebebiyle Türkiye’ye geniş yaptırımlar uygulayacak. Bu masum din adamı derhal serbest bırakılmalı” şeklinde bir tweet attı.
Buna karşılık Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy’un Brunson davasının hukuk kuralları çerçevesinde yürüdüğünü ifade eden açıklamasının ötesinde, Trump ve Pence’in tehditkâr açıklamalarına yine sosyal medya üzerinden Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu şu ifadelerle cevap verdi: “Hiç kimse bize talimat veremez. Kimsenin tehdidine de boyun eğecek değiliz. Hukuk kuralları istisnasız herkes için geçerlidir.” Bu minvaldeki bir diğer cevap ise Adalet Bakanı Gül’ün –yine Twitter üzerinden– Brunson davasında tam bağımsız ve egemen bir ülke olan Türkiye’nin yargısının nihai sözü söyleyeceğini belirten açıklamasıyla geldi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay “Türkiye bir hukuk devletidir ve Türk adaleti herkese eşit mesafededir. Ucuz tehditlere karşı da tahammülümüz yoktur” açıklamasını yaparken İbrahim Kalın ise yine hukuk vurgusunu öne çıkararak “FETÖ konusunda bugüne kadar hiçbir adım atmayan ABD yönetimi, bağımsız Türk yargısının yetki alanında olan bir hususu bahane ederek, Türkiye’ye karşı tehditler savurarak netice alamayacağını bilmelidir” açıklamasını yaptı.
Bütün bu gelişmelerin, 24 Haziran sonrasında Brüksel’deki NATO toplantısında Sayın Cumhurbaşkanımız ile ABD Başkanı Trump arasındaki samimi görüşmeyle uyumsuz olduğu ortada. Bu yeni durumun Münbiç ve F35’ler konusundaki mutabakatı nasıl etkileyeceğini göreceğiz. Zira ABD tarafının en üst ağızlarının Twitter üzerinden yaptığı Brunson’a dair açıklamalar, zikri geçen mutabakat ve görüşmelerdeki tutumlarla çelişkili ve ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde kafaları fena halde karıştırıcı bir durum arz ediyor.

“Twitter diplomasisi” ve Türkiye’ye yaptırım tehdidi

Trump’ın bu açıklamayı Twitter üzerinden yapması, daha önce yazıp vazgeçtiği veya Beyaz Saray tarafından düzeltilen tweetlerini de akla getirmiyor değil. Ne var ki Trump’ın bu yöntemi bir anlamda “Twitter diplomasisi” olarak kullandığı da bir gerçek. Tabiatıyla burada, Twitter üzerinden yapılan bu açıklamaların “bağlayıcı/resmi” beyan olup olmadığı veya diplomasideki yerinin ne olduğu soruları da akla geliyor. Hem Trump’ın hem de yardımcısı Pence’in (Twitter üzerinden de olsa) bir rahiple ilgili olarak Türkiye gibi bir ülkeyi tehdit eden ifadelere yer vermesi, nereden bakılırsa bakılsın ABD ile Türkiye arasında pek çok alanda son yıllarda baş gösteren “örtülü kriz”in aşikâr, somut hale gelmesidir. Bu açıklamalar, Türkiye ile ABD arasında zaten var olan güven bunalımı ve krizi daha da derinleştirme potansiyeli taşıyor.
Öte yandan Brunson olayına dair Trump-Pence ikilisinin açıklamalarındaki ortak kritik nokta, Türkiye’ye uygulayacaklarını söyledikleri “geniş çaplı yaptırımlar”. Açıklamalarda bu yaptırımların niteliğine dair bilgi yok. Ancak bunun en önemli ayağının “ekonomik” olacağı düşünülebilir. Nitekim ABD Senatosu ve Dış İlişkiler Komitesi Brunson olayına dair gelişmeyi de gerekçe göstererek, “Türkiye Uluslararası Finans Kuruluşları Yasası” başlıklı Türkiye’nin uluslararası kuruluşlardan kredi almasını kısıtlayan tasarıyı kabul etti. Bu gelişme ile ABD yaptırımların ilk somut işaretini de vermiş oldu.
Rahip Brunson olayında Evanjelik Pence’in etkisi
Brunson olayıyla alakalı belki de göz önünde tutulması gereken husus, ABD adına Türkiye’de önemli hizmetlerde bulunmuş Brunson’ın Evanjelik bir misyoner olması. Bu durum, Brunson olayının politik olmaktan ziyade “teo-politik” bir arka plana sahip olduğunun, ABD yönetiminin (özellikle de Pence’in) blok halinde oy aldıkları Evanjeliklerin istekleri doğrultusunda politika belirlediklerinin göstergesidir.
Nitekim, Trump’ın başkan seçilmesi üzerine kaleme aldığımız “Trump’ın zaferinde Evanjeliklerin rolü ve İslam karşıtlığı”  ve daha sonra Kudüs kararının ardından “Trump’ın Kudüs kararında Evanjeliklerin rolü”  başlıklı yazılarımızda, Trump’tan ziyade, “beyaz, milliyetçi, koyu bir Evanjelik” olan yardımcısı Pence’in, blok halinde kendilerini destekleyen ve sayıları 100 milyonu bulan, ABD’deki “Siyonist Hıristiyanlar” olarak da anılan Evanjeliklerin isteklerini politikaya yansıtacak adımların atılmasını sağlayacağını belirtmiştik. Dolayısıyla Trump’tan ziyade Pence’in seçilmesi, ABD ve AB başta olmak üzere bütün dünyadaki Protestanlar-Evanjeliklerde bir umut olarak görülmüş, muhafazakâr taleplerini, Pence üzerinden gerçekleştirmeye çalışacakları öngörülmüştü.
Pence’in yön verdiği bu anlamdaki en önemli adım, ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı olmuştu. Türkiye başta olmak üzere İslam dünyası ve Müslüman halklar üzerinde infiale yol açan bu karar uygulamaya da konulmuştu.
Koyu Evanjelik Pence’in yön verdiği ikinci önemli gelişme ise Rahip Brunson hakkında yukarıda andığımız ve tamamen Evanjelik saiklerle yapıldığı anlaşılan açıklamadır. Nitekim bu açıklama karşısında, Trump da kayıtsız kalmamış ve Brunson hakkında kendisine blok halinde oy veren Evanjelikleri sevindirecek açıklamasını yapmıştır. Bir rahip sebebiyle en önemli müttefiklerinden biri olan Türkiye’yi “geniş çaplı yaptırımlarla” tehdit edebilmeyi göze alan Trump, ABD’deki Evanjelikler arasında sürekli Türkiye karşıtı bir malzeme olarak gündemde tutulan Brunson olayında, blok halinde oylarını aldığı kesimi memnun eden, popülist tonu yüksek bu açıklamayı yapmıştır. Üstelik neredeyse 150 yıllık tarihi süreçte en önemli illerinde Amerikan Protestan (Evanjelik) misyoner okullarının açılmasına izin vermiş, casusluktan tutuklanana kadar geçen uzun sürede Brunson’ın misyonerlik faaliyetlerine de müdahale etmemiş Türkiye’ye, “din özgürlüğü” ihlali imasıyla birlikte bunu yapmıştır.
Aslında özellikle Müslümanlara yönelik ihlallerin alabildiğine artış gösterdiği ABD’de, bu ihlale dair en son açıklamayı yapması gerekenler, belki de Trump ve Pence’tir. Nitekim Trump ve Pence’in söz konusu tweetlerine yapılan yorumlarda, din özgürlüğü ve hukukun üstünlüğüne dair meselelerde onların iç çelişkilerini öne çıkaran ve Evanjeliklerin istekleri doğrultusunda politika belirlediklerini ima eden yorumlar mevcuttur.
Öyle anlaşılıyor ki Brunson olayına dair Trump ve Pence’in Twitter üzerinden yaptıkları (Türkiye’ye yaptırım tehdidi içeren) açıklamaların Evanjelik arka plana dayanan teo-politik yönü belirgindir. Ne var ki Brunson olayının sadece Brunson’dan ibaret olmadığı da bir gerçektir. Burada en dikkat çeken detay, Trump’ın bu açıklamasının, Cumhurbaşkanımızın BRICS toplantısı için bulunduğu Güney Afrika’da, Rusya ve Çin devlet başkanlarıyla görüşmesinin hemen öncesinde yapılmış olmasıdır. Ayrıca Hazine ve Maliye Bakanımız Berat Albayrak’ın Çinli finans kuruluşlarından elde ettiklerini duyurduğu 3,6 milyar dolarlık kredi paketinin de bu açıklamalardaki etkisini göz ardı etmemek gerekir.
Bütün bunlar, 24 Haziran sonrasında Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrine dair oldukça kafa karıştırıcı gelişmeleri işaret ediyor. Brunson olayına dair önümüzdeki günlerde yapılacak açıklamalar ve bu minvalde atılacak adımlar, bu kafa karışıklığını azaltacak veya daha da çoğaltacak. Bekleyip göreceğiz.


