Biz Kurban Bayramı’nı idrak ederken bazılarının çift taraflı
istismar üzerinden hükümete, dindar muhafazakâr çevrelere yüklendiğini gördünüz
mü?
Bizler kanı ve eti hiçbir şekilde Allah’a (cc)
ulaşmayacağını bildiğimiz ancak “samimiyetimiz”in ve takvamızın O’na
ulaşacağını umarak kurban keserken bazılarının İstanbul Sözleşmesi üzerinden
kadına yönelik şiddet meselesini istismar ettiğini gördünüz mü?
Ekranlarda, klavye başında İstanbul Sözleşmesi’nin
kaldırılma ihtimalini istismar edenlerin aynı zamanda KADEM’i de istismar
torbasının içine atıp çift taraflı ve yüksek düzeyli infial için çaba sarf
ettiğini fark ettiniz mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yıldan fazla bir zaman önce
İstanbul Sözleşmesi için “Nas değil” demesiyle başlayan süreçte AK Parti Genel
Başkan Vekili Numan Kurtulmuş “Gerekli düzenlemeler yapılarak kaldırılabilir”
açıklaması yaptı. Böylece tartışmada yeni bir aşamaya geçildiği muhakkak.
İstanbul Sözleşmesi üzerinden “muhafazakâr kesimin bazı
unsurları”nın hükümete yüklendiği malum. Burada iki eleştiri konusu var.
Birincisi eşcinselliği normalleştirme olarak algılanan
sözleşmenin 4’üncü maddesi üzerinden eleştiriler.
İkincisi, sözleşme ile ilintili olan 6284 sayılı yasanın
bazı uygulamalarında “erkeklerin mağdur olduğu” yönündeki eleştiriler.
Bu eleştirilerin haklılık payı olabilir. Ancak hem sözleşme
hem yasa “Kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik çabanın” ürünü. Sadece kadına
karşı değil, çocuğa, dezavantajlı kesimlere karşı şiddete karşı da düzenlemeler
içeriyor.
Ne var ki İstanbul Sözleşmesi bazı kesimler tarafından da adeta bir
cephe unsuru olarak kullanılıyor. Yani LGBT lobisi başta olmak üzere birtakım
marjinal gruplar sözleşmenin bazı maddelerini sonuna kadar istismar ediyor,
lobi faaliyetlerine dayanak yapıyorlar.
Bu arada “ailenin tehlikeye girdiği”ni savunan çevreler hem sözleşmeye
hem yasaya karşılar.
Bunu da anlamak mümkün.
Ne var ki anlayamadığımız husus, hem sözleşme hem KADEM hem
de yasa üzerinden farklı çevrelerin hükümete yönelik eleştirileri.
LGBT çevreleri, sözleşmeyi lobi faaliyetlerine dayanak
yapıyordu. Sözleşmeden çıkılması ihtimali üzerine ortalığı birbirine katmaya
başladılar.
Sözleşmenin bir “nas olmadığı”nı söyleyen Cumhurbaşkanı
Erdoğan. Kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik toplumsal farkındalık için
çabalayan bir KADEM.
Dahası 6284 sayılı yasanın bazı maddelerinin “yanlış
uygulandığı” yönündeki hukuki yorumlar.
Tartışılabilir, konuşulabilir. Ancak istismar edildiği
muhakkak.
İstanbul Sözleşmesi’nden Polonya çekildi. Yakın gelecekte
Türkiye’nin de çekilmesi söz konusu. Ancak dev sermaye çevrelerinin bile bir
anda sözleşmenin tartışmaya açılması üzerinden muhalefetine şahitlik ediyoruz.
Peki, soru şu: Aslolan sözleşme mi ya da yasa mı yoksa kadına
karşı şiddetin önlenmesi mi?
Geçtiğimiz gün AK Parti Kadın Kolları Başkanı Selva Çam seri
tivitler attı. Özetin özeti şu: “Kaldıralım sözleşmeyi. Kaldırdığımızda
göreceğiz ki kadına karşı şiddet bitmeyecek.”
