BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

10 Temmuz 2018 Salı

Yeni dönem hayırlı olsun!..

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Külliye’de tarihi an... Sessiz devrimler kurumlaştı

24 Haziran seçimlerinde Türkiye toplumu tercihini kuyumcu titizliğiyle yaparak siyasete çok anlamlı mesajlar verdi. CumhurbaşkanıErdoğan'ı ilk turda seçerek yürütmede istikrar, Meclis'te ise hiçbir partiyi güçlü kılmayarak "denetim görevi" için partilerin "işbirliği" yapmasını istedi.
Siyaset mühendisleri istese bile böyle anlamlı bir sonuç ortaya koyamazdı. Millet görevini yaptı, şimdi sıra siyasilerin bunu nasıl hayata geçireceğinde... Meclis'te milletvekilleri yemininden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan da yemin ederek göreve başladı.
Talihsiz tren kazası nedeniyle biraz hüzünlü de olsa Meclis'teki o tarihi anda heyecan doruktaydı. Ama ne yazık ki, Meclis'te yaşanan o tarihi anı, CHP ve HDP siyaseten anlamsız oturma eylemleriyle gölgelerken, halkın onlara verdiği mesajı da anlamadıklarını gösterdi.
Oysa halk seçim sonuçlarıyla partilere "uzlaşın" mesajı vermişti. Aslında bu, sistemi kurgulayanların da öngörüsüydü. O öngörüde şöyle deniyordu: "Halkın farklı tercihte bulunmasının siyasete yüklediği görevleri anlamak gerekir. Eğer halk farklı mecralardan hükümeti ve meclisi oluşturuyorsa, bu farklı mecraları dengeleyerek bir anlamda makul bir işbirliği üzerinden ve birbirini gözeterek iş yapılmasını istediği sonucuna ulaşmak gerekir."
Ama ne mümkün, CHP ve HDP'nin başını çektiği muhalefet, bir yandan kutuplaşmadan şikâyet edip, "uzlaşma ve işbirliği"nin önemine değiniyor, öte yandan ise ucuz bir gerekçeyle Meclis'teki havayı geriyordu. Bu muhalefet etmek değildi.
Türkiye, böyle bir muhalefeti hak etmiyor. Seçim gecesini bile yönetemeyen, kayıplara karışan muhalefet aktörleri halkın tepki göstermesini bile anlamış değil. Hiçbiri seçim sonucundan ders çıkarmadıkları gibi değişmiyorlar da...
Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu'nun şu sözü bir kez daha doğrulanıyor: "Sizin değişimi savunmanız yetmez, muhatabınızın da değişime hazır olması gerekiyor." Ne yazık ki CHP ve HDP bir kez daha değişmeyeceğini gösterdi.
Onlara destek veren "çamur medyası" da farklı değil. Daha ilk günden Meclis'in işlevsizleştiğinden, reform yapılmayacağından söz ediyor ve yayıyordu. Adeta her yazar kendi beklentisini gerçekmiş gibi sunuyordu. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan her konuşmasında ısrarla "reform ve değişim" diyordu:
"Biz Türkiye'yi 16 yıldır kesintisiz reformlarla yönettik. Reformları devam ettirmek zorundayız. Bir tarafı zihniyeti değiştirmekse, diğer tarafı da anayasadan yasalara kadar mevzuatı düzenlemektir."
Türkiye halkı bunu bildiği için de her seçimde değişime destek verdi. Bu gerçeği dün bir kez daha Meclis'ten sonraki ikinci durağımız Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde de gördük. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Külliye'de dünyanın 50'yi aşkın ülkesinden gelen devlet başkanlarını, siyasi aktörleri ve Türkiye'nin dört bir yanından gelen konukları ağırladı. Sonra da herkesin heyecanla beklediği o an geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, yardımcılarını ve bakanlardanoluşan "teknik hükümet" üyelerini açıkladı.
O an isimler okundukça hem alkış kopuyor hem de "Aaa..." sesleri yükseliyordu. Sürpriz de vardı beklenen de. Liyakat ve ehliyet eksenli yeni bir sentezdi. Liste tamamlandığında Türkiye'nin yeni yolculuğu da başlıyordu.
Yeni sistemin ilk hükümet üyelerini kutluyor, başarılar diliyorum.

