'Cumhuriyet tarihinin en talihsiz olayı 27 Mayıs darbesidir'
Eski Erzurum Milletvekili Rasim Cinisli, "Cumhuriyet tarihinin en talihsiz olayı 27 Mayıs 1960 darbesidir. Darbe, devletin belini kırmış, demokrasiyi katletmiş, otoriteyi silmiş, vatandaşın devletine karşı olan güvenini sarsmıştı." dedi.Bir dönem Adalet Partisi ve Demokratik Parti saflarında milletvekili olarak siyaset yapan ve eski Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) genel başkanlarından Rasim Cinisli, 27 Mayıs 1960 darbesinin Cumhuriyet tarihinin en talihsiz olayı olduğunu söyledi.
Rasim Cinisli, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 27 Mayıs'ın
ardından Türkiye'de dış güçler tarafından birçok darbenin yapılmaya çalışıldığını
belirtti.
Milli iradeye müdahalelerin haince planlar üzerinden
gerçekleştiğini ifade eden Cinisli, "27 Mayıs'tan bu yana dış güçler
tarafından Türkiye'de darbe yapanların ana gayeleri Türk milleti ve devletinin
gelişmiş ülkeler seviyesine çıkmasını engellemektir. Darbelerin rol modeli 27
Mayıs'tır. Diğer darbelerde de bunu model alıp geliştirerek içerideki
yandaşlarını da yanları alarak neticeye varmak istediler." diye konuştu.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni baltalamak isteyenlerin,
aklın alamayacağı şeyler yaptığını belirten Cinisli, Fetullahçı Terör
Örgütü'nün darbe girişimine değinerek, "Son darbe girişiminde bulunanlar
da köprüleri tutarak sivil halkı ezmeye, kurşunlamaya çalıştı. Bu askeri darbe
değil, iç savaşı hazırlamak için haince yapılmış, kardeşi kardeşe düşürmek için
hazırlanmış plandır." dedi.
Cinisli, kirli planların halk tarafından kısa sürede fark
edildiğini ve büyük bir tehlike atlatıldığını ifade ederek, oynanan oyunun
bizatihi halk tarafından bozulduğunu anlattı.
"Cumhuriyet tarihinin en talihsiz olayı 27 Mayıs 1960 darbesidir"
Yaşanan darbelerin demokrasiye yapıldığını ve insanların
bundan zarar gördüğünü ifade eden Cinisli, 27 Mayıs 1960 darbesinde de insanların
birtakım iftira ve propagandaya maruz kaldığını hatırlattı.
"İstanbul Üniversitesinde 27 Mayıs öncesi ve sonrasında
Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencisiydim. 27 Mayıs'ı hazırlayan mitinglerin,
basında çıkan manşetlerin ve silah zoruyla devlet gücünü elinde bulunduran
Milli Birlik Komitesi yönetiminin şahidiyim." diyen Cinisli, söz konusu
dönemde yaşananlara ilişkin şunları söyledi:
"Cumhuriyet tarihinin en talihsiz olayı 27 Mayıs 1960 darbesidir. Darbe, devletin belini kırmış, demokrasiyi katletmiş, otoriteyi
silmiş, vatandaşın devletine karşı olan güvenini sarsmıştı. Vatandaşta silahlı
bir gücün devleti yıkabileceği kanaati oluştu ve devlete olan güven sarsıldı.
Bize gerici, yobaz ve tahkir edici başka sıfatlar kullanarak üniversitelerden
içeri sokmuyor, dövüyor, kendilerine ait olmayanları kabul etmiyorlardı."
Üniversite gençliğinin de yanlış yönlendirildiğini ve
insanların zulme uğradığını anımsatan Cinisli, "Darbeciler, 27 Mayıs
darbesi olması için her türlü gayreti, yalan iftira ve propaganda zemini
içerisinde üniversite gençliğini coşturup halkı yanlış bilgilendiriyorlardı.
