BAE perde arkasından Arap coğrafyasını yönlendiren aktör olmakla övünüyor... Arap dünyasındaki çalkantılı dönemde Türkiye ve İran'ın söz sahibi olmasını istemeyen BAE bu iki ülkenin Arap coğrafyasındaki etkisinin artışını önlemek için türlü politikalar sergiliyor.
Bunlardan ilki, Arap dünyasının iç çatışmalarla parçalandığı ve Kahire, Şam, Bağdat gibi kadim medeniyet merkezlerinin güçten düştüğü bir dönemde doğan boşluğu doldurmak ve nüfuz alanı genişleyen Türkiye ve İran'ın önünü kesmek.
![]() |
Birleşik Arap Emirlikleri Ülke Bilgileri |
Son yıllarda sessiz ama derinden bir yayılma politikası
izleyerek, Ortadoğu ile Kuzey ve Doğu Afrika'yı şekillendiren bir bölgesel güce
dönüşme arzusunda yeni bir aktör var: Birleşik Arap Emirlikleri. BAE, bölgedeki
hemen her mücadelenin bir kenarında doğrudan veya dolaylı yer alıyor. Peki ama
nüfus ve yüzölçümü bakımından bu küçücük ülke, geçmişteki aktif tarafsızlık
politikasını bırakıp, gücünü aşan şekilde müdahaleci bir politika benimsemekle
hangi temel hedefleri güdüyor? Amaçlarına ulaşmak için hangi araçları ne
şekilde kullanıyor? Başarı şansı var mı?
BAE 'BÜYÜK OYNUYOR'
BAE'nin hedeflerinden ilki iktisadi. Dünya petrol
rezervlerinin yüzde 10'una sahip ve petrol ihracatında dünya yedincisi olan BAE için Körfez'deki enerji kaynaklarının dışarıya güvenli arzı kritik bir mesele.
Yine Ortadoğu ticaretinde ve finans sektöründe Dubai önemli bir merkez
konumunda. Dolayısıyla Asya-Avrupa arasındaki deniz ticaret yollarını ve enerji
güzergâhlarını kontrol etmek, hele de ABD'nin küresel jandarma rolünden yavaş
yavaş el etek çektiği, buna mukabil diğer küresel ve bölgesel güçlerin boşluğu
doldurmak için birbiriyle yarıştığı bir ortamda BAE için hayati önemde.
'DENİZ İMPARATORLUĞU' KURMAYA ÇALIŞIYOR
Bu amacına erişmek için Körfez'den başlayıp Kızıldeniz ve
Akdeniz'e uzanan güzergâhtaki stratejik boğazlar, adalar ve ticaret yolları
üzerinde limanlar, askeri üsler ve lojistik ikmal hatları kurarak iktisadi ve
askeri olarak gücünü yaymaya, adeta bir "deniz imparatorluğu" kurmaya
çalışıyor.
CEBEL ALİ'DEN LİMASOL'A KADAR...
BAE'nin oyununu ne denli iddialı oynadığını anlamak için
kontrol etmeye çalıştığı noktalara bir göz atmak yeterli: Dubai'nin Cebel Ali
limanından başlayarak Yemen'in Aden, Mokha, Mukalla ve eş-Şihr limanları,
Sokotra ve Perim/Meyun adaları; Eritre'nin Assab limanı; Somali'nin Puntland ve
Somaliland/Berbera bölgeleri; Kıbrıs'ta Limasol limanı; Libya'nın Bingazi
bölgesine uzanıyor. Bu üslerin bir kısmını İran'ın ve silahlı devlet dışı aktörlerin
yayılmasına karşı askeri amaçlı kullanıyor.
HEDEF BOŞLUĞU DOLDURUP TÜRKİYE VE İRAN'IN ÖNÜNÜ KESMEK
BAE'nin diğer hedefleri ise siyasi nitelikli. Bunlardan
ilki, Arap dünyasının iç çatışmalarla parçalandığı ve Kahire, Şam, Bağdat gibi
kadim medeniyet merkezlerinin güçten düştüğü bir dönemde doğan boşluğu
doldurmak ve nüfuz alanı genişleyen Türkiye ve İran'ın önünü kesmek.