'ABD kendisini Türkiye'ye hukuk dersi verecek düzeyde görmesin'

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Öznur Çalık, "Amerika hiçbir zaman ve hiçbir şekliyle kendisini Türkiye'ye hukuk dersi verecek ayarda ve düzeyde görmesin." dedi.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Öznur Çalık, "Amerika hiçbir zaman ve hiçbir şekliyle kendisini Türkiye'ye hukuk dersi verecek ayarda ve düzeyde görmesin. Türkiye'nin hukuk devleti olduğunu bütün dünya biliyor. Buna müdahale etmeye hiç kimsenin hakkı da haddi de yok." dedi.
Çalık, özel bir hastaneyi ziyaretinin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, CHP'nin 100 yıllık bir siyasi parti olduğunu dile getirerek 36 olağan ve 19 olağanüstü kongre yaptığını belirtti.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Aday olmayacağım" dedikten bir hafta sonra genel başkanlığa talip olduğunu hatırlatan Çalık, Muharrem İnce'nin de cumhurbaşkanı adayı olduğunda genel başkanlığa aday olmayacağını deklare ettiğini söyledi.
Çalık, bu süreçte yaşananların herkes tarafından izlendiğini ifade ederek şöyle konuştu:
"Cumhuriyet Halk Partisine genel başkan olan kişilerin profili değişmiyor. Önce 'Ben genel başkanın karşısında aday olmayacağım.' diye açıklama yapıyorlar, bir hafta sonra ise aday olacaklarını açıklıyorlar. Öncelikle vatandaşın, milletin nezdinde ana muhalefetin lideri olarak güven hissi oluşturmanız lazım. Güven verebilen bir genel başkan olmanız lazım. Lider olabilmeniz için öncelikle güven vermeniz lazım. Lider olunmaz, doğulur."
"Türkiye Cumhuriyeti muz cumhuriyeti değildir"
Bir siyasi partinin genel başkanını göndermek istediğini, bir diğerinin ise genel başkanını partinin başına tekrar getirmek için çalıştığını anlatan Çalık, "Bizim derdimiz ise millete hizmet etmek. Siyasi partiler genel başkanlarının kim olacağını arayadursunlar, birbirleriyle kavga ededursunlar biz milletimize hizmet etmeye devam ediyoruz. CHP'nin yaptığı kendine yakışıyor, durumu da zaten bu. CHP'nin tarihine baktığımızda canları sıkıldıkça olağanüstü kongre yaptığını görüyoruz. Bizim ise milletimizle dertlenecek çok işimiz var. Biz hizmet edeceğiz." değerlendirmesini yaptı.
Çalık, bir gazetecinin "ABD Başkanı Donald Trump ve Kongrenin Türkiye'ye yönelik tehditkar söylemleri" hakkındaki görüşlerini sorması üzerine, Türkiye'nin özgür, bağımsız bir hukuk devleti olduğunu ve bunun tüm dünya tarafından bilinmesi gerektiğini vurgulayarak şunları kaydetti:
"Sadece ülkeler kendilerine lazım olduklarında hukuk talebinde bulunmamalı. Karşılıklı ülkelerin hukuklarını korumakla mükellef olanlar gereğini yerine getirmeli. Amerika hiçbir zaman ve hiçbir şekliyle kendisini Türkiye'ye hukuk dersi verecek ayarda ve düzeyde görmesin. Türkiye'nin hukuk devleti olduğunu bütün dünya biliyor. Buna müdahale etmeye hiç kimsenin hakkı da haddi de yok. Amerika önce kendi elindeki bize teslim etmesi gereken papazla ilgili işlemlerini yapsın. Türkiye Cumhuriyeti devleti hukuk devleti olarak gereğini yerine getirmiş, hukukun gerekleri neyse onu yerine getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti muz cumhuriyeti değildir. Bilsinler ki Türkiye kendi kararını hukuki çerçevede verecektir. Kim olursa olsun, hangi ülkenin vatandaşı olursa olsun gereğini yerine getirecektir hukuk çerçevesinde."

