BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

4 Aralık 2017 Pazartesi

Kudüs'ü İsrail'in Başkenti Yapma Tezgâhı

24 Kasım 2017 tarihinde Mısır'ın Sina Yarımadası'nda bulunan El Ariş kentinde bulunan bir camiye, Cuma namazı sırasında düzenlenen terör saldırısı sonucunda aralarında çocukların da olduğu 309 Müslüman hayatını kaybetmişti.
Saldırının ardından Türkiye bir günlük resmi yas ilan ederken, kınama ve başsağlığı mesajlarını da her seviyeden iletmişti.
Yaşanan bu terör saldırısı bir yandan vahşetin ne derecede büyük olduğunu gözler önüne sererken, diğer yandan Sina ve özellikle de Filistin meselesiyle alakalı bazı kuşkuları gündeme getirdi.
Zira uzun süreden bu yana İsrail'in, Kudüs'ü alma pahasına gerek bu şehirde bulunan gerekse diğer bazı bölgelerde yaşayan Filistinlileri Sina Yarımadasına sürerek, bu bölgede oluşturulacak bir saha ile Gazze'nin birleşmesinden oluşacak topraklarda Filistin devletini hayata geçirmeye yönelik planlarını olduğu biliniyordu.
Böylelikle Batı Şeria meselesinin üzerinin örtülmesi, Filistinlilere suni ve temeli olmayan bir heyecan yaşatılması, "vatanınıza kavuştunuz" algısının oturtularak Kudüs'ün İsrail'e katılması hedefleniyordu.
Ortadoğu sorununun ana merkezini teşkil eden Filistin meselesini böylesine suni bir şekilde çözüme kavuşturmak ve ortaya güya iki devletli bir sonuç çıkarabilmek için İsrail ve ABD uzun süreden bu yana beraberce çalışıyorlardı.
İşte Sina yarımadasında yaşanan terör saldırısı bu yöndeki kuşkuları güçlendirmiştir.
Görünüşe bakılırsa Suriye ve Irak'ta sınır değişikliği çabaları için taşeron olarak kullanılan ve bölgede sözde bir Kürt devlerinin oluşturulması için faaliyet gösteren terör örgütü IŞİD, bu iki ülkede istenilen gündemde ilerleme kaydedilmesinin ardından bu kez bir başka sahaya daha taşınmak istemektedir.
Ortaya çıktığı günden bu yana IŞİD üç temel özelliği ile meşhur olmuştur. 
Bunlardan ilki eylem düzenlediği sahada insanlığın daha önce şahit olmadığı vahşet örneğini sergileyerek toplu katliamlar yapmasıdır. 
İkincisi bu katliamlar karşısında bölge sakinlerinin yerlerini hayati gerekçelerle terk etmek durumunda kalmalarıdır. 
Üçüncüsü ise aynı yerleşim yerlerinin bu kez kendi sakinlerine değil, sınırların değiştirilmek istendiği ölçüde yeni sözde sahiplerine devredilmesine olanak sağlayan siyasi ve askeri oluşturmaktır.
IŞİD'in bu üç özelliğini şimdiye kadar Suriye ve Irak'ta çok açık bir şekilde müşahede ettik.
2011 yılından bu yana kadar geçen süreye bakıldığında, yukarıdaki üç temel özellik paralelinde Suriye'de PKK/PYD terör örgütünün, Irak'ta ise Barzani'nin kontrol sahalarını ABD ve İsrail'in de istediği ölçüde genişlettiğine tanık olduk.
Şimdilerde Suriye'nin kuzeyi ve Fırat Nehri'nin aynı ülkedeki doğu kısmında kalan topraklarında PKK/PYD'nin ABD desteğiyle suni bir hâkimiyetinin oluştuğunu ve Irak ile Suriye'nin kuzeyi boyunca uzanan sahada bir terör devleti oluşturabilme noktasında önemli yol kat edildiğini görüyoruz.
Ne var ki Türkiye bu oyunu görerek Fırat Kalkanı Harekâtı'nı icara etmiş, terör koridorunun önlenmesine büyük ölçüde darbe vurmayı başarmıştır.
İşte bu tecrübe bizlere Sina Yarımadası'nda ama özellikle de İsrail'in Kudüs'e tabir yerindeyse çökme çabalarında yeniden benzer bir oyunun daha tezgâhlandığını gösteriyor.
El Ariş'te düzenlenen terör saldırısından sadece iki gün sonra yani 26 Kasım 2017 tarihinde Mısır'ın başkenti Kahire'ye giden İsrail Sosyal Eşitlik Bakanı Gila Gamliel'in, burada yaptığı bir açıklamasında Filistinliler için "Sina Yarımadası Filistinlilerin devlet kurması için en iyi yer" ifadelerini kullanması, gerek yaşanan son terör saldırısının nedenini, gerekse Ortadoğu bölgesinde uygulamaya koyulması hedeflenen yeni planı açık etmiştir. (Mısırlı yetkililer şuan için bu açıklamanın karşısında olduklarını duyurdular. Ancak benzer bir sürecin Kızıldeniz'de bulunan iki adanın Suudi Arabistan'a verilmesinde de gözlemlenilmiş olması ve sonuçta aynı adaların Riyad yönetimine bırakılması Mısır iktidarının mevcut konudaki tutumlarını da kuşkuya düşürmektedir.)
