Üzerinde yaşadığımız coğrafya dünyanın en stratejik
bölgesidir. Haliyle bu zor ve çetin ve coğrafyada yaşamanın bir bedeli
bulunmaktadır. Bu bedeli tarih boyunca ödedik, şimdi de ödüyoruz. Aziz
milletimiz bu muhteşem coğrafyanın sahibi olmakla kalmamış, aynı zamanda
dünyaya adaletin ve insanlığın ne olduğunu da öğretmiştir. Türk milletinin her
zaman hedefte olması, kutlu varlığı üzerinde oyunlar oynanması bu yüzdendir.
Buna bir de yılların yanlışlarının, ihmallerinin, teslimiyetlerinin ve
yetersizliklerinin eklenmesiyle birlikte kurtuluş savaşı şartlarına geri dönmek
zorunda bırakıldık. İçeriden ve dışarıdan amansız biçimde saldırı altındayız.
Birinin bıraktığı yerden diğeri devam ediyor, birinin eksiğini arkasından gelen
tamamlıyor.
KAYGI VERİCİ TABLO
İçerideki
durum fecidir. Toplum her alanda yüksek gerilim yaşamakta, huzursuzluk tavan
yapmaktadır. Planlı ve devamlı bir fitne yayılmakta, oluşan ve yaygınlaşan
karanlık tablo kaygıyla verici boyutlara ulaşmaktadır. Huzursuzluk
derinleşmekte, istikrarsızlık kalıcı hale gelmektedir. Bir beka sorunu ile
karşı karşıya kaldığımızı aklı başında olan herkes görüyor ve söylüyor. Diğer
taraftan etrafımızda kanlı hesaplaşmalar yaşanıyor. Bütün bu gelişmelere
seyirci kalamayacağımız gibi, etkilenmemiz de kaçınılmaz hale geliyor.
FİTNE VE İHANET ODAKLARI
Her ne şart
altında olursa olsun, bu coğrafyada birlikte yaşamak ve huzuru sağlamak
zorundayız. Bunun içinde doğru değerlendirmelerde bulunmak, üzerimizdeki
oyunları görmek, tedbir almak, yerinde ve etkili hamleler yapmak bir
mecburiyettir. İçerideki ihanetler asla kendiliğinden oluşmamıştır. Her ne
kadar eksiği kendimizde aramamız gerekse de, fitne ve ihanet odaklarının
dışarıda türetildikleri, yönlendirildikleri ve kullanıldıkları muhakkaktır.
PKK'dan YPG'ye, DEAŞ'dan FETÖ'ye, yasa dışı sol örgütlerden ajanlık
faaliyetlerine kadar tamamının arkasında dış devletler ve onların istihbarat
kurumları vardır. Kaldı ki, iletişim çağındayız ve bunları bulmak ve anlamak
çok kolay olduğu gibi, özellikle son dönemlerde kendilerini gizleme ihtiyacı
dahi hissetmiyorlar.
ABD VE AVRUPA'NIN MAMÜLLERİ
Bugün Türkiye'nin en büyük belası olan PKK
ve FETÖ, açık ve kesin şekilde ABD ve Avrupa ülkelerinin mamulüdür. İçimizdeki
hainlerinde yardım ve desteği ile bunları yerleştirmiş, büyütmüş, harekete
geçirmiş ve azdırmışlardır. Yetersiz kaldıkları yerde müdahale etmişlerdir. YPG
ve DEAŞ gibi türevlerini hazırlayarak, gerektiği zaman devreye sokmuşlardır.
