CHP’li Yılmaz: Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in eliyle
İngilizlere teslim edildi
12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde CHP'ye katılan eski
DSP'li Mehmet Ali Yılmaz, CHP'ye yönelik kaleme aldığı 29 Ekim yazısında 'Cumhuriyet,
Mustafa Kemal eliyle emperyalistlerin ve İngilizlerin eline teslim edildi'
dedi.
Ayda 68,000 lira!
Sadece bu küçük numarayı bilmek yeterli..
90'lı yıllarda Demokratik Sol Parti (DSP) adına Bursa İl ve
Yıldırım İlçe Başkanlığı görevini yürüten, 12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde
CHP'ye katılan Mehmet Ali Yılmaz, 29 Ekim için dikkat çekici bir yazı kaleme
aldı. CHP'lilere "Bizler yani, ömürleri boyunca dünyaya sol pencereden
bakanlar o kadar çok yanıltılıp kandırıldık ki!" diye seslenen Yılmaz,
Cumhuriyet'in 'ecnebi paralarıyla' kurulduğunu, "Mustafa Kemal ve İsmet
İnönü'nün memleketi kapitalist ve emperyalistlere teslim ettiğini"
söyledi.
İşte Yılmaz'ın Yeni Marmara Gazetesi'nde kaleme aldığı
yazısı:
“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan…”
Hadi len!
Tabuları yıkalım, gerçekleri görelim; Cumhuriyet Bayramı
resepsiyonlarında ellerinde bayraklarla bu marş eşliğinde mısır patlağı gibi
zıp zıp zıplayan abilerim, ablalarım ve dahi Ce He Pe’li kardaşlarım, hiçbir
şey öyle göründüğü, gösterildiği gibi değil alemde, özellikle Hayrünisa ablanın
oğlan Güven, sana da sesleniyorum, iyi oku, sonra da araştır bi bak bugün
anlatacaklarımı!
Gavurların, özellikle de İngilizlerin üstümüze saldığı
Yunan’ın, Anadolu’yu istilası sırasında kahramanlık destanı yazanların yanı
sıra üstelik de yanlarında tüfekleriyle birlikte ordunun en az yarısının
cepheden kaçtığını, sonra da bunlardan bulunabilenlerin yakalandıkları yerde
kurşuna dizildiklerini biliyor muydun mesela?
Peki, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Atatürk’ün Kağnısı isimli
şiirinde “Yediyordu Elif kağnısını kara geceden geceden” diye anlattığı
Kastamonu’nun İnebolu kazasından yola çıkan Elif’in o “top mermisi taşıma
işini” vatan millet aşkıyla değil de Ankara Hükümetinden alacağı para karşılığı
yaptığı gerçeğini?
O top mermileri nereden geliyordu sence?
O mermiler, o bombalar, o tüfekler?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Rusların verdiği para, silah
ve mühimmatla kurulduğunu da bilmiyorsun muhtemelen sen!
Osmanlı’nın son döneminde Alman kucağına oturan devletin
sonradan “Mustafa Kemal eliyle” emperyalistlerin ama özellikle de İngilizlerin
eline teslim edilip, Londra’yla küçük yaşta evlendirildiğinden de haberin
yoktur muhtemelen!
Ne oldu?
“Mustafa Kemal” deyince tüylerin mi kabardı birden şu
mübarek bayram gününde?!.
Bizler yani, ömürleri boyunca dünyaya sol pencereden bakanlar
o kadar çok yanıltılıp kandırıldık ki, mesela Anadolu aydınlanmasında büyük iş
başaran köy enstitülerini Adnan Menderes’in yani, Demokrat Parti’nin
kapattığını sanır pek çoğumuz; oysa İsmet İnönü’nün başında bulunduğu CHP
Hükümeti tarihe gömmüştür onları da!
Adnan Menderes’in vatana ihanet ettiği, Marshall
yardımlarını alarak ülkeyi Amerika’ya peşkeş çektiği için filan milliyetçi Türk
subayları tarafından asıldığını sanırız örneğin, şimdilerde Recep Tayyip
Erdoğan’ın yaptığı gibi memleketin yüzünü doğuya çevirip, Rusya’yla işbirliğine
yöneldiği için Sam Amcanın Türkiye’deki iş birlikçileri tarafından örnek olsun
diye cezalandırıldığını bilmeyiz mesela?
Cahiliz çok!
Pek çoğumuz en az bir softa kadar tutucu ve yobaz üstelik!
Emperyalizme, kapitalizme karşıyızdır; Atatürkçüyüzdür pek
çoğumuz, Atatürk’ü de gerçek yanıyla hiç bilmeyiz, tapacak düzeyde severiz onu,
ne toz kondururuz, ne de laf üzerine.
On yılda on milyon genç yaratmış, kendi “öz sermayesiyle”
çalışarak sıfırdan yepyeni bir ülke kurmuşuzdur ulu önderimiz sayesinde.
Hadi len!
Oysa asıl gerçek hiç de öyle değildi biliyor musunuz?!
Yeni Türkiye Cumhuriyeti yabancıların onay ve para yani,
sermaye vermesiyle kurulmuş, faizi yani, rantı daima Türk halkına ödetilen,
İngiliz gizli hükümranlığında vücut bulmuş, batılılar eliyle acımasız bir
şekilde yıllarca sömürülen bir garip devletti aslında!
Ve memleketi emperyalistlere yani kapitalistlere üstelik de
anahtar teslimi elden ilk verenler de Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’den başkası
değildi!
Can Ertan, bundan sonra yazacaklarımı özellikle sen oku
dikkatlice, ondan sonra da Facebook’a yaz yine “sol, sol, sol” diye; sana
söylüyorum Can Ertan, Hayrünisa ablanın oğlan sen anla!
Tarih 22 Ocak 1923’tür.
Aslında yeni Türk devletinin dünya devleri tarafından tanınması
için tavizlerin verilip, anlaşmaların yapıldığı toplantı dizilerinden oluşan
"Lozan görüşmelerinin" kesintiye uğramasına artık ramak kalmıştır.
Mustafa Kemal Bursa’da bir konuşma yapar ve bu açıklama
Anadolu Ajansı marifetiyle tüm dünyaya duyurulur.
Atatürk’ün üzerinde durduğu konu “yabancı sermayedir”!..
Yabancı sermayeye “gel gel” yaparak, şunları söyler Kemal:
“Maatteessüf memleketimiz baştan nihayete kadar
harabezardır, yoldan mahrumdur, şehirler haraptır.
Köyler perişandır.
Sanayimiz geridir.
Limanlarımız yoktur.
Madenlerimizi işletemiyoruz.
Bu memleket insanlarının medeniyet yolunda ne kadar geri
kaldıklarını, maişet seviyelerinin ne kadar acınacak halde olduğunu düşünürsek,
bütün bu noksanları telafi için neler yapmağa mecbur olduğumuzu suhuletle
takdir edebiliriz.
Bu vasi memleketi bir mamureye çevirmek lazımdır.
Bu halk zengin olmaya mecburdur.
Memleket mamur olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hâlâ
yaşamak imkanından bahsederlerse, inanmayınız.
Maddeten düşünelim:
Bütün bu şeyleri yapmak kolay değildir.
Memleketimizi medeniyet-i hazıranın icap ettirdiği dereceye
bir an evvel isal için yalnız milletin sermayesi, milletin ilmi ve fenni
teşebbüsleri kafi gelmez.
Haricin sermayesine, ihtisasına da ihtiyacımız vardır.
Bu noktada dar bir milliyetperverlikten çıkıyoruz.
Biraz daha geniş milliyetperver oluyoruz:
“Ecnebi sermayesinden istifade edeceğiz.“
Az zaman içinde memleketimizin mühim merkezlerini
şimendiferle birbirine raptetmek lazımdır.
Memlekette metfun olan maden hazinelerini işletmek lâzımdır.
İktisadi faaliyetin, servet haline inkılâp etmesi için en
lüzumlu şeyler yollardır, seri vesait-i nakliyedir, şimendiferlerdir.”
Ve Lozan görüşmeleri kesintiye uğruyor.
Bu kez de İzmir’de “İktisat Kongresini” düzenliyor Mustafa
Kemal.
Şunları söylüyor orada da kendisini tanımaları için can attığı
kapitalistlere mesaj olarak:
“İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın
ki, ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasi’dir.
Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var.
Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım
gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız.
Ecnebi sermayesi bizim say’imize inzimam etsin ve bizim ile
onlar için faideli neticeler versin…”
“Gel” diyor Atatürk batılı ülkelere “gel, yeter ki ülkemi ve
beni tanı, kim olursan ol, buyur, yeter ki hemen gel!..”
Bu kongreden tam 51 gün sonra ve 23 Nisan 1923’te yeniden
başlayacak olan Lozan görüşmelerinden iki hafta önce Mustafa Kemal’in onayıyla
Amerikalı bir grupla adına “Chester Projesi” denilen bir “imtiyaz sözleşmesi”
imzalar Türk hükümeti.
