BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

18 Aralık 2017 Pazartesi

SUUDİ ARABİSTAN'DA YAŞANAN SİYASİ KIRILMA

SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ

Yaklaşık olarak bir yıl önce Suudi Arabistan ve ABD arasında son derece soğuk rüzgârlar esiyor, iki ülke birbirini tehdit etmeye varıncaya kadar sert söylemlerde bulunuyordu.
Bunun ana sebebi ise 11 Eylül saldırılarında yaşamlarını yitiren ABD vatandaşlarının ailelerine, terör saldırısında dâhili bulunduğu ifade edilen Suudi Arabistan'a karşı ABD mahkemelerinde tazminat davası açılmasının sağlanmasıydı.

Bir önceki başkan Obama döneminde ABD Kongresi'nde "Terörizmin Sponsorlarına Karşı Adalet Yasası'nın" onaylanmasından sonra Suudi Arabistan, ABD'yi bu ülkede bulunan ve toplam varlığı 750 milyar doları bulan yatırımlarını geri çekmekle tehdit etmişti.

Zira ABD'nin "11 Eylül" tasarısını kabul etmesiyle Suudi Arabistan'ın ABD'deki 750 milyar dolar yatırımı tehlikeye girmişti. Çünkü yasanın hayata geçmesiyle beraber açılacak davalarda, tazminat teminatı olması nedeniyle Suudi Arabistan'ın varlıklarına el koyma ve dondurma hakkı bulunuyordu.

ABD, 11 Eylül'deki terör saldırılarında Suudi Kraliyet ailesine mensup bulunan bazı prenslerin El Kaide ve Usame Bin Ladin'e finansal destek verdiklerini tespit etmişti.
İki ülke nezdinde vukuu bulunan sorunlar Riyad cephesinde Yemen savaşının uzaması ve maliyetinin giderek daha külfetli bir hale gelmesi sebebiyle daha ciddi bir boyut almaya da başlamıştı.

Tazminat meselesi ABD ve Suudi Arabistan arasında son derece önemli bir krizin yaşanmasına sebep olmuşken, araya giren ABD'deki başkanlık seçimleri, belirli süreliğine yaşanan bu gerginliğin unutulmasına sebep oldu.

Ancak son derce dikkat çekici biçimde ABD Kongresi'nin, Suudi Arabistan'ın varlıklarına el koyma tehdidini fiili hale getirmesinin üzerinden çok geçmeden, Riyad'da kraliyet ailesinin ve ülkenin yönetiminin geleceği noktasında ilginç gelişmeler yaşanmaya başladı.

Normal şartlar altında Veliaht olma ihtimali diğer prenslerle kıyaslandığında oldukça düşük olan Kral Selman'ın oğlu Muhammed, bir gecede Veliaht olarak tayin edildi.
Yaşanan bu hızlı değişiklik Suud hanedanlığında öylesine fırtınalar yaratmıştı ki Riyad'da saray içi bir darbeyle Kral Selman ve oğlu Muhammed'in yönetimden uzaklaştırılacağı sıklıkla konuşulan bir mesele haline gelmişti.

Ne var ki aynı dönemde İsrail'in, Veliaht Prens Muhammed'e destek verdiği ve bunun için istihbarı ve askeri destek sağlamaya koyulduğu da ifade edilir olmuştu.

ABD'de yasalaşan ve Suudi Arabistan'ı açıkça hedef haline getiren 11 Eylül'le ilgili yasanın hayata geçmesi ve Suud hanedanlığında yaşanan derin görev değişikliğinin ardından dikkat çekici biçimde Suudi Arabistan'ın İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) üzerinden yakın ilişki içerisine girdiği gözlemlendi.

Üstelik Suudi Arabistan ve BAE ilave olarak Mısır'ın da aynı ortak koalisyonun içerisinde yer aldığı aynı dönemlerde konuşuluyorken, Trump'ın yeni Ortadoğu siyasetinde PKK/PYD terör örgütüne destek vereceği ve Müslüman Kardeşler'i terör örgütü olarak tanımlayacağı yorumları da gelmeye başlamıştı.

Trump'ın Suudi Arabistan'a yaptığı resmi ziyarette Kral Selman ve Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile beraber üzerine dünya haritasının tasvir edildiği beyaz bir küreye elini koyarak poz vermesi, Ortadoğu siyasetinde yaşanacak kırılmaların en önemli habercisiydi.

Tam da böylesi bir dönemde başını Suudi Arabistan'ın çektiği ve Mısır ile BAE'nin büyük destek verdiği Katar'a yönelik bir ambargo başlatıldı.

Gerekçe olarak da Katar'ın, sahip olduğu medya imkânlarını Ortadoğu rejimlerini tehdit edecek halk ayaklanmalarına yönelik kullandığı ve Müslüman Kardeşleri finansal olarak desteklemesiydi.

Bütün bunlar olup biterken İsrail, Katar'a yönelik başlatılan ambargodan memnuniyet duyduğunu açıkça ifade ediyor, ABD yönetimi ise Körfez ülkelerine yönelik büyük kapsamlı silah satışı gerçekleştiriyordu.

Suudi Arabistan, Suriye'de Türkiye ve Katar ile beraber geliştirdiği ortak stratejiden ayrıldığını gösteren somut adımları atmaya da bu süreç içerisinde hız vermiş, Suriye muhalefeti yerine PKK/PYD terör örgütünden yana pozisyon almaya başlayan bir görüntü vermiştir.

Ayrıca İsrail ile beraber Türkiye ve İran'ın Ortadoğu'daki etkisini kırabilmek adına Riyad yönetimi ortak bir projede bulunduğunu gözler önüne sermiş, dört parçalı sözde bir Kürt devletinin kurulmasını bölge siyasetinin öncelikleri arasına sokmuştur.

İlave olarak aynı günlerde İngiliz asıllı Suudi bir işadamı olan ve kraliyet ailesiyle yakın ilişkileri bulunan Othman al Omeir, ABD'ye giderek FETÖ elebaşısıyla buluşarak bir röportaj gerçekleştirmiş, bunun da gerekçesi olarak Türkiye'nin Katar'a verdiği desteğe karşılık atılan bir adım olduğu yorumu yapılmıştı.

Bu sürecin üzerinden çok geçmeden Irak'ta sözde bağımsızlık referandumu yapacağını açıklayan Barzani'ye İsrail açıktan destek verirken, Suudi Arabistan'ın Körfez İşleri'nden sorumlu Bakanı da Erbil'e giderek, Barzani yönetimine destek verdiklerini örtülü şekilde ifade ediyordu.
Sadece Barzani'ye değil, PKK terör örgütüne de destek olduğunu açıklayan İsrail'in hemen ardından, Rakka tiyatrosıyla şehrin bir kısmına giren PKK/PYD terör örgütünün arkasında bulundukları mesajını vermek üzere ABD'nin IŞİD'le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk ile beraber Suudi Arabistan'ın Körfez İşleri'nden Sorumlu Bakanı Sebhan da bu şehirde görülüyordu.

Ayrıca Suudi Arabistan'ın, PKK/PYD terör örgütüne yaşam ve sağlık malzemesi temin edilmesi konusunda geniş kapsamlı bir yardım fonunu devreye soktuğu Rakka'ya yapılan bu ziyaretin hemen ertesinde basına yansımıştı.

Bütün bu olan bitenler, bir yıl öncesinde birbiriyle son derece gergin olan ABD ile Suudi Arabistan'ın, bir çırpıda bölgeye yönelik siyasi hedeflerde yanı kümede buluştuklarını işaret ederken, aynı ortaklığa İsrail, Mısır ve BAE'nin de dâhil olduğu gözlerden kaçmamıştır.

Elbette Suudi Arabistan merkezli yaşanan bu hızlı dönüşümün bir başka mühim ayağı ise ülkede bulunan çok sayıdaki prens, üst düzey sivil ve askeri bürokrat ve bazı iş adamlarının tutuklanarak servetlerine el konulması olmuştur.
Böylelikle Ortadoğu siyasetini tümüyle İsrail ve ABD yanlısı bir çizgiye oturtmak isteyen Veliaht Prens Muhammed'in kraliyet tahtına doğru uzanan yoldaki tüm engeller de kaldırılmıştı.

Her çevrede büyük yankı uyandıran bu gelişmenin üzerinden çok geçmeden, önce ABD Başkanı Trump'ın damadı ve danışmanı olan Jared Kushner'in Suudi Arabistan ve İsrail gezisi yaptığı görülürken, yaşanan bu gelişmenin hemen akabinde Mısır'ın Sina Yarımadasında bir camiye yönelik terör saldırısı düzenlenmiş, bunu takip eden günler içerisinde de Trump, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdıklarını ilan etmişti.

Türkiye'nin ev sahipliğinde ve öncülüğünde düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesine neredeyse yok denilecek bir seviyeyle katılım gösteren Suudi Arabistan, İsrail'in Kudüs'ü alma ve Filistinlileri Sina çöllerine gönderme projesinde taraf oldukları kuşkusunu her yönüyle kuvvetlendirmişti.

Nitekim İİT zirvesinin ve zirvede Doğu Kudüs'ün Filistin'in başkenti olarak tanınması kararının hemen akabinde Suudi Arabistan'ın yarı resmi medya organlarından olan Ukaz gazetesinin Kandil'de PKK'lı Rıza Altun'la röportaj gerçekleştirmesi dikkatlerden kaçmamıştır.

Sonuç olarak Suudi Arabistan giderek artan bir hızla Türkiye ile arasına mesafe koyan, İslam dünyasındaki bölünme ve ayrışmaları destekleyen, İsrail'in bölgesel politikalarına ortak olan bir pozisyona kesin biçimde giriş yapmıştır.

Türkiye'nin önümüzdeki dönemde Suudi Arabistan'da yaşanan bu hızlı dönüşümü iyi analiz ederek, milli güvenliğimize yönelik yaratılan tehditlerin farkında olarak hareket etmesi elzemdir.

Zira Suudi Arabistan'ın yaptıkları giderek artan bir etkiyle Türkiye'nin milli bütünlüğüne tehdit oluşturan, etkisi büyük olan ya da olacak seviyeye doğru gitmektedir.

İSMAİL ÖZDEMİR / ORTADOĞU GAZETESİ-2017-12-18 08:58:29
google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html