Tarihte veya diğer ülkelerde 13 İl Başkanı, 44 İlçe Başkanı, yüzden fazla il ve ilçe yöneticisi şehit edilmiş başka bir siyasi parti var mıdır bilmiyorum.
Doğrusu fazla merak da etmiyorum. Çünkü işimiz kimseyle mağduriyet yarışına girmek değil.
70'li yıllarda yaşadıklarımız, 12 Eylül'de başımıza gelenler, 28 Şubat, PKK, JİTEM, Ergenekon, Cemaat gibi dinamikler, 15 Temmuz'da ortaya çıkan gerçekler ve son sahnede ABD'nin Kürt kartıyla karşımıza çıkması, bizi başımıza gelenleri yeniden sorgulamaya sevk ediyor.
Kendinizi 1960'ta darbe yapan ve 1961'de yaptıkları Anayasa'yla Türkiye'yi "soldan sekülerize etmeye çalışan" Albayların yerine koyun!..
Atatürk İlke ve İnkılaplarının CHP ile kaim olduğuna inanıyor ve DP'li siyasetçileri idam ettikten sonra iktidarı İnönü'ye teslim edip aradan çekilmek istiyorsunuz.
Tam bir "tank desteklibalans ayarı" yani...
Alparslan Türkeş ise CHP'nin karşısında oy kullanan, halkın % 60'lık kesimini de kapsayacak bir "Milli Birlik Partisi" çalışması için kolları sıvıyor.
Kurmay Albay Türkeş, Milliyetçi duygularla, toplumun tamamını kucaklayacak bir siyasi hareketin planlarını yapmakla meşgulken 13 Kasım Darbesine maruz kalıyor.
Hesaba göre kanlı darbenin gölgesi altında iki ay içinde bir seçim yapılacak böylece 1950 öncesi şartlara geri dönülecekti.
Alparslan Türkeş, evinden zorla alınıp Hindistan'a sürülmüş,13 arkadaşı da kendisi gibi çeşitli harici görevlereatanmışlardır.
DP'nin 1950'den beri bariz bir üstünlükle ele geçirdiği Millet Meclisini denetleyebilmek için:
a)Bir "Cumhuriyet Senatosu" kurulmuş;
b) Atamayla gelen "Kontenjan Senatörleri"
c) Yasaların Anayasa'ya uygunluğunu denetleyen "Anayasa Mahkemesi" ve
d) Askeri siyasete müdahil kılan "Milli Güvenlik Kurulu" bu dönemde hayata geçirilmiştir.
27 Mayıs Askeri İdaresi orduda görevli subay, astsubay ve askeri memurları CHP yanlısı olan ve olmayan olarak ikiye ayırmış, CHP karşıtlarını ordudan kovmuş ve subaylarıpartizanlaştırmıştır.
Ayrıca devletin rotasını "sol" değerlere çeviren61 Anayasasında seçimle gelen herkese ve her şeye karşı "dengeleyici" bir güç dağıtımı söz konusudur.
Gençliğin politize edilmesine yol açacak Üniversite Özerkliği, memura Greve kadar varan Sendikal haklar, Basının(4. Sıradaki) kuvvetinin artırılması gibi…
Ülke, 12 Mart muhtırası öncesindeki FKF, Dev-Genç, THKO, TİİKP gibi eylemci sol gençlik örgütleriyle birlikte yürütülen "Ulusal Demokratik Devrim" sürecine bu şartlarda gelmiştir.
Bu noktada TSK'daki ideolojik bölünmenin sadece MBK'daki farklı siyasi tercihlerle sınırlı kalmadığı da ortaya çıkmıştır.
1961 Anayasasını hazırlayan Kurucu Meclis'in CHP kontenjanından üyesi olan Doğan Avcıoğlu'nun Kemalizm'le Sosyalizm arasında bir köprü kurmaya çalışması, özellikle genç subayların ilgisini çekmişti.
70'lerde Türk polisi ve askeriyle çatışmaya girebilen ve 80'lerde PKK olarak etnik bir kitleüzerinde kökleşen eylemci Sol fraksiyonların ideolojik çıkış noktası, "Türk İnkılabının yetersiz bir üst yapı devrimi olduğu" iddiasıydı.
Bunlar tartışılabilirdi; ancak niyet başkaydı!
