Çok partili hayatın ilk yıllarını incelemeyen yeni nesiller bugün Muharrem İnce ve CHP’nin medyayı hedef almasının perde arkasını göremeyebilir, anlamakta zorlanabilirler. Biz hatırlatalım: Kılıçdaroğlu 2017 yılında kendisini eleştiren medyaya, “Boynunuza ne takacağımı iyi biliyorum” demişti.
CHP ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, medyayı
hedef almaya devam ediyor. CHP, medya üzerinden provokasyon arayışlarını
sürdürürken, akıllara Tan gazetesinin 1945 yılında baskın, yağma ve linç
girişimleriyle neticelenen olayları getiriyor.
Aktör o dönem yine CHP, olayları çıkartan ise CHP
gençliğiydi. Tek parti rejimi altında “anti-faşist demokrasi cephesi” olarak
kendilerini tanımlayan Tan Gazetesi yazarları, okurları ve gazeteyi kitlelere
ulaştıran büfeler CHP’li yazarlar ve CHP’li yöneticiler tarafından açıkça tehdit
edilmeye başlanmıştı. CHP’yi, tek parti faşizmi ile suçlayan Tan gazetesi, CHP
içinde hedef tahtasına konulmuş, gazetenin matbaasının, “komünizm propagandası
yapılıyor” eleştirileri üzerine binlerce üniversite öğrencisi tarafından
basılmasına ön ayak olunmuştu. 4 Aralık 1945’de CHP’li öğrenciler; sloganlar
atarak, gazeteyi demir çubuklar, baltalar, taş ve sopalarla tahrip etmiş,
Tan’ın satıldığı tüm iş yerlerini de basmışlardı.
Sol muhalefet ve CHP
Yayınevlerini bile basan öğrenciler olayların ardından cezalandırılmamış,
Tan gazetesinin sahibi ve yazarları cezaevine konulmuştu. Beraat ettiklerinde
ise ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlardı. O yıllarda Türkiye’deki sol
muhalefeti temsil eden Tan gazetesi CHP marifetiyle linç edilmişti.
Getirdikleri farklı öneriler ve sundukları farklı düşüncelerinden dolayı
Cumhuriyet Halk Partisi hükümetini zora sokan gazeteyi basanlar arasında CHP’de
yönetim kurulu üyeliği de yapan gazeteci Orhan Birgit, Vatan, Akşam ve
Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yazılarıyla tanınan İlhan Selçuk ile ne ilginçtir ki
Süleyman Demirel de vardı. Olayların ardından Tan gazetesi yayın hayatına son
verdi. Ayrıca çok partili hayata geçişin daha ilk günlerinde yaşanan bu olay
Türkiye’de sol muhalefetin CHP karşısında ezilmesine ve oyunun dışında kalmasına
sebep oldu. CHP ise sol bir parti olmadığını, aksine faşist bir parti olduğunu
bir kez daha ispatlamış oldu. Özel Harp Organizasyonu ile CHP, sadece Tan’ı
alaşağı etmedi, tüm muhalif yapılara iktidar uğruna yapamayacağı çılgınlık
olmayacağını gösterdi.
O gün yaşananları gazetenin yazarı Zekeriya Sertel
hatıralarında şöyle anlatıyor: “4 Aralık 1945 gününün sabahı üniversiteli
faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı
mürekkep şişeleriyle matbaaya saldırdı. Orada bekleyen polisler olup bitene
seyirci kaldı. Görevlerini yapmadılar. Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını
kırıp içeri girdi. Makinaları balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını
indirdiler. İçindeki eşyayı kırıp döktüler. Sonra ellerinde kırmızı boya şişeleriyle
(Serteller nerede?) naralarıyla bizleri aramaya koyuldular. Amaçları, bizi
çırılçıplak soyup üzerimize kırmızı boya dökmek ve sonra önlerine katıp
sokaklarda (İşte kızıllar,) diye sergilemekti.”
Tan gazetesi kapatıldıktan sonra aralıklarla birkaç kere
daha çıktı. 6 Ocak 1959’da ise, hemen yanındaki binada meydana gelen patlama
sonucunda Tan Matbaası binasının da yıkılmasıyla Tan gazetesi tarihin tozlu
sayfalarına karıştı.
“Allah” demek yasaklandı
İşaret hep aynı isimden geliyordu aslında… Milli Şef… CHP
Genel Başkanı İsmet İnönü’nün “Din de komünizm kadar tehlikelidir”
açıklamasının ardından, dini içerikli
tüm yayınlar da (gazete, dergi, kitap) hedef alınmıştı. 1943 yılında “Allah”
demek bile Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü tarafından yasaklanmıştı. Ahmet Hamdi
Akseki tarafından 1943 yılında “Peygamberimiz Hz. Muhammed” adıyla yayınlanan
kitap bile, sakıncalı bulunarak toplattırılmıştı. Yazar Akseki toplatılma
gerekçesini öğrenmek için yazdığı dilekçesine verilen cevap, “Dini bir atmosfer
yaratılmasına ve gençlik için dini bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine
taraftar değiliz” şeklinde olmuştu. Bu cevap din ve dindarlarla, CHP’nin ve
bürokrasinin ne denli sorunlu olduğunu tarihe not düşmüştü. Aynı gerekçeyle
Üstad Necip Fazıl tarafından yayınlanan Büyük Doğu, Mayıs 1944 tarihli
sayısında “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez” hadisini kapak yapması
dolayısıyla kapatılmıştı. Komünizm ideolojisi aşıladığı gerekçesiyle de aynı
yıllarda onlarca yayın kapatılmış, sahipleri tutuklanmıştı. Komünizmle ilgili kitapların listesi
yapılarak savcılıklara teslim edilmiş, kitaplar toplatılmıştı.
Olup biten bununla da sınırlı değildi. CHP içinde o yıllarda
basın takip merkezleri (basın fişleme merkezleri) oluşturulmuştu. Yayınlar
hakkında CHP basın merkezlerinde bilgi toplanmış, raporlar hazırlamış, Basın Yayın Umum Müdürlüğüne göndermişti. Çok
partili döneme geçildiği yıl ise; CHP İl İdare Kurulu Başkanlıklarına talimat verilerek
partili ve partili olmayan basın kuruluşları hakkında bilgi istenmişti. (CHP
teşkilatları gazeteleri tek tek fişlemiş, bürokratik sulta ise işlem yapmıştı.)
CHP bürokrasisi tarafından yapılan işlem sonucunda partili
olan ve olmayan şeklinde basın ikiye ayrılmış; tek partili dönemde olduğu gibi
gazeteler ve dergiler kapatılmaya başlanmıştı. Bağımsız habercilik yapmaya
çalışan gazeteciler ile makale ve kitap yazmaya çalışan yazarların tek tek
kalemleri ellerinden alınıyor, direniş gösterenler cezalandırılıyordu. Basın
özgürlüğü sadece yok sayılmıyor, ortadan kaldırılıyordu.
Önce sansür sonra
kapatma
Bir yandan da DP’nin yükselişi sürüyordu. CHP kongrelerinde
ise olaylar başlamıştı. CHP kongrelerine muhalif basının girmesini yasaklama
kararı alıyor, ilk uygulama 16 Aralık 1946 tarihinde İzmir Merkez İlçe
Kongresinde hayata geçiriliyordu. Kongreyi takip etmek için gelen muhalif
basının muhabirleri topyekun salondan çıkarılıyor, görevini yerine getirmek
için salondan ayrılmayanlar ise karga-tulumba atılıyordu. Benzer görüntüler tüm
illerde yaşanmaya başladı. Temmuz ayı geldiğinde CHP’yi eleştiren, haberlerinde
DP’yi öne çıkaran gazetelerin neredeyse hepsinin yayınları durduruluyordu.
Biliyorsunuz bu şimdilerde CHP’li Gürsel Tekin’in hayali. Hatırlayın ne demişti
Tekin: “İlk işimiz gazetelerin tümüne el koymak olacak..” (Eski Türkiye
özleminden sadece bir örnek.)
Eleştiri yasak, öneri
getirmenin karşılığı ceza olduğu yıllar. Tek bir elden yayın yaptırılan,
toplumun sesinin susturulduğu günler... 1948 yılına girerken Genelkurmay
Başkanı’nın Cumhurbaşkanı İnönü’ye gönderdiği kutlama ve bağlılık telgrafı bu
kez gündemde yerini almıştı. Bu bağlılığı eleştiren Yeni Sabah gazetesi de linç
edilmiş, kapatılmıştı. CHP’yi eleştiren gazeteciler de aynı süreçte tutuklanıp,
cezaevine gönderilmeye başlanmıştı. Suç olarak ise “muhalefet partilerini
övmek” gösterilmişti. Çok sesliliğe
karşı savaş açan anlayış, adaletsizliklerin üstünü yasaklarla örtüyordu. Hatta
19 Nisan 1947 tarihinde Adnan Menderes’in, Büyük Millet Meclisi ve CHP’ye
yönelik sözlerini haberleştiren gazetelerin mesulleri 20 Nisan’da cezaevine
gönderiliyor, gazeteciler mahkeme önüne
kelepçeli olarak çıkarılıyordu. Aynı yıl; Vatan, Son Posta, Tasvir, Akşam,
Vakit, Son Saat, Son Dakika, Yeni Türkiye gazeteleri de DP yanlısı yayınları
durdurmak ve CHP aleyhinde yazı yazılmasının önüne geçmek için kapatılıyordu.
Zulüm gittikçe genişliyor, operasyonlar derinleşiyordu. O
süreçte Büyük Doğu’yu çıkartan Üstad Necip Fazıl’da “6 Parmak” isimli
yazısından dolayı sabah namazına doğru polis tarafından evinden
çağrıttırılarak, tutuklanıyor, Söz Milletin gazetesini yayımlayan Recep
Bilginer de hükümete karşı muhalefet suçundan cezaevine konuluyordu. Aziz
Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Uykusuz da aynı gerekçelerle
cezalandırılıyordu. CHP, ideoloji ayrımı yapmaksızın ifade özgürlüğünün önüne
set çekiyordu. Temel hak ve özgürlüklerin en temel ve olmazsa olmazı olan
düşünce özgürlüğünü raflara kaldırıyor, özgür bir topluma sahip olmanın en
önemli öğelerinden birini teşkil eden medyayı keyfiyeti çerçevesinde yıkıyordu.
CHP, farklı düşüncelere ve bilgilere ulaşma yolunu faşizanca tıkıyordu. Özgür
düşüncelerin oluşumuna ket vurarak, statükonun devamını sağlıyordu. Tabii o
yılları hatırlamayan, okumayan, irdelemeyen ve incelemeyen yeni nesiller bugün Muharrem
İnce ve CHP’nin medyayı hedef almasının perde arkasını göremeyebilirler.
Anlamakta zorlanabilir, bazen de yalan rüzgarına kapılabilirler. Biz
hatırlatalım: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 2017 yılında kendisini
eleştiren medya kuruluşlarını ve çalışanlarını tehdit etmiş, “Boynunuza ne
takacağımı iyi biliyorum” demişti. Kılıçdaroğlu, medyayı açıkça cebinde
taşıdığı urganı ile tehdit etmişti. Evet, fırsat bulsa bu anlayış, iktidar
olduğu dönemlerde olduğu gibi özgür basını susturur, tehditlerden de
anlaşılacağı üzere bu kez İstiklal Mahkemelerini basın çalışanları için
kurdurur.
Aslan Dağirmenci - Star Açık Görüş