Türkiye'nin civarındaki güvenlik tehditlerinin tamamı henüz
bertaraf edilebilmiş değil. Sincar bu tehditler dizisinin bir parçası; ancak
son halkası olarak görülmemeli.
Zeytin Dalı harekatının sona yaklaşıldığı şu süreçte,
Türkiye gündemini yeni ve öncekiler kadar zorlu bazı gelişmeler bekliyor.
Türkiye'nin civarındaki güvenlik tehditlerinin tamamı henüz bertaraf
edilebilmiş değil. Sincar bu tehditler dizisinin bir parçası; ancak son halkası
olarak görülmemeli.
Zeytin Dalı sonrası dengeler
Zeytin Dalı harekatı (ZDH) sadece Türkiye'nin terörle
mücadelesine katkı sağlamakla kalmadı; harekatın sonunda, PKK/YPG'nin Suriye
üzerinden denize çıkabilmesi olasılığı ortadan kaldırıldı. PKK'nın Amanoslar
üzerinden Güney Anadolu'ya yaptığı sızmaların önüne geçilmesi sağlandı, ABD
desteği devam ediyor olsa bile YPG'nin zayıflığı ortaya çıktı ve İdlib'den
Cerablus'a kadar uzanan arazide muhaliflerin birleşik bir bölgede varlıklarını
koruyabilecekleri bir yapı oluştu. Bu sonuçlara pek çok taktik ve stratejik
boyut eklenebilir. Fakat tüm bu kazanımların ötesinde, Türkiye son derece
stratejik bir aracı tekrar ele geçirdi: Caydırıcılığın tesisi.
Kuvvet kullanma tehdidine ancak kaçınılmaz olduğunda
başvuran Türkiye'nin uyarılarının arkasında duracağı öngörüsü, uzun bir süre
boyunca ciddi bir caydırıcı etki yaratmıştı. Kıbrıs harekatı, 1990lı yıllarda
Kuzey Irak'ta yürütülen sınır ötesi operasyonlar, Abdullah Öcalan'ın Suriye'den
çıkarılmasını sağlayan 1998 süreci gibi örnekler, hem Türkiye'nin güvenliğini
sağlamak için uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarına başvurduğu hem de
kuvvet kullanabilme tehdidinin dahi etki yarattığı örneklerdi.
Bu bağlamda, 2011'den sonra, özellikle Irak ve Suriye
bağlamındaki gelişmelerde, Türkiye diplomasi sürecini devam ettirmek için
elinden geleni yapsa da kuvvet kullanma tehdidinde bulunmak zorunda kaldı.
Çoğunlukla "kırmızı çizgi"ler olarak adlandırılan hassas noktalar,
pek çok bölgesel ve uluslararası aktör tarafından test edildi. Üstelik, dürüst
olmak gerekirse, bu testlerin hepsi Türkiye'nin lehine sonuçlanmadı. Bazı
durumlarda bölgesel dengeler, bazılarında ise iç politik nedenlerle,
caydırıcılığın tesisi için gereken hamleler yapılamadı. Oysa önce Fırat Kalkanı
harekatı (FKH) sonra ZDH, Türkiye'nin şartlar ne olursa olsun güvenlik
tehdidini bertaraf edebilmek için kuvvet kullanma yoluna gidebileceğini ve
bunun sonucunda hedeflerine ulaşabileceğini gösterdi.
Elbette her iki harekat da sadece askeri operasyondan ibaret
değildi. Tersine, bir yandan diplomasinin, öte yandan da bölgesel ve yerel
siyasetin dengelerinin daha iyi okunması anlamına geldiği söylenebilir. Ancak
FKH'den sonra ZDH'nin de başarılı olması, Türkiye'nin bölgedeki gidişatı
doğrudan değiştirebilecek bir askeri güce ve bu askeri gücü kullanmaya yatkın
bir yapıya ulaştığını gösteriyor. İşte Sincar'da yaşanan gelişmeler bu düzlemde
okunmalı.
Suriye-Sincar-Kandil hattı
DEAŞ saldırıları sonrasında KDP'ye bağlı peşmergenin
Sincar'dan çekilmesi, PKK'nın bölgeye doğrudan yerleşmesinin önünü açan en
önemli gelişme olmuştu. O tarihten itibaren PKK Sincar'ı farklı amaçlarla
kullandı. İlk olarak DEAŞ'ın Sincar'da Yezidilere karşı gerçekleştirdiği
insanlık dışı uygulamaları kendisi için bir propaganda aracına dönüştürdü. Bu
süreçte, Sincar'daki Yezidilerin ABD'nin desteğiyle Suriye'ye ulaştırılmasında
oynadığı rol üzerinden uluslararası kamuoyunda ve Yezidiler arasında destek
bulmaya çalıştı.
İkinci olarak ise 2015 sonlarından itibaren, Sincar dağı ve
civarındaki bazı bölgeler DEAŞ'tan arındırıldığında, bölgeye KDP ile birlikte
yerleşti. Bu süreçte KDP ile PKK arasında Sincar üzerinden ciddi bir çekişme
yaşandı. Ancak bu dönemden itibaren bölge, Irak'tan Suriye'ye geçen PKK
militanlarının ana güzergahı (hiçbir zaman tek güzergah olmadı) haline geldi.
Nitekim, 2016 yılının ilk yarısında yoğun bir biçimde gerçekleştirilen PKK
militanlarının Suriye'ye gönderilmesi sürecinin sonunda, aynı yılın sonlarına
doğru, YPG DEAŞ'a karşı yaklaşık bir yıl süren Rakka operasyonu başlatabildi.
Yani bir anlamda Sincar, PKK'nın Irak ve Suriye'deki faaliyetlerini koordine
ettiği en önemli bölge haline geldi.
Aynı süreçte, Sincarlı Yezidilerden oluşan YBŞ adlı silahlı
grup bölgede etkinliğini artırmaya başladı. Bu süreçte Sincar KDP ve PKK
arasında yerel aracılar üzerinden yürütülen bir güç mücadelesine sahne olurken
Irak hükümeti doğrudan varlık gösteremiyordu. 2016 sonlarında Musul'da DEAŞ'a
karşı operasyon başlatılırken Haşdi Şabi'ye bağlı bazı gruplar Telafer
operasyonu bağlamında Sincar civarına yerleştiler. Bu süreçte Haşdi Şabi
KDP'nin desteklediği gruplarla yoğun anlaşmazlık yaşarken, YBŞ ile Haşdi Şabi
arasında uzun bir süre sorun yaşanmadı. DEAŞ'ın bölgeden çıkarılmasından sonra
ise Sincar, PKK'ya bağlı gruplar, KDP'ye yakın olanlar ve Haşdi Şabi'nin
bölgedeki Yezidiler arasında oluşturduğu yeni yapılanma arasında paylaşıldı.
Ancak ilçe merkezi ve civar köylerde durum böyleyken, dağ ve kritik geçiş
yollarının önemli bir kısmı PKK'nın denetiminde kalmaya devam etti.
2017 Ekim'inde Irak ordusunun IKBY'ye bağlı peşmergeleri
"tartışmalı bölgeler"den çıkarması sürecinde, bölgedeki güç dengesi
yeniden değişti. Her ne kadar Haşdi Şabi bölgede güçlenmeye devam etse ve KDP
gücünü büyük ölçüde yitirse de, PKK'nın ne görünürdeki varlığı azaldı ne de
örgüt sahadaki hareket alanını yitirdi. Tersine Sincar, örgütün uluslararası
propaganda faaliyetlerine sahne olmaya ve PKK'nın Irak ile Suriye arasındaki
stratejik bağlantı noktası olmaya devam etti.
PKK'nın Sincar'dan çekildiği açıklaması nasıl okunmalı
Öncelikle, bu kararın sadece terör örgütü tarafından
verilmiş kalıcı nitelikteki bir karar olduğu düşünülmemeli. Afrin'de büyük bir
darbe alan örgütün Sincar'dan çekiliyor görüntüsü vermesi taktik bir karar
olmaktan öte, yeni döneme dair önemli ipuçları sunuyor.
