Üçlü Zirve'den Suriye'nin toprak bütünlüğü kararının çıkması ABD'nin terör örgütü YPG ile ilişkisine ve Fırat'ın doğusundaki varlığına yönelik açık bir uyarı niteliğinde.
4 Nisan 2018'de Ankara'da toplanan Üçlü Zirve Suriye'de
yakın gelecekte yaşanabilecek gelişmelere dair önemli ipuçları taşıyor. Bu
nedenle, dikkatle incelenmeli.
Suriye'de yeni denklem
Suriye'de savaşın sona geldiğine inananların sayısı hiç de
az değil. Fakat, son birkaç ay içinde olup bitenler, savaşın sonunun hiç de o
kadar yakın olmadığını gösteriyor. Genel tabloyu basitleştirerek ele alırsak ne
demek istediğimiz daha iyi anlaşılabilir: Suriye'deki çatışmanın iç
dinamiklerine baktığımızda tarafların çatışma iradelerinin tamamen bittiğini
söyleyemeyiz. Rejim, savaşın yaşamsal kısmını kazanmış gibi görünüyor. Yani, şu
aşamada muhaliflerin silahlı mücadele yoluyla Beşşar Esed yönetimini değiştirme
şansı neredeyse yok denecek kadar az. Muhalifler, ellerinde kalan son ceplerde
savunma ve hayatta kalma savaşı veriyorlar.
Rusya'nın çatışmalara açıkça ve doğrudan müdahale ettiği
2015 sonbaharından bu yana rejimin muhalifleri aşama aşama birbirinden ayırdığı
ve kritik noktaları kontrol altına aldığı söylenebilir. Geçtiğimiz ay içinde
Doğu Guta'yı ele geçiren rejimin durmayacağı ve önümüzdeki aylarda muhtemelen sırasıyla
Duma, Doğu Kalamun, Dumeyr, Deraa kırsalı, Kuzey Humus (Rastan merkezli) ve
nihayetinde İdlib'e doğru yöneleceği görülüyor. Muhaliflerin bu ceplerin
çoğundan çatışmadan çekilmek dışında pek bir şansı kaldığı söylenemez. Fakat,
İdlib diğer bölgelerden farklı. Aslında pek çok grubun militanlarını koruyarak
İdlib'e çekilmesi uzun vadede rejimin bu bölgeyi kontrol etmesini zorlaştıracak
bir faktör. Dolayısıyla ilk etapta bir süre kısa süren çatışmalar ya da çatışma
olmadan ilerleyen Suriye ordusunu görecek olsak da İdlib dikkate alındığında
savaşın bitmesine daha uzun zaman olduğu söylenebilir.
Savaşın henüz bitmediğini düşündüren ikinci husus ise
2013-2017 arasında rejim ile muhalifler arasındaki çatışmaların seyrini
değiştiren iki terör örgütünün önümüzdeki dönemde karşılaşacakları yeni
dinamikler. Bunlardan ilki bilindiği gibi DEAŞ idi. DEAŞ, son iki yılda büyük
gerilemelerle yüzleşmek zorunda kaldı ve Suriye'de küçük bir alana sıkıştı. Her
ne kadar ABD, DEAŞ tehdidinin sona ermediğini gerekçe göstererek Suriye'deki
varlığını korumak istese de mevcut yapısıyla bu terör örgütünün Suriye'deki çatışmaların
gidişatını değiştirebilecek bir kapasitesi kalmadı. Bir başka ifadeyle, sahadan
tamamen silinmese bile birkaç köyden fazlasını ele geçirebilecek bir güçte
değil. Dolayısıyla aslında ne ABD'nin ne de Rusya'nın üzerinde enerji harcamaya
değecek bir aktör olarak gördüğü söylenemez.
Ancak diğer terör örgütü yani YPG'nin durumu farklı. ABD'den
aldığı destekle 2015'ten itibaren Suriye'nin kuzeyinde ciddiye alınacak bir
toprak parçasını kontrol eden YPG'nin şimdi bu toprakların bir kısmını
kaybetmeye başladığı görülüyor. Her ne kadar 2017'de ABD'nin desteği ve DEAŞ'la
yapılan anlaşmalarla Rakka merkezi ve Deyr ez-Zor'un kuzeyini kontrol altına
almayı başarsa da önce Fırat'ın batısına ilerlemesi durdurulan YPG'nin daha
sonra Halep Şeyh Maksut'taki varlığını ve Afrin'i kaybetmesi oyunun gidişatının
değiştiğini gösteriyor.
Açıkçası, her ne kadar rejim, şu anda başka bölgelere
odaklansa da ister askeri ister politik düzeyde olsun Suriye'nin yakın
geleceğindeki en önemli ve ciddi çatışma, YPG'nin sahadan silinmesi/silinmemesi
üzerine olacak. Çünkü, YPG'nin durumu sadece bu terör örgütünün Suriye'deki
gücü ve varlığıyla değil, aynı zamanda Batı'nın Suriye'deki etkinliğinin
azaltılması ile ilişkili bir olgu haline geldi. Bu nedenle Türkiye-Rusya-İran
arasında Suriye'de işbirliği arttıkça diğer taraftan ABD-Fransa-İngiltere gibi
ülkeler YPG'nin kontrol ettiği alanlarda daha fazla boy gösteriyorlar.
ABD'nin Suriye'den çekileceği yönündeki açıklamalar, ortaya
yeni bir dinamizm çıkarttı. Bir taraftan ABD Başkanı, Suriye'deki Amerikan
varlığının sürekli olacağına dair beklentileri sonlandırdı. Gerçekçi olalım,
ABD'nin Suriye'den kısa sürede çıkması beklenmemeli. Gerek askeri yetkililerin
açıklamaları gerekse sahadaki pratikleri bunu açıkça gösteriyor. Ancak,
"Başkan ne derse desin, komutanların dediği olur" demek de bir o
kadar anlamsız. Bu nedenle, Fransa'nın devreye girdiği, hatta İngiltere'nin de
tekrar görünür olmaya başladığı bir döneme girdik. Bundan sonrası YPG'nin
varlığının ötesinde ABD liderliğindeki Batı Koalisyonu ve onun Ortadoğu'daki
müttefiklerinin Suriye'deki etkinliği ve varlığı meselesine dönüşmüş durumda.
Bu nedenle YPG terör örgütünün bölgedeki gücünü koruması ya da zayıflaması
sadece Türkiye'nin terörle mücadele operasyonları perspektifinde ele
alınabilecek boyutu çoktan aşıp Ortadoğu'daki güç dengeleri bağlamında
değerlendirilmesi gereken bir hal aldı.
Üçlü Zirve'nin Suriye üzerindeki etkisi
Öncelikle şu noktanın altı çizilmeli: Türkiye, Rusya ve
İran, Suriye konusunda tamamen hemfikir olan ülkeler değiller. Her bir ülkenin
gerek bir diğerinden gerekse ortaya çıkan ikili 'ad hoc işbirliği' örneklerinden
farklı düşündüğü noktalar hala mevcut. Örneğin, Türkiye, Rusya ve İran'ın
aksine Beşşar Esed'in iktidarda kalmasını Suriye'nin geleceği için büyük bir
tehdit olarak görmeye devam ediyor. Rusya, İran ve Türkiye'nin aksine ABD'nin
çekilmesi durumunda PYD'yi kendi istediği biçimde yönlendirip, sisteme entegre
etmeye dair görüşler taşıdığına dair ipuçları veriyor. İran ise Zeytin Dalı
Operasyonu'nda hem yetkililerin yaptığı açıklamalar hem de sahada İran yanlısı
grupların faaliyetlerinin gösterdiği gibi Türkiye ve Rusya'dan farklı
düşünüyordu. Ancak, Üçlü Zirve'den çok önemli bir sonuç çıktığı söylenebilir:
Üç ülkenin Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda ortak bir iradeye
sahip olduğu.