KADEM Başkanı Saliha Okur da, “Biz sadece hukuki metinlerle
şiddet sarmalından kurtulamayız.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılabilir. Bu,
dünyanın sonu değil. 6284 sayılı yasada düzenlemeler yapılabilir” diyor.
KADEM’in tek endişesi, “Algı olarak yasanın uygulanmasında bir ihmal olma
ihtimali.”
İstanbul Sözleşmesi kadına karşı şiddetin önlenmesi
meselesini uluslararası bağlayıcı bir düzenleme olmakla birlikte Türk aile
hayatını tehlikeye düşürme ihtimali olan bir sözleşme olarak da eleştiri
konusu.
Peki, sözleşmeden çıkılırsa ne olur?
Bence hiçbir şey olmaz. Tek bir şart ile. O da mevcut
yasanın açıklarının tadilatı. Yani burada erkeğin de mağduriyetini giderici
düzenleme şart. Ve özellikle aile, aile bireylerinin hakları konusu da...
TÜRGEV Başkanı Fatmanur Altun ise seri tivitler atarak
tartışmaya katıldı. Özetin özeti şu: “Esas olan, kadına karşı şiddeti
bitirmektir.
İstanbul Sözleşmesi bu noktada yetersiz kalmıştır.”
Biz kadına karşı şiddeti bitirmek için var gücümüzle
çalışmalıyız ki sözleşmenin de ötesine geçelim. İstanbul Sözleşmesi her ne
kadar kadına karşı şiddeti önlemeyle ilgili olarak kaleme alınmış olsa da
zamanla LGBT lobisi tarafından istismar edilmiştir.
İstanbul Sözleşmesi’ni kalkan yaparak LGBT ideolojisinin
dayatılması ise asla kabul edilemez.
Son iki yıldır özellikle bazı CHP’li belediyelerin LGBT
lobiciliğine soyunması da dikkate değer doğrusu.
Kadına karşı şiddeti önlemenin birinci yolu sanırım insan
olmaktır.
Tartışmaya devam edeceğiz.
LGBT'li sapkınlar için üstü kapalı teklif! CHP istedi, AK Parti ve MHP reddetti
CHP’lilerin İBB’de 'Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Şube
Müdürlüğü' kurulmasına ilişkin teklifi, AK Parti ve MHP’li meclis üyeleri
tarafından reddedildi. AK Partililer, “Burada LGBT savunulmaktadır. CHP
yönetiminin aile yapımızı parçalamasına izin vermeyiz” diyerek tepki gösterdi
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) CHP grubunun geçtiğimiz
aylarda meclis gündemine taşıdığı 'Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Şube
Müdürlüğü'nün kurulmasına ilişkin karar, Hukuk-Sosyal Hizmetler, Bağımlılıkla
Mücadele ve Rehabilitasyon, Kadın Aile ve Çocuk Komisyonu’na havale edilmişti.
Komisyon İBB Mart Ayı 2. Bileşeninde kurulması istenen müdürlükle ilgili
kararını açıkladı. Hazırlanan raporda, yeni kurulmak istenen Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Şube Müdürlüğü’nün yönetmeliğinde sayılan görevlerin Kadın ve Aile
Hizmetleri Şube Müdürlüğü görev alanında olduğu belirtilerek yeni müdürlük
kurulması talebi reddedildi.
Komisyon raporunda müdürlük kurulmasının reddedilmesi
üzerine CHP’li meclis üyeleri kadının toplumdan ayrıştırılmaya çalışıldığını
iddia etti. Bunun üzerine açıklama yapan AK Partili meclis üyeleri, “Toplumsal
cinsiyet eşitliği kadınla ilgili bir kavram değildir. Burada bir şey saklanarak
kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlar. Bu müdürlüğün kurulması LGBT’nin
savunulmasıdır. İstanbul’da birkaç defa teşebbüs edilip de LGBT’liler
tarafından yapılamayan eylemler oldu. Gökkuşağı renklerine bürünülerek birtakım
şeyler yapılmak istendi. Şimdi de belediye eliyle bu işler yapılmaya
çalışılıyor” diye tepki gösterdi.
'İzin vermeyiz'
CHP’nin kadın haklarının korunmasında samimi olmadığını
ifade eden AK Partili üyeler, “Toplumumuz bunu asla kabul etmez. Gelenek ve
örfümüzle bağdaşmamaktadır. Toplumumuzdan bunu saklamaya çalışıyorsunuz ancak
biz buna müsaade etmeyiz. Taksim’de açılan pankartları biliyoruz. Aileyi yok
etme çabalarınızı da çok iyi biliyoruz. Türk aile toplumunu bölme ve
parçalamanıza izin vermeyeceğiz” dedi.
Tecavüzcüsüne ‘tecavüzcüsün” diyemeyen “lâl” olmuş diller
Senin takımın, benim takımım oluyor. Olsun da. Senin partin, benim partim oluyor. Tabii olan da bu.
Senin görüşün, benim görüşüm oluyor. Tabii ki olsun da. Ama insanız. İnsani değerler, asgari müşterekler diye bir şey de var. Yoksa yok mu?
Ahlak diye bir şey var insana ait. Şu dinden, bu dinden olmasına gerek yok bir insanın ahlaklı olması için. Ya da şu milletten, bu milletten olmasına da.
Ahlakî değerler üç aşağı beş yukarı kadim bütün dinlerde, bütün toplumlarda, milletlerde benzerlik gösterir.
Ama örselenmiş dünyanın, kuralsızlaşmış yaşamlarında ahlakın bir karşılığı yok artık.
Daha da kötüsü, ahlaksızlığı kimin yaptığı üzerinden tartışma biçimi…
Senin ahlaksızın, benim ahlaksızım, senin terbiyesizin benim terbiyesizim ayrımı da yapılmışsa artık…
Evet burada “tuz kokmuş”tur. Asgari müşterekler tükenmiştir.
Toplumsal mutabakat, uzlaşma, birlikte yaşama kültürü uçurumun kenarındadır.
TECAVÜZCÜSÜNÜ KORUYAN AHLAKSIZLAR
Benim tecavüzcüm, senin tecavüzcün olur mu Allah aşkına?
Ama oluyor..!
Son vakayı biliyorsunuz. HDP Mardin Milletvekili Tuma
Çelik’in Mardin Midyat’ta bir kadına tecavüz ettiği iddiası, haberi ne derseniz
deyin, rezillik, ahlaksızlık.
Peki bu rezilliğe ilk tepkiyi vermesi gereken kadın
dernekleri, sivil toplum örgütleri nerede?
Biliyorsunuz olay patlak verdiği andan itibaren HDP
çevreleri, CHP çevreleri, sol sivil toplum çevreleri “lâl” olmuş durumda. Sus
puslar.
Geçmişte “Şucu, bucu” ya da “Şu vakıf, bu vakıf” diyerek ve
orada yaşanan rezillikleri dillerine dolayıp da bugün lâl olduklarını görünce
iki yüzlülükleri ortaya çıktı, yine.
Bir vakıftaki (ENSAR) bir rezil adamın işlediği cürüm
üzerinden tüm vakfı, hatta vakıf üzerinden bütün dindarları “tecavüzcü” ilan
edenlerden söz ediyorum.
O vakıfın mütevellisi o rezil herifin en ağır ceza alması
için mahkemede müdahil olmuştu. En ağır cezaya çarptırılması için de sürecin
takipçisiydi.
O haldeyken bile, sosyal medyada her fırsatta o hadise
hatırlatılıp tüm inananları “tecavüzcü” ilan eden müptezeller vardı, hala var.
CHP’si, HDP’si, sol sivil toplum kuruluşları, koca koca unvanları koca koca isimleri
olanlar da o müptezeller gibi davrandı, hala davranıyor.
Tuma Çelik’in “tecavüz” iddiaları üzerine HDP’den istifa
etmesi bile o çevreleri harekete geçiremedi.
Tecavüzcüye, “Tecavüzcü” diyemediler. Her şeyi ama her şeyi
“kötücül” muhalefet için istismar eden, araçsallaştıran bu sorunlu kafa, “benim
tecavüzcüme laf söyletmem” edasında.
Sahi “perdeleme” işinde uzman olan bazı dijital medya
merkezleri Tuma Çelik meselesini ört bas etmek için bakalım hangi asparagası
patlatacak? Merakla bekliyoruz.