![]() |
Tamer Ashraf |
15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığa uğratılması
Türkiye'yi askeri müdahalelerin kısır döngüsünden kurtarırken, 40 yıldır maruz
kaldığı terör tehdidine son vermesi için bir fırsat penceresini açtı. Güvenlik
kurumlarından FETÖ unsurlarının temizlenmesine paralel olarak, savunma sanayi
alanında insansız silahlı ve silahsız hava araçları sayısındaki hızlı artış,
dengeleri yalnıza bir yıl gibi kısa bir sürede tersine çevirdi. Emniyet
teşkilatı ve Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinden bilgi edinme imkanı kalmayan
PKK'nın gerek sınır içerisindeki gerek sınır ötesindeki faaliyetleri büyük bir
hızla kısıtlandı.
2016 yılının Şubat ve Mart aylarında Ankara'da düzenlenen
Merasim Sokak ve Güvenpark bombalı saldırıları Türkiye'yi bir askeri darbeye
götüren sürecin zeminini inşa etmeye hizmet ederken, bir yandan da PKK terör
örgütünün Türkiye tarafından yenilgiye uğratılmasının mümkün olmadığına dair
kanaat oluşturmayı hedefliyordu. Terör örgütüne bu psikolojik savaş
taktiklerini verenlerin nefesi 2016 yılının 10 Aralık tarihinde İstanbul'da
Vodafone Park saldırısı ile tükendi. Türkiye ise 24 Ağustos 2016'da Fırat
Kalkanı Harekatı ile başlattığı karşı taarruzunu, 20 Ocak 2018'de Zeytin Dalı
Harekatı ile bitirici noktaya taşıdı. Zeytin Dalı Harekatı öncesinde
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ilan ettiğ "terörü kaynağında yok
etme" stratejisinin gelecek aşamaları olan Münbiç, Fırat'ın doğusundaki
sözde kanton, Sincar ve Kandil'in PKK kontrolünde kalacağı günlerin sayılı
olduğu Afrin'de ortaya çıkan tablo ile netleşti. Terörle mücadele konseptini ve
bu alanda kullandığı yöntemleri temelden değiştiren Türkiye PKK/YPG'yi yalnızca
silahlı mücadele alanında değil, propaganda ve kamu diplomasisi alanında da
telafisi olmayan şekilde mağlup etti. Terör örgütünün Afrin'e yönelik harekatı
durdurmak için Avrupa başkentlerinde giriştiği çabalar karşılık bulmazken, kara
propaganda çalışmalarının yankısı Avrupa Parlamentosu genel kurul salonu ve
Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı'nın koridorları ile sınırlı
kaldı.
Harekat öncesi yapılan algı operasyonları
Türkiye'yi bugün dahi 15 Temmuz 2016 öncesi parametrelerle
değerlendirmekte ısrar edenler, Ankara'nın yabancı başkentlerden icazet almadan
Zeytin Dalı Harekatı gibi kapsamlı bir eyleme girişebileceğine son ana kadar
inanmadılar. Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın, Zeytin Dalı Harekatı'ndan yalnızca iki gün
önce 18 Ocak'ta Moskova'daki temaslarına dahi şüpheyle bakanlar yalnızca
Türkiye'nin NATO içerisindeki müttefikleri değildi. Türkiye içerisindeki kimi
siyasi muhalefet odakları ve internet basını da Rusya'nın bu harekata izin
vermeyeceğine kesin şekilde inanmışlardı. Sosyal medya ortamında, Moskova'daki
Türk ve Rus heyetlerinin ilgisiz anlarda masa başında çekilmiş fotoğraflarını
paylaşarak, "Türk heyetinin umduğunu bulamadığını" iddia edecek
şekilde algı operasyonlarını da son ana kadar sürdürdüler.
Türkiye'nin harekatı gerçekleştiremeyeceğini düşünenlerin
temel gerekçelerinden biri, Rusya'nın, Türk savaş uçakları ile
helikopterlerinin Suriye hava sahasına girmelerine izin vermeyeceği idi. Ancak,
TSK Afrin harekatına başladıktan yalnızca dakikalar sonra başlayan hava bombardımanı,
karşı propaganda sahiplerini ummadıkları bir hayal kırıklığına sürükledi. Bu
çevreler 2008 yılındaki "Güneş Harekatı" sırasında yaşanana benzer
bir ABD müdahalesini beklerken, PKK/PYD terör örgütü de Afrin hava sahasını
Türkiye'ye açan Rusya'yı "ihanetle" suçluyordu.