Yeni bir devrin başlangıcı

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dün Meclis'te yemini ile yeni bir devir başladı. Külliye'de görkemli törenle de yeni başlangıç taçlandırıldı. Bir numaralı cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yeni yönetim sisteminin çatısı oluşturuldu.
Böylece, 9 Temmuz 2018 günü büyük bir değişimin vakti olarak siyasi tarihimizin sayfalarına işlendi.
Cumhuriyet döneminin tarihi yazılırken "kritik dönemeçleri" adlandırmada farklılıklar görürüz. Kimi araştırmacılar 1961 ve 1982 anayasaları dönemini 2. ve 3. Cumhuriyet olarak adlandırmayı tercih ederler.
AK Parti'nin on altı yıllık iktidarının ülkemizi dönüştürme anlamında müstesna bir yere sahip olduğu da aşikâr. Bu dönemin laikçi Kemalist düzende ciddi bir dönüşüm yarattığı konusunda geniş bir uzlaşma bulunuyor. Ancak yine de cumhurbaşkanlığı sistemine geçişe kadar yapılan değişimin dirençleri kırma ve hazırlık mahiyetinde olduğu söylenebilir.
Yeni sisteme geçişle birlikte üçüncü bir devreye ayak bastığımızı düşünenlerdenim. İlki 1923, Cumhuriyet'in kuruluşuydu.
İkincisi 1950 Demokratik hayata geçişti. Üçüncüsü de kuşkusuz 2018, cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş oldu. Bundan sonra üniversitelerimizde Türk siyasi hayatını anlatan hocalarımızın bu üç ana dönemleme üzerinden gitmesini uygun bulurum.
Yeni sistemin kurucu cumhurbaşkanı 9 Temmuz günü yemin eden Erdoğan oldu.
Sistem değişimi Erdoğan'ın içte ve dışta verdiği siyasi mücadele ile mümkün olduğu gibi, yeni sistemin kurumsallaşması da Erdoğan'ın karizmatik liderliği ile sağlanıyor.
Yeni sistem, seçilen her cumhurbaşkanının kendi modelini getirmesine müsait ise de teamül oluşturan bir başlangıcı yine Erdoğan yaptı. Bu başlangıç ile Erdoğan aynı anda iki fırsatı değerlendirebilir.
Hem eski parlamenter sistemin sorunlarını aşan bir hükümet sistemini kurumsallaştırır.
Böylece, yetki çekişmesini ortadan kaldıran ve bürokratik vesayete son veren verimli bir yönetim modelini hayata geçirir. Hem de AK Parti'nin on altı yıllık iktidarının getirdiği yüklerden kurtaracak bir yenilenme sağlayabilir.
Revizyona açık yeni modelle stratejik planlama ve koordinasyona ağırlık verilir.
Aktif, etkin ve risk alan üst düzey yönetim anlayışı yerleştirilir. Yapı kadar yönetim zihniyetinin de dönüşmesi gündeme alınır.
Ne de olsa yeni sistem politika oluşturmada aktörlerin rekabetine de alan açtığından statik, hantal ve vesayetçi bürokrasiyi performans ve liyakat temelinde dönüştürebilir.
Yeni sistemin köklü dönüşümlere yol açması zaruridir.
Hedef, Erdoğan'ın 24 Haziran seçim manifesto ve beyannamesinde vaat ettiği "daha fazlarefah, daha fazla demokrasi ve özgürlük" olduğuna göre toplumun her kesimine ulaşan bir seferberliğe ihtiyaç var.
Terörle mücadele aksatılmadan yeni devrin geleceğe dair umutları yeşertmesi asıldır.
Yapılması gerekenlerin başında mikro alanlara eğilme zorunluluğu bulunuyor. Ekonomide yapısal dönüşüm, kültür, eğitim, yükseköğretim, tarım, gıda ve hayvancılık alanları politikaların yeniden ele alınması gereken alanlar.
Yine yereli güçlendirmek AK Parti'nin öncelikleri arasında olmalı. Türkiye bugünlere gelmek için son beş yılda çok bedel ödedi.
Ülkemizi tekrar türbülansa sokmamak için geleceğimizi kapsamlı politikalarla kurma zamanı.
Bu kutlu başlangıç milletimize hayırlı olsun.

