Türkiye'nin başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı hem Suriye hem
de Ortadoğu açısından yürütülen hesapları baştan sona revize etme zorunluluğunu
doğurdu.
Zeytin Dalı Harekâtı boyunca rahatsızlığını gizlemeyen ancak
bir şey yapmaya da muktedir olamayıp, Türkiye'nin ilerleyişine mani olamayan
ülkeler öyle görünüyor ki artık ortak anlayışla ve işbirliği ile bundan sonraki
süreçte beraber olacaklar.
Suriye stratejisi görünürde "IŞİD'le Mücadele
Koalisyonu" adı altında yürütülse de gerçekçi olmak gerekiyorsa Afrin
sonrasında bu durum artık "Türkiye, Rusya ve İran'la Mücadele Koalisyonu"
formatına dönüştürülecektir.
Bunun sebebi gayet açık, uğruna neredeyse milyarlarca dolar
harcanan ve yüz yıldan uzun süredir uğraşılan Türkiye'nin bölünmesi projesi,
Afrin'in düşmesiyle artık çok büyük ölçüde hayal olmuştur.
Türkiye kendisini emniyet altına alan, dahası bölgesel
etkinliğini arttıran ve başarıyla taçlandırdığı Afrin hamlesini özellikle ABD
başta olmak üzere, Batı'ya rağmen gerçekleştirmiş, bunu da sır olmayan bir
durumla Rusya'nın desteği sayesinde sağlamıştır.
Bunun anlamı Türkiye ve Rusya'nın artık Ortadoğu'da
diğerlerinin oyunlarını bozmakla kalmadığı, hatta birbirlerine destek vererek
kendi tasarladıkları yeni bir süreci hayata geçirmeye koyulduklarıdır.
Pek tabi bu durumun vukuu bulmasının ana nedeni Astana
süreci gibi Suriye'de yeni bir alternatifin önce doğması ardından somut ve
sonuç alıcı seçenekleri ortaya çıkarmasıdır.
Bu satırların yazarı olarak Rusya'nın tutumuyla ilgili uzun
süredir ihtiyatlı bir tavır takınıyordum ancak İngiltere'de yaşanan ajan
zehirlenmesi olayı ve peşi sıra ABD ve Fransa başta olmak üzere çok sayıda
ülkenin Rusya'ya karşı geniş ölçekli bir diplomasi savaşı başlatmaları büyük
ölçüde şüpheleri gidermiştir.
Yaşanan böylesine büyük gelişmenin hemen akabinde ABD
Başkanının ucu açık bir tabirle Suriye'den askerlerini çekeceğini duyurması,
buna mukabil Fransa'nın Cumhurbaşkanlığı sarayında PKK/PYD'lileri ağırladıktan
hemen sonra Menbiç başta olmak üzere PKK/PYD kontrolündeki bölgelere asker
göndereceğini ilan etmesi Türkiye'nin "malum koalisyon" tarafından
hedef alınacağının göstergesi olmuştur.
Her ne kadar Fransa Cumhurbaşkanlığından yapılan resmi
açıklamada "Suriye'nin kuzeyinde herhangi bir askeri operasyon
öngörülmemektedir" denilse de, açıklamanın ilerleyen bölümlerinde
"Fransa, Suriye'nin kuzeydoğusunun güvenli bölge haline getirilmesinde (PKK/PYD
paravanı) Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) desteğini teyit etmiştir"
ifadesinin kullanılması kurgulanan oyunu açığa vurmaktadır.
Görünüşe göre ABD, Fransa ve usta bir diplomasi oyuncusu
olan İngiltere önümüzdeki süreçte yaşayacakları kayıpları gördüğünden Türkiye
ve Rusya karşısında ortak bir cephe kurmuş, farklı seçenek ve olaylarla iki
ülkeyi hedef alacak, sonra beraber hareket etmelerini engelleyici sonuçlar
almaya koyulacaklardır.
İstenilen ise "Suriye'nin kuzeydoğusu" olarak
tabir edilen, gerçekte Fırat Nehri'nin doğu yakasını içerisine alan sahada
önümüzdeki yakın süreçte "güvenli bölge" adı altında "PKK
devletini" yaratabilmektir.