MUHAMMED DAHLAN'A BİLE MİSYON VERİLDİ
İkinci siyasi hedefi, gelecekte kendi rejimini de tehdit
edebileceğinden Ortadoğu'daki değişim dalgasına her türlü araçla karşı durmak
ve mümkünse süreci geri çevirmek. Abu Dabi yönetimi, bunun için "Arap
Baharı"nın başından itibaren eski rejimlerin adamlarına kucak açtı; hatta
kilit isimler, BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid'e danışman yapıldı.
Böylelikle BAE karşı-devrim dalgasının operasyonel üssüne dönüştü. 2013'ten bu
yana bölgede değişimi savunan güçlere karşı askeri darbeden psikolojik harbe,
siber savaştan tehdit ve şantaja, vekâlet savaşından doğrudan askeri müdahaleye
kadar her yönteme başvuruluyor. Muhammed Dahlan gibi Arap dünyasının kirli ve
karanlık adamları, veliaht prensin danışmanı sıfatıyla bu misyonlarda aktif bir
şekilde kullanılıyor.
SİYASİ İDDİASI OLAN İSLAMİ HAREKETLER TERÖR LİSTESİNE ALINDI
Üçüncüsü, "Arap Baharı" sürecinde çürümüş seküler
milliyetçi rejimlerin en önemli alternatifine dönüşen Müslüman Kardeşler başta
olmak üzere, siyasi iddiası olan İslami hareketlerin tamamını terör örgütleri
kapsamına sokturarak onlarla içte ve dışta topyekün mücadele etmek.
ARAP MİLLİYETÇİLİĞİNİ DİRİLTİP TÜRKİYE VE İRAN'A KARŞI İSRAİL VE BATI İLE
İŞ BİRLİĞİ YAPIYOR
''Arap Baharı''nın yol açtığı siyasi, iktisadi ve askeri
meydan okumalarla mücadelede BAE öncü bir rol üstleniyor. Ortadoğu'da güvenlik
için "otoriter istikrar"ın yılmaz savunucusu olup kendisini
radikalizme karşı ılımlılığın ve hoşgörünün timsali, "liberal
otoriterliğin" rol modeli olarak sunuyor. Ayrıca siyasal İslam'a karşı
sekülarizmi ve din-devlet ayrımını destekliyor. Aslında komşularından İran
Şiiliği, Suudi Arabistan Vehhabi-Selefiliği, Katar da İslamcılığı himaye eden
bir politika izlerken BAE'nin elinde güçlü rakiplerine karşı başkaca bir
alternatif de bulunmuyor. Yine çoktandır ölüm döşeğindeki Arap milliyetçiliğini
yeniden diriltmeye çalışıyor ve "Arapların meseleleri Arap dünyası içinde
çözülmeli" görüşünü savunuyor. Aslında bu politikayla hedeflediği, hiç
şüphesiz Türkiye ve İran'ın bölgede artan nüfuzuna engel olmak; yoksa Arap
meselelerine Batı'nın ve İsrail'in müdahil olmasından hiç rahatsız olmadığı
gibi, rakiplerine karşı onlarla sıkı bir işbirliği yapıyor. Keza "Arap
milliyetçiliği" kisvesi altında kendi yayılmacı emellerinin de üzerini
örtüyor.
İTTİFAKLARDAN SİLAHLI KUVVETLERE, PARADAN PROPAGANDAYA BAE'NİN DIŞ POLİTİKA ARAÇLARI
Türkiye ve İran ile İslamcı akımların yükselişini, yine
terör örgütleri ile Ortadoğu'daki anarşik ortamı birer tehdit olarak algılayan,
ama küçük bir ülke olması hasebiyle gücünün sınırlarının da farkında olan BAE,
hem bu tehditleri kendi sınırına dayanmadan yerinde bertaraf etmek hem de
bölgesel bir denge kurmak için ittifaklar ağına öncelik veriyor. Bu çerçevede
bölgede, Suudi Arabistan ve Mısır'la birlikte "ılımlı Arap rejimleri"
ekseninin başını çekerken; dışarıda ise BAE'nin Washington Büyükelçisi Yusuf
el-Uteybe'nin 2008'den itibaren sarf ettiği çabalarla- ABD'yle, özellikle de
Amerikan sağı (neoconlar), Yahudi lobisi ve İsrail'le yakın ilişkiler ağı
kurdu. Obama yönetiminin yerel ortakları sahaya sürerek "geriden
yönetme" politikası ve Trump'ın müttefiklerin ellerini taşın altına
koydurma taktiği için BAE biçilmiş bir kaftandı. Bu süreçte Amerikan
politikalarını uygulatmaya en hevesli aktör olarak sivrildi; İsrail'in Arap
dünyasıyla ilişkilerini güçlendirme noktasında hayati bir rol oynadı.