Bu anlaşmaya göre Samsun-Trabzon-Mersin ve İskenderun
limanlarını Amerikalılar yapıp işletecek, Süleymaniye-Kerkük ve oradan da
Musul’a uzayacak demiryolunun yapılıp 99 yıllığına işletilmesi hakkı sadece
Amerika’nın olacaktı!
Sadece bununla da sınırlı değildi sözleşme, demiryolu
hattına paralel 40 kilometrelik şerit içindeki maden ve petrol aranması,
bulunduğu takdirde yine 99 yıllığına işletme hakkı da Amerikalılara verilmişti!
Sultan Abdülhamit vermedi böyle bir yetkiyi Almanlara!
Bağdat demiryolu hattı için onun sunduğu teklif 20
kilometrelik bir alanı işaret ediyordu sadece!
Hoş, daha sonra Musul eyaleti İngiliz manda rejimine
bırakılınca bu anlaşma suya düşmüştü ama tüm gerçekliğiyle vaki olduğu gibi
birileri yeni yeni kapitülasyonlar oluşturuyor, yeni Cumhuriyetle birlikte
yurdum toprakları birilerine peşkeş çekilmeye devam ediliyordu!
Kızdın mı bana şimdi?
Daha dur, yeni başladık!
1923 yılında Türkiye’deki şirket ve bankaların tamamı
yabancı sermayeliydi.
Yeni devletten her türlü yardımı görüyor, Anadolu halkını
sömürmek için ortalıkta cirit atıyorlardı.
Dünya ekonomik krizi 1929’da yakaladı Türkiye’yi.
Türk lirasının değerinin astronomik şekilde düşmesinin
ardından dış ticaret açığı inanılmaz bir düzeyde arttı.
Bu arada, biliyor musun Hayrünisa ablanın oğlan Güven,
BAĞIMSIZ Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendi parasını basma yetkisi yoktu o
yıllarda!
Üzerinde Atatürk resmi olan banknotlar dışarıda Londra’da,
Yahudi sermayeli finans kuruluşları tarafından basılıp getiriliyordu ülkeye!
Bir devlet bankasının kurulması elzemdi artık.
Bu yapı güya hem ekonomiye denge getirecek, hem de ileride
Türk parasını basma görevini üstlenecekti.
1930 yılında “kibrit tekelini” bir Amerikan şirketine
devrederek 10 milyon dolar kredi almakta hiçbir sakınca görmedi Atatürk!
Ve TC Merkez Bankası'na da o parayla ortak oldu devlet!
Nizamnamesi yani, ana sözleşmesi 1 Eylül 1931’de kabul
edildi Merkez Bankası’nın.
Hisse senetleriyse 4 gruba ayrıldı.
A sınıfı hükümet kuruluşlarının, B sınıfı milli bankaların,
C sınıfı yabancı bankalarla, imtiyazlı şirketlerin, D sınıfıysa Türk ticaret
kuruluşlarıyla, Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilerin olacaktı.
A sınıfı hisselerde ta 1931’den, 1970 yılına dek yeni
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin payı ne kadardı biliyor musun Güven, sadece
yüzde 15; evet, milli bankamız olan ve para basma yetkisine sahip Merkez
Bankası’ndaki hissemiz sadece yüzde 15’ti ve bu durumu sokakta gezen normal
vatandaşın bilmesine de hiç mi hiç gerek yoktu!
Söylemeye lüzum var mı bilmiyorum, Merkez Bankası’nın asıl
hisselerinin yüzde 85’i yabancıların elindeydi ve bugün bunların kimler
oldukları hâlâ açıklanmış değil üstelik!
Devletin payı 1970’te zar zor yüzde 51’e, Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin iktidarıyla da 2002’de yüzde 55’e çıkarıldı.
O gün bu gündür Recep Tayyip Erdoğan onlara artık kâr payı
dağıttırmıyor, zıbık zıbık ötüyorlar medyadaki adamları vasıtasıyla!
Yani bugün hâlâ milli bankamızın yüzde 45’i yabancıların
elinde haberimiz yok, yaşasın Cumhuriyet!
Bakın kağıt paraların üzerine, “Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası” yazar hâlâ, “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” değil!
Tekrar 1930 senesine döndüğümüzde Atatürk’ün “yabancı
sermayeye” verdiği sözleri muntazaman yerine getirdiğini görüyoruz.
Zaten 1923’ten itibaren hazine bonosu ihraç edip yine
Türkiye’de üstlenmiş yabancı finans kuruluşlarına satarak yüz milyonlarca lira kredi
kullanan devlet aynı zamanda ilave olarak dış borçlanmalara da yöneliyor
oralardan da paralar alıyordu Cumhuriyet’in ilk yıllarında.