Kâbus bitti

Durumdan hoşnut olmayan CHP’liler ve Fetullahçı liberaller, hükümet modeli değişikliğini “cumhuriyetin tasfiyesi” olarak değerlendiriyor, daha ılımanları “ikinci cumhuriyet” yakıştırmasında bulunuyor ama değişen sadece “model”dir.
Bir diğer ifadeyle, darbe üreten ve vesayet odaklarının işini kolaylaştıran “sistem” ortadan kalkmıştır.
Kâbus bitmiştir.
Bundan sonra “konvansiyonlar”ın ve bürokrasinin değil, milletin değdiği olacaktır.
İlle numaralandırmak ve isim vermek gerekecekse (bence gerekmez), “dördüncü cumhuriyet” diyebiliriz.
Birinci cumhuriyet, 1946’da, “çok partili parlamenter sistem”in ilanıyla birlikte ortadan kalkmıştır.
Menderesdönemi cumhuriyetin ikinci evresidir ve Türkiye’nin çehresini değiştirmiştir. En yüksek “kalkınma” bu dönemde sağlanmıştır.
Süreç, 1960 darbesiyle noktalandı. Menderes “endüstriyel kalkınma” dediği ve Sovyetler Birliği’yle (enerji ve demir çelik alanında) kredi anlaşmaları imzaladığı için, ABD destekli bir darbeyle gönderildi. Bir anlamda, “Madem bir NATO ülkesisin, bizim çizdiğimiz sınırlar içinde hareket etmelisin, bir tarım ülkesi olarak kalmalısın”denilmiş oldu.
Menderes’i alaşağı edip darağacına yollayanlar, getirdikleri modele “ikinci cumhuriyet”adını verdiler... (Darbe destekçisi gazetelerin tümünde “ikinci cumhuriyet” ifadesi yer alıyordu...) Oysa “üçüncüsünü” idrak ediyorduk.
Daha doğrusu, 61 anayasasıyla birlikte “üçüncü cumhuriyet” kuruldu.
Evet, görece “demokratik” bir anayasa yapıldı, kuvvetler ayrılığı ilkesi tahkim edildi, işçiye “sendikal örgütlenme” hakkı getirildi, bireysel özgürlükler tanındı ama bunlar sadece “görüntü”den ibaretti.
Süreç içinde, kuvvetler ayrılığı ilkesi “kuvvetler hiyerarşisi”ne dönüştü ve hiyerarşinin en tepesine “yargı” yerleştirildi. Sendikal örgütlenme hakkı ve bireysel haklar yargının inhisar alanına girdi, icra heyetinin üzerinde birtakım “konvansiyonlar” oluşturuldu ve hükümetlerin icra yetkisi konvansiyonların iznine tabi kılındı. Bir anlamda, vesayet “kurumsallaştı” ve “millet iradesi”nin önünde görünür görünmez barikatlar kuruldu. (Bir “Senato” uygulaması vardı mesela. “Paralel parlamento” işlevi görüyordu... Görevi, birinci parlamentonun yaptıklarını yıkmaktı.)
Üçüncü cumhuriyetle birlikte, ayrıca, darbe üreten sistem, anayasal güvenceye kavuşturuldu... (Bkz. Kenan Evren’in yaptığı anayasa...)
İkinci cumhuriyetin “yıktıklarını” tahkim etme hedefiyle gelen üçüncü cumhuriyet, darbenin kurumsallaştığı ve sistematik hale geldiği bir “kâbus dönemi”dir. Bu dönemde dört konvansiyonel darbe, bir postmodern darbe, yürürlük imkânı bulamamış onlarca darbe girişimi ve sayısız muhtıra yaşadık...
İlaveten iç savaş, binlerce yargısız infaz, gözaltında kayıplar, düşünce yasağı, inanç yasağı, dil yasağı, açlık, işsizlik, enflasyon, ağır seyreden ekonomik kriz, büyük devalüasyonlar, kısa ömürlü hükümetler ve “vesayet altında” tutulan bir parlamento.
Bazılarının gönlü hoş olacaksa tekrarlayalım:
Dün itibariyle kurulan (ille bir isim vermemiz gerekecekse) dördüncü cumhuriyettir.
Dolayısıyla yenisiyle birlikte üçüncü cumhuriyet, yani darbe üreten sistem sona ermiş, halkın iktidarına imkân tanıyan yepyeni dönem başlamıştır. Ve “68 yıllık kâbus” sona ermiştir.
Milletimizin gözü aydın!

Hayırlı olsun



Dünden itibaren Türkiye’de “Başkanlık Sistemi” başlamış bulunuyor.
Recep Tayyip Erdoğan da “Cumhuriyetin 1. Başkanı’dır.”
Gerçi MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin isteği üzerine “Cumhur-başkanlığı Sistemi” gibi bir ifade kullanılmıştı.
Ama...
Gerçek bunun “Başkanlık Sistemi” olduğuydu.
Kamu hukuku literatüründe -zaten- “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” diye bir tanım ve uygulama yok.
Bununla beraber, “Yeni sistem Türkiye’ye özgü olacak” denilerek inşa edildiği için literatüre girebilirdi.
Gene de -teoride- tartışılacaktı.
Sonuç...
Noktayı gene yeni sistemin “telif sahibi” koydu.
Meclis kürsüsüne eski sistemin Cumhurbaşkanı, yeni sistemin seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak gelip ant içtikten sonra “ismi koydu.”
Gazetecilerin “Size nasıl hitap etmeliyiz? Cumhurbaşkanı mı, Başkan mı?” sorusuna “Başkan diyebilirsiniz” cevabını verdi.
Evet.
“Başkanlık sisteminin 1. Başkanı Recep Tayyip Erdoğan.”
95 yıl sonra artık Türkiye “Başkanlık Sistemi”ne geçiyor.
Siyaset tarihimizde yeni bir cildin ilk sayfasıdır.
Türkiye için hayırlı olmasını diliyorum.
Sistemin teorik irdelemeleri ve uygulamada görülecek analizler sonra...
Dünden gözlemler...
Saat 16.00 sıralarında TBMM’nin -geçici- Başkanı Durmuş Yılmaz milletvekillerine ve balkonlardaki konuklara anons yaptı:
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın salona girmek üzere olduğunu, kendisinin ayakta karşılanması, ant içme süresince de ayakta kalınması gerektiğini” söyledi.
Ancak...
CHP ve HDP ne ayakta karşıladı ne de ant içme sürecinde ayakta oldu.
Koltuklarında oturarak izlediler.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu salonda yoktu.
İYİ Partililer ise karşılama dakikalarında ayaktaydılar. Ancak yemin süresince oturdular. Üç parti milletvekilleri de alkışlamadılar.
AK Parti ve MHP ise hem karşılama hem de ant içme süresince ayaktaydılar ve uzun süre alkış tuttular.
“Gelenekler” devletlerin ve demokrasilerin manevi değerleridir.
DNA hafızalarıdır.
“Cumhurbaşkanları, sancak ve cenaze geçerken” oturulmaz.
HDP başkan vekili Ayhan Bilgen bu konuda gerekçelerini şöyle açıkladı:
“1- İç tüzükte ayağa kalkmak diye bir hüküm yok. MHP’li Başkan Durmuş Yılmaz sanki böyle bir hüküm varmış gibi emrivaki yaptı ve kamuoyunu yanılttı.
2- Beştepe’deki davete Meclis’teki diğer partili milletvekilleri davet edildiği halde, HDP dışlandı. Bize doğrudan doğruya suçlamalarda bulunuldu.”
Sanıyorum HDP “kendisine terör örgütüyle iltisak” söylemlerine tepkili ama bunu sistemin ve geleneklerin gereğini getirerek, “siyasi söylemlerle” dile getirmesi doğru olanıdır.
CHP grup başkan vekili Özgür Özel ise şöyle bir açıklama yapmıştı:
“Burası yasama Meclisi’dir ve bugüne kadar yürütmenin başı karşısında hiç ayağa kalkmadık, kalkmamak gerekiyor, artık tarafsız bir cumhurbaşkanı yok.”
Eğer 81 milyonun devletin zirvesi tarafından ayrımsız kucaklanması isteniyorsa Meclis’te temsil edilen partilerin milletvekilleri de oy aldıkları milyonlarca seçmen adına bunun gereğini simgesel olarak yapmalılar.
Ki...
81 milyonun “muhalefete oy vermiş” bireyleri için de “kucaklayıcı” tavrın takipçisi olsunla

google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html