![]() |
Tamer Ashraf |
4-6 Mart günleri arasında ABD’deki en etkili Yahudi kuruluşu
olan Amerika-İsrail Kamu İşleri Komitesi’nin (AIPAC) 2018 yılı konferansı icra
edildi. Yaklaşık 18 bin kişinin dinleyici olarak katıldığı konferansa Amerikan
ve İsrail siyasetinden çok sayıda önemli isim de iştirak etti. Amerikan
yönetiminin Başkan Yardımcısı Mike Pence, BM Daimi Temsilcisi Niki Haley, Tel
Aviv Büyükelçisi David Friedman tarafından temsil edildiği konferansa, Demokrat
Parti ve Cumhuriyetçi Parti’den de pek çok senatör katılarak, Amerikan’nın
İsrail’e desteğinin süreceğini bildiren konuşmalar yaptı. İsrail tarafından ise
Başbakan Benjamin Netanyahu, İsrail’in Washington Büyükelçisi Ron Dermer ile
muhalefeti temsilen İşçi Partisi lideri Avi Gabbar ve İşçi Partisi’nin eski
lideri Isaac Herzog konferansa katıldı.
Konferansın bu yılki ana teması, İran nükleer anlaşmasının
bölge ve dünya için potansiyel tehlike olduğu ve iptal edilemese bile en
azından yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine dair mesajlardan oluşuyordu. Bu
mesajlar AIPAC’in anlaşmanın imzalandığı 2015 yılından beri sürdürdüğü tutumla
uyumluydu. Bu yılki konferansı öncekilerden farklı kılan ise Trump’ın yönetime gelmesiyle
ABD’de değişen siyasi konjonktürde AIPAC’in İsrail-Filistin sorununun halli
için “iki devletli çözümü” destekleyen yegâne kuruluş olarak kalması ve bu
nedenle pek çok İsrailli siyasetçi tarafından boykot edilmesiydi. Hatta bu
gerekçeyle bazı İsrailli sağcı milletvekillerinin AIPAC’in mevcut pozisyonunu
eleştirdiklerine ve iki devletli çözüm söyleminden vazgeçmesini talep
ettiklerine dair haberler konferanstan önce basına yansımıştı. Benzer bir tutum
da Batı Şeria’daki yerleşim bölgelerinin ve hükümetin yerleşimcilere yönelik
politikalarının savunucularından olan Samara Bölge Konseyi başkanı Yassi
Dagan’dan geldi. Bu bölgelerde siyasetçilerden bile daha etkili olduğu bilinen
Dagan, AIPAC yönetimine bir mektup yazarak uygulanan barış yanlısı politikalardan
duyduğu rahatsızlığı bildirmişti.
Daha da tuhaf olanı ise iktidardaki Likud Partisi ile
koalisyonun diğer ortaklarından bazı önemli siyasetçilerin, aynı tarihlerde
ABD’de olmalarına rağmen, AIPAC konferansı yerine, üç blok ötede (yerleşimlerin
teşvik edilmesini destekleyen ve bu konudaki en önemli çatı kuruluş olan) Yesha
Konseyi ile Stratejik İşler Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği alternatif bir
etkinliğe katılmayı tercih etmiş olmalarıydı. Likud’un önemli isimlerinden
Enerji Bakanı Yuval Steinitz, milletvekilleri Tzachi Hanegbi ve Sharren Haskel,
Yahudi Evi Partisi lideri ve Eğitim Bakanı Naftali Bennett, yine aynı partiden
Adalet Bakanı Ayelet Shaked, İsrail’in BM Daimi Temsilcisi Dani Dayan ve
muhalefetteki Meretz Partisi’nden Esawi Freij bu toplantıya katılarak,
AIPAC’deki konseptten tamamen farklı bir tonda konuşmalar yaptılar. Bu
etkinlikte verilen mesaj ise İsrail’in geleceği için, mevcut yerleşim
yerlerinin muhafaza edilmesinin ve yeni yerleşim yerlerinin açılmasının hayati
olduğuydu. Dolayısıyla, muhtemel bir İsrail-Filistin barışının önündeki en
önemli engellerden biri olan yerleşim yerleri konusunda taviz verilmemesi talep
ediliyordu.