Aynı üç ülke bölgesel partnerleri olan İsrail, Suudi
Arabistan ve Ürdün ile böylesi bir sürecin işletilmesi için çoktan yola
koyuldular bile.
Nitekim Zeytin Dalı Harekâtı'nın hemen öncesinde
"Suriye Sızıntıları" başlığı altında basına yansıyan bir iddiaya göre
11 Ocak tarihinde Washington'da ABD, İngiltere, Fransa, Ürdün ve Suudi
Arabistan temsilcilerinin bulunduğu gizli bir toplantı yapılmıştı.
Bu toplantının ana konusu Rusya ve Türkiye'nin bölgede artan
etkisi, Suriye'de yakaladıkları işbirliği zemininin katılımcı ülkelerin
çıkarlarına zarar verdiği idi.
İlk etapta alınan karar Rusya'nın bölgesel ve küresel
etkinliğinin kırılması için işbirliği yapılması ve bizi ilgilendiren kısmıyla
"ABD'nin tek başına hareket ederek Türkiye ile SDG'nin arasını bulmasının
mümkün olmayacağı, buna gücünün yetmeyeceği" kabulüydü.
Görünüşe göre Rusya'ya karşı ajan krizini bahane göstererek
birleşen ülkeler alınan karara bağlı olduklarını ilan etti.
Fransa ve Menbiç özelinde yaşanan gelişmelerse aynı ortak
kararın stratejik olarak geçerliliğini koruduğunu gözler önüne sermiştir.
Dolayısıyla ABD ve Fransa arasında Menbiç konusunda yaşanan
son gelişme birbirinden bağımsız olmayan, tam tersi birbirini destekleyen bir
"iyi polis-kötü polis" sürecinin Türkiye'ye karşı işletilmeye
başlanmasıdır.
Zira Menbiç konusu kendi halinde öyle bir boyut aldı ve
öylesine bir zemine getirildi ki burada Türkiye ile varılacak kararın, Fırat
Nehri'nin doğusu için bir model olarak kabul edileceği açıktır.
Daha önce Menbiç'i kendilerinin aldığını bu yüzden ne
olacağına da ABD'nin karar vereceği iddiasını kullanan ancak Zeytin Dalı
Harekatı sonrasında Türkiye'nin kararlılığını görerek "Menbiç bizim için
(Afrin sonrası) artık stratejik değil" çıkışı yapan ABD'nin eski Ankara
Büyükelçisi James Jeffrey'in, geride bıraktığımız günlerde "…Bir yanda
Türkiye, diğer yanda YPG'yle bir anlaşma yürütebiliriz ve herkes birbirinin
çıkar alanından uzak durur. Bu mümkün müdür bilemiyorum ama Türkiye'yle bu
çerçevede pazarlık yürütüyoruz." İfadelerini kullanması dikkatlerden
kaçırılmamalıdır.
Bu şartlar altında Türkiye kendi belirlediği hedeften ve
takvimden sapmadan terörle mücadeledeki bölgesel stratejisini sürdürmelidir.
Mesele bizim açımızdan milli güvenlik meselesidir ve
pazarlığa açılması söz konusu dahi olmayacaktır.
Dün Afrin'den sonra Menbiç'e de hareket edeceğimizi
söylerken pek tabi orada ABD askerlerinin bulunduğunu biliyor ve ABD'nin bize
söz verdiği gibi askerlerini bölgeden çekmesini beklediğimizi söylüyorduk.
Bugün ABD askerlerini çekeceği iddiasını öne sürerken, bu
kez Fransa askerlerini aynı bölgeye gönderebileceği iddiasında bulunuyorsa,
gerçekte bizim için değişen herhangi bir konunun söz konusu dahi olamayacağı
açıktır.
Menbiç'te hangi ülkelerin askerleri bulunursa bulunsun,
Türkiye kendi tezlerini uygulayacak kararlılıkla yoluna devam etmelidir.
İster Fırat'ın batısı, isterse doğusu olsun, nerede
bulunduğu yahut hedeflendiği önemli değildir; PKK terör örgütü her yerde
Türkiye açısından imhası zorunlu olan bir terör örgütüdür.
Türkiye'nin müttefiki olan ülkelerin bu durumu zor veya
zorunlu da olsa anlamaları ve kabullenmeleri gerekir.