BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

26 Şubat 2019 Salı

Akp'yi Bölmek İçin Herkes 1 Nisan’ı bekliyor

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ


1 Nisan’a hazırlananlarla ilgili artık daha net bilgilere sahibiz.
 Ankara ve İstanbul’dan birinin Cumhur İttifakı’nın elinden alınması üzerine oyun kuranlar, 31 Mart gecesi gelecek sonuçlara göre harekete geçecek.





Fakat burada iki farklı yapının da kendi aralarında rekabetine tanık oluyoruz. 
Bu köşeyi takip edenler hatırlayacaktır “Ak Parti içinden bir değil iki parti kurmaya hazırlanıyorlar” diye yazmıştım. Ve şunları söylemiştim:

“Pusuda bekleyen (…) parti kuracakmış. 
Ama bu tek bir parti değilmiş. 2 parti yoldaymış.
Biri bir yerde, “ben buradayım gelsinler” diye bekliyormuş. Diğer bir başka yerde başkalarıyla birlikte çoktan harekete geçmişmiş.” (10.12.2018 Yeni Şafak)

İsim vermeden “oluşum”dan söz etmiştim. Artık o oluşumların kimlerden oluştuğunu da söyleyebiliriz.

MECLİS’TE GRUBU BULUNAN BİR PARTİ TASFİYE OLUR MU?


Son günlerde Ankara kulisleri hayli hareketli. Yerel seçimlerde Cumhur İttifakı’nın büyükşehirlerde alacağı her yenilgi yeni kurulacak partiler için motivasyon kaynağı.
Bir de Meclis’te şu anda grubu bulunan partilerden birinin seçimin sonucuna göre “milletvekili kaybedeceği” de konuşuluyor. 
Bir partinin de CHP’nin başını çektiği ittifakın yenilgisi halinde dağılacağı da konuşulanlar arasında.

KILIÇDAROĞLU’NUN ALTERNATİFİ BULUNABİLİR Mİ?


Geçtiğimiz günlerde CHP’li eski bir vekil ile ayak üstü sohbet etme imkanım oldu. “Yeni bir dil. Birlik için yeni bir çıkış” öneren konuşmasının bir yerinde, “Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi bir genel başkan bulduğumuz anda onu değiştiririz. 

Bu da yakındır” dedi. Çok ilginç. Kılıçdaroğlu’nun alternatifinin bulunamaması nedeniyle CHP Genel Başkanlığı koltuğunda oturduğunu öğrenmiş olduk.
Bu bilgi bana, 31 Mart seçim sonuçlarının CHP’de de dalgalanmaya neden olacağını düşündürdü. 
Bir de konunun DSP boyutu var ki tartışılmaya değer. 
Zira, küskün ya da kendini itilmiş hisseden CHP’liler “sol”da alternatif olarak DSP’ye yöneliyor. Bakalım bu yöneliş, 1 Nisan’dan sonra Meclis’teki aritmetiğe nasıl yansıyacak?

Biz ana konumuza geri dönelim.

AK PARTİ İÇİNDEN 2 PARTİ ÇIKARMAK İSTEYENLER ARASINDAKİ REKABET


Dedim ya Ak Parti içinden parti kurmak üzere 2 farklı yapının hazırlık içinde olduğunu biliyoruz. 
Bunlardan ilki Sayın AhmetDavutoğlu’nun başını çektiği grup. Ankara’da harıl harıl “istişare” yapıyorlar. 

Anadolu’da değişik vesilelerle boy gösteriyorlar. 
Medyada kendilerine yakın yazar ve akademisyenler eliyle “Yeni bir siyasi söylem gerekli” çıkışı yapıyorlar. Bazı elemanlarıysa, “Seviyemetre” olarak faaliyet yürütüyor.
İkinci oluşum ise Sayın Abdulllah Gül’ün organizasyonu çerçevesinde Ali Babacan’ın partileşme çabası.