AB-ABD görüşmesi tansiyonu düşürdü, sorunu çözmedi

ABD Başkanı Trump ve AB Komisyonu Başkanı Juncker arasında ticari gerginliği çözmek için gerçekleştirilen görüşme, taraflar arasındaki tansiyonu düşürdü ancak soruna kalıcı bir çözüm ortaya koymadı.
Avrupa Birliği (AB) ile ABD arasında son dönemde transatlantik ilişkileri zora sokan ticari gerginliği çözmek için düzenlenen liderler görüşmesi, tansiyonu düşürmesine rağmen sorunlara kalıcı çözüm ortaya koymadı.
Washington'da buluşan ABD Başkanı Donald Trump ve AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, son dönemde ticaret alanında giderek tırmanan gerginliği azaltmaya yönelik adım attı.
Görüşmenin ardından yayımlanan ortak bildiride, "Bugün öncelikli olarak otomotiv sektörü dışındaki sanayi ürünlerine ilişkin gümrük vergilerini ve tarife dışı kısıtlamaları sıfırlamaya yönelik birlikte çalışma kararı aldık." ifadesi dikkati çekti.
Ticari gerginliğin başlangıcı TTIP
Son dönemde adeta bir ticaret savaşının yaşandığı AB ile ABD arasındaki ilk gerginlik, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) anlaşmasına yönelik taraflar arasında yürütülen müzakerelerin Trump'ın görevi devralmasının ardından rafa kaldırılmasıyla başladı.
Korumacı ekonomi politikalarını savunan Trump, 2013'ten beri müzakereleri süren TTIP'e yönelik müzakereleri askıya aldı. Bu adım, TTIP'e güçlü destek veren AB'yle ilk gerginliğin tohumunu atmış oldu.

Gümrük vergisi krizi

Transatlantik ilişkilerde savaş rüzgarı estiren temel adım ise ABD'nin "ulusal güvenlik gerekçesini" öne sürerek ithal çelik ve alüminyuma ilave gümrük vergileri uygulaması kararı oldu. ABD'nin geleneksel müttefiki AB'yi de sonradan bu ilave gümrük vergilerine dahil etmesi, taraflar arasında ticaret savaşını tetikledi.
AB'nin vergilerden muafiyet için yoğun diplomasi trafiği sonuç vermeyince birliğin ABD'ye misillemesi gecikmedi.
AB, kısa süre içinde, ilave gümrük vergilerine karşı dengeleyici tedbirleri devreye soktu. Böylelikle AB, ABD'den ithal ettiği kot pantolon, motosiklet, çelik, mısır, fıstık ezmesi, portakal suyu, viski ve puro gibi yüzlerce farklı ürüne yüzde 25 oranında gümrük vergisi koydu.
Trump, AB'nin kararına büyük bir tehditle karşılık vererek taraflar arasındaki ticaret savaşını ateşledi. ABD Başkanı Trump, AB'yi, Avrupa'dan ithal edilen tüm araçlara yüzde 20 ek gümrük vergisi uygulamakla tehdit etti.
ABD'nin AB ekonomisi için kilit öneme sahip otomotiv sektörünü hedef almasının ardından birlikte kapsamlı bir misilleme listesi hazırlığı başladı.
Trump-Juncker görüşmesinin gerçekleşeceği gün AB, ithal araçlara gümrük vergisi uygulanması halinde tarım, makine ve yüksek teknoloji ürünlerini kapsayacak 20 milyar dolarlık ticari misilleme listesi hazırladığını duyurdu.
Liderler, bu karşılıklı çekişme ve yüksek gerilimli bir atmosferde ikili görüşmeye gitti.
Görüşmeden ne çıktı?
Taraflar, görüşmenin ardından temel başarılarını, küresel ekonominin en başat oyuncuları arasındaki ticari konularda yaşanan uzlaşmazlıkların müzakere edilerek çözülmesi konusunda anlaşma sağlanması olarak lanse etti.
Temel olarak, görüşmeden otomotiv sektörü dışındaki sanayi ürünlerine ilişkin gümrük vergilerini ve tarife dışı kısıtlamalarını sıfırlamaya yönelik birlikte çalışma kararı çıktı.
Taraflar hizmet sektörü, kimyasal, ilaç, tıbbı ürünler ve soya fasulyesi alanındaki ticareti artırma konusunda ortak çalışma yapacaklarını duyurdu. Bu adımların, iki taraftaki çiftçilere ve yatırımlara fayda sağlayacağı savunuldu.
Avrupa'nın enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için ABD'den daha fazla sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ithal etmek istediği ve enerji alanında stratejik iş birliğinin güçlendirilmesi konusunda mutabık kalındı.
Ayrıca, karşılıklı ticareti kolaylaştırmak, bürokratik engel ve maliyetleri azaltmak amacıyla ortak standartlar belirlemek üzere diyalog yürütülmesi kararı alındı.
Avrupa ve ABD şirketlerini haksız ticaret uygulamalarından korumak için güç birliği yapılması konusunda anlaşıldı.
Dünya Ticaret Örgütü'nün reform edilmesi ile fikri mülkiyet, zorla teknoloji transferi, sanayi desteklemeleri ve fazla kapasite gibi sorunlar karşısında yakın iş birliği yapılması kararlaştırıldı.
Tüm bu adımları gerçekleştirmek için derhal bir çalışma grubunun oluşturulacağı, bu grubun mevcut gümrük vergileri konusunda kısa vadede sorunları belirlemek için çalışma yapması karara bağlandı.
Taraflar, bu anlaşmanın müzakereler devam ettiği ve bir tarafın çalışmaları sonlandırmadığı sürece geçerli olacağını vurguladı.