1968'den sonra büyük bir bölümü dersle, kitapla, eğitimle ilgisi olmayan"Devrimci" gençler üzerinden anarşinin tırmandırılması, 1946'dan beri sola pek umut vermeyenseçim sandığına karşı,"tank + tabanca ikilisi"nin ittifakını amaçlıyordu.
Hasan Cemal'in "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" başlığıyla yaptığı itiraflarda bu devrimci strateji, açıkça anlatılıyordu.
Ulusal Demokratik Devrim'in, sola umut veren parolası: "Yüz işçi yerine bir Albay"dı.
İşte bütün bu işlerin iç yüzünü bilen Alparslan Türkeş'in bu şartlar altında 1965'te siyasete girip, 1969'da MHP'yi ve Ülkü Ocaklarını kurması, darbecisinden anarşistine, bölücüsünden mezhepçisine bütün sol unsurları "Türkeş ve Ülkücü düşmanı" yapmıştı.
1960'ta İçişleri Bakanlığındaki CIA ofisini kapatma konusunda Amerikan kor diplomatiğiyle Büyükelçi seviyesinde tartışmaya giren Başbuğ, ABD'nin de kara listesinde yer alıyordu.
Dolayısıyla sermaye ve boyalı basın da karşısındaydı.
Bütün bu sağlı sollu, sığ ve derin düşman gruplar karşısında Alparslan Türkeş'in Türk Milletinden başka kuvvet alabileceği bir kaynak yoktu.
Ben bu yüzden MHP'yi ve Ülkücü hareketi, demokrasi dışı siyasi güçler karşısında bir "sine-i millete gidiş" olarak görme eğilimindeyim.
Başbuğun oradan Milliyetçi-Ülkücü Hareket gibi bir güçle geri dönmesi ise Türk Milletinin yüksek karakterinin bir sonucudur.
Başbuğ, milletini çok iyi tanıdığı için bu yola başvurmuş; devrimin yolu olan "sokağı" solun azgınlığına teslim etmeyen, disiplinli bir gençlik örgütünü de mücadeleyekatmıştır.
70'lerde 13 MHP İl Başkanı, 44 İlçe Başkanını ve 3.600 Ülkücü genç şehit olmuştur.
Aynı sebeple, Milliyetçi Hareketin iç ve dış düşmanları, elli yıldır pusudadır.
Doğrusu fazla merak da etmiyorum. Çünkü işimiz kimseyle mağduriyet yarışına girmek değil.
70'li yıllarda yaşadıklarımız, 12 Eylül'de başımıza gelenler, 28 Şubat, PKK, JİTEM, Ergenekon, Cemaat gibi dinamikler, 15 Temmuz'da ortaya çıkan gerçekler ve son sahnede ABD'nin Kürt kartıyla karşımıza çıkması, bizi başımıza gelenleri yeniden sorgulamaya sevk ediyor.
Kendinizi 1960'ta darbe yapan ve 1961'de yaptıkları Anayasa'yla Türkiye'yi "soldan sekülerize etmeye çalışan" Albayların yerine koyun!..
Atatürk İlke ve İnkılaplarının CHP ile kaim olduğuna inanıyor ve DP'li siyasetçileri idam ettikten sonra iktidarı İnönü'ye teslim edip aradan çekilmek istiyorsunuz.
Tam bir "tank desteklibalans ayarı" yani...
Alparslan Türkeş ise CHP'nin karşısında oy kullanan, halkın % 60'lık kesimini de kapsayacak bir "Milli Birlik Partisi" çalışması için kolları sıvıyor.
Kurmay Albay Türkeş, Milliyetçi duygularla, toplumun tamamını kucaklayacak bir siyasi hareketin planlarını yapmakla meşgulken 13 Kasım Darbesine maruz kalıyor.
Hesaba göre kanlı darbenin gölgesi altında iki ay içinde bir seçim yapılacak böylece 1950 öncesi şartlara geri dönülecekti.
Alparslan Türkeş, evinden zorla alınıp Hindistan'a sürülmüş,13 arkadaşı da kendisi gibi çeşitli harici görevlereatanmışlardır.
DP'nin 1950'den beri bariz bir üstünlükle ele geçirdiği Millet Meclisini denetleyebilmek için:
a)Bir "Cumhuriyet Senatosu" kurulmuş;
b) Atamayla gelen "Kontenjan Senatörleri"
c) Yasaların Anayasa'ya uygunluğunu denetleyen "Anayasa Mahkemesi" ve
d) Askeri siyasete müdahil kılan "Milli Güvenlik Kurulu" bu dönemde hayata geçirilmiştir.
27 Mayıs Askeri İdaresi orduda görevli subay, astsubay ve askeri memurları CHP yanlısı olan ve olmayan olarak ikiye ayırmış, CHP karşıtlarını ordudan kovmuş ve subaylarıpartizanlaştırmıştır.
Ayrıca devletin rotasını "sol" değerlere çeviren61 Anayasasında seçimle gelen herkese ve her şeye karşı "dengeleyici" bir güç dağıtımı söz konusudur.
Gençliğin politize edilmesine yol açacak Üniversite Özerkliği, memura Greve kadar varan Sendikal haklar, Basının(4. Sıradaki) kuvvetinin artırılması gibi…
Ülke, 12 Mart muhtırası öncesindeki FKF, Dev-Genç, THKO, TİİKP gibi eylemci sol gençlik örgütleriyle birlikte yürütülen "Ulusal Demokratik Devrim" sürecine bu şartlarda gelmiştir.
Bu noktada TSK'daki ideolojik bölünmenin sadece MBK'daki farklı siyasi tercihlerle sınırlı kalmadığı da ortaya çıkmıştır.
1961 Anayasasını hazırlayan Kurucu Meclis'in CHP kontenjanından üyesi olan Doğan Avcıoğlu'nun Kemalizm'le Sosyalizm arasında bir köprü kurmaya çalışması, özellikle genç subayların ilgisini çekmişti.
70'lerde Türk polisi ve askeriyle çatışmaya girebilen ve 80'lerde PKK olarak etnik bir kitleüzerinde kökleşen eylemci Sol fraksiyonların ideolojik çıkış noktası, "Türk İnkılabının yetersiz bir üst yapı devrimi olduğu" iddiasıydı.
Bunlar tartışılabilirdi; ancak niyet başkaydı!
1968'den sonra büyük bir bölümü dersle, kitapla, eğitimle ilgisi olmayan"Devrimci" gençler üzerinden anarşinin tırmandırılması, 1946'dan beri sola pek umut vermeyenseçim sandığına karşı,"tank + tabanca ikilisi"nin ittifakını amaçlıyordu.
Hasan Cemal'in "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" başlığıyla yaptığı itiraflarda bu devrimci strateji, açıkça anlatılıyordu.
Ulusal Demokratik Devrim'in, sola umut veren parolası: "Yüz işçi yerine bir Albay"dı.
İşte bütün bu işlerin iç yüzünü bilen Alparslan Türkeş'in bu şartlar altında 1965'te siyasete girip, 1969'da MHP'yi ve Ülkü Ocaklarını kurması, darbecisinden anarşistine, bölücüsünden mezhepçisine bütün sol unsurları "Türkeş ve Ülkücü düşmanı" yapmıştı.
1960'ta İçişleri Bakanlığındaki CIA ofisini kapatma konusunda Amerikan kor diplomatiğiyle Büyükelçi seviyesinde tartışmaya giren Başbuğ, ABD'nin de kara listesinde yer alıyordu.
Dolayısıyla sermaye ve boyalı basın da karşısındaydı.
Bütün bu sağlı sollu, sığ ve derin düşman gruplar karşısında Alparslan Türkeş'in Türk Milletinden başka kuvvet alabileceği bir kaynak yoktu.
Ben bu yüzden MHP'yi ve Ülkücü hareketi, demokrasi dışı siyasi güçler karşısında bir "sine-i millete gidiş" olarak görme eğilimindeyim.
Başbuğun oradan Milliyetçi-Ülkücü Hareket gibi bir güçle geri dönmesi ise Türk Milletinin yüksek karakterinin bir sonucudur.
Başbuğ, milletini çok iyi tanıdığı için bu yola başvurmuş; devrimin yolu olan "sokağı" solun azgınlığına teslim etmeyen, disiplinli bir gençlik örgütünü de mücadeleyekatmıştır.
70'lerde 13 MHP İl Başkanı, 44 İlçe Başkanını ve 3.600 Ülkücü genç şehit olmuştur.
Aynı sebeple, Milliyetçi Hareketin iç ve dış düşmanları, elli yıldır pusudadır.