BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Katar Osmanlı ve Türkiye İlişkileri

Osmanlı-Katar ilişkileri

Bugünlerde Ortadoğu’da yaşanan Katar olayını biz de tarihi açıdan incelemeye karar verdik. Yaptığımız araştırmalara göre Katar ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişki oldukça iyi seyretmiş, Bölgedeki bazı Arap kabileleri İngilizlerin desteği ile Osmanlı’ya karşı isyan girişimi içerisinde bulunmalarına rağmen Katar, İngilizlerin yanında değil Osmanlı’nın yanında bulunmayı tercih ettiği gibi, bölgeye Osmanlı askerlerini de davet etmiştir. Tabi ki bu durum İngilizlerin tepkisine neden olmuş, 1916 yılında Osmanlılar İngilizlere yenilip bölgeden çekilince, Katar 1971 yılına kadar İngiliz sömürgesi olmuştur. Kadar ile ilgili bilgiyi İslam Ansiklopedisinden yaptığımız uzun alıntıdan takip edelim:
1820’li yıllardan itibaren körfezdeki şeyhliklerle münasebet kuran İngiltere, Ancak 1860’lardan sonra hem Necid’deki Suud ailesi hem de Bahreyn’deki Halîfe ailesi içinde yaşanan ihtilâflar Katar’ı İngilizler için ön plana çıkardı. Ayrıca Katar’ın Necidli muhaliflere lojistik destek sağlayacak yolun üzerinde bulunması ve Bahreyn’den kaçan muhaliflerin burada üstlenmesi üzerine İngilizler 1868 sonbaharında Katar’a savaş gemisi göndererek Muhammed b. Sânî’yi kontrolü altına aldı.
Ardından 1871 yılında Katar şeyhi Câsim b. Sânî, İngilizler’in tehdidinden kurtulmak için Osmanlı askerlerini ülkesine davet etti. Böylece 1871 sonbaharında Katar’da da Osmanlı kontrolü sağlandı ve burası Necid sancağına bağlı bir kaza olarak teşkilâtlandırılıp Câsim b. Sânî fahrî kaymakam tayin edildi. Baştan beri askerî sefere karşı çıkan İngilizler fiilî durum karşısında çaresiz kaldılar; fakat Osmanlı hâkimiyetini kabullenen Sânî ailesi üzerinde dolaylı yollarla baskı uygulamayı sürdürdüler. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti bölgede varlığını daha fazla hissettirmek için bir dizi tedbire başvurduysa da daima İngilizler’le karşı karşıya geldi; hatta Katar’a tâbi bir nahiye olarak teşkilâtlandırmaya çalıştığı Zübâre 1895 sonbaharında İngilizler’in saldırısına uğradı.
Bâbıâli, 1897’den itibaren Osmanlı-İngiliz münasebetlerinde Kuveyt’in birinci plana çıkmasından istifade ile Katar bölgesinde birtakım yeni idarî düzenlemeler yapmak istedi, fakat pek başarılı olamadı.
Sonuna kadar Osmanlı Devletine bağlı kalan Katar, Necid ve Ali Suud'un Katar, Arapların Osmanlılara karşı isyanlarına da katılmamıştır. 1916 yılına kadar Osmanlı bölgede kalmış, Katar halkı sonuna kadar Osmanlı'nın yanında olmuştur.
Meşrutiyet yıllarında dış politikada içine düşülen yalnızlıktan kurtulmak için 1910’da İngilizler’le başlatılan görüşmelerde Katar’ın statüsü yeniden gündeme geldi. 29 Temmuz 1913’te Londra’da imzalanan, ancak yürürlüğe girmeyen antlaşmanın ilgili maddesinde Osmanlı Devleti Katar yarımadası üzerindeki bütün taleplerinden feragat etti, buranın Şeyh Câsim b. Sânî ve halefleri tarafından yönetilmesi konusunda mutabakata varıldı. Ancak Şeyh Câsim’in ölmesi üzerine yerine oğlu Abdullah’ın tayin edilmesi yine Osmanlı Devleti’nin muvafakatiyle oldu. I. Dünya Savaşı ile birlikte bölgedeki Osmanlı varlığı tamamen sona erdi. 3 Kasım 1916’a kadar burada kalan Osmanlı askerleri, İngilizlerin bölgeye girmesiyle Katar’ı terk ettiler.
    Bu tarihten bölgede petrolün bulunduğu 1940 yılına kadar milletlerarası politikada gündeme gelmeyen Katar, komşuları Bahreyn ve Suudi Arabistan ile arasında çıkan bazı küçük anlaşmazlıkların dışında önemli bir olayla karşılaşmadı. İngilizler’in 1971’de bölgeyi terk etmesinden sonra bağımsızlığına kavuşan Katar (3 Eylül 1971) hemen arkasından Arap Birliği’ne ve Birleşmiş Milletler’e üye oldu.
22 Şubat 1972’de Şeyh Halîfe b. Hamed bir darbe ile emirliği ele geçirdi. Devlet başkanlığının yanı sıra başbakanlık görev ve yetkilerini de elinde toplayan Şeyh Halîfe, öncelikle bütün üyelerini kendi seçtiği bir danışma meclisi kurarak bir anlamda parlamenter rejime doğru bir adım attı. 1974’te ülkedeki petrol şirketlerinin tamamını denetimi altına aldı. Bahreyn’le ilişkileri Havar adaları anlaşmazlığı sebebiyle iyi gitmeyen Katar, 1991 Körfez Savaşı’nda Amerika Birleşik Devletleri’nin tarafını tuttu. Suudi Arabistan’la olan bazı sınır anlaşmazlıkları ise 20 Aralık 1992’de dostane bir çözüme kavuşturuldu. Katar halen mutlak monarşi ile yönetilmekle birlikte Körfez ülkeleri arasında birtakım anayasal düzenlemelere giden ilk emirlik olarak dikkat çekmektedir. 1995 yılında Hamed b. Halîfe babasını iktidardan uzaklaştırıp yerine geçti. (Dia., Zekeriya Kurşunlu, Katar M.)  2003 yılında Hamed b. Halife, yönetimi kendi isteğiyle 1980 doğumlu oğlu Şeyh Tamim Bin Hamad Al Tani’ye devr etti. Şeyh Temim, dünyanın en genç liderlerinden birisidir. Ayrıca, Hamed bu uygulaması ile ölene kadar tahtta oturma geleneğini de bozmuş oldu.
Şeyh Temmi, babası gibi İngiliz yanlısı bir siyaset izleyeceği düşüldüğü halde o bağımsız bir politika izlemeyi tercih etti. İngiltere’de eğitim görmüş olmasına rağmen Müslüman Kardeşler, Hamas ve Dünya Alimler Birliği gibi oluşumlara sıcak davranmaya ve Türkiye ile dostluğunu ilerletmeye çalıştı. Katar’ı modern bir devlet haline getirmesine rağmen, bölgedeki Krallara karşı bağımsız politika gütmesi, batılı çıkarlara alet olmaması ve Türkiye ile yakın dostluk kurması üstelik İran’a karşı tavır alınmasını da eleştirmesi şimşeklerin üzerine çekilmesine neden oldu.