İftiralar öyle korkunçtu ki ‘yüzlerce öğrenci öldürülmüş, asfaltların altına
gömülmüş ve kombinalarında kıyılıp hayvan yemi yapılmış’ veya ‘Ardahan ve Kars
Ruslara gizli şekilde satılmış. Kim satmış? 'Menderes Bey hükümeti satmış'
benzeri, insanın tüylerini diken eden acı iftiralar, önce gençliği sonra da
kamuoyunu yanıltan büyük bir propaganda atmosferi içerisinde yaşadık."
dedi.
Otoritenin bilinçli bir şekilde sarsıldığı ve halkın
müdahaleye açık bir psikolojiye getirilmeye çalışıldığı bir sürecin
hazırlandığının altını çizen Cinisli, "Devletin kanunu, anayasası ve gücü
önemini kaybetmişti. Vatandaş, devlet gücünün yerine gayrimeşru zorbalık olan
silahlı güce ve darbelere umut bağlamıştı çünkü o dönemden sonra Türkiye'deki
birçok darbe ordu vasıtasıyla yapıldı." ifadelerini kullandı.
Cinisli, söz konusu yıllarda Demokrat Partinin Türkiye için
önemli işler yaptığını vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Partinin 10 yıllık iktidar süresinde hiçbir iktidarın
yapamadığı kalkınmaya hız verilmişti. Ekonominin sıfır olduğu sırada bile
gelişmeler sağlandı ancak yaşanan darbe her şeyi altüst etti. Ordunun da en çok
kıyıma uğrağı darbe 27 Mayıs darbesidir çünkü general sayısı 263 iken 233'ü
emekli edilerek ordunun beyni koparıldı. Bunun yanında 1960'dan 1970'e kadar
kardeşin kardeşe kurşun yağdırdığı günler oldu ve 5 bin gencimiz toprağın
altına girdi."
"Yassıada, rejim ve hukuk açısından faciadır"
Darbeye maruz kalan Adnan Menderes ve pek çok insanın
hukuksuz şekilde yargılandığını aktaran Cinisli, adaletin adaletten bu kadar
uzak kalındığı bir dönem yaşanmadığını anlattı.
Eski parlamenter
Cinisli, şunları kaydetti:
"Yassıada, rejim ve hukuk açısından faciadır. Adının
yüksek mahkeme olmasına rağmen adıyla alakası olmayan, zulüm aracı olarak
kullanılan mahkeme sürecidir. Yassıada, halkın tepkisinden korkulduğu ve halkın
uğramayacağı yer olması için denizin ortasına kurulan bir adadır. Orada
yaklaşık 400 sanık rüşvet ve hırsızlık gibi suçlardan tutukluydu ancak bu
insanların hiçbirine bu suçlamaları hükmedememişlerdi. 'Ardahan ve Kars'ı
sattı, anayasayı çiğnedi' diyerek devlet suçlusu gösterdikleri iktidarı mahkeme
edenler, hukuki zeminde bulunamadılar. 'Partiyi halkın gözünde küçük düşürelim'
diye köpek, bebek, atın yediği ot gibi gülünç davalarla hesap görmek gibi akla
sığmayan iddiaları ortaya attılar."
"İdam sehpasında devlet sırrını söylemeyen devlet adamını
tanıdım"
Menderes'i aşağılamak için anarşist grupların vapurlarla
Yassıada'ya götürüldüğünü belirten Cinisli, kendisinin de hukuk öğrencisi
olması ve Demokrat Parti düşüncesine yakın olması dolayısıyla üç kere mahkemeye
seyirci olarak katıldığını söyledi.