Abdullah Gül’ün, 24 Haziran seçimleri sırasında “Çatı aday” olmayı “Geniş bir mutabakata” bağlaması ve o “geniş mutabakat”ın oluşmaması nedeniyle “aday olmaması” hafızalarımızda taptaze. 
Buna mukabil, “Başkanlık sistemine olan rezervi ve parlamenter sisteme öykünmeleri” de.
Sayın Gül’ün, yakın geçmişte bir üniversitedeki konuşmasında geçmiş bir konuşmasına atıf yaparak aynen şöyle dediğini de biliyoruz, “(…) evimizin içini düzene koymamız gerekir. 
Bunu koymadığımız süre içerisinde bir gün gelir ya insanlar ayaklanır ya da dış müdahaleler kaçınılmaz hale gelir.”
Bu cümlelerle kimlere göz kırptığını izah etmeme gerek var mı? Yoksa etrafımızdaki darmadağınık olan, işgal edilen, talan edilen ülkeler ve o ülkelerle “belirgin” ilişki geliştirenlere bakmamız yeterli değil mi?
Gül’ün neden kendi liderliğinde bir siyasi oluşumun içinde olmadığını merak ediyorsanız şayet, 24 Haziran sürecini yeniden hatırlamak yeterli olacaktır, kuşkusuz. 

O gün Temel Karamollaoğlu’na biçilen rol bugün Ali Babacan’a biçilmiş görünüyor. İlginç!
Diğer bir oluşumun merkezinde Sayın Davutoğlu var. Ahmet Davutoğlu’nu en son 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonunda Beştepe’de görmüştüm. Öfkeli gözlerle hepimizi süzüp, gidip bir sandalyeye oturmuştu. Oysa yapılan eleştirilere rağmen ilişkilerinde belli bir seviye ve üslubu koruyacağına inanıyordum hep. Mesela rahmetli Özal, mesela rahmetli Erbakan öyle yapıyordu.
Böyle bir ruh haliyle partileşme sürecine giren Sayın Davutoğlu’nun nasıl “kitleleşeceği”ni, eleştirileri nasıl hazmedeceğini ya da savuşturacağını merak etmiyor değilim.
En önemlisi de Ak Parti içinden iki parti kurmaya çalışanlara Ak Parti camiasının nasıl muamele edeceğini çok merak ediyorum
Bu arada Davutoğlu ile ilişkilendirilen bazı köşe yazarı ve gazetecilerin ağız birliği yapmışçasına, “tek adamlık”, “karamsarlık”, “kötücül psikoloji” pompalaması dikkatinizi çekmiyor mu?

Gül ile Davutoğlu’nun partileşme sürecinin Ak Parti yönüyle de tartışılmaya değer. Ancak bu yazıda ikilinin arasındaki rekabetin öyle kolay kolay çözülebilecek olmadığını söylemekle yetineyim.
Sözün başında dedim ya iki farklı yapının da kendi aralarında rekabetine tanık oluyoruz. Bu rekabet öyle kolay kolay aşılabilir değil.
Zira, birbirlerini medya üzerinden yalanlamış iki aktör var karşımızda.
Örneğin bakınız, 3 Mayıs 2015’te DÜSSELDORF’ta Sayın Ahmet Davutoğlu’nun benim de içinde olduğum gazetecilere yaptığı açıklama!


Parti kurmak için pusuda bekleyenler ne kadar daha bekler?