Benzeri görülmemiş kamu diplomasisi
Harekatın başlamasıyla beraber hem iç kamuoyu hem de
uluslararası kamuoyu daha önce benzerine rastlanmamış olan bir kamu diplomasisi
harekatı ile de tanıştılar. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin teröristlerden
temizlediği alanlar gerçek zamanlı olarak basınla paylaşıldı. Hatta bu paylaşım
bazen o denli ileri gitti ki, Genelkurmay Başkanlığı zaman zaman basın
kuruluşlarını, TSK ve ÖSO'nun harekat planını açık edecek şekilde gelişmelerin
aktarılmaması hususunda ikaz etmek zorunda kaldı. Harekatın ilk günlerinde,
Afrin'den Türkiye topraklarına düzenlenen roket saldırılarıları da gerçekte
sivillerin kimler tarafından hedef alındığını tüm dünyaya gösterdi.
Türk Silahlı Kuvvetleri Afrin içerisinde ilerlerken, Kızılay
ve AFAD'ın desteğiyle yürütülen başta gıda ve sağlık olmak üzere yardım
operasyonları, Türkiye'nin bir işgal gücü olmadığının en önemli kanıtlarıydı.
Türkiye bir yandan kurtardığı belde ve köylerde sivillere yardım ulaştırırken,
bir yandan da evlerine dönen siviller için her türlü tedbiri aldı. Yerleşim
alanları, tarlalar, bahçeler mayınlı tuzaklardan, el yapımı patlayıcı
maddelerden temizlendi. PKK/PYD'li teröristlerin Cinderes ve diğer yerleşim
birimlerinde sivillerin arasına saklanarak, sivil kıyafetler giyerek saldırılar
düzenledikleri insansız hava araçları ile görüntülenerek TRT World aracılığıyla
uluslararası topluma servis edildi. Ancak bu görüntüler dahi Avrupa
Parlamentosu'nu, Fransa'yı ve ABD'yi tatmin etmeye yetmedi. Afrin'in Türkiye'nin
Vietnam'ı olacağını ileri süren çevreler, ortaya çıkarılan tünel ve
tahkimatlara rağmen PKK/PYD'nin varlığını DEAŞ ile mücadelenin gerekliliğine,
hatta bu harekatın "DEAŞ'a odaklanılmasını zorlaştırdığı" söylemine
dayanarak savunmayı sürdürdüler. Bu esnada, Afrin'deki DEAŞ mahkumlarının
PKK/PYD tarafından TSK ve ÖSO'ya karşı savaşmaları şartıyla serbest
bırakıldıklarına dair bilgilere de Batı basını kulaklarını tıkamayı tercih
etti.
Harekatın propaganda savaşı alanındaki kırılma noktalarından
biri Esed rejimine bağlı güçlerin Afrin'e gireceği yönündeki haberlerin
duyulmasıydı. Bu haber yalnızca terör örgütü saflarında değil, dikkat çekici
şekilde Türkiye'deki kimi muhalefet çevreleri ile bazı basın kuruluşlarında da
dikkate değer bir sevinç yarattı. 7. yılını geride bırakan iç savaşta, Esed
rejiminin insan kaynağının çoktan tükenmiş olduğunu, Lübnan Hizbullah'ı ile
İran Devrim Muhafızları'nın uzun bir süredir savaşçı desteği vermediğini gözden
kaçıran bu çevreler, Türkiye'nin Esad yönetimi ile karşı karşıya gelmemesi
gerektiğini savunarak ortaya çıktılar.Hatta kimileri, Esed ile masaya
oturulması gerektiğini savundular. Ancak bu propagandanın da içinin boş olduğu kısa
sürede anlaşıldı.
Halep ve Münbiç yönünden Afrin'e ulaşmaya çalışan Esed
yanlısı milisler ile PKK/PYD terör örgütü yandaşlarının bulunduğu konvoyların
imha edilmesiyle, hem bu kara propaganda dalgası son buldu hem de Afrin'in
merkezindeki teröristlerin kendilerine dışarıdan yardım ulaştırılacağına dair
ümitleri tükendi. Türkiye, bir yandan Afrin'e ilerlerken gelecek adımlar için
ABD'yi masaya oturmaya da mecbur bıraktı.
Boşa çıkarılan yalan ve kara propaganda dalgası
Ankara'nın kararlılığı konusunda soru işaretleri bulunan
ABD, Münbiç'teki PKK/PYD varlığının geleceğini masada tartışmaya açarken,
Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ağzından hedefin Fırat'ın doğusu ile Irak
topraklarındaki Sincar ve Kandil olduğunu bir kez daha ilan etti. Türkiye'nin
meşru terörle mücadele harekatını durdurmaya yönelik propagandalar Afrin
merkeze yaklaşılırken bir kez daha sivillerin vurulduğu yalanı üzerine
odaklandı. Farklı ülkelerde yaşanan şiddet olaylarının görsellerini hatta doğal
afet kurbanlarını, TSK ve ÖSO operasyolarının mağdurları gibi göstermeye kalkan
terörist propagandaların tamamı yalnızca Türk Silahlı Kuvvetleri, Anadolu
Ajansı ve TRT gibi devlet kurumları tarafından değil, özel medya kuruluşlarının
da desteğiyle ifşa edildi. PKK/PYD'nin Batı basınındaki son destekçilerini
yanlarına alarak hayata geçirmeye çalıştıkları en büyük yalan ise Afrin'in en
büyük hastanesinin vurulduğu, aralarında hamile kadınların da olduğu 16 kişinin
öldüğü iddiasıydı.
TSK ile ÖSO'nun ilerlemeye devam etmesi halinde Afrin'in
Esed rejimi tarafından yıllardır aralıksız şekilde uluslararası anlaşmalarla da
yasaklanmış olan silahlarla bombalanan Doğu Guta'ya dönüşeceğini iddia eden
terör örgütü yandaşları, hastanenin vurulduğunu iddia ettikleri saatlerde
ilçeyi terk etmek isteyen sivillere silah çekiyor, araçlarını yakıyor, yollara
barikatlar kuruyorlardı. Hastanenin vurulduğu yönündeki iddiaların ömrü ise
ancak ertesi günün sabah saatlerine kadar sürdü. Türk Silahlı Kuvvetleri 17
Mart sabahı insansız hava aracı ile elde ettiği görüntülerde Afrin'deki
hastanenin sapasağlam ayakta olduğunu tüm dünyaya ispatladı. Ama iddiayı
gündeme getiren Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yayın
kuruluşlarından bir özür ya da düzeltme duymak mümkün olmadı.
Afrin'e yaklaşılan günlerde terör cephesi ile partnerlerinin
gündeme getirdiği bir başka propaganda ise ilçe merkezinin şiddetli bir şehir
savaşına sahne olacağıydı. Bu kara propaganda Türkiye'de sosyal medyayı da
aşarak parlamentoda yer alan bazı siyasi partilerin liderlerinin "Afrin'i
kuşatalım ama girmeyelim" şeklinde söylemler üretmesi boyutuna kadar
ulaştı. Ancak, Türkiye sınırında yıllardır hazırladıkları tüneller ve mevzileri
bırakıp kaçan PKK/PYD teröristlerinin 3 bin 500'den fazla mensuplarını kaybettikten
sonra Afrin'de de ellerinden gelen bir şey yoktu. Örgütün lider kadroları
ilçeyi terk eden sivillerle beraber kimselere görünmeden sırra kadem bastı.
Türkiye'nin yıllarca savaşarak giremeyeceği iddia edilen Afrin ilçe merkezi
saatler içerisinde TSK ve ÖSO tarafından kontrol altına alınırken,
teröristlerin yalanları yine sona ermedi. Bu kez ABD'nin arabulucu olduğu bir
anlaşma ile terör örgütünün Türkiye ile anlaşarak Afrin'i terk ettiği iddiası
ortaya atıldı. Bu iddiadan daha garip olan ise Türkiye'de bazı eski diplomat ve
gazetecilerin sosyal medya hesaplarında, Afrin'in merkezinde ele geçirilen ABD
malı silahları sorgulamak yerine bu anlaşma iddialarına arka çıkmalarıydı.
Terör koridoru girişimi bozguna uğradı
Türkiye'nin insani yardım operasyonları, İHA görüntüleri ve
evlerine dönen Afrinli siviller aracılığıyla boşa çıkardığı tüm yalanlar ve
kara propagandalar, 40 yıllık terör koridoru girişiminin fiziksel olarak
bozguna uğratılması kadar önem taşıyor.