ABD ÇEKİLİNCE DUYDUĞU KAYGIYLA 2011'DEN SONRA BATILI UZMANLARLA ÇALIŞMAYA
BAŞLADI
BAE, uzun yıllardır bekasını ve güvenliğini ülkesindeki
Amerikan üslerine borçluydu. Ancak "Arap Baharı"yla birlikte hem ülke
içinde hem de bölgede yükselen tehditler karşısında ABD'nin geri çekilmesinden
de duyduğu kaygıyla kendi polis, ordu ve istihbarat teşkilatlarını ya sıfırdan
kurdurtmaya ya da Batı modeli temelinde yenileyerek etkinliğini artırmaya
odaklandı. Bunun için 2011'den itibaren Blackwater'ın kurucusu Erik Prince başta
olmak üzere çeşitli yabancı özel güvenlik şirketleriyle ve Amerikalı, Fransız,
İngiliz ve Avustralyalı emekli askerler ve istihbaratçılarla çalışmaya başladı.
ORDU HALA GENELDE YABANCI PARALI ASKERLERDEN OLUŞUYOR
İlk kez 2014'te kendi vatandaşlarına zorunlu askerliği
getirse de ordusu halen büyük ölçüde savaşla yoğrulmuş coğrafyalardan seçilen
Asyalı, Afrikalı ve Latin Amerikalı paralı askerlerden oluşuyor. Son teknoloji
ürünü silahlara da muazzam yatırım yapıyor. Dünyada en çok silah ithal eden üçüncü
ülke konumunda. Bu silahları ve ordusunu Amerikalı yetkililerin deyimiyle
"en ideal şekilde kullanıyor". Hem 1991 Körfez Savaşı'ndan bu yana
neredeyse tüm Amerikan harekâtlarına muharip birlikler yolluyor ve bu sayede
operasyonel tecrübe kazanıyor hem hâlihazırda Yemen'den Libya'ya ve Suriye'ye
birçok alanda DEAŞ, el-Kaide, Husi Ensarullah ve diğer İslamcı gruplara karşı
savaş yürütüyor hem de komşusu İran'ı caydırma amacı güdüyor. Kısaca BAE, artık
yumuşak güçle yetinmeyip ordusunu sınırları ötesinde gücünü yayacak şekilde
kullanmaya çalışıyor. Bu politikanın mimarı ise uzun süredir ülkeyi fiilen
yöneten asker kökenli Veliaht Prens ve Başkomutan Yardımcısı Muhammed bin
Zayid.
BAE'nin yumuşak ve kaba gücünün asıl kaynağı ise petrolden
ve ticaretten kazandığı servet. Gerek Batı'da gerekse Orta Asya'dan Balkanlara,
Ortadoğu'dan Afrika'ya gelişmekte olan ülkelerde, servetini büyük yatırımlara
sermaye olarak kullanıyor. Ayrıca "çek defteri diplomasisi"yle
gelişmekte olan ülkelere yardım, yatırım veya borç mahiyetinde para akıtarak
â€"veyahut para musluklarını kapatma tehdidiyleâ€" iç ve dış
politikalarını yönlendiriyor. İngiltere'yi ve ABD'yi Müslüman Kardeşler menşeli
hareketleri terör örgütleri listesine almaya zorlamak için milyar dolarlık yatırımlarla
silah ve petrol anlaşmalarını baskı aracı olarak kullanıyor. Mısır örneğinde
görüldüğü üzere karşı-devrimleri finanse ediyor. Abu Dabi yönetimi bu aracı
sadece dış politikada kullanmıyor; "Arap Baharı"nın başında, kendi
içinde daha fakir olan emirliklerde çıkabilecek huzursuzlukların önüne geçmek
ve siyasal İslam'ın yayılmasını engellemek için kesenin ağzını açarak halkına
milyonlarca dolarlık ilave destek sağlamıştı.