Bunu biz söylemiyoruz, daha dün ABD'li bir komutan YPG'yi PKK'nın bir unsuru
olarak hazırladıklarını, gerektiği zaman adını değiştirip kamufle ettiklerini
ve kullandıklarını itiraf etmiştir. FETÖ ile DEAŞ arasındaki fark, birinin
dışarıdan diğerinin içeriden saldırmasından ibarettir. DEAŞ'da elindeki
bombaları üzerimize yağdırmıştır, FETÖ'de eline geçirdiği tankı, topu, uçağı
üzerimize sürmüştür. Terör destekçisi ülkelerin DEAŞ'la mücadele ediyor
görünmeleri, bu örgüt üzerindeki kontrolü kaybetmeleri, pisliğin ucunun
kendilerine de dokunması yüzündendir. Bu kanlı örgüt üretim ve kullanım
kılavuzuna uygun davransaydı, emin olun bugün PKK, YPG ve FETÖ'den farklı bir
muamele görmezdi. Nitekim, içerideki
versiyon FETÖ'nün durumu herkesin malumudur. Bu kadar kana ve kahpeliğe rağmen,
ABD ve Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde korunmaya ve kollanmaya
devam ediliyor. Bu ülkeler, FETÖ'yü sevdikleri, haklı buldukları için değil,
kullanma potansiyeli devam ettiği için kanatları altına alıyorlar. PKK ve FETÖ,
DEAŞ gibi dönüp kendilerini vuruncaya ve terörü bu ülkelere taşıyıncaya kadar
da, durum değişmeyecektir.
ESİP SAVURMAK YETMİYOR
ABD ve
Almanya'nın artık ipi kopardıkları ve bize karşı açık ve aleni bir düşmanlık
içinde oldukları kesindir. Bu ülkeleri yaptıkları kepazeliklerden
vazgeçireceğimizi, nota vererek, kınama yayınlayarak durumu düzelteceğimizi
zannetmek kendimizi kandırmaktır. Elbette, "bütün ipleri koparalım ve
savaş açalım" demiyoruz. Ama bu gerçeği de kabul edelim ve ona göre
politika geliştirip, tavır belirleyelim. Biz de kendi kozlarımızı doğru
kullanıp, karşı hamlelerimizi yapalım. Dengeyi ancak böyle kurabiliriz. Bunun
için yeterli imkanımız da, gücümüz de var. Önemli olan birincisi bunun farkında
olmak, ikincisi yerinde ve etkili tedbirler almaktır. Nitekim, doğru hamlelerin
sonuç verdiğini daha önce defalarca gördük. Bir şeyi daha gördük ve anladık. Ya
söylemeyeceksiniz, ya da söylediğinizi yapacaksınız. Yüksek tondan esip
savurmak, bugün söyleyip yarın unutmak, ne bir sonuç veriyor, ne de ciddiye
alınıyorsunuz.
TÜRK VE İSLAM ÂLEMİ
Etkili bir
dış politika yürütmenin vazgeçilmez bir diğer unsuru da, yalnız kalmamak ve
sizin gibi düşünen veya sizinle ortak menfaatlere sahip ülkelerle birlikte
hareket edebilmektir. Büyük imkanlara rağmen, bu konuda da yeterli olduğumuzu
ne yazık ki söyleyemiyoruz. Ne Türk devletleriyle, ne İslam alemiyle bir türlü
istediğimiz seviyede ilişkiler geliştiremedik. Bunun sebepleri çok çeşitlidir
ve ayrı bir yazı konusudur. Aynı terör örgütlerinin hedefi olduğumuz, aynı
hassasiyetleri taşıdığımız ülkelerle, ortak bir nokta bulmamız şarttır. DEAŞ ve
PKK terörüne karşı bir işbirliği sağlayamadığımız gibi, İsrail'in Mescid-i Aksa
gibi, İslam âleminin ortak değeri olan bir kutsalımıza saldırması karşısında
dahi, bir araya gelip tek ses olamadık. Bu çok acı bir durumdur ve Türk ve
İslam düşmanlarını daha da cesaretlendirmektedir. Muhatabımız olan ülkelerin
dürüst ve tutarlı bir tavır içinde olmadıklarını, başka hesaplar peşinde
koştuklarını biliyor ve kabul ediyoruz. Ancak bu durumun, İsrail gibi terör
devletlerini daha da azdırdığı gerçeğini değiştirmiyor.
Belli ki
bir yerlerde yanlış yapılıyor. Bu yanlışı bulmak ve ivedi olarak bir şeyler
yapmak şart olmuştur. Fevri çıkışlar yerine, bir türlü farkında olmadığımız ve
kullanamadığımız diplomasiyi etkin hale getirmek bir çıkış yolu olabilir. Bu konuda da söylenecek çok şey var, ama ne
yeri, ne de sırası.