Rusya'nın Soçi kentinde bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hasan Ruhani ve Vladimir Putin, Suriye'de 6 yıldan bu yana yaşanan iç savaşı sonlandırabilmek üzere siyasi müzakerelere geçilmesi konusunda mutabık kaldıklarını duyurdular.
Kuşkusuz ki bu durum Astana ile başlayan, Türkiye, Rusya ve İran'ın garantör ülkeler olarak Suriye'deki çatışmaların durdurulması ve terörle mücadele alanında geliştirdikleri işbirliğinin vardığı yeni bir noktayı işaret ediyor.
Zira Astana sürecinden bu yana Suriye'de gerilimin düşürülmesi amacıyla çatışmasızlık bölgelerinin ilan edilerek, bunun somut hale dönüştüğünün görülmesi sürecin bir üst aşamaya evrilmesini kaçınılmaz olarak gündeme getirmişti.
Nitekim Soçi'de gerçekleştirilen üçlü zirvenin ardından yayınlanan ortak bildiride, "Devlet başkanları, Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini teyit etmiş, bahsi geçen gerginliği azaltma bölgelerinin tesis edilmesi ve Suriye ihtilafının çözümüne yönelik hiçbir siyasi girişimin Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne hiçbir suretle halel getirmeyeceğini vurgulamışlardır." İfadelerine yer verilmiş olması önümüzdeki yeni dönemin işaretini ve hassas noktalarını ortaya koymuştur.
Önümüzdeki dönemde yine Soçi'de düzenlenecek "Suriye Ulusal Diyalog Kongresi" kapsamında rejim ve muhalif güçlerinin bir araya gelerek Suriye'deki iç savaşın sonlandırılmasına yönelik siyasi çabaları başlatacağı ve Suriye'nin yeni anayasasının yazılacağı anlaşılmaktadır.
Bu girişimlerin başarılı olması durumundaysa Suriye'de adil ve şeffaf bir sürecin işletilerek nihai aşamada seçimlerin yapılması hedeflenmektedir.
Bu şartlar olgunlaştığında, Birleşmiş Milletler nezdinde yürütülen Cenevre görüşmeleri açısından kolaylaştırıcı ve çabuklaştırıcı bir etkinin doğması, bununda Suriye krizinin çözümüne katkı sağlaması beklenmektedir.
Üç garantör ülkenin bu makul çabalar etrafında birleşmesi son derece önemliyken, diğer yandan PKK/PYD terör örgütü başta olmak üzere bazı önemli meselelerin de olduğu açık bir gerçekliktir.
Bu meselelerle alakalı şuan için üç ülke arasında gözle görülür makul bir yaklaşımın bulunduğunu söyleyebilmek ise güçtür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Soçi'deki üçlü zirveden sonra yaptığı açıklamasında söylediği "Suriye'nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü ile ülkemizin milli güvenliğine kasteden terörist unsurların süreçten dışlanması, Türkiye olarak önceliklerimiz arasında yer almaya devam edecektir. Milli güvenliğimize kasteden bir terör örgütü ile aynı çatı altında olmamızı, aynı platformda yer almamızı bizden kimse beklememelidir" sözleri yerinde bir tespit olmakla beraber, ülkemizin hassasiyetlerinin tekraren hatırlatılması anlamında da önemli olmuştur.
Anlaşılacağı üzere siyasi müzakerelere geçiş sürecinde ortada bulunan en büyük engel PKK/PYD terör örgütünün varlığıdır.
Bu mesele iki açıdan zorlu bir dönemin yaşanacağını işaret etmektedir.
Birincisi PKK/PYD meşru bir oluşum değildir. Suriye muhalefetinin herhangi bir kolunu temsil etmemekte, terör örgütü olma sınıfından ismini değiştirse dahi çıkarılamayacak somut gerçekliklere sahiptir.
Ne var ki buna rağmen ABD tarafından şimdiye kadar büyük destek görmüş ve Suriye'nin toprak alanının neredeyse dörtte birinde kontrolü IŞİD'le mücadele bahanesiyle sağlarken, yine bu ülkenin su, petrol ve doğalgaz yataklarının kontrolünü ele alması sağlanmıştır.