BATI'LI MEDYA ÜZERİNDEKİ BAĞIŞ POLİTİKASI BİLGİ KİRLİLİĞİ YAPMASINI
SAĞLIYOR
BAE, Batı'da birçok medya kuruluşunun, STK'nın,
üniversitenin, düşünce kuruluşunun, akademik derginin finansörü veya bağışçısı
olarak bilgi üretimini de doğrudan veya dolaylı olarak etkiliyor, zaman zaman
yönlendiriyor. Ayrıca çok sayıda uydu kanalına ev sahipliği yaparak ve birçok
medya kuruluşuna maddi kaynak aktararak Arap dünyasının medya merkezine
dönüşmeye çalışıyor. El-Cezire'ye karşı Sky News Arapça başta olmak üzere
kurduğu veya sponsor olduğu haber kanallarıyla Katar'ın bu alandaki gücünü
kırma ve kendi vizyonu doğrultusunda Arap sokaklarını şekillendirme hedefi
güdüyor.
LOBİCİLİK FAALİYETLERİNDE KÖRFEZ'İN BİR NUMARASI
BAE'yi diğer zengin Körfez ülkelerinden ayıran en önemli
fark ise uzun yıllardır lobicilik faaliyetlerine muazzam paralar ayırarak başta
ABD olmak üzere Batı'da karar alıcı çevreler üzerinde nüfuz kurup Ortadoğu
politikalarını yönlendirmeye çalışması. Bu noktada Yahudi lobilerini örnek
aldığı gibi bizzat onlarla işbirliği de yapıyor. Bu faaliyetlerinde o kadar
ileri gitti ki ABD'de Başkan Trump'ın seçim kampanyasına usulsüz para akıttığı
ve siyasi nüfuz kurmaya çalıştığı iddiası, özel savcı Robert Mueller'ın
soruşturma dosyasına girmiş bulunuyor.
ÇALIŞMALAR SON SÜRAT DEVAM EDİYOR
Son olarak BAE, önümüzdeki yıllarda çok daha önemli hale
gelecek alanlara da yine Batılı uzmanlar sayesinde muazzam yatırımlar yapıyor.
Nükleer enerji projesini başlatırken BAE Uzay Ajansını kurmak için NASA'yla
temas içinde. Siber alana odaklanarak bilgisayar korsanlarından elit bir görev
gücü ve sosyal medya trollerinden oluşan güçlü bir ağ kuruyor. Bu noktada
attığı en kritik adım, Doha'yı diplomatik ve ekonomik tecrit altına almadan
evvel Katar Haber Ajansı'nı hackleyerek Katar Emiri'nin ağzından sahte içerik
yaymasıydı.
NÜFUSUN SADECE YÜZDE 12'Sİ YERLİ
BAE -vitrinde Suudi Arabistan görünse de- perde arkasından
Arap coğrafyasını yönlendiren aktör olmakla övünüyor. Ancak gücünün kat kat
üzerinde oynadığından ve aşırı yayıldığından orta ve uzun vadede başarı şansı
düşük görünüyor. En büyük zaafı 9,4 milyonluk nüfusunun sadece yüzde 12'sinin
yerli halktan oluşması. Ekonomisini Asya'dan gelen işçiler ayakta tutarken,
bütün o iddialı politikalarının akıl hocası ve uygulayıcısı ise dolgun maaşlar
sayesinde veliaht prensin emrine giren yabancılar.
''KÜÇÜK SPARTA''NIN
BAŞARI ŞANSI
BAE, askeri gücü ve savaşma istekliliğiyle Amerikalı
yetkililerin "Küçük Sparta" övgüsüne mazhar olsa da bunu dışarıdan
ithal silahlar, ileri teknolojiler, paralı savaşçılar ve danışmanlarla elde
etmiş durumda. 1820'lerden itibaren imzaladığı anlaşmalarla (Osmanlı ve İran'a
karşı) güvenliğini ve dış politikasını İngiliz himayesine devretmesinden gelen
bir alışkanlıkla, bugün de Batı'nın güvenlik yapılanmalarını ve savunma
stratejilerini kopyalamaya ve bizzat Batılıları kiralamaya çalışsa da bunları
kendi bünyesine uyduramadığı gibi yerli ve bütüncül bir vizyondan da yoksun.
Dışarıda askeri üsler ve limanlarla kurmakta olduğu o büyük "deniz
imparatorluğu"nu da kendi başına yönetmesi imkânsız.
YENİ ÇATIŞMALARIN TOHUMLARI ATILIYOR
BAE, "Arap Baharı" sürecine en büyük sekteyi vuran
aktörlerden olsa da Mısır'dan Libya'ya ve Yemen'e kadar desteklediği kadroların
ülkelerine istikrar getiremeyeceği gibi birlik ve bütünlüğü de koruyamayacağı aşikâr.
BAE'nin özellikle stratejik önemi haiz Yemen ve Somali'de ayrılıkçı grupları
eğitip silahlandırarak ve gerekli kurumsal altyapıyı hazırlayarak
bölünmelerinin önünü açtığı ve bölgede yeni yeni çatışmaların tohumlarını
attığı bariz bir şekilde görülüyor. Ancak yedi emirlikten müteşekkil bir
federasyon olarak, önümüzdeki dönemde parçalanan Ortadoğu'da kurulabilecek yeni
federatif yapılar için ideal bir model olacağı beklentisinde. Dahası
Ortadoğu'da kendisi gibi küçük devletçiklerin ortaya çıkması BAE'nin bölgesel
aktörlüğünü sürdürebilmesinin de bir teminatı.
MISIR, LİBYA, YEMEN VE KATAR'DA HEDEFLERE ULAŞAMADILAR
Öte yandan BAE'nin destek çıktığı karşı-devrimlerin o kadar
da başarılı olduğu söylenemez. On milyarlarca dolar akıtılmasına rağmen Mısır hala
daha istikrara kavuşamadığı gibi her an patlamaya hazır bir bomba olarak Arap
dünyasının göbeğinde duruyor. Libya'da muazzam yatırım yaptığı General Halife
Hafter dört yıldır hala daha ülkeyi kontrolü altına alabilmiş değil. Yemen'de
kurdukları oyunlar her defasında ellerinde patladığı gibi üç yıldır devam eden
bombardımana rağmen Husiler hala daha başkenti kontrol ediyor. Birçok ülkede
planladıkları darbe tezgâhları tutmuş değil. En son Katar'da yönetimi devirme
ve 2013'te Sisi darbesiyle başlattıkları karşı-devrim sürecini tamamlayarak
kendi bölge vizyonlarını hâkim kılma amaçlı kuşatmadan da henüz istedikleri
sonucu alabilmiş değiller. BAE-Suud baskısıyla Katar'la diplomatik ilişkileri
kesip tecrit kervanına katılan Arap ülkelerinin bir kısmı -kendileri de bu
süreçten zarar görerek Doha'yla ilişkileri yeniden rayına oturtmanın şu an
yollarını arıyor.
Ortadoğu'da halkların ihtiyaçlarını ve çağın icaplarını
dikkate alan gerçek ve yerli bir oyun kurmak yerine, dışarıdan ithal akıllar ve
araçlarla eski düzeni geri getirmeye ve Suudi Arabistan'ı öne sürerek
dikkatleri fazla üzerine çekmeden bir bölgesel güce dönüşmeye odaklanan BAE'nin
başarı fazla görünmüyor. Tam da Middle East Eye'ın baş editörü David Hearst'ün
ifadeleriyle, "Onlar, kumpas kurabilirler ve devirebilirler; ama idare
edemezler ve istikrara kavuşturamazlar. Onların gerçek bir bölge vizyonu
yok."