Türkiye - Katar Siyasi İlişkileri:

Türkiye - Katar ilişkilerinde son yıllarda önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

Katar, Türkiye'nin bölgede üstlendiği role önem atfetmektedir. Yönetim ve halkın Türkiye'ye ilişkin izlenimleri olumludur.

Katar bölgesel sorunların çözümü için en önde çaba gösteren Arap ülkesi konumundadır. Katar’ın üst düzey yönetimi bu hususlarda ülkemizle yakın istişare içinde olmayı tercih ettiklerini ve dış politikalarında Türkiye’ye özel önem verdiklerini sıklıkla dile getirmektedirler.

Katar’la işbirliğimiz, BM ve İKÖ gibi uluslararası kuruluşlarda son yıllarda artmıştır.

2008-2011 dönemi karşılıklı üst düzey ziyaretlerin yoğunlaştığı bir dönem teşkil etmiş, bu ziyaretler ikili ilişkilerin derinleşerek gelişmesini sağlamıştır.

Katar’a yönelik ihracatımız ağırlıkla demir-çelik mamullerinden oluşmakta, elektrikli makine ve cihazlar, motorlu araç ve parçaları, ev tekstil ürünleri, mobilya ve gıda diğer ihracat kalemleri arasında yer almaktadır. Katar’dan ithalatımızda ise, doğalgaz, plastik ve mamulleri ile kimyevi ürünler başlıca mal gruplarını teşkil etmektedir.

Katar’daki Türk yatırımları esas olarak müteahhitlik (alt taşeronluk) ve müşavirlik hizmetleri alanında gerçekleşmektedir. Büyük inşaat şirketlerimizin de aralarında bulunduğu 30’dan fazla şirketimizin bugüne kadar üstlenmiş olduğu projelerin toplam tutarı yaklaşık 8,5 milyar Dolara ulaşmıştır.

Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Katar sermayesinin Türkiye’ye yöneltilmesi yoğun çaba gösterdiğimiz alanlardan birisini oluşturmaktadır.

Katar’dan ülkemize boru hattıyla doğalgaz tedariki projemiz üst düzeyde olumlu değerlendirilmektedir.

KATAR TARİHİ:

Son derece yoksul bir tarihi geçmişin ardından hızla gelişen, modern ve liberal bir Arap ülkesi haline gelen Katar’ın kısaca tarihi…

Tarihi eski çağlara dayanan Katar’da Selçukluların hüküm sürdüğü biliniyor.

Yedinci yüzyılın ortalarında İslam dini Arap yarımadasında yayınlamaya başlayınca Katar’da Emeviler, Abbasiler gibi İslam hanedanlarının hakimiyeti altına girdi.

OSMANLI İMPARATORLUĞU HAKİMİYETİ ALTINA GİRDİ

16. yüzyıldan Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. 19. yüzyılda bölgenin idaresi bügünkü emirin büyük dedesi olan Muhammed El-Sani’ye geçmiştir. Ülkede fiili Osmanlı egemenliği ilk olarak 1952’de daha sonra ve kesin olarak 1871’de Muhammed El-Sani’nin daveti üzerine başlamıştır.

KATAR EMİRİNİN VASİYETİ

Suudi Arabistan’ın kuruluşuna giden süreçte ise Abdulaziz bin Suud, Katar’ı da kendi nüfuzuna almak sevdasındaydı. Bu yüzden Katar Emiri Şeyh Casim oğlu Abdullah’a Osmanlı askerlerini asla Katar’dan çıkarmama vasiyetinde bulunmuştur.

Katar’ın bugünkü Başkenti Doha şehrinde bugün ABD üssünün bulunduğu el-Obeid’e yerleşen Osmanlı birlikleri 1913’e kadar kalmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu Katar üzerindeki haklarından 1913’te vazgeçmiş, Osmanlı birlikleri Ağustos 1915’te ülkeden çekilmiştir.

İNGİLİZ İŞGALİ 1971’E KADAR SÜRDÜ

Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasının akabinde 1916’da İngilizler Katar’ı işgal ederek sömürgesi haline getirdi. Katar, 1971 yılında İngilizler himayesinden ayrılarak, tamamen bağımsız bir ülke oldu. Bu olaydan kısa süre önce Katar, Birleşik Arap Emirlikleri’nin bir parçası olma teklif reddetmişti.

1972-1995 yılları arasında ülkeyi yöneten ilk emirin ardından, yönetime el koyan Katar Emiri Hamad bin Halife Al Tani göreve geldi.

Al Tani emirliği döneminde, önemli siyasi ve ekonomik reformlar gerçekleşti. Seçimlerin özgürleşmesi için adımlar atıldı, kadınlar seçme ve seçilme hakkına sahip oldu. Aynı zamanda gaz ve petrol sektörlerinde liberalleşmenin yolu açıldı.

EL CEZİRE NE ZAMAN KURULDU?

Basın özgürlüğünün genişletildiği ülkenin en büyük yatırımlarından televizyon kanalı El Cezire oldu. Haber platformları, önce Arap ülkelerinde, daha sonra da tüm dünyada en önemli medya kuruluşlarından biri olarak ön plana çıktı.

Katar bu dönemde komşu ülkelerle de ilişkilerini artırdı ve 2001 yılı itibariyle, Bahreyn ve Suudi Arabistan ile arasındaki sınır sorunlarını tamamen çözüme kavuşturdu.

