ABD aslında başlangıçta INF Anlaşması’yla Rusya’nın füzelerinin üretilmesini önlemeyi amaçlıyordu. Dolayısıyla bu anlaşma, o zamanlar böylesine bir tehdit haline gelen Çin’i kapsamıyordu.
Yazılı kısmı 5200 seneyi geçen insanlık tarihinde savaşsız geçen süre yaklaşık 200 senedir. Bu da şu demek: Tarih, aslında çoğunlukla savaşların tarihidir. Nitekim gerek dünyada, gerek Türkiye’de tarihte ve tarih derslerinde sosyal konulardan daha çok savaşların anlatıldığı iddia edilir. Bu fikir doğru kabul edilirse ortaya çıkması gereken durum şu: Müfredatlar, savaşın ne olup olmadığını Dünya’da da Türkiye’de de bütün bireylere öğretmektedir. Peki gerçek öyle mi? Gerçekten de biz savaşları ne kadar idrak edebiliyoruz? Savaşların başlangıcı olan siyaset ve sürdürücüsü olan orduların ve donanmaların (Bundan sonra makalenin geri kalanında “ordu” ve “donanma” kavramlarının toplamı için “Silahlı Kuvvetler” kavramı kullanılacaktır) en vurucu gücünü tam olarak anlayabilmiş miyiz? Silahlı kuvvetler, sadece savaşmak için mi vardır? Yoksa aslında savaşmadığımız zamanları da mı “silahlı kuvvetler” bize temin ediyor? Yani “barış” şartları altında oturmamız, bize barışın mı, yoksa savaşın sonucundaki bir anlaşmanın getirmiş olduğu bir lütuf mu?

Harita: Dünyada ordular tarafından tesis edilmeyen “barış bölgeleri” kırmızı çerçeve içinde (Harita, http://cografyaharita.com adresinden temin edilerek düzenlenmiştir).
Dünyada kutup bölgeleri hariç hemen hemen her yer, orduların koruduğu güvenlikli bölgelerdir. Yani bu aslında şu anlama geliyor. Barış için silahlı güçlerin varlığını istemeyen ve ortadan kalkması gerektiğini savunan herhangi bir kimse, güvenliğini orduların sağladığı bir alandan bu ifadesini sarf etmiş oluyor. Diyelim ki bir kimse, silahlı güçlere karşı olarak bu ifadesini “asker karşıtı biri olarak silahlı güçlerin korumadığı bir bölge”de yapmak istiyor. Bu durumda bu kişinin isteğini gerçekleştirmesi için ya kuzey kutup bölgesine, yahut güney kutup bölgesine gitmesi gerekiyor. Fakat çok yakın bir gelecekte de buzulların erimesiyle buralar da tamamen askerî bölgeler haline gelecek. Buraların “donanma yürüyecek” hale gelmesi ve bunun için de “buz kırma gemileri” ile mücehhez deniz güçlerinin buralarda “cirit atması” yakın gelecekte muhakkak, ki buna Rusya başladı bile. Buradan şu sonuç çıkıyor: Her türlü silahlı gücün ortadan kalkmasını isteyen herhangi bir fikir sahibi, bu ifadelerini silahlı güçlerin muhafazasını sağlamadığı bir alandan yapmak gibi bir ideale sahipse, bunu dünyanın dışından yapması gerekecek. Bu da şu anda mümkün değil, çünkü SLV adını verdiğimiz teknoloji, tamamen askerî teknolojinin üzerine inşa edilmiş vaziyettedir.
Buradan çıkan bir diğer sonuç şudur: Savaşların olmaması veya silahlı güçlerin yok olmasını istemek, hastalıklara karşı bir tepki olarak hastaneleri kapatmaya benzer. Sorun ortadan kalkmayacağı gibi, sorunlara karşı tek çözüm yönteminden de feragat edilerek tamamen savunmasız kalınmış olur. Yeryüzündeki bütün konforun (ve tabi bütün üzücü durumların) yaşandığı yerler, aslında güvenliğini bir silahlı gücün sağladığı ve bir savaşın sonunda yapılan anlaşma ile savaşın üzerine inşa edilmiş barış alanlarıdır. Örneğin şu anda üzerinde bulunduğumuz ülkemiz, İstiklal Harbi’nin tesis ettiği bir barışı yaşamaktadır. Fransa II. Dünya Savaşı’nın tesis ettiği bir barışın üzerinde oturmaktadır vs.
Buradan “Dolayısıyla silahlı kuvvetler her zaman var olmalı ve savaşmalıdır” sonucu çıkmaz. Ama “Savaş için de, barış imzalayabilen taraf olmak için de, imzalanan bu barışı korumak için de silahlı kuvvetlere ihtiyaç vardır” sonucu rahatlıkla çıkabilir. İdeal olan savaş değil, mecburî bir durum olan savaşın ardından, ortaya kalıcı ve insanlığın yararına bir barış koyabilmektir. Sanırım okullarımızda öğretilmeyen, ama öğretilmesi gereken en temel tarih bilgisi bu olmalı. Şimdi makalemizin asıl konusuna girelim. Bu savaşlar için en belirleyici sonuca sahip olan silah nedir?
Dünyanın en caydırıcı silahı olarak “Nükleer silah”ın tanımı
Dünyada orduların ve donanmaların etkisini anladığımıza göre artık bu silahlı kuvvetlerin “en vurucu” ve “en kritik” silahlarına geçebiliriz.Silahlar, kullanım amaçlarına göre teknik silahlar, taktik silahlar ve stratejik silahlar şeklinde tasnif edilebilir. Kesin olarak ifade edilemese de teknik bazlı silahlar daha çok basit ve “1 personeli devre dışı bırakan” silahlar iken, taktik silahlar bir kerede “1’den fazla personeli devre dışı bırakan” bir konsepte sahiptir. Stratejik silahlar ise bütün bir silahlı kuvvetleri, hatta bütün bir ulusu savaş esnasında “devre dışı bırakabilen” özelliğe sahiptir. Daha iyi anlaşılması için bunlara örnek verelim: Teknik silahlar, beylik tabancası, makineli tabanca vs.; taktik silahlar ANKA “Taktik” İHA, T-129 ATAK Taarruz-“Taktik” Keşif Helikopteri vs. gibi silahlardır. Stratejik silahlar ise bir savaşı sonlandırabilecek kadar büyük bir etkiye sahip olan silahlardır. Örneğin B-52 “Stratejik” Uzun Menzilli Ağır Bombardıman Uçağı veya nükleer başlık taşıyan “Kıtalararası Balistik Füze (ICBM-Inter-Continental Ballistic Missille)”.
Bu tasniften de anlaşılacağı üzere “savaş bitirici” özelliği ile “nükleer başlık taşıyan kıtalararası balistik füzeler “stratejik&rdqurdquo; silah konumundadır. Şimdi kısaca bu “dehşet verici” silahın kısa mazisine bakalım. Bunun için de önce bu silahın temel fırlatma prensibi olan “balistik füze” konseptine göz atalım. Dünyadaki ilk “balistik füze”, II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından geliştirilmiştir. Almanlar konvansiyonel harp başlığını taşıması için önce araziye paralel seyreden “seyir füzesi” olan Vergeltunswaffe-1 (İntikam-Silahı-1)’i icad etmişler, ardından yerden dik bir açıyla gökyüzüne doğru fırlayan ve yay şeklinde parabolik bir rota takip eden yeryüzündeki belirli bir hedefe inerek parabolik bir rota takip eden Vergeltunswaffe-2 (İntikam-Silahı-2)’yi geliştirmişlerdir. Bu silah, tarihteki “ilk balistik füze” olup, günümüzde dünyanın en tehlikeli silahı olan “nükleer silah”ların başlıca taşıyıcısı durumundadır. Almanlar bu silahla İngiltere, Fransa ve Belçika üzerinde “geniş kitlelerde dehşet uyandıracak” bir etki yapmıştır. Fakat “balistik füze”nin icad edilmesi ve daha sonraki yıllarda nükleer başlığın bu silahın üstüne oturması, II. Dünya Savaşı sonuna yetişememiştir. Savaş sonunda Almanların bu silahlarını, projelerini ve mühendislerini iki ülke ele geçirmiştir: ABD ve Rusya. Dolayısıyla bugün bu iki ülkenin en büyük iki nükleer güç fırlatan füze teknolojisine sahip olması, bir tesadüfün sonucu değildir. Nitekim ABD, o sırada balistik füze teknolojisine sahip olmadığı için geliştirmiş olduğu nükleer silahları, yani o dönemki “atom bombaları”nı Japonya’nın iki şehri olan Hiroşima ve Nagazaki’ye uçaklar vasıtasıyla atabilmiştir. Dolayısıyla ilk kullanımı itibariyle uçaklar aracılığıyla hedefe bırakılan nükleer silahlar, bu özelliğini hala korumaktadır. Fakat artık temel angajman yöntemi, nükleer başlıkların hiçbir personel zayiatına sebep olmayacak şekilde balistik füzeler ile fırlatılması olmuştur. Fakat ilk ve son defa kullanıldığı 1945 yılından günümüze değişen tek şey fırlatılma mekanizmaları değil, aynı zamanda nükleer başlığın niteliği de olmuştur. 1945’te kullanılan nükleer silahlar birer “atom bombası” iken; günümüzde kullanılan nükleer silahlar “termonükleer başlık/hidrojen bombası” olmuştur. Atom bombasından termonükleer bombaya geçiş ile nükleer silahlar etkisini yaklaşık 20 kat daha arttırmıştır.
Bu hususu kapatmadan şunu da belirtmek gerekir ki günümüzde nükleer silahlar iki farklı şekilde görülmektedir. Biri uçaklardan atılabilen ve “bomba” özellikli silahlar, ikincisi ise bir balistik füze tarafından “harp başlığı” şeklinde hedefe fırlatılan silahlar. Biz bu makalede “nükleer silah” tanımı içinde daha çok bu ikinci versiyonu irdeliyoruz.
Dünyada nükleer silah (nükleer harp başlığı) sahibi güçler
Bir diğer önemli soruya geçelim. Dünyada bu zor ve uzun süreçleri aşmış ve nükleer silah sahibi olmuş kaç devlet vardır? Herhangi bir diplomatik masaya diğerlerinden “daha ağır” bir şekilde oturacak olan bu 9 devlet şunlardır:- ABD
- Rusya
- İngiltere
- Fransa
- Çin
- İsrail
- Kuzey Kore
- Hindistan
- Pakistan
Nükleer angajman konsepti ve savunma
Nükleer silahlar, üç farklı platformla kullanılabilir:- Uçak
- Balistik Füze
- Seyir Füzesi
Nükleer silahların fırlatılmalarını sağlayan bir diğer platform, balistik füzelerdir. Bir haznenin içerisinde yanan yakıtın oluşturduğu itki gücü sayesinde havalanarak kimi zaman atmosfer içinde, kimi zaman ise atmosfer dışında parabolik bir ivme takip ederek uçuşunu yay çizer gibi tamamlayan bir roketin başına yerleştirilen nükleer harp başlığından müteşekkildir.
Nükleer savaşın gelecekteki en problemli çözüm gerektiren meselelerinden biri de, bir nükleer harp başlığının takıldığı seyir füzeleridir. Seyir füzeleri, balistik füzelerden farklı olarak uzaya doğru çıkmadan, yeryüzüne karşı alçak bir irtifa kazandıktan sonra yer küreye paralel bir şekilde seyreder. Bu özelliği ile gökyüzüne doğru yükselen balistik füzelerden farklı olarak radarlara karşı engebeli arazinin perdelemesinden istifade eder.
