BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

9 Nisan 2018 Pazartesi

ORTADOĞU'DA YENİ HESAPLAR

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ 


Tamer Ashraf
  Suriye krizinde Türkiye, Rusya ve İran üçlüsünün güçlerini artırmasına paralel olarak beraberce geliştirdikleri Astana sürecinin somut sonuçlar doğurması, bölge üzerinde Suriye'den başlamak üzere sınır değişikliği hesabı güden çevreler açısından alarm zillerinin çalınmasına yol açtı.

Zira Ortadoğu'nun tarihi önemi bütün dinlerin çıkış noktası olması ile son yüzyılı şekillendiren petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarını bünyesinde barındırmasından kaynaklanıyor.
Teknolojinin ilerlemesi, yeni enerji yollarının önem kazanması ve ticari açıdan yapılan yeni planlamalar da beraberinde düşünüldüğünde Ortadoğu'da yaşananların bölgesel rekabetten daha ziyade küresel üstünlük mücadelesinin en önemli ayağını oluşturuyor.
Ayrıca son yıllarda küresel düzeye yayılan terör örgütlerinin çıkış noktalarının ve merkezlerinin de yine bu bölgede olması Ortadoğu'nun herkesin gözünü çevirdiği, mutlak hakimiyet kuramasa bile kendi üstünlüğünü diğer taraf ya da taraflara zor kullanarak da olsa kabul ettirmeyi amaçladığı bir merkez özelliğini yansıttı.
Kendi topraklarından binlerce kilometre uzaklıkta olmasına rağmen, burada yaşanan yahut planlı projeler dahilinde suni olarak yaratılan krizlerde bazı ülkelerin aktif bir şekilde müdahil olarak bölgede yer alma yarışına girmesinin asıl sebebi de budur.
ABD başta olmak üzere, kendisiyle aynı safta buluşan Fransa, İngiltere, İsrail, Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve son olarak Ürdün gibi ülkelerin hali hazırda giderek birbirlerine daha fazla yakınlaştığı ve ortak hareket ettiği yeni koşullarda önemli gelişmelerin yaşandığını görmek mümkün.
Bu ülkelerin yaslandığı ana dayanak noktası ise İsrail'in güvenliğinin tesis edildiği, önemli ve zengin enerji kaynakları ile nakil hatlarının kontrol altına alındığı, yeni ticari projelerle bazı sahaların canlandırılmak istendiği bir anlayış üzerine bina ediliyor.
Elbette bu esas hedefler gerçekleştirilirken potansiyel düşman olarak görülen kesimlerin de ya ortan kaldırılması ya da güçlerinin sınırlandırılması belirlenen ortak hedeflerin sağlıklı bir şekilde amacına ulaşması için elzem olarak görülüyor.
Nitekim Türkiye'nin, Afrin'e yönelik icra ederek başarıyla neticelendirdiği Zeytin Dalı Harekatı'nın hemen ardından Suriye'de ABD-Fransa-İngiltere paslaşmasına ilave olarak Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin ismi anılan üç ülkeye yaptığı/yapacağı (geriye sadece Fransa kaldı) ziyaret yakın zaman içerisinde Ortadoğu'da hareketli günlerin yaşanacağının ilk işareti olmuştur.
ABD muazzam bir kafa karışıklığı yaratacak siyaset izleyip, bir Suriye'den ayrılacağını söyleyip, diğer taraftan bunu yine kendisi yalanlarken, sonuç olarak Suudi Arabistan'ın finansörlüğünde Suriye'deki eylemlerini "IŞİD'le mücadele" kisvesi altında sürdüreceğini göstermiş oldu.
Dahası Fransa'da bölgeye asker göndereceğini belirterek, Suriye'nin kuzeydoğusunda PKK/PYD terör örgütü kontrolündeki sahaların "güvenli bölge olarak tesis edilmesi" amacına hizmet edeceğini açıkça ilan etti.
İngiltere ise şimdilerde sessiz fakat bir o kadar da sinsi ve derinden Ortadoğu'daki varlığını artırma, gücünü pekiştirme yolunda adımlarını atarken, ABD-Fransa ikilisi ile birlikte Suriye'deki askeri gücünü artırmanın hesabını yapıyor.
Diğer yandan da Bahreyn'de bir üs inşaatına başlayarak eylemlerini daha geniş bir sahaya yayarak, Ortadoğu'yu çevreleyen tüm kıyı şeritlerindeki konumunu da güçlendirme çabasında içerisinde olduğunu gösteriyor.
ABD, Fransa ve İngiltere'nin, Suriye'deki varlıklarını daha fazla "IŞİD'le mücadele" bahanesi altında gizleyemeyecekleri ortadayken, bugünlerde yanı ülkeler yeni bir senaryo ile bu ülkedeki varlıklarına meşru bir çerçeve sunacak konular aradıkları da ortadadır.
Bu konu Esad'ın muhaliflere kimyasal silah kullandığı iddiasıyla mı gerçekleşecek yoksa başka bir konu mu yaratılacak önümüzdeki günlerde daha açık bir şekilde anlayabilmek mümkün olsa da, İran ve Hizbullah'ın yakın süre içerisinde giderek daha fazla hedef alınacağını şimdiden söyleyebilmek mümkündür.
İsrail genelkurmay başkanı geride bıraktığımız günlerde 2018 yılında Hizbullah ile büyük bir savaşın yaşanacağını ilan ederken, anlaşılan o ki sadece kendilerinin yürüteceği değil, aksine kapsamı ve ortakları daha geniş olan genel bir stratejinin hayata geçirileceğinin ip uçlarını vermiştir.
İran ve Hizbullah konusunda malum batılı ülkelerle aynı çizgide yer alan ve hatta İran ile savaşmayı dahi açıkça telaffuz etmeye koyulan Suudi Arabistan ise düşman saflarda Müslüman Kardeşler yapılanmasının da bulunduğunu belirtip, bu görüş için destek bulmak amacıyla yoğun bir diplomasi trafiği yürütmeye başladı.
Filistin konusunda Mısır ile beraber hareket edilerek Kudüs'ün, İsrail'in başkenti olarak ilanının hemen ardından Filistinlileri Sina Yarımadasına sürerek, buradaki çöl bölgesinde yeni Filistin devletinin ilan edilmek istendiği ve BAE finansörlüğünde bu projenin hayata geçirilmeye çalışıldığı da bilinmekte.
Ortadoğu'da yaşanan bu kaos ve buhran iklimi artık giderek söylem seviyesini aşan, askeri yöntemlerin konuşulmaya başlandığı bir satıhta ilerlerken, gelişmelerin Doğu Akdeniz, Kızıldeniz ve Pers-Arap Körfezi'ni kapsadığını da belirtmek yerinde olacaktır.
Dolayısıyla herkes yaklaşan fırtınaya göre konumunu belirlerken Türkiye hemen etrafında cereyan edecek böylesine büyük olaylar öncesinde terörle mücadele kararlılığını hızlandırmalı, arzu ettiği sonuca kendi planı ve takvimi dahilinde erişmelidir.
Yaşanan gelişmeler kriz ve kaos halinin zamanının giderek kısaldığını işaret ederken, sadece güvenlik esaslı olmayan, kapsamı daha geniş tutulması gereken siyasi, diplomatik ve ekonomik tedbirlerin alınması zorunluluğunu da karşımıza getiriyor.

google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html