Katar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı etkisi altına alan ve ‘Arap Baharı’ olarak bilinen halk ayaklanmalarından etkilenmedi.

TÜRKİYE-KATAR İLİŞKİLERİ

Türkiye ile katar arasındaki ekonomik ilişkiler son yıllarda gittikçe sıkılaştı. Dünyanın en zengin ülkelerinden olan Katar, Türkiye’de en çok yatırım yapan ülkelerden biridir.

KATAR NEDEN HEDEF ALINDI?

Oxford Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Körfez ülkeleri uzmanı Dr. Cemal Abdullah:  Suudi Arabistan ve bazı Arap ülkeleri Katar’ın bağımsız dış politikasından rahatsız. Katar, zıt kutuplar arasında denge politikası yürütüyor.

Moritanyalı siyaset bilimci Muhammed Muhtar Şankiti:  Katar’a yönelik saldırılar, uzun zamandır planlanıyordu. Ama bu işten en fazla kendileri zarar görecek. Suudi Arabistan, dış politika ve diğer uluslararası alanlarda BAE’nin etkisi altında.

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özpek:  Yeni dönemde Orta Doğu devletleri, ulus aşırı hareketlerin finansmanını sağlayan Katar’a karşı bir cephe alma pozisyonuna girdiler. Yeni dönem Orta Doğu politikası da böyle şekillenecek.

SETA Dış Politika Araştırmacısı Can Acun:  Burada temel hedef, İhvan’ın tamamen bölgeden sökülüp atılması. Hamas’ın tamamen etkisizleştirilmesi, mümkünse Gazze’nin kontrolünün tekrardan Fetih hareketinin kontrolüne geçirilmesi. Türkiye’nin izole edilmesi ve İran’a karşı yapılacak hamleler.

Türkiye’nin desteği Katar'ın kaderini değiştirmez

Ortadoğu üzerinde çalışan uluslararası siyaset uzmanları, genellikle bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri şekillendiren siyasi dinamikleri göz ardı ederek, daha ziyade büyük güçlerin rolüne odaklanırlar. Geçen hafta Suudi Arabistan liderliğindeki bir grup ülke tarafından Katar'a karşı alınan önlemler bu nedenle herkes için bir sürpriz oldu. Suudi Arabistan ile Katar arasındaki anlaşmazlıklar biliniyordu, ancak bunların dramatik bir şekilde ilişkilerin kopmasına yol açması kimsenin beklediği bir durum değildi. Hangi iş yanlış gitmişti ve bu gelişme bölgesel politikaları nasıl etkileyecekti? Katar ve Türkiye son yıllarda yakın ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirdikleri ve bölgede eşgüdümlü politikalar izledikleri için, değişimin Türkiye'nin dış ilişkilerini nasıl etkileyeceği de bizim için ayrı bir önem arz ediyor.

Suudi Arabistan ve Katar dış politikalarının çatıştığı iki alan var. İlk olarak Suudi Arabistan, Körfez ve Ortadoğu'daki nüfuzunu genişletme tasarıları olan İran'ı en büyük bölgesel rakibi ve birincil güvenlik kaygısı olarak görüyor. Yemen'deki Şii Husi isyancılara ve Suriye'deki Esad rejimine desteğini de İran'ın emellerinin kanıtı olarak kabul ediyor. Bu nedenle, İran'ın nükleer kabiliyetlerini geliştirme programı, Suudi Arabistan'ın korkularını artırarak, onu dış destek aramaya yöneltti. Obama'nın İran'la müzakere yolunu seçmesinin ardından, Donald Trump'ın çoşkulu İran karşıtı ruhu, Suudi kulaklarına ninni gibi gelmeye başladı. İran'ın nükleer kabiliyetlerini geliştirme konusundaki endişelerini paylaşan İsrail'in de bir müttefik oluşturduğundan eminler. Katar'ın İran'a yaklaşımı ise bunun tam tersi. Katar hükümeti, işbirliğinin ve ilişkilerin normalleşmesinin güvenliği sağlamanın en güvenilir yolu olduğuna inanıyor.

İkinci çatışma alanı, Arap Baharının itici güçlerine yönelik farklı konumlarla ilgili.

Suudiler, İhvan'ı uzun vadede Krallığı tehdit eden, istikrarsızlaştırıcı bir güç olarak değerlendiriyor. İhvan'ı ve onun Suriye'deki uzantısı olan grupları bastırma imkanları daha geniş olan ve bu gücü zaten kendini korumak için kullanmaya mecbur olan Mısır'daki Sisi yönetimi ile yakın ilişkiler geliştirdiler. Buna karşılık, bölgesel bir Sunni Blok'un gelişmesini öngören Katar liderliği, her ne kadar kendi topraklarında faaliyetlerine izin vermeyerek onları bir güvenli bir bölgeden mahrum bıraksa da, İhvan'ı destekledi.

İki ülke arasındaki zoraki nezaket, Katar Emiri'nin Suudi politikalarını eleştirdiği konuşmasında dile getirdiği görüşlerinin tweetlenmesiyle bozuldu. Katar hükümeti, tweetin bilgisayar korsanlarının çalışması olduğunu söyledi ancak kimse buna kulak vermedi. Katar'a boykot ilan etmekte sergilenen acele, bunun önceden tasarlanmış olabileceğini düşündürüyor. Gözlemciler, Trump'in son ziyareti sırasında Suudiler verdiği güçlü bir destek ve İran karşıtı sözlerinin krallığın eylemlerini teşvik etmiş olabileceğini düşünüyorlar. Amerika'nın çatışmayı teşvik edip etmediği ise belirsiz. Amerika'nın Katar'da önemli bir üssü bulunuyor ve Katar'ı Hizbullah, Hamas ve İhvan ile gayrı resmi olarak iletişim kurmak için kullanıyor.

Suudi Arabistan Katar'ı terörizmi desteklemekle suçladı. Gerçek şu ki, bilerek ya da bilmeyerek her ikisi de, içinde radikalizmin yuvalandığı bir ortamı hazırlayan katı Selefi İslam yorumlarının yaygınlaşmasını desteklediler. Terörist faaliyetler için doğrudan fon sağlamamış olmasalar bile, her iki ülkedeki özel kaynakların sakıncalı gruplara destek vermiş olmasından şüpheleniliyor. Suudilerin suçlamaları, radikal hareketleri desteklemediği anlamına gelmiyor, sadece Katar'ın desteklediklerini onaylamadığı anlamına geliyor. Suudilerin amacı Katar'ı kendi politikalarıyla uyumlu politikalar benimsemeye zorlamaktır. Katar, Suudi Arabistan ve müttefiklerinin baskılarına karşı koyabilecek mi? Muhtemelen, hayır. Katar çok küçük bir ülke, güçlü bir komşuya karşı koyamayacak kadar da zayıf. İran bir miktar destek öneriyor ancak askeri müdahalede bulunması imkansız denecek kadar riskli olacaktır.

Katar, Türkiye ile de yakın ilişkiler geliştiriyordu. İhvan ve Hamas'ı desteklemek, halihazırdaki Mısır hükümetine muhalefet etmek ve Suriye rejimine muhalefet eden Sünni gruplara destek vermek konularında iki ülke birlikte hareket ettiler. Karşılıklı ekonomik ilişkileri de genişliyordu. Türkiye, Katar'ın yatırımlarını çeken ülkeler arasında şu anda yedinci sırada yer alıyor. Son olarak Türkiye Katar'da bir askeri üs kurarak silahlı kuvvetlere ve jandarmaya eğitim vermeyi üstlendi. Krizin ardından Türk hükümeti, taahhütlerini yerine getireceğini göstermek için, üssün kurulması ve askeri eğitimle ilgili antlaşmayı alelacele Meclis'ten geçirdi. Bununla birlikte, Türk desteğinin Katar'ın kaderini değiştirmesi pek olası değildir. Ancak Katar politikasındaki başarısızlık Türkiye'nin siyasi ve ekonomik kaderini etkileyebileceği gibi Ortadoğu'da izlediği politikaları gözden geçirmesine de neden olabilir

