Nükleer anlaşma konusundaki olumsuz tavrı bilinen ve her fırsatta İran’ı oldukça ağır ifadelerle itham ve tehdit eden Trump’ın bu kararı şaşırtıcı olmasa da beraberinde önemli belirsizlikler getirdi.
Her ne kadar anlaşma konusundaki olumsuz tavrı bilinen ve
her fırsatta İran’ı oldukça ağır ifadelerle itham ve tehdit eden Trump’ın bu
kararı şaşırtıcı olmasa da beraberinde önemli belirsizlikler getirdi. Bu
belirsizlikler, İran’ın milli güvenliğinden, Ortadoğu’daki bölgesel konumuna ve
ülkenin kritik ekonomik gidişatına kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Buna, dış
politika ve hatta ekonomi vizyonunu önemli oranda bu anlaşmaya odaklayan
Cumhurbaşkanı Ruhani’nin pozisyonunu da eklenebilir. Bu nedenle, konuyu İran’ın
iç ve dış politikası açısından ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor.
Ülke içinde saflar sıklaşır mı?
Nükleer anlaşma müzakerelerinin sürdüğü dönemlerde, İran
lideri Ayetullah Hamaney eksenindeki müesses nizamla sık sık karşı karşıya
gelen ve ABD’ye fazla taviz vermekle suçlanan Ruhani, bir süredir
Hamaney’inkine benzer sertlikte açıklamalar yapmaktaydı. Her iki lider de düne
kadar ABD’nin çekilmesi halinde anlaşmanın anlamını yitireceğini ve nükleer
programlarına kaldıkları yerden devam edeceklerini söylemişlerdi. Trump’ın
çekilme kararının ardından hatta birkaç gün öncesinden itibaren bu söylem
değişti. Karar sonrası Ruhani, ülkesinin menfaatlerine hizmet ettiği sürece
anlaşmaya, kalan 5 ülkeyle devam edeceklerini ve mevcut durumda İran halkının
her zamankinden daha fazla bütünleşeceğini belirtti. Hamaney de, Trump’ın İran
halkını aşağıladığını söyledi ve aslında ABD’nin derdinin hiçbir zaman nükleer
mesele olmadığını savunarak Trump’ın yanlış yolda olduğunu belirtmekle yetindi.
Ruhani gibi Hameney’in de bu karar karşısında İran halkının yekvücut olacağını
vurgulaması önemli. İran Meclisi'nden gelen tepkilerse daha sert oldu. Bazı
muhafazakar milletvekillerinin 9 Mayıs sabahı güne ABD bayrağını yakarak
başlamasının yanı sıra Meclis Başkanı Ali Laricani de Amerika’yı 'pişman
edecek' bir cevap vereceklerini söyledi.
Askeri kanattan gelen tepkilerin dozuysa daha da yüksekti.
Trump’ın kararı sonrası Avrupa ülkelerinin takınacağı tavra değinen Devrim
Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi, Avrupalıların kendi başlarına hareket
edemeyeceğini ve ABD'ye bağlı olduklarını savundu. Ülkedeki diğer silahlı
kuvvet olan ordunun komutanı Abdurrahim Musevi de “Allah’a şükür ABD anlaşmadan
çekilmiş bulunuyor” değerlendirmesinde bulundu. Benzer bir açıklama da
Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri’den geldi. Suudi Arabistan’ın ABD’yi İran’a
saldırmak konusunda ikna etmeye çalıştığını iddia eden Bakıri, aslında
kendilerinin nükleer anlaşmayı baştan beri çok arzu etmediklerini buna rağmen
anlaşmaya saygı duyduklarını da ifade etti.