Kendi yağımızla kavrulduğumuz hikayesi tam bir resmi
yalandır aslında yani!
Örnek mi?
1934 Sovyet Kredisi: 8 milyon dolar
1937 – İngiliz kredisi: 2 745 000 sterlin
1938 – İngiliz Kredisi: 16 milyon sterlin
1938 – Alman Kredisi: 150 milyon Reichsmark
Sadece 1938 yılında alınan kredilerin parasal değeri aynı
sene içindeki devlet bütçesinin tam yüzde 58’ine denk geliyordu.
Türkiye 1938 dışında başka hiçbir yıl bu kadar yük altına
girmemiş, girememişti.
Az zamanda çok işler yapılmış, astronomik faizlerle Türk
halkı yabancı sermayeye peşkeş çekilip, sömürü düzenine kesintisiz devam
edilmişti.
Limanlar, demir çelik, petrol ve kimya tesisleri…
Evet, bunlar yapılmıştır yapılmasına elbette ama daha çok
yabancı şirketlerin semirip daha da büyüyebilmeleri için ve onların istekleri
sonucu!
Adına KİT denilen ve alınan dış kredilerle devlet eliyle
yapılan iktisadi kuruluşların yükünü, kamburunu yıllarca nasıl sırtımızda taşıdığımızı
anımsayın bir kere?
Yaşamı boyunca sadece askerlik yapmış biri olan Mustafa
Kemal’in o çok çok büyük serveti, sahip olduğu büyük arazileri, pek çok
çiftliği, bira, pastörize süt ve tereyağı fabrikalarını, onca gayrı menkulünü
ölümüne yakın bir zamanda devlete bağışlamasıyla açıklayamaz hiç kimse bana!
Aklımla dalga geçmek olur bu!
“Niye o zaman en baştan beri tapularını kendi üzerine yaptı”
diye sorarım o zaman da?
Bir 29 Ekim günü çok can sıkıcı değil mi tüm bunları duymak?
Sokrat’ın filozoflar için dillendirdiği gibi “bir at sineği
gibi olmalıdır gazeteci” de, sürekli rahatsız etmelidir, tedirgin etmelidir etrafı!
Uzun yıllar boyunca ne yazık ki ben de aksini düşündüm ama
gerçekte Atatürk’ün geride emanet bıraktığı CHP’nin de bir hayrı yoktu bu
memlekete!
Tarihinde hiçbir zaman halkın partisi olmadı çünkü, ülkeyi
tek tabanca yönettiği dönemlerde elit kesimi semirtti, hep göbekçilerdi
taraftarları, insanları ezdi, zulüm yaptı.
Şimdi de güya sol, sosyal demokrat bir parti olarak
geziyorlar ya ortalıkta, k.çımın kenarı, bu partiye şu an hakim olan kesimde
solun, solculuğun zerresi bile yok!
“Özgür Şahin” diye babyface bir çocuk var, kokpit boyuyor
Nilüfer’de.
Bunun karısı, hayvan dostu, hayvan sever, evine bir hayvan
alıp besleyen Veteriner Melike Baysal’ın meslektaşı ve yakın arkadaşı.
Geçen, bir dönem eski ilçe başkanı Metin Çelik’in yol
vermesiyle CHP Nilüfer İlçe Başkanlığı yaptı bu çocuk; bir işe yaradığını da
hiç görmedik doğrusu.
Daha geçenlerde “Zaten benim param yok, eşim izin vermiyor,
eğer yeniden çıkarsam beni boşar” diye ortalıkta gezen bu Özgür Şahin ne oldu
da dün adaylığını açıkladı dersiniz?
Size biraz CHP manzaraları anlatayım da gülün acık!
Bülent Yaşar ve emekli hemşire Neşe Özçelik sponsor olup
destekliyorlar bunu, seçildiği vakit tüm masrafları bunlar ödeyecek, Nilüfer’de
partinin ipini de akıllarınca bunlar ellerinde tutacak!
Emekli hemşire Neşe Özçelik öyle bildiğiniz gibi biri değil,
iş gadını!
Hatun altında BMW X5’lerle filan geziyor!
Hali hazırda CHP’nin İl Yönetim Kurulu Üyesi ve kurultay
delegesi!
Şadi Özdemir’in listesine kim yazmış, nereden gelmiş, hangi
emeği sarfetmiş bilen, gören, duyan hiç kimse yok!
Anadolu Hastanesi'nin hem ortağı, hem de kurucusu Neşe
Özçelik.
Gadın müteahhitlik de yapıyor aynı zamanda.
Ortağı Mehmet Aydoğan.
Mehmet Aydoğan’sa aynı zamanda İlhan Arslan’la ortak işler
yapıyor.
İlhan Arslan kim mi?
Bursa’nın müstafi belediye başkanı Recep Altepe’nin dünürü,
kim olacak!
Neşe Özçelik’in Misi Köyü’nde ayrıca bir hafriyat döküm
sahası filan varmış, Nilüfer’de Magazin Outlet’in karşısında “kentsel dönüşüm”
projesi yapmaya hazırlanıyorlar işi yukarıdan bitirip.
Çok solcu biri canım, çok!
Eve sol ayağıyla girer, bardağı sol eliyle tutar, sürekli
sol kulağını kaşır, acayip bir şekilde “sol, sol, sol” yani sizin
anlayacağınız!
CHP’nin “Piranası” Güler Buğday bile bunun haline gülerek
“Dünya Güzeli” lakabını takmış!
(N’oldu kız Güler, hiç sesin soluğun çıkmadı bir daha, içine
mi kaçtın yoksam?!.)
Özgür Şahin’in sponsor ve destekçilerinden biri bahsettiğim
bu hatun işte.
Diğer taraftan başta CHP Bursa İl Başkanı Şadi Özdemir,
Milletvekili Orhan Sarıbal ve Mudanya’nın hayırsız belediye başkanı Hayri olmak
üzere, Büyükşehir’e önermek suretiyle Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa
Bozbey’in ayağını kaydırıp, kapağı oraya atmayı planlayanlar da var partide onu
da söyleyeyim.
Sen bir İl başkanı olacaksın, belediye başkanıyla danışıp
konuşmadan gidip genel başkana “onu büyükşehirde görmek istiyoruz” diyeceksin,
hiç olacak şey mi?
Akıl, mantık alıyor mu bu durumu?
Özgür Şahin’i destekleyen ikinci kişi, Bülent Yaşar kim
peki?
Tam anlamıyla solcu postuna bürünmüş bir komprodor!
CHP’ye ailecek sızmışlar.
Bunun babası Ankara Yeni Mahalle’nin CHP’li Belediye Başkanı
Fethi Yaşar.
Fethi Yaşar bugün CHP’nin Örgütten Sorumlu Genel Başkan
Yardımcısı Tekin Bingöl’e, “Şuraya gel s.ç” desin, yapmazsa ne olayım!
Peki, Tekin Bingöl’ün kardeşleriyle birlikte ortak olduğu
şirket hangi işi yapıyor?
“İnşaat.”
Fethi Yaşar ne işleri veriyor belediyeden?
“İnşaat.”
Bingöl kardeşler Ankara’nın müstafi Belediye Başkanı Melih
Gökçek’ten hangi işleri almışlardı?
“İnşaat.”
Sarıbal, Özdemir ve Türkyılmaz triosunun Nilüfer’i ele geçirmek
istemelerinin sebebi ne?
“İnşaat.”
Fethi Yaşar’ın oğlu Bülent Yaşar’sa Prestij Tekstil’in
sahibi, döşemelik kumaş yapıyorlar, döşüyorlar, tatil köyleri var, mobilya, çok
büyük ölçekli seracılık yapıyorlar filan.
Peki, onun CHP’de bulunma sebebi ne?
“Domatis.”
Şaka şaka!
Solculuk yaparak boş zamanlarını değerlendiriyor, kafa
dağıtıyor Bülent Yaşar, meze yani politika onun için bir Amerikan salatası, bir
borani, bir acılı ezme gibi örneğin, haşlanmış dil, beyin, rakının yanında.
İşin aslı, Özgür Şahin’i aday çıkarmasının, onu
desteklemesinin asıl sebebi şimdiki CHP Nilüfer İlçe Başkanı Mehmet Turan
Tansal’ın, Bülent Yaşar’a daha şimdiden açıkça, “seni yeni yönetim kurulu listeme
yazmayacağım” demiş olması!
Aferin len Tansal, harbi adammışın, kutluyorum seni,
keraneci!
Hiçbir şey göründüğü gibi değil sizin anlayacağınız.
CHP bildiğiniz, oy verdiğiniz gibi bir parti hiç değil, ben
de farklı sanıyordum geçmişte, değilmiş.
Bayramınız kutlu olsun bu arada…
Güya Cumhuriyet geldi memlekete…
Düzen değişti Türkiye’de güya ama…
Düzülenler hiç değişmedi farkında mısınız?!.