![]() |
Tamer Ashraf |
Zira Ortadoğu'nun tarihi önemi bütün dinlerin çıkış noktası
olması ile son yüzyılı şekillendiren petrol ve doğalgaz gibi enerji
kaynaklarını bünyesinde barındırmasından kaynaklanıyor.
Teknolojinin ilerlemesi, yeni enerji yollarının önem
kazanması ve ticari açıdan yapılan yeni planlamalar da beraberinde
düşünüldüğünde Ortadoğu'da yaşananların bölgesel rekabetten daha ziyade küresel
üstünlük mücadelesinin en önemli ayağını oluşturuyor.
Ayrıca son yıllarda küresel düzeye yayılan terör
örgütlerinin çıkış noktalarının ve merkezlerinin de yine bu bölgede olması
Ortadoğu'nun herkesin gözünü çevirdiği, mutlak hakimiyet kuramasa bile kendi
üstünlüğünü diğer taraf ya da taraflara zor kullanarak da olsa kabul ettirmeyi
amaçladığı bir merkez özelliğini yansıttı.
Kendi topraklarından binlerce kilometre uzaklıkta olmasına
rağmen, burada yaşanan yahut planlı projeler dahilinde suni olarak yaratılan
krizlerde bazı ülkelerin aktif bir şekilde müdahil olarak bölgede yer alma
yarışına girmesinin asıl sebebi de budur.
ABD başta olmak üzere, kendisiyle aynı safta buluşan Fransa,
İngiltere, İsrail, Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve son olarak Ürdün gibi
ülkelerin hali hazırda giderek birbirlerine daha fazla yakınlaştığı ve ortak
hareket ettiği yeni koşullarda önemli gelişmelerin yaşandığını görmek mümkün.
Bu ülkelerin yaslandığı ana dayanak noktası ise İsrail'in
güvenliğinin tesis edildiği, önemli ve zengin enerji kaynakları ile nakil
hatlarının kontrol altına alındığı, yeni ticari projelerle bazı sahaların
canlandırılmak istendiği bir anlayış üzerine bina ediliyor.
Elbette bu esas hedefler gerçekleştirilirken potansiyel
düşman olarak görülen kesimlerin de ya ortan kaldırılması ya da güçlerinin
sınırlandırılması belirlenen ortak hedeflerin sağlıklı bir şekilde amacına
ulaşması için elzem olarak görülüyor.
Nitekim Türkiye'nin, Afrin'e yönelik icra ederek başarıyla
neticelendirdiği Zeytin Dalı Harekatı'nın hemen ardından Suriye'de
ABD-Fransa-İngiltere paslaşmasına ilave olarak Suudi Arabistan Veliaht
Prensi'nin ismi anılan üç ülkeye yaptığı/yapacağı (geriye sadece Fransa kaldı)
ziyaret yakın zaman içerisinde Ortadoğu'da hareketli günlerin yaşanacağının ilk
işareti olmuştur.
ABD muazzam bir kafa karışıklığı yaratacak siyaset izleyip,
bir Suriye'den ayrılacağını söyleyip, diğer taraftan bunu yine kendisi
yalanlarken, sonuç olarak Suudi Arabistan'ın finansörlüğünde Suriye'deki
eylemlerini "IŞİD'le mücadele" kisvesi altında sürdüreceğini
göstermiş oldu.
Dahası Fransa'da bölgeye asker göndereceğini belirterek,
Suriye'nin kuzeydoğusunda PKK/PYD terör örgütü kontrolündeki sahaların
"güvenli bölge olarak tesis edilmesi" amacına hizmet edeceğini açıkça
ilan etti.
İngiltere ise şimdilerde sessiz fakat bir o kadar da sinsi
ve derinden Ortadoğu'daki varlığını artırma, gücünü pekiştirme yolunda
adımlarını atarken, ABD-Fransa ikilisi ile birlikte Suriye'deki askeri gücünü
artırmanın hesabını yapıyor.
Diğer yandan da Bahreyn'de bir üs inşaatına başlayarak
eylemlerini daha geniş bir sahaya yayarak, Ortadoğu'yu çevreleyen tüm kıyı
şeritlerindeki konumunu da güçlendirme çabasında içerisinde olduğunu
gösteriyor.
ABD, Fransa ve İngiltere'nin, Suriye'deki varlıklarını daha
fazla "IŞİD'le mücadele" bahanesi altında gizleyemeyecekleri
ortadayken, bugünlerde yanı ülkeler yeni bir senaryo ile bu ülkedeki
varlıklarına meşru bir çerçeve sunacak konular aradıkları da ortadadır.
Bu konu Esad'ın muhaliflere kimyasal silah kullandığı
iddiasıyla mı gerçekleşecek yoksa başka bir konu mu yaratılacak önümüzdeki
günlerde daha açık bir şekilde anlayabilmek mümkün olsa da, İran ve
Hizbullah'ın yakın süre içerisinde giderek daha fazla hedef alınacağını şimdiden
söyleyebilmek mümkündür.
İsrail genelkurmay başkanı geride bıraktığımız günlerde 2018
yılında Hizbullah ile büyük bir savaşın yaşanacağını ilan ederken, anlaşılan o
ki sadece kendilerinin yürüteceği değil, aksine kapsamı ve ortakları daha geniş
olan genel bir stratejinin hayata geçirileceğinin ip uçlarını vermiştir.
İran ve Hizbullah konusunda malum batılı ülkelerle aynı
çizgide yer alan ve hatta İran ile savaşmayı dahi açıkça telaffuz etmeye
koyulan Suudi Arabistan ise düşman saflarda Müslüman Kardeşler yapılanmasının
da bulunduğunu belirtip, bu görüş için destek bulmak amacıyla yoğun bir diplomasi
trafiği yürütmeye başladı.
Filistin konusunda Mısır ile beraber hareket edilerek
Kudüs'ün, İsrail'in başkenti olarak ilanının hemen ardından Filistinlileri Sina
Yarımadasına sürerek, buradaki çöl bölgesinde yeni Filistin devletinin ilan
edilmek istendiği ve BAE finansörlüğünde bu projenin hayata geçirilmeye
çalışıldığı da bilinmekte.
Ortadoğu'da yaşanan bu kaos ve buhran iklimi artık giderek
söylem seviyesini aşan, askeri yöntemlerin konuşulmaya başlandığı bir satıhta
ilerlerken, gelişmelerin Doğu Akdeniz, Kızıldeniz ve Pers-Arap Körfezi'ni
kapsadığını da belirtmek yerinde olacaktır.
Dolayısıyla herkes yaklaşan fırtınaya göre konumunu belirlerken
Türkiye hemen etrafında cereyan edecek böylesine büyük olaylar öncesinde
terörle mücadele kararlılığını hızlandırmalı, arzu ettiği sonuca kendi planı ve
takvimi dahilinde erişmelidir.
Yaşanan gelişmeler kriz ve kaos halinin zamanının giderek
kısaldığını işaret ederken, sadece güvenlik esaslı olmayan, kapsamı daha geniş
tutulması gereken siyasi, diplomatik ve ekonomik tedbirlerin alınması
zorunluluğunu da karşımıza getiriyor.