Mekan olarak tarihi Sixth&I sinagogunun seçildiği
toplantıda konuşan bakanlar Steinitz, Bennett ve Shaked, bölgede kendi
sınırları ve bağımsız bir yönetimi olacak bir Filistin devleti kurulmasının
İsrail çıkarları ile örtüşmediğini ve böyle bir şeyi talep etmenin İsrail’i
boykot eden BDS hareketini desteklemekten farksız olacağını söyledi.
Yerleşimler konusunun İsrail için hayati bir mesele olduğunun altını çizen
bakanlar, Trump’ı hem Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etme kararı hem
de yerleşimlerin barışın önünde engel olmadığına dair açıklamaları nedeniyle
övdüler. Artık bu karardan geriye dönüş olamayacağı için, Filistinlilerin bu
durumu kabul etmeleri gerektiğini söyleyen konuşmacılar, sahadaki gerçekleri
kabul etmenin tarafları çözüme yaklaştıracağını ileri sürdü. Konuşmalardaki
Trump övgüsü, artık İsrail yönetiminin iki devletli çözüm, uzlaşı ve barış
gibi, kendilerince hazmedilemeyen söylemlere sahip çıkan AIPAC yerine, daha
zorlayıcı ve İsrail hükümetinin jargonunu kullanan Trump yönetimine yaslanmayı
tercih ettiklerini gösteriyor.
Obama döneminde yerleşimlerin durdurulmasına, hatta
kaldırılmasına yönelik ABD tarafından yapılan baskıya nazaran Trump yönetiminin
bu konuyu muhtemel bir barışa engel olarak görmemesi sayesinde, son bir yıl
içinde alınan yeni yerleşim yeri kararlarını da başarı olarak tanımlayan
bakanlar, daha fazla yerleşim yeri açılabilmesi için, gerekirse Batı Şeria’nın
İsrail sınırlarına dahil edilmesini de ifade etti. Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nin 23 Aralık 2016 tarihinde aldığı, yerleşimlerin derhal
durdurulmasını ve önceki yerleşimlerin kaldırılmasını talep eden 2334 sayılı
karar hükmünü korurken, İsrailli politikacıların söylemleri artık uluslararası
hukuktan ziyade Trump’tan güç devşirildiğini gösteriyor.
Katılımcı profillerinin İsrail’in ve Yahudilerin çıkarlarını
önceleyen kişilerden müteşekkil olması nedeniyle homojen bir yapıya sahip olan
bu iki ayrı organizasyon, gündeme getirilen hususlar ve tercih edilen sorun
çözme teknikleri itibariyle birbirinden ayrılıyor. Zira AIPAC direktörü Howard
Kohr, kendilerine yönelik bütün eleştirilere rağmen iki devletli çözümü “en
kuvvetli şekilde” desteklediklerini ifade ederken, Yesha Konseyi’nin temsilcisi
Oded Revivi ise AIPAC’e saygı duyduklarını, ancak gelinen noktada AIPAC’ten
temel konularda ayrı düştüklerini söyledi. Benzer bir şekilde, AIPAC
konferansında bazı eski AIPAC yöneticileri olası bir barış anlaşması durumunda
Batı Şeria’daki bazı yerleşimlerin kaldırılması gerekeceğini söylerken, Yesha
Konseyi’nin toplantısında yerleşimlerin devamına yönelik çok net bir tavır
takınıldı.