Oysa bu süreç kirli ve kesinlikle makul olmayan bir şekilde işlemiş, PKK/PYD ile IŞİD arasında var olan işbirliği Menbiç, Tabka ve son olarak Rakka'da açıkça görüldüğü üzere deşifre olmuştur.
Tabir yerindeyse IŞİD, ABD desteğindeki PKK/PYD terör örgütüne alan açmış, kontrol sahasını genişletmesine fiili olarak yardımcı olmuştur.
Neticede ortaya konulması gereken asıl ölçü PKK/PYD'nin Suriye'de bulunan Kürt nüfusu temsil etmediği gerçeğiyle, kendi hesabı olan ve nihai aşamada sözde bir devlet kurmak üzere önceden belirlenmiş ajandayla desteklenen bir terör örgütü olarak kabul görülmediği müddetçe Türkiye'nin yaşananlara onay vermesini kimse beklememelidir.
İkinci olarak PKK/PYD konusunun ABD ve Rusya arasında kimin kontrolü altında olacağıyla alakalı var olan rekabet ve bununla beraber işbirliği anlayışıdır.
Bu ifadeler birbiriyle tezatmış gibi gelebilir.
Zira Rusya bir yandan PKK/PYD'yi ABD'nin güdümünden çıkararak kendisine çekmeye çalışan bir anlayışa sahip olmakla Washington ile bir rekabetin içerisinde bulunuyorken, diğer yandan kimi yerlerde ABD ile beraber PKK/PYD'nin ilerleyiş ve kontrol sahasını genişletme/koruma çabalarına da destek olmuştur.
Soçi'de gerçekleştirilecek Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'ne de Moskova, PKK/PYD'yi Suriyeli Kürtlerin temsilcisi olarak davet etmek isterken, Türkiye'nin itirazları şimdiye kadar bunu geçerli kılmamıştır.
Ancak Rusya'nın bu sorun karşısında ne derecede makul bir seçenek oluşturabileceği, Türkiye'ye hangi teklifle gelebileceği şu aşamada belirli ve kesin değildir.
Özellikle de Türkiye'nin başta Afrin ve Menbiç olmak üzere, bazı yerleşim yerlerindeki PKK/PYD terör örgütünün kendi milli güvenliğine yönelik oluşturduğu tehdidi askeri seçenekler dâhil olmak üzere ortadan kaldırmak isterken!
Üstelik aynı durum Fırat Nehri'nin doğu yakasında yer alan Suriye topraklarının tamamında da geçerli iken!
Diğer yandan siyasi süreci zorlayıcı etki yaratan/yaratacak olan bir başka husus ise Suriye'de İran'ın, iç savaşın başladığı günden bu yana artan etkinliğidir.
İran artık Suriye topraklarında, yani İsrail'in yanı başında askeri üsleri hatta Şam çevresinde inşa etmeye koyulduğu askeri hava alanıyla beraber kimi çevrelerce istenmeyen, potansiyel ve büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır.
Başta İsrail ve ABD olmak üzere İran'ın Suriye ve Ortadoğu'daki faaliyetlerinden rahatsız olan Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Tahran'a karşı açacağı yeni bir cephe Suriye, Lübnan, Irak ve İran'ın kendi topraklarına uzanıncaya kadar geniş bir sahada sancılı bir dönemin yaşanacağını işaret etmektedir.
Bu yöndeki gelişmelerin, Suriye'deki siyasal çözüm girişimlerini engellemek şöyle dursun, çatışmaları daha fazla artırabileceği durumunu herkesin karşısına getirmektedir.
Sonuç olarak Suriye iç savaşının siyasi yollardan çözüme ulaştırılmasına yönelik iyi niyet korunmakla beraber, anlatılan nedenlerden ötürü çokta fazla umutlu olmayı gerektirecek bir durumun bulunduğunu söyleyebilmek şu aşamada zor görünmektedir.
Umulur ki Türkiye'nin hassasiyet ve beklentilerinin karşılandığı bir siyasal süreç başlasın ve Suriye bölünme senaryolarından kurtularak, yıllardan bu yana aradığı huzuru yakalayabilsin…
Kuşkusuz ki bu durum Astana ile başlayan, Türkiye, Rusya ve İran'ın garantör ülkeler olarak Suriye'deki çatışmaların durdurulması ve terörle mücadele alanında geliştirdikleri işbirliğinin vardığı yeni bir noktayı işaret ediyor.
Zira Astana sürecinden bu yana Suriye'de gerilimin düşürülmesi amacıyla çatışmasızlık bölgelerinin ilan edilerek, bunun somut hale dönüştüğünün görülmesi sürecin bir üst aşamaya evrilmesini kaçınılmaz olarak gündeme getirmişti.
Nitekim Soçi'de gerçekleştirilen üçlü zirvenin ardından yayınlanan ortak bildiride, "Devlet başkanları, Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini teyit etmiş, bahsi geçen gerginliği azaltma bölgelerinin tesis edilmesi ve Suriye ihtilafının çözümüne yönelik hiçbir siyasi girişimin Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne hiçbir suretle halel getirmeyeceğini vurgulamışlardır." İfadelerine yer verilmiş olması önümüzdeki yeni dönemin işaretini ve hassas noktalarını ortaya koymuştur.
Önümüzdeki dönemde yine Soçi'de düzenlenecek "Suriye Ulusal Diyalog Kongresi" kapsamında rejim ve muhalif güçlerinin bir araya gelerek Suriye'deki iç savaşın sonlandırılmasına yönelik siyasi çabaları başlatacağı ve Suriye'nin yeni anayasasının yazılacağı anlaşılmaktadır.
Bu girişimlerin başarılı olması durumundaysa Suriye'de adil ve şeffaf bir sürecin işletilerek nihai aşamada seçimlerin yapılması hedeflenmektedir.
Bu şartlar olgunlaştığında, Birleşmiş Milletler nezdinde yürütülen Cenevre görüşmeleri açısından kolaylaştırıcı ve çabuklaştırıcı bir etkinin doğması, bununda Suriye krizinin çözümüne katkı sağlaması beklenmektedir.
Üç garantör ülkenin bu makul çabalar etrafında birleşmesi son derece önemliyken, diğer yandan PKK/PYD terör örgütü başta olmak üzere bazı önemli meselelerin de olduğu açık bir gerçekliktir.
Bu meselelerle alakalı şuan için üç ülke arasında gözle görülür makul bir yaklaşımın bulunduğunu söyleyebilmek ise güçtür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Soçi'deki üçlü zirveden sonra yaptığı açıklamasında söylediği "Suriye'nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü ile ülkemizin milli güvenliğine kasteden terörist unsurların süreçten dışlanması, Türkiye olarak önceliklerimiz arasında yer almaya devam edecektir. Milli güvenliğimize kasteden bir terör örgütü ile aynı çatı altında olmamızı, aynı platformda yer almamızı bizden kimse beklememelidir" sözleri yerinde bir tespit olmakla beraber, ülkemizin hassasiyetlerinin tekraren hatırlatılması anlamında da önemli olmuştur.
Anlaşılacağı üzere siyasi müzakerelere geçiş sürecinde ortada bulunan en büyük engel PKK/PYD terör örgütünün varlığıdır.
Bu mesele iki açıdan zorlu bir dönemin yaşanacağını işaret etmektedir.
Birincisi PKK/PYD meşru bir oluşum değildir. Suriye muhalefetinin herhangi bir kolunu temsil etmemekte, terör örgütü olma sınıfından ismini değiştirse dahi çıkarılamayacak somut gerçekliklere sahiptir.
Ne var ki buna rağmen ABD tarafından şimdiye kadar büyük destek görmüş ve Suriye'nin toprak alanının neredeyse dörtte birinde kontrolü IŞİD'le mücadele bahanesiyle sağlarken, yine bu ülkenin su, petrol ve doğalgaz yataklarının kontrolünü ele alması sağlanmıştır.