Nitekim İsrailli bakanın Kahire'de yaptığı aynı açıklamanın peşinden gelen birkaç gün içerisinde bu kez İsrail parlamentosunun, binlerce Filistinlinin yaşadığı iki mahallenin Kudüs'ten ayrılması ve böylece Kudüs'teki Filistinli sayısının azaltılmasını öngören bir kanun teklifini onaylaması karanlık planın bir başka açıdan hızlandırıldığını işaret etmiştir.
Bu gelişmelerle birlikte neredeyse bir aydır Suudi Arabistan'ın "ılımlı İslam'a geçeceğiz" gibi saçma bir tanımlamayla İslam'ın özünü aslından saptırılmış bir yaklaşımla, siyasi emelleri uğruna araç etme çabalarının sürdürüldüğünü, bunda da asıl amacın Suudilerle beraber Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlara nezdinde İsrail ile yakın gelecekte yürütülecek bölgesel işbirliğini makul gösterebilmek adına yürütülen çalışmalara şahit oluyorduk.
Hatta aynı söylemin arkasına sığınan yine Suudi Arabistan başta olmak üzere kimi ülkelerde yüce kitabımız Kur'an'da Kudüs'ün İsrail'e bırakılması gerektiği gibi zerre kadar dahi gerçekliği olmayan söylemlerle kimi sözde din adamlarının konuşturulduğunu da gördük.
Bunca olan bitenlerin Sina'daki terör saldırısının ardından çok daha iyi anlaşıldığını düşünüyorduk ki yaşanan son bir gelişme daha, aynı yöndeki hiçbir kuşkuya yer bırakılmaması gerektiğini herkesin gözünün önüne serdi.
Reuters haber ajansı geride bıraktığımız gün bazı ABD'li resmi kaynaklara dayandırdığı haberinde, ABD Başkanı Trump'ın Çarşamba günü (6 Aralık) Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdığını ilan edeceğini ileri sürdü.
Tam da ABD'de Trump'ın başkanlığının düşürülmesinin giderek daha kuvvetli bir hal aldığı ifade edilen bir dönemde, İsrail dostu Jared Kushner'in kayınbabası olan Başkan Trump'ın aniden böylesi bir adım atması da diğer gelişmeler gibi asla tesadüfle izah edilemeyecek bir anlama ve zamanlamaya sahip.
Şayet Trump böylesi bir adım atarsa Ortadoğu'da büyük bir kargaşanın fitili ateşlenmiş, sonu açıkça savaşa varıncaya kadar uzanacak çok önemli olaylara sebebiyet verilmiş olur.
Filistin ve İsrail meselesinde olması gereken İsrail'in, Birleşmiş Milletler nezdinde alınan kararlara riayet ederek kendisine tanınan sınırlara çekilmesi ve işgal ettiği topraklardan bir an evvel çıkmasıdır.
Aksi bir durumun ne İslam âleminde, ne de uluslararası alanda kabulü mümkün değildir, sonuçları çok ama çok ağır olur.
Bütün bunlar yaşanırken, hafta sonu Sayın Cumhurbaşkanının, Filistin lideri Mahmud Abbas'la gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde kalıcı barış ve istikrar için, 1967 sınırları dâhilinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin devleri kurulmasının ve Kudüs ile birlikte Harem-i Şerif'in statüsünün muhafazasının önemini vurgulaması son derece yerinde ve anlamlı olmuştur.
Yaşanan bunca gelişme bizlere bir kez daha Türkiye'nin neden güçlü ve her alanda tam bağımsız bir ülke olması gerektiğini yeniden hatırlatmıştır.
Çünkü Türkiye güçlü olmazsa ne bizler, ne coğrafyamızda bulunan geçmişin emanetlerini taşıdığımız insanlar, ne de diğer bölgelerdeki mazlumlar huzuru ve hakları olan yaşamı elde edemeyecekler.
Özellikle de Ortadoğu'da bunca kokuşmuş rejimler iktidar ve menfaat uğruna bölgesel istikrar, barış, adalet ve haktan sapma eğilimini her fırsatta gösterirlerken.

Kudüs'ü İsrail'in Başkenti Yapma Tezgâhı

İsmail Özdemir / 2017-12-04 07:48:35
google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html