Gelinen noktada AIPAC’in savunduğu görüşlerin kendilerini
temsil etmediğinin, İsrail toplumunda ve siyasetinde bir karşılığı olmadığının
dile getirildiği konuşmalarda vurgulanan en önemli konu ise artık AIPAC
konferanslarına alternatifler üretmenin zamanın geldiğinin dillendirilmesi
oldu. Oysa AIPAC’in, İsrail’in ve genel olarak tüm Yahudilerin Amerika’daki ve
tüm dünyadaki çıkarlarının korunmasında en önemli örgüt olduğu biliniyor. Tabii
ki Amerika’daki tek Yahudi kuruluşu AIPAC değil. Yahudilere yönelik haksız
ithamlarla mücadele eden Karalamayla Mücadele Birliği (ADL) ve Amerikan Yahudi
Konseyi (AJC) de etkili Yahudi kuruluşları arasında sayılabilir. Ancak Amerikan
siyasetinde ve toplumunda mevcut İsrail yanlısı algının üretilmesinde, AIPAC’in
şimdiye kadar sürdürdüğü çalışmaların büyük etkisi bulunuyor. Son konferansa
katılan, her iki partiye mensup Amerikan senatörleri, temsilciler meclisi
üyeleri ve diğer üst düzey bürokratlar da bunu ispat ediyor.
İsrail yönetimi ile AIPAC arasında yaşanan bu fikri
ayrılığının fiziki bir ayrılığa dönüşüp dönüşmeyeceği, cevabı en çok merak
edilen soru oldu. İsrail yönetimi ve yerleşim bölgelerindeki sivil toplum
kuruluşlarının liderlerinin AIPAC’i doğrudan suçlamak yerine, durduğu yerin
yanlış olduğuna dair eleştirilerde bulundukları görülüyor. AIPAC yönetimi ise
duruşunu net bir şekilde ortaya koyarak, Trump’ın ve mevcut İsrail yönetiminin
İsrail-Filistin barışındaki tutumunu desteklemediğini beyan ediyor. Her ne
kadar iki tarafın ortak paydası İsrail ve Yahudilerin menfaatleri olsa da, en
azından metot konusunda anlaşamadıkları ortada. Bu farklılaşmanın ABD-İsrail
ilişkilerine olumsuz bir yansımasının olması beklenmemekle birlikte, Netanyahu
hükümetinin veya mevcut İsrail zihniyetinin, Trump sonrası ABD’de kimden destek
alacağı tartışılıyor. Keza hakkındaki bazı soruşturmalar nedeniyle Trump’ın
akıbeti belli değilken, İsrail yönetiminin bu tercihinin ne kadar yerinde
olduğu da tarışmalı görünüyor.
Benzer bir şekilde, hakkında pek çok yolsuzluk soruşturması
devam eden ve polis tarafından aleyhinde somut delillere ulaşıldığı açıklanan
Netanyahu’nun geleceği de belirsizliğini koruyor. Hal böyleyken, İsrail’in
ABD’deki çıkarlarının zedelenmesine mal olacak ve bu maliyetin tüm İsrailliler
tarafından ödeneceği böylesi bir tercih değişikliğinin İsrail toplumunda nasıl
karşılık bulacağı da belirsiz. AIPAC’in dile getirdiği “iki devletli bir çözüm
sonrası güvenlik ve barış içinde iki komşu gibi yaşamak mümkündür” söylemi,
kimsenin sırtını çevirebileceği bir argüman değil. Yıllardır süregelen çatışma
ortamı ve güvensizlik duygusunun ötesinde, son bir yıl içinde hayata geçirilen
Trump-Netanyahu politikaları nedeniyle yaşanan olumsuz gelişmeler, AIPAC’in
önerilerinin desteklenmesi gerektiğinin delili.
Sonuç olarak, İsrail yönetimi ile Yahudi diasporasının en
önemli örgütü olan AIPAC arasında yaşanabilecek bir ayrılığın ekonomik, siyasi
ve toplumsal bir maliyeti olacaktır. Netanyahu hükümeti, tercihi nedeniyle
yaşanabilecek herhangi bir olumsuzluğun siyasi maliyetini 2019 seçimlerindeki
yenilgisiyle ödeyebilir; ama İsrail toplumunun ödeyeceği maliyet çok daha büyük
olacaktır. Zira AIPAC gibi bir destekçiden mahrum olarak mevcut çatışmacı
politikalarda ısrar edilmesi, İsrail’in uluslararası toplumda yalnız kalmasına
ve buna mukabil göreceği ekonomik tahribatın faturasının son kertede halk
tarafından ödenmesine ve toplumsal huzursuzluğa yol açacaktır.