Oysa bu süreç kirli ve kesinlikle makul olmayan bir şekilde işlemiş, PKK/PYD ile IŞİD arasında var olan işbirliği Menbiç, Tabka ve son olarak Rakka'da açıkça görüldüğü üzere deşifre olmuştur.
Tabir yerindeyse IŞİD, ABD desteğindeki PKK/PYD terör örgütüne alan açmış, kontrol sahasını genişletmesine fiili olarak yardımcı olmuştur.
Neticede ortaya konulması gereken asıl ölçü PKK/PYD'nin Suriye'de bulunan Kürt nüfusu temsil etmediği gerçeğiyle, kendi hesabı olan ve nihai aşamada sözde bir devlet kurmak üzere önceden belirlenmiş ajandayla desteklenen bir terör örgütü olarak kabul görülmediği müddetçe Türkiye'nin yaşananlara onay vermesini kimse beklememelidir.
İkinci olarak PKK/PYD konusunun ABD ve Rusya arasında kimin kontrolü altında olacağıyla alakalı var olan rekabet ve bununla beraber işbirliği anlayışıdır.
Bu ifadeler birbiriyle tezatmış gibi gelebilir.
Zira Rusya bir yandan PKK/PYD'yi ABD'nin güdümünden çıkararak kendisine çekmeye çalışan bir anlayışa sahip olmakla Washington ile bir rekabetin içerisinde bulunuyorken, diğer yandan kimi yerlerde ABD ile beraber PKK/PYD'nin ilerleyiş ve kontrol sahasını genişletme/koruma çabalarına da destek olmuştur.
Soçi'de gerçekleştirilecek Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'ne de Moskova, PKK/PYD'yi Suriyeli Kürtlerin temsilcisi olarak davet etmek isterken, Türkiye'nin itirazları şimdiye kadar bunu geçerli kılmamıştır.
Ancak Rusya'nın bu sorun karşısında ne derecede makul bir seçenek oluşturabileceği, Türkiye'ye hangi teklifle gelebileceği şu aşamada belirli ve kesin değildir.
Özellikle de Türkiye'nin başta Afrin ve Menbiç olmak üzere, bazı yerleşim yerlerindeki PKK/PYD terör örgütünün kendi milli güvenliğine yönelik oluşturduğu tehdidi askeri seçenekler dâhil olmak üzere ortadan kaldırmak isterken!
Üstelik aynı durum Fırat Nehri'nin doğu yakasında yer alan Suriye topraklarının tamamında da geçerli iken!
Diğer yandan siyasi süreci zorlayıcı etki yaratan/yaratacak olan bir başka husus ise Suriye'de İran'ın, iç savaşın başladığı günden bu yana artan etkinliğidir.
İran artık Suriye topraklarında, yani İsrail'in yanı başında askeri üsleri hatta Şam çevresinde inşa etmeye koyulduğu askeri hava alanıyla beraber kimi çevrelerce istenmeyen, potansiyel ve büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır.
Başta İsrail ve ABD olmak üzere İran'ın Suriye ve Ortadoğu'daki faaliyetlerinden rahatsız olan Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Tahran'a karşı açacağı yeni bir cephe Suriye, Lübnan, Irak ve İran'ın kendi topraklarına uzanıncaya kadar geniş bir sahada sancılı bir dönemin yaşanacağını işaret etmektedir.
Bu yöndeki gelişmelerin, Suriye'deki siyasal çözüm girişimlerini engellemek şöyle dursun, çatışmaları daha fazla artırabileceği durumunu herkesin karşısına getirmektedir.
Sonuç olarak Suriye iç savaşının siyasi yollardan çözüme ulaştırılmasına yönelik iyi niyet korunmakla beraber, anlatılan nedenlerden ötürü çokta fazla umutlu olmayı gerektirecek bir durumun bulunduğunu söyleyebilmek şu aşamada zor görünmektedir.
Umulur ki Türkiye'nin hassasiyet ve beklentilerinin karşılandığı bir siyasal süreç başlasın ve Suriye bölünme senaryolarından kurtularak, yıllardan bu yana aradığı huzuru yakalayabilsin…