Suriye'yi coğrafi ya da etnik bağlamda bölmeyi hedefleyen
herhangi bir hareketin önüne geçilmesi mümkün hale geliyor. Bunun doğrudan
muhatabı ise ABD. Çünkü, Suriye'nin kuzeyinde ABD'nin Fırat'ın doğusunda YPG
kontrolünde bir bölge yaratması Suriye'nin bölünmesine yol açabileceği gibi
aslında bölge ülkeleri ve bölge dışı güçlerin Suriye'deki güç mücadelesinin
yeni sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda Üçlü Zirve'den Suriye'nin
toprak bütünlüğü kararının çıkması ABD'nin YPG ile olan ilişkisine ve Fırat'ın
doğusundaki varlığına yönelik açık bir uyarı niteliğinde. Türkiye açısından bu
sorun kendi güvenliğine yönelik bir stratejik tehdit; İran bu bölgenin
kendisine karşı yürütülecek ABD faaliyetlerinin üssü olacağına inanıyor; Rusya
ise uzun vadede bu bölgenin Suriye'deki ABD etkisinin temel aracı olacağına. Bu
nedenle, Üçlü Zirve sonrasında Münbiç ve Fırat'ın doğusu konusundaki baskının
daha da artacağı söylenebilir.
ABD'nin Münbiç'e asker yığması sadece diplomatik pazarlık
kozunu yükseltmekten mi ibaret yoksa gerçekten bir çatışmaya mı hazırlanıyor,
bunu kısa süre içinde anlayacağız. Fakat, ABD'nin bu süreçte yalnız olduğunu
düşünmemeliyiz. Avrupa'daki krizlerin de gösterdiği gibi açıktan Rusya ile
bilek güreşine giren İngiltere'nin ve ABD'nin çekilmesinin kendisine etki alanı
meydana getirebileceğini düşünen Fransa'nın sürece dahil olduğu; bunlara İran
ile güç mücadelesinde cepheyi yeniden genişletmeye ve safları sıkılaştırmaya
çalışan Suudi Arabistan ve İsrail'in de destek verdiği görülebilir. Başka bir
ifadeyle, Türkiye-Rusya-İran, Suriye konusunda stratejik olarak işbirliğine
yönelirken karşılarında ABD-İngiltere-Fransa-Suudi Arabistan ve İsrail'den
oluşan bir başka cephenin oluştuğu da gözden kaçırılmamalıdır.
Peki bu tablonun önemi nedir? Karşılıklı olarak konumlanmış
bu iki ittifakın üyeleri gerek Suriye'de gerekse Ortadoğu'nun diğer bölge ve
sorunlarında önemli fikir ayrılıklarına sahip olabilirler. Muhtemelen bu fikir
ayrılıkları onların ilişkilerini derinleştirmelerini engelleyecektir. Ancak,
taktik olarak gördükleri bazı konuları erteleyerek ya da görmezden gelerek kısa
vadede öne çıkan sorunları bertaraf etme yoluna gitmeyi deneyeceklerdir. İşte
Münbiç meselesi bu nedenle Üçlü Zirve'nin sonucundan en çok etkilenecek
konulardan birisi olacaktır. Türkiye'nin önce Tel Rıfat'ı kontrol altına
alması, daha sonra Münbiç üzerinde baskı kurarak ABD ve YPG'yi Fırat'ın
doğusuna çekilecek bir süreci başlatması, bu nedenle sadece birkaç yüz
kilometrekarelik bir alanda yürütülen bir taktik hamle değil bölgedeki güç
dengesi ve Suriye'nin geleceğini etkileyecek bir stratejik hamledir.
Tüm bunlar Suriye'deki savaşın sona ermediğini
göstermektedir. Bir süre sonra çatışmaların şiddeti azalabilir; çatışma
bölgeleri küçük ceplere inebilir; Fakat nasıl DEAŞ bir anda genişleyerek,
kontrol ettiği alanlardan iki senede çekilmek zorunda kaldıysa YPG de aynı
kaderi paylaşıncaya kadar siyasi ve askeri açılardan savaşın devam edeceğini
kestirmek güç değil. Bu durum, Türkiye için olduğu kadar Rusya ve İran için de
stratejiktir. Bu nedenle Üçlü Zirve'den çıkan sonuç önümüzdeki dönemde
Suriye'de yoğun bir bölgesel güç mücadelesi yaşanacağına tarafların hazır
olduğu gerçeğidir.