Afrin'deki başarısından sonra Türkiye'nin Münbiç üzerinde
oluşturduğu (şimdilik diplomatik düzeyde devam eden, ancak kolaylıkla askeri
nitelik alabilecek) baskı, PKK terör örgütünü yeni kararlar almak zorunda
bırakıyor. Örgütün Sincar'da elde ettiği konumu kaybetmesi, Irak ve Suriye
arasındaki bağlantısını kaybetmesine yol açar ki bu durum örgüt üzerinde tahmin
edilebileceğinden çok daha ağır bir etki yaratır. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
bir yandan Irak'ın kuzeyinde yürüttüğü askeri operasyonlarda vurduğu darbeler,
diğer yandan Münbiç'teki baskısı birlikte düşünüldüğünde, örgütün militanlarını
Sincar'dan tamamen çekmesi, 2011 sonlarından beri oluşturmaya çalıştığı
"Irak-Suriye stratejik lojistik hattı"nı kaybetmesi anlamına gelir ki
bu durum PKK'nın son 7 yılda Suriye'de izlediği stratejiyi altüst eder. Bu
nedenle, örgütün Sincar'dan çekildiğini iddia etmesinin sadece görüntüden
ibaret olduğu söylenebilir. Bir süredir örgütün öne çıkan isimlerinin zaten
Suriye'ye geçtiği düşünülecek olursa, örgütün görünürlük seviyesini düşürerek,
elde ettiği kazanımı korumayı hedeflediği ileri sürülebilir.
Irak ordusunun bölgeye girmesi ilk bakışta Sincar'daki
dengelerin değiştiğini düşündürebilir. Fakat bu konuda şüpheci olmakta fayda
var. Her ne kadar Bağdat, Irak'ın her noktasında yeniden kontrolünü ilan etmek
niyetinde olsa da, Haşdi Şabi ile YBŞ'nin 2017 Mayıs'ından beri izlediği
karşılıklı denge politikası hâlâ sürüyor. Üstelik yaklaşan seçim öncesinde,
Irak hükümeti ya da her zaman hükümetin kontrolünde olmayan milis yapılarının
kendi çıkarları çerçevesinde YBŞ'nin (dolaylı yoldan PKK'nın) yaşamasına izin
vermesi ihtimali de yabana atılmamalıdır. Özetle, PKK Sincar'dan çekildiğini
iddia etse de bu iddiayı doğrulayacak somut kanıtlar henüz
gözlemlenememektedir. En azından şimdilik, durum PKK'nın sadece görünürdeki
durumu değiştirdiği yönünde okunabilir.
Elbette, olan biteni sadece Sincar üzerinden okumak da doğru
olmayacaktır. PKK'nın Sincar'dan çekildiğini ilan etmesinden çok kısa bir süre
sonra, Suriye'de YPG'nin belkemiğini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin
(SDG) yerini “Suriye'nin Geleceği Partisi” adlı "yeni" bir oluşuma
bıraktığı görülüyor. Bu oluşum, PKK-YPG-SDG arasındaki bağları açıkça ortaya
koyan söylem ve sembollerden arınma çabası içinde olsa da, asıl itibarıyla
PYD'nin SDG'ye dönüşümünden çok da farklı değil. Muhtemelen, bu gelişmeyi,
Münbiç'in yeni bir adla ortaya çıkan başka bir oluşuma devredilmesi şeklinde
bir ABD önerisi izleyecektir.
Bu süreç, büyük ölçüde ZDH'nin neden olduğu yeni dengenin
bir ürünüdür. Ancak olası ABD-İran sertleşmesi, Irak'ta merkezi otoritenin
güçlenmesi ve Kuzey Irak'ta yaşanan siyasi ve ekonomik çalkantıdan bağımsız
düşünülemez. Bu nedenle, PKK'nın hem kendisi hem de türevleri ortadan
kaldırılmadığı sürece, Türkiye'ye yönelik tehditlerin azalmayacağı, sadece
görünür olmaktan çıkabileceği akılda tutulmalıdır.