Hürriyet'te Mehmet Soysal çok dikkat çekici bir yazı yazdı dün.
“Rabarba Siyaseti” başlıklı yazıda şunları söylüyor:
“Duyuyoruz ki Ankara’nın arka sokaklarında yeni siyasi defterler açılıyormuş.
Lakin sadece defterler yeni...
Ve duyuyoruz ki pusularda bekleyenler kalabalıklaşıyormuş.
Hesap kitap defterlerine adını yazdıranlar sessizce kuyruğa girmiş...
Kim olduklarına bakıyoruz.
Filmsiz kalan aktörler, yani bildiklerimiz...
Ve tanıdıklarımız...
Davanın neferleriydi güya...
Şimdi pusuda pusu siyaseti yapmaya çalışıyorlar...
Defterlerin etrafındaki isimlere bakıyoruz da...
Ya terk edenler ya da terk edilenler.
Pusuda birilerinin iktidardan düşmesi bekleniyor...
Şimdi de “yeni” bir dava etrafında toplanarak iktidar olmanın hayaliyle yaşanıyor...

(…) Devlet dışı aktörlerin hesapları...
Ve illegal örgütlerin ihanetleri...
FETÖ, PKK gibi gün ışığına çıkanların yaptıklarını biliyoruz.
Lakin yeraltında notlar yazarak defterleriyle yeryüzüne çıkmayı bekleyenler de var.
Rıhtımlar ıslanmış bir defa...
Ve zemini kaygan.
Ayak oyunları,
Çarpışmalar,
Çatışmalar bitecek gibi değil...
Çünkü rabarba siyaseti birilerinin ruhuna işlemiş.” (18.02.2019 Hürriyet)
Mehmet Soysal isim vermemiş, tarif etmiş. Yeni bir siyasi oluşumun hazırlığından söz ediyor. “Pusuda bekleyenler” olarak nitelendirdiklerinin bugünlerdeki hareketliliğine işaret ediyor.
Uzunca süredir biz de takip etmeye çalışıyoruz olan biteni ve bu sütunda yazmaya çalışıyoruz.
Evvela şunu söylemekte yarar var. Herkesin yeni bir siyasi parti kurma hakkı vardır. Siyasi Partiler Kanunu çerçevesinde kurulan her siyasi parti meşrudur. Makbuldür.

Buraya kadar hiçbir sorun yok.

Hatta, bir siyasi parti içerisindeyken “ayrılıp” yeni bir siyasi parti kurmak da meşrudur. Burada da sorun yok.
Lakin son dönemde duyduklarımız, gördüklerimiz haber kaynaklarından aldığımız bilgiler gösteriyor ki “yeni” bir dava etrafından toplanarak iktidar olma hayali kuranların ortak özelliği, tıpkı Soysal’ın da dikkat çektiği gibi “Ya terk edenler ya da terk edilenler” olması. Nedense açıktan siyaset yapmayı değil, “Pusuda beklemeyi” tercih ediyor olmaları. Sinsice davranıyor olmaları.

İşte itirazımız bunadır. Yani pusuda bekleyerek siyaset yapma biçiminedir.
Bu sütunda yazdım, 1 Nisan’ı bekleyenler var. Ak Parti içindeki bazıları bir değil 2 parti kurmaya hazırlanıyor diye.
Hem bir siyasi hareketin içinde yer alacaksınız, hem de o siyasi hareketin “yenilgisi” için var gücünüzle çalışacaksınız…. Nihayetinde o yenilgi üzerinden siyaset üreteceksiniz.

İşte bu olmaz!

24 Haziran seçim sürecinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun gönlündeki “çatı aday” olacaksınız sonra süreç akamete uğrayınca sessizce çekilip “arkadaşlarım” dediklerinizin tökezlemesini bekleyeceksiniz.

Ya da 24 Haziran sürecinde partinizde hiçbir görev almayacaksınız, sonra bütün “birikim”inizi “yeni parti” için ortaya koyacaksınız.

Milat olarak da 1 Nisan’ı belirleyeceksiniz.

Beklerken de etki alanınızdakiler üzerinden “tek adamlık”, “karamsarlık”, “kötücül psikoloji” filan pompalayacaksınız!
Buna Soysal’ın deyimiyle tam da “Rabarba siyaseti” denir.
Bakalım, daha ne kadar pusuda beklemeyi sürdürebilecekler.

Takipteyiz.


google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html