Rasim Cinisli, Yassıada mahkemesine gitmek için geceden
kuyruğa girdiğini dile getirerek, sözlerini şöyle tamamladı:
"Orada elimize broşür verirlerdi ve salonda kimseyle
göz göze gelinmez, ses çıkarılmazdı. Mahkeme Başkanı Salim Başol azarlayarak
Menderes'i içeri davet etti ve 'İskenderun'dan yüklenen silahları kime
gönderdiniz' diye sordu. Menderes'in edepli şekilde, 'Efendim söyleyemem devlet
sırrıdır' cevabını vermesine karşın 'Söyleyeceksin, siz onları yükleyip
teşkilatlarına gönderdiniz ki Cumhuriyet Halk Partilileri öldürmek için değil
mi' diye ısrarlı sormasına rağmen Menderes, devlet sırrıdır diye söylemedi.
Sonra da anlaşıldı ki o silahlar o yıllarda Fransızlarla mücadele eden
Cezayirli mücahitlere gönderilmişti. O gün ben idam sehpasında devlet sırrını
söylemeyen devlet adamını tanıdım."
1960 darbesine giden yolun kilometre taşı öğrenci eylemleri oldu
Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamıyla
neticelenen 27 Mayıs askeri darbesine giden süreçte, 28-29 Nisan'da başlayıp
"555K" koduyla devam eden öğrenci olayları, darbenin en önemli
gerekçeleri arasında yer aldı.
27 Mayıs 1960 askeri darbesinin kilometre taşı kabul edilen
öğrenci olayları 28-29 Nisan'da İstanbul ve Ankara'da başladı. "555K"
koduyla Ankara'da düzenlenen iktidar karşıtı gösteriler, 21 Mayıs'ta Harp Okulu
öğrencilerinin de sokağa çıkmasıyla son buldu.
AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, Demokrat Parti'nin
1957 seçimlerinden de zaferle çıkması, CHP'nin de 178 milletvekili kazanması,
yeni bir sürece girilmesine neden oldu.
CHP, Mecliste sergileyemediği muhalefeti, basın,
üniversiteler ve sokak üzerinden yapmaya çalıştı.
Üniversitelerin bu süreç içerisinde aktif bir muhalefet
aracı olarak kullanılacağı sinyali ise Ulus gazetesi tarafından Atatürk'ün
Bursa Nutku'nun yayımlaması ile verildi.
Kamuoyunda CHP'nin bir yayın organı olarak bilinen Ulus
gazetesinin yayımladığı nutuktaki, "Türk genci, devrimlerin ve rejimin
sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır;
Rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en
büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, 'Bu memleketin polisi vardır,
jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır' demeyecektir. Hemen müdahale
edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini
koruyacaktır." ifadeleri ön plana çıkarılıyordu.
Ancak bu ifadelerin Atatürk'ün sürekli yanında olan gazeteci
Falih Rıfkı Atay tarafından kabul edilmemesi üzerine de bazı tartışmalar
yaşandı.
Bursa Nutku, Gezi Parkı olayları sırasında da AK Parti
aleyhine kullanılmıştı.
Irak'ta 1958 yılındaki kanlı hükümet darbesinin, CHP ve
basın tarafından sıklıkla işlenmesi, ihtilal söylentilerinin artması üzerine
Demokrat Parti tarafından bir tebliğ yayınlandı.
Tebliğde, "CHP, Irak olaylarını ele alarak TBMM’nin ve
hükümetin meşruiyetini ve istikrarını, şiddet yoluyla tahrip etmenin
mümkün, hatta gerekli olduğu kanaatini uyandırmaya sevk edebilecek çok
tehlikeli bir yola girmişlerdir. CHP’nin, TBMM’nin kudret, kuvvet ve
salahiyeti önünde hürmetkar ve itaatkar olması kanuni bir mecburiyettir.
Aksi halde gereken tedbirler alınacaktır." ifadelerine yer verildi.
"Haçlı İttifakı"na karşı "Vatan Cephesi"
Cumhuriyet Halk Partisince, muhalefette bir güç birliğinin
sağlanması için 14. Kurultayda yayınlanan ilk hedefler beyannamesinde bu
birliğin varmak istediği amaçlar 10 madde ile sıralandı.
Muhalefetin oluşturmaya çalıştığı güç birliğini Menderes,
"Haçlı ittifakı" olarak nitelendirdi ve bu birlikteliğe karşı
"Vatan Cephesi" kurulacağını açıkladı.
Vatan Cephesi'nce ülke genelinde ocaklar kurularak,
buraların Demokrat Partililere değil, vatandaşlara da açık olduğu bildirildi.
Tahkikat Komisyonu kuruldu
Uşak ile Kayseri'nin Yeşilhisar ilçelerinde "Polisin
halkın üzerine ateş ettiği", Uşak Valisi'nin olaylar sırasında
"İnönü'yü vurun" ifadesini kullandığı yönünde gerçeği yansıtmayan
haberler, iktidar ile muhalefet arasındaki çatışmayı daha da artırdı.
Ülkenin olağanüstü bir döneme girdiğini düşünen Demokrat
Partili vekiller, 3 aylık bir süre için 15 kişilik bir Tahkikat Komisyonu'nun
kurulmasına ilişkin önergeyi TBMM'ye verdi.
Bu önerge, "Kardeş kavgası çıkarılmaya çalışıldığı,
ordunun siyasete çekilmek için gayret edildiği, bazı gazete ve dergilerin yalan
haberlerle ülkenin geleceğini tehlike altına soktuğu" gibi gerekçelerle
TBMM'ye sunuldu.
CHP Bu komisyonu delil göstererek, Demokrat Parti'yi
"diktatörlüğe, tek adamlığa" gitmekle suçladı.
CHP Genel Başkanı merhum İsmet İnönü, Tahkikat Komisyonu'nu
için "Şimdi arkadaşlar, şartlar tamam olduğu zaman, milletler için
ihtilal meşru bir haktır." değerlendirmesini yapmıştı.
Tahkikat Komisyonu'nun kurulması kararının, TBMM'nin 27
Nisan 1960 tarihli oturumunda kabul edilmesinin ardından Ankara ve İstanbul'da
öğrenci olayları başladı.
İstanbul Üniversitesinde 28 Nisan 1960'da başlayan
gösteriler, güvenlik güçlerinin müdahalesi üzerine Beyazıt Meydanı'na taşındı.
Buradaki çatışmalarda İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi Turan
Emeksiz aldığı kurşun yarası sonucu öldü.
Askeri birliklerin olay yerine gelmesi üzerine öğrenciler
"ordu, gençlik el ele" sloganları atmaya başladı.
Öğrenciler protestolarını 29 Nisan'da da sürdürdü. 30
Nisan'da Sultanahmet Meydanı'ndaki gösteriler sırasında da Nedim Özpolat adlı
öğrenci hayatını kaybetti.
İstanbul'daki öğrenci gösterileri Ankara'ya da sıçradı. 29
Nisan'da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki gösterilerde öğrencilerle
güvenlik güçleri arasında çatışma çıktı ve bazı öğrenciler yaralandı.
Olaylar nedeniyle İstanbul ve Ankara'da sıkıyönetim ilan
edildi.
Ankara'da "555K" koduyla düzenlenen gösteri
Ankara'da 5 Mayıs 1960'da bir öğrenci grubu, ''555K'' yani
"5'inci ayın 5'inde saat 5'te Kızılay'da" koduyla gösteri düzenledi.
Başbakan Adnan Menderes, kendisine karşı eylem yapılan yere
giderek, eylemcilerin arasına girdi. O sırada bir genç Menderes'in boğazını
sıktı. "Ne istiyorsun?" diye sorduğu gençten, "Hürriyet
istiyorum" cevabını alan Menderes, "Bir başbakanın boğazını sıkıyorsun
bundan ala hürriyet mi var?" ifadesini kullandı.
21 Mayıs'ta da Harp Okulu öğrencileri sokağa çıktı ve Zafer
Anıtı'na kadar ''sessiz" yürüyüş yaptı.
CHP'li Birgit'in "olayları organize ettim" itirafı
O dönem CHP Beyazıt İlçe Başkanlığını yürüten gazeteci Orhan
Birgit, öğrenci olaylarını nasıl organize ettiklerini hem gazetelere verdiği
demeçlerde hem de TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nun sorularını
cevaplarken itiraf etti.
Birgit'in 8 Şubat 2009'da Vatan gazetesinde yayımlanan söyleşisinde
28-29 Nisan 1960 öğrenci olaylarına ilişkin, "28 Nisan 1960 olaylarını ise
itiraf ediyorum ki organize ettim. Perde arkasındayım o işin. Öğrencilerin
gösteri yapmasını istiyorduk biz. Ne yapacaklardı, 'Katiller, diktatörler' diye
bağıracaklardı, nümayiş yapacaklardı. Gelip aldılar beni. İhtilal Komitesi
Genel Sekreteri olarak sorguladılar." ifadelerini kullandı.
TBMM Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nda bu
itirafının sorulması üzerine Birgit şunları anlattı:
"Tahkikat Komisyonu kurulduğu zaman İstanbul
Üniversitesinde o hareketlenme oldu. Bizim ilçemizde de üniversiteli
arkadaşlar çoktu. Bunların içerisinde Alev Coşkun, doktor Nurettin Sözen,
ikisi de parlamentodan geçti ve Allah rahmet eylesin, öldü. Castro Nuri, Küba
hareketlerine özenen bir gençmiş ki o, Castro Nuri derlermiş ona... Bunlar
bana geldiler, dediler ki, 'Başkan biz bu nümayişlere katılmak istiyoruz.'
'Peki ne istiyorsunuz?' dedim, 'Hiçbir şey istemiyoruz, bize biraz ekmek gibi
şeyler sağlanabilir mi oradayken?' dediler. Onlar bir akşam kalacaklarını
zannediyorlarmış orada."
MBK'nin "DP'nin katlettiğini ileri sürdüğü öğrencilerin
cesetleri" bulunamadı
Milli Birlik Komitesi Basın Sözcüsü Albay Ertuğrul Alatlı,
27 Mayıs 1960 darbesinden bir hafta sonra yaptığı açıklamada, 28 Nisan 1960
öğrenci olayları sırasında DP iktidarı tarafından yüzlerce gencin
öldürüldüğünü, cesetlerinin de toz haline getirildiğini ileri sürdü.
Milli Birlik Komitesi'nin 4 Haziran 1960 tarihinde
gazetelerin manşetlerinde yer alan tebliğinde şu iddialara yer verildi:
"Cinayetleri yapanların kendi suçlarını örtmek,
cesetleri yok etmek için akla hayale gelmeyecek canavarca tedbirlere
başvurdukları anlaşılmaktadır. Şehitlerin gizli yerlere gömüldükleri, ıssız
yerlerdeki kuyulara atıldıkları, bir kısmının buzdolaplarına konulduğu ve bir
kısmının da hayvan yemi yapılan makinelerde kıyılarak toz haline getirildiği
hakkında korkunç haberler alınmaktadır. Cinayetlerin kısa zamanda meydana
çıkarılması ve canilerin ele geçirilmesi için sayın talebe velilerinin ve sayın
halkımızın resmi makamlara ve üniversite tahkik heyetlerine yardımcı olmalarını
rica ederiz."
Ancak yayınlanan bu tebliğ, kurulan araştırma komisyonları
ile, yapılan aramalar ve kazılara rağmen bahse konu cesetler bulunamadı.
Bunun üzerine Milli Birlik Komitesi'nce 11 Temmuz 1960'da
ikinci bir tebliğ yayınlanarak, "Üniversitelerin tatilde olmaları ile
cinayetler, mesullerinin almış oldukları tedbirler ve araştırmaların bir ay
kadar bir zaman geçtikten sonra başlamış olması, diğer cesetlerin bulunmasını
güçleştirmektedir. Sayın halkımızın ve idarecilerin bu husustaki bilgilerini
resmi makamlara ulaştırmaları rica olunur." çağrısında bulunuldu.