ABD ve AB'nin elde ettikleri



ABD Başkanı Trump, görüşmeyle birlikte AB'nin daha fazla enerji ve tarım ürünü satın almasını sağladı. Aynı zamanda, ABD- Çin arasında devam eden ticari gerginliklerde AB'yi yanına çekerek elini güçlendirmiş oldu.
AB ise kritik olan otomotiv sektörüne, müzakereler sürdükçe ilave gümrük vergisi uygulanmamasını sağlayarak zaman kazanmış oldu.
İki taraf da, "elde ettikleri" başarıyı son anda bir basın toplantısı düzenleyerek ön plana çıkardı.
Juncker de Trump da "başarı hikayesine" muhtaç
İki liderin içinde bulunduğu siyasi konjonktür, "başarı hikayesinin" iki taraf için de neden önemli olduğunu açıklamaya yardımcı oluyor.
Başkan Trump, iç siyasette özellikle Helsinki’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le görüşmesinin yarattığı rahatsızlıkla baş etmeye çalışıyor.
NATO, İngiltere ve Finlandiya görüşmelerinin ardından AB’yi "düşman" olarak nitelendiren Trump'ın, iç siyasetin yarattığı ve Çin ile ticari alanda gerilen ilişkilerin oluşturduğu baskıyla eski dostu Avrupa ile tekrar yakınlık kurmaya çalıştığı görülüyor.
Öte yandan, AB Komisyonu Başkanı Juncker da evde çözüm bulunamayan göçmen krizinin yarattığı baskı ve bazı üye ülkelerde aşırı sağın yükselmesinin yarattığı sıkıntılarla boğuşuyor.
Juncker'ın 2014'ün kasımında devraldığı görev 2019'da sona erecek. Özellikle 2015 yılında patlak veren göçmen krizine kalıcı çözüm bulma konusunda başarısız olan Juncker, birlik için büyük önem arz eden ilave gümrük vergileri konusunda ABD’yle anlaşma sağladığını göstererek olumlu bir siyasi miras bırakmak istiyor.
Görüşmeden çıkan sonuç detaylı bir şekilde ele alındığında, esasen sorunun çözülmediği, iki tarafın da müzakerelere başlamayı teyit ederek zaman kazandığı, günün sonunda statükonun korunduğu görülüyor.

google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html