Türkiye'nin Katar'a desteğinde risk ve fırsatlar

Suudi Arabistan ile Katar arasında başlayan gerginlik bölge ülkelerini de içine alan bir krize dönüşmek üzere.Türkiye'nin hamleleri süreçte önemli rol oynuyor.
Arap Baharı'ndan beri Ortadoğu'da güç dengesi kritik hamlelerle sürekli değişiyor. Son 7 yılda bölgede, darbeler, dış müdahaleler, bölgesel yayılma etkisi gösteren iç savaşlar, vekalet savaşları ve ittifak değişimleri üst üste yaşandı. Başlangıçta, halk isyanlarının etkisiyle değişimin kaçınılmaz olduğu, eski yöneticilerin devrileceği ve Ortadoğu'da sadece devlet-halk ilişkisinin değil, devletlerarası ilişkilerin de kesinlikle değişeceği görüşü ağır basıyordu. Fakat, zamanla değişimin kaçınılmaz olmadığı ortaya çıktı. Bölgenin güçlü devletleri ve onların kurduğu ittifaklar, uzun süreli iç savaşlara ve yüksek ekonomik maliyetlere katlanmak pahasına değişim rüzgarının estiği ülkelere müdahil oldular.
Libya, doğrudan askeri müdahaleye sahne olduktan sonra açık bir vekalet savaşı alanı haline geldi. Bahreyn'de Suudi Arabistan doğrudan askeri müdahalede bulundu. Suriye ve Yemen'de Suudi Arabistan, İran, Katar ve diğerleri açıkça yerel grupları destekleyerek savaşa tutuştular. Mısır'da bir askeri darbe yaşandı ve dengeler değişti. Özetle, bugün Ortadoğu'da yaşanan sorunları sadece Müslüman Kardeşlerin yarattığı tehdide, Körfez Emirlikleri arasında geçmişten gelen aile merkezli rekabete ya da Sünni-Şii gerginliğine bağlamak indirgemecilik olur.
Güç mücadelesi:
Ortadoğu'da Irak'ın işgaliyle başlayan ve Arap Baharı'yla devam eden büyük bir güç mücadelesi var. Bu güç mücadelesinin statükocu kanadı ile revizyonist kanadı ayrı eksenler oluşturuyorlar. Statükocu kanat, Ortadoğu'daki eski iktidar ilişkilerini, rejim tiplerini ve dengeyi yeniden hakim kılmaya çalışıyor. Revizyonistler ise bölgedeki iktidar ilişkilerinin değişmemesi halinde kendilerine alan açamayacaklarını ve sıkışıp kalacaklarını düşünüyorlar. İlk cephe daha geniş, ikinci cephe ise daralıyor. İşte, son krizin ana kaynağı da krizin başlamasından sonra biraraya gelmez denilen ülkeleri biraraya getiren de bu mücadele.
Başka bir ifadeyle, Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve Yemen'i kendi etki sahasına çevirme konusunda ciddi ilerleme kaydeden İran'ı durdurmak istiyor. Çünkü bu etki sahasının ileride Kuveyt, Bahreyn ve hatta kendi topraklarına kadar ilerleyebileceğine inanıyor. Bu nedenle, İran karşısında tam bir ittifak oluşturmak istiyor. Katar'ı buradaki zayıf ve güvenilmez halka olarak görüyor. Katar'a iradesini kabul ettirirse, itiraz etme potansiyeli olan Kuveyt, Umman hatta Türkiye de bu mücadeleye bir şekilde katılmak zorunda kalacak.
Türkiye'nin izlediği siyaset de bu çerçevede değerlendirilebilir. Arap Baharı'yla birlikte Ortadoğu'da özellikle rejimlerin ve devlet-toplum ilişkilerinin değişmesi bağlamında değişikliği en çok savunan ülkeler Katar ve Türkiye oldu. Libya, Mısır ve Suriye'de iki ülke arasındaki işbirliği çok açıktı. Müslüman Kardeşler bölgede düşüşe geçtiğinde her iki ülke de harekete destek vermekten geri durmadılar. Suriye'de ABD ve Rusya'nın başını çektiği iki ayrı ittifaka karşı üçüncü bir güç oluşturmaya çalıştılar. İran ile bir yandan sahada mücadele ederken diğer yandan diyalog kanallarını açık tutarak açık bir çatışma sürecine sürüklenmediler. Bu nedenle iki ülke arasında açık bir yakınlaşma doğdu.
Türkiye, Katar Krizi'ni Nasıl Algılıyor?
Birkaç gündür Türkiye ile Katar arasındaki özel ilişkinin detayları ortaya çıkmaya başladı. Türkiye'nin Katar ile özel ekonomik ilişkileri ve siyasi bağları, Türkiye'nin krize karşı politikasını açıklamak için kullanılıyor. Elbette bu faktörlerin önemsiz olduğu söylenemez. Tersine, son dönemde gelişen askeri ilişkiler ve Katar'ın yüksek yatırım potansiyelinden yararlanma isteği olan biteni açıklamaya yeterli görünüyor.
Ancak, bu durum her şeyi açıklamıyor. Türkiye'nin Katar'a verdiği destek ve İran'ın da Katar'a yardım eli uzatması Ortadoğu'daki diğer devletlerin Türkiye'ye bakışını ciddi ölçüde değiştirebilir. Dahası, ilk günlerde Katar Emiri'nin diplomatik baskıyla görevden uzaklaşacağı konuşulurken şimdilerde ciddi direnç sergilemeye başladığı görülüyor. Özetle, diplomatik bir baskıyla başlayan süreç, şimdi siyasi ve askeri bir hal almaya başladı. Katar Emiri'nin direncinin artmasında ise Türkiye'nin hamlesi önemli rol oynadı.
Türkiye ile Katar arasında 2015'te imzalanan askeri eğitim anlaşmasının raftan çıkarılıp onaylanması ve Türk basınında sayıları 600 ile 5000 arasında değişen askerin Katar'a gönderileceğinin ilan edilmesi sürecin gidişatını değiştirdi. Her ne kadar bu askeri anlaşma eğitim anlaşması olsa da hamlenin zamanlaması ve biçimi, Türkiye'nin "Katar'a dokunan karşısında beni bulur" dediğini gösteriyor. Üstelik, Türkiye, bu hamlesinin olası sonucunu hesaplayabilecek kadar köklü bir devlet geleneğine sahip. Eğer bu süreçten Katar Emiri ve yakın çevresi zamanla azalabilecek ve Suudi Arabistan'ın yakın çevresiyle sınırlı bir diplomatik izolasyonla sıyrılırsa Türkiye'nin kazancı parayla ölçülebilecek bir kazanç olmaz. Ortadoğu'da en sert geçebilecek mücadele olan İran-Suudi Arabistan mücadelesinde kendisine en yakın devleti koruyarak süreçten ayrılması onu siyaseten son derece güçlendireceği gibi caydırıcılığını tesis etmesi açısından da hayati olur.
Fakat, sürecin tersine sonuçlanması Türkiye için ağır sonuçlara neden olabilir. Suudi Arabistan ve müttefiklerinin ani bir hamleyle Katar'a henüz dış destek gitmeden askeri bir müdahalede bulunması kulağa çılgınca gelebilir. Fakat, Ortadoğu'nun son 10 yılında bir sürü çılgınlık var. Bir saray darbesi ya da baskılara dayanamayan Katar Emiri'nin çekilmesi ve yeni iktidarın Suudi Arabistan'ın baskısına boyun eğmesi de atlanmaması gereken olasılıklar. Bu durumda, Türkiye'nin İran'la uzun süredir yürüttüğü "dengeli rekabeti"ne, Körfez kaynaklı yeni bir rekabet eklenecektir. Bu durum, Türkiye'yi özellikle Suriye'nin kuzeyinde ve Kuzey Irak'ta çok güç duruma sokabilir. Son olarak altı çizilmesi gereken bir nokta daha var: Türkiye, Katar'a verdiği açık destekle risk aldı, bu doğru. Ancak muhtemelen karar vericiler, destek vermezlerse bir sonraki baskıya uğrayacak ülkenin Türkiye olduğunu düşünüyorlar. Bu nedenle bu bir ön alma stratejisi de olabilir. Bu nedenle, Türkiye'nin hamlesini tarih, yatırım ya da ikili ilişkilerin ötesinde değerlendirmek daha akılcı görünüyor.
google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html