Zeytin Dalı Harekatı sırasında aşama aşama PKK/PYD'nin, Esed
rejiminin ve terör örgütünü partner olarak benimseyen ABD'nin söylemlerini
savunanların dikkate almaları gereken daha da önemli bir husus var. Afrin'in
kaybıyla telafisi olmayan moral çöküntü içerisine giren PKK'nın ilk silahlı
eylemlerini düzenlediği 1977 yılından bu yana bölge dışından manipüle edilen
bir terörist yapılanma olduğu gerçeği kendisini her gün daha fazla ele veriyor.
15 Temmuz sonrasında Türkiye içerisinde eylem kapasitesi minimize edilen
PKK'nın yalnızca askeri ve propaganda alanlarında değil, ekonomik alanda da
beli kırılmış durumda. 15 Temmuz darbe girişiminin akamete uğratılmasının
ardından güvenlik güçleri terör örgütünün en önemli finans kaynağı olan
uyuşturucu kaçakçılığına da bugüne kadar görülmemiş büyüklükte darbe indirdi.
Hakimiyet kurdukları alanlarda halkı haraca kesen, insan ve akaryakıt
kaçakçılığı yapan terör örgütünün finans kaynakları kurumuş durumda. Yalnızca
Afrin'in elden çıkmasıyla PKK/PYD'nin yıllık kaybının 2 milyar doları bulacağı
tahmin ediliyor. Terör örgütünün Şırnak'taki Kato Dağı'nda yıllarca yatırım
yaparak depoladığı silah, mühimmat ve yaşam malzemesini yeniden yerine koyması
artık mümkün değil. Bunun benzeri yüzlerce sığınak ve mağara da 2018 kış
mevsiminde imha edildi.
PKK, artık ne güvenlik güçlerinin eline geçen miktarda
silahı alacak paraya, ne de o silahları Kato'ya ulaştırabilecek lojistik ve
diğer imkanlara sahip. ABD'nin 5 bin TIR dolusu silah yardımı dahi Afrin'de
kağıttan kaplan olduğu anlaşılan, Avrupa ve ABD basınının propagandaları ile
kendisinde sahip olmadığı bir güç vehmedilen terör örgütünü ayakta tutmaya
yetmeyecektir.
PKK/PYD'yi bekleyen kabus
Irak'ta 12 Mayıs'ta yapılacak genel seçimler ise bugünkü
manzarada PKK/PYD için bir başka kabusa işaret etmekte. Türkiye'nin Rusya ve
İran ile, Suriye'de barışı tesis etmeye yönelik ortaya koyduğu girişimin bir
sonraki halkası, topraklarındaki terör örgütlerinden kurtulmak isteyen Bağdat
yönetimi olacaktır. PKK/PYD'yi yaşatmak için DEAŞ bahanesinin arkasına sığınan
ABD'yi Irak cephesinde de kaçınılmaz başarısızlıklar beklemekte. Washington
yönetimi Irak'ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasına yönelik referandum
girişimine verdiği destekle Irak'ı işgalinin 15. yılında bu ülkenin toprak
bütünlüğünü tehdit etme siyasetini de tüketmiş bulunuyor. Türkiye ile Irak
arasında terörle mücadele konusunda işbirliği arayışları artarken, DEAŞ'ın
Kerkük kenti çevresinde son iki ayda giderek artan faaliyetleri ve Türkmen
toplumunun önde gelenlerinin suikastlerle hedef alınması tesadüf olmasa gerek.
Ancak Afrin ve Münbiç'te olduğu gibi, Türkiye'nin Irak'ın kuzeyindeki terör
merkezleri Sincar ve Kandil'in temizlenmesi konusundaki ısrarının ABD
tarafından doğru şekilde anlaşılılp anlaşılmadığını söylemek güç. Son iki
haftada Irak'ın Hakurk ve Kani Raş bölgelerine TSK tarafından düzenlenen
operasyonlar giderek sıklaşmakta, etkisiz hale getirilen teröristlerin yanısıra
ele geçen silah, mühimmat ve yaşam malzemesinin miktarı da giderek artmakta.
Çatışma alanı, propaganda, insani yardım ve ekonomik
cephelerde eş zamanlı olarak yürütülen yeni terörle mücadele anlayışı
karşısında PKK/PYD'nin, iflas etmiş bir projede ABD desteği ile ayakta kalması
ve 2020 yılını görmesi ihtimal dahilinde değil. Kim bilir, belki PKK/PYD de
Washington'daki şahinler gibi hayatta kalmak için ümitlerini ABD Dışişleri
Bakanı olması beklenen eski CIA Direktörü Mike Pompeo'ya bağlamıştır.