Ne var ki, ABD’nin uygulayacağı sert yaptırımların, kırılgan
İran ekonomisi için barındırdığı riskler ortada. Nükleer anlaşma öncesi günlük
4.3 milyon varil petrol üretiminin yaklaşık yarısını ihraç etme kapasitesinde
olmasına rağmen ancak yaklaşık dörtte birini ihraç edebilen İran, benzer bir
duruma tekrar düşmesi halinde ciddi ekonomik kayıplar yaşayacak. Nitekim, yakın
gelecekte devreye sokulması planlanan ve İran’ın dolarla ticaret yapmasının,
petrokimya ürünleri ihracatının ve riyalin İran dışında kullanımının
engellenmesi ve İran gemi ve limanlarına ambargo uygulanması gibi kapsamlı
adımlardan İran ekonomisinin büyük zararlar göreceği aşikar. Dahası, İranlı
liderler uluslararası baskı karşısında İran halkının direnç göstereceğini
savunsalar da ülkedeki yüksek işsizlik ve enflasyon oranlarının üzerine gelecek
yeni ekonomik baskılar düşük gelirli kesimlerde büyük rahatsızlığa neden
olacak. Yeni istihdam alanları oluşturmak için petrokimya sanayi dahil birçok
sektöre yıllık 50-60 milyar dolar dolaylarında yabancı yatırıma ihtiyaç duyan
Ruhani hükümetinin ekonomi vizyonunda, radikal revizyonlara gitmesi gerekiyor.
Ayrıca, Ruhani gelinen noktanın başlıca siyasi sorumlusu olarak lanse
edilecektir. Ruhani’nin ülkedeki muhafazakar çevrelerin hedefi haline gelmesi
kaçınılmazdır. Ayrıca, yalnızca ekonomi alanında değil bireysel özgürlükler
bağlamında da beklentilerin gerisinde kalan Ruhani’nin bir süredir yaptığı gibi
geri adım atması reformist-ılımlı kanadın toplumsal tabanında hoşnutsuzluğa
neden olacaktır. Bu nedenle, bir süre devam etmesi beklenen birlik beraberlik
mesajlarının ardından İran’da siyasi havanın sertleşeceğini öngörmek yanlış
olmayacak.
İran yeni bir izolasyonu kırabilir mi?
Oluşan yeni durumun merak uyandıran diğer önemli bir boyutu
da İran’ın dış politikasına olası etkileridir. Bölgesel faaliyetleri ve menzili
2 bin km’yi bulduğu açıklanan balistik füzeleri bir süredir tartışma konusu
olan İran’ın bu konularda da baskı göreceği kesin. Nitekim nükleer anlaşmanın
devamından yana olan Avrupa devletleri de İran’ın balistik füze programını
kısıtlama konusunda Trump’la hemfikir. Ayrıca, Fransa ve İngiltere’nin 14
Nisan’da ABD ile beraber Esed rejimine ait bazı tesisleri bombalaması, bu
ülkelerin İran’ın bölgedeki nüfuzunu kırma konusundaki kararlılığının belirtisi
olarak değerlendirilebilir. İsrail’in son dönemlerde artan sıklıkta İran’a ait
bazı üslere düzenlediği saldırılar da bu durumu güçlendiriyor. 9 Mayıs akşamı
Golan Tepeleri’nde Suriye ve İsrail güçlerinin karşılıklı roket atışları havayı
daha da kızıştırmış bulunuyor. Roketlerin, Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs
Ordusu güçlerince atıldığını düşünen İsrail, Esed’e Suriye’nin güneyinde
İsrail-İran çatışmasının dışında kalma uyarısında dahi bulunmuştur. İsrail’in
yanı sıra Suudi Arabistan ve BAE’nin Trump’ın kararından büyük memnuniyet
duyması İran’ın bölgede de güçlü şekilde izole edileceğini gösteriyor. Bu
durumda İran, Çin, Rusya, AB ve özellikle Türkiye ile olan ilişkileri üzerinden
bir açılım yapmaya çalışacaktır.
Rusya ve Çin nükleer anlaşmaya bağlı kalacaklarını açıklamış
olsalar da her iki ülke de İran nedeniyle ABD ile ilişkilerini daha fazla zora
sokmayı tercih etmeyebilir. Özellikle Çin açısından en önemli konu İran’la
enerji alışverişinin zarar görmemesi olacaktır. Çin bir süredir enerji
kaynaklarını çeşitlendirerek İran kanalındaki olası tıkanmaya karşı vaziyet
almaya çalışmışsa da İran kaynağını yitirmek istemeyecek ve yeni yaptırımların
devreye sokulması sürecinde, bunu ABD ile müzakere etmeyi tercih edecektir.
Rusya açısından ise konu biraz daha karmaşık görünüyor. Suriye konusunda
İran’la önemli görüş ayrılıkları yaşayan Rusya, çifte ajan Sergey Skripal
cinayetinin ardından Batı ülkeleriyle yaşadığı krizi tırmandırmak
istemeyecektir. Bütün bunlara rağmen, Çin ve Rusya sonuna dek anlaşmada
kalacaktır.
Ancak nükleer anlaşmanın bir “Asya paktına” dönüşmesi İran
için yeterli olmayacak. Anlaşmanın Avrupalı taraflarıysa daha ikircikli bir
tavır takınmaktalar. Avrupalı muhataplarının İran’ı yakın bir gelecekte nükleer
anlaşmayı balistik füze programını da içerecek surette revize etmek üzere
masaya davet etmesi şaşırtıcı olmayacak. Türkiye ile ilişkileri ise İran
açısından ayrı bir önem arz ediyor. Trump’ın kararı sonrası CNN’ye konuşan
Cumhurbaşkanı Erdoğan yapılan bir anlaşmaya sadık kalmamanın doğru olmadığını
ifade etmiştir. Suriye krizinin çözümü konusunda Astana sürecine büyük önem
veren ve İran’la ticaret hacmini 30 milyar dolar düzeyine yükseltmeyi
hedefleyen Türkiye’nin, İran’ın istikrarsızlaşma riskinden rahatsızlık duyması
son derece tabii. Nitekim Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi de Türkiye’nin “mümkün
oldukça” İran’la ticaret yapmaya devam edeceğini ve bu konuda kimseye hesap
verme durumunda olmadığını vurgulamıştır. Zeybekçi’nin sözlerindeki ihtiyat
payı ufuktaki yaptırımlardan hangi kalemlerin istisna tutulacağının müzakereye
açık olması nedeniyle bırakılmıştır.
İran'ın muhtemel adımları
Ekonomik sorunların getireceği risklerden endişe duyan
Ruhani’nin Batı ile yeni bir müzakere sürecine girmek istemesi muhtemelse de
ABD-İsrail-Suudi Arabistan ekseninin tavrı ve müesses nizamın tutumu nedeniyle
bu çetin bir süre olacak. Hamaney’in ABD’den gelen karar karşısında verdiği
görece yumuşak tepki, İranlıların Trump’ın “nihai” amacını anlamaya çalıştığını
gösteriyor. İç politikada selefi Obama üzerinden ısrarla bir devr-i sabık
vurgusu yapan Trump, Kuzey Kore’dekine benzer bir dış politika “zaferi” peşinde
mi, yoksa İran aleyhindeki bu adımlar kapsamlı ve son kertede rejimi yıkmaya
yönelik bir planın parçası mı? Eğer İranlılar ikinci şıkka kani olurlarsa,
ülkenin hızla militarize olması kaçınılmazdır. Şayet ABD’den aldıkları
mesajlar, birinci olasılığı güçlendirirse, özellikle Ruhani Avrupalı ülkeler
üzerinden yeni bir müzakereye yeşil ışık yakmayı düşünecektir. Kritik soru ABD
ya da bölgedeki paydaşlarının yahut İran’ın mevcut gergin atmosfer yatışmadan
geri dönülmez bir çatışmanın fitilini ateşlememek konusunda ihtiyatlı davranıp
davranmayacağıdır.
Türkiye ve Avrupalı devletler bölgede yeni bir çatışma
riskini bertaraf etmek için diplomasiye öncelik verecektir. Belirleyici olan
ise krizin taraflarının bu girişimler karşısındaki tutumu olacak.