SADECE HAKİKAT VE GERÇEKLER
IRAK VE BÖLGE AÇISINDAN YARATACAĞI SORUNLAR
![]() |
Tamer Ashraf |
25 Eylül'de gerçekleştirilen sözde bağımsızlık
referandumunun, Ortadoğu'nun etnik ve mezhepsel açıdan en büyük sorun teşkil
eden ülkelerinden olan Irak'ı bir iç çatışmaya yöneltmesi muhtemel senaryolar arasında
en ciddi ve vahim olacak sonuca götürebilecek bir seçenektir. ABD'nin 2003
yılında kitle imha silahlarının varlığı iddiasıyla gerçekleştirdiği işgal
sonrasında Sünni, Şii ve Kürt olmak üzere üç ana unsurun varlığı üzerinden
hesap edilen toplumsal yapının dağınıklığı ve ülkeyi bir arada tutmaktan
gittikçe uzaklaşılan ayrımcılık duygusu IŞİD'in ortaya çıkışıyla yerini bir
nebze de olsa aynı düşman etrafında Irak toplumunun birleşmesine yol açmıştı.
Ancak IŞİD'e bazı Sünni aşiretlerin destek vermesi ve bu
terör örgütünün başta Musul olmak üzere, Irak'ın diğer önemli yerleşim
yerlerinde hızlı bir ilerleme ve büyüme sürecine girmesi, Irak açısından var
olan toplumsal dağınıklığın ana sebeplerinden bir tanesiydi. (Şimdilerde ortaya
çıkan kimi bilgi ve iddialara göre IŞİD'in kuruluşunda rol oynayan bazı terör
örgütlerinin Barzani yönetimi tarafından desteklendiği ve yönlendirdiği de
değerlendirilmektedir) Aksi bir durumda IŞİD'in böylesine kısa bir zamanda,
Irak'ta pek çok yerde yerel ve federal otoriteyi mağlup etmesi söz konusu
olamazdı.
Diğer yandan IŞİD'in ortaya çıkışının ardından Barzani
yönetimine başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere, çok sayıda ülkenin geniş
askeri imkânlar sunması, Barzani'nin Irak anayasasında tartışmalı bölge olarak
tanımlanan alanlara doğru genişlemeye seyrini de ilginç bir şekilde
hızlandırmıştır. Dahası bu durum bir oldubittiye getirilerek Barzani
yönetiminin IŞİD'ten elde ettiği toprakların, hukuksuz bir şekilde kendi
kontrolüne geçmesine olanak sağlamış, Barzani de bu sahalardan asla
çıkmayacaklarını defalarca kez ilan etmiştir. Bu şüpheli durum IŞİD'in
kuruluşunda parmağı olan ülkelerin, Barzani'ye verdiği desteklerle birleşince,
Irak'ta oluşturulmaya çalışılan siyasi tablonun, IŞİD'in bir başka eylem ve
genişleme sahası olarak kullandığı Suriye'deki gelişmelerle beraber ele
alındığında, Barzani'nin 25 Eylül'de gerçekleştirdiği referandumun
yaşanılanlardan bağımsız olarak değerlendirilemeyecek bir ajandanın ürünü
olduğu sonucunu doğuruyor.
Irak'ın kuzeyinde Barzani'nin bağımsızlık elde etmeye
yönelik girişimlerinin, Suriye'nin kuzeyindeki kimi alanlarda IŞİD gerekçesiyle
etkinliğini ve kontrol sahasını artıran PKK/PYD'nin faaliyetlerinden bağımsız
değerlendirilmesi doğru olmayacaktır. Nitekim ABD'nin görünürde Barzani'ye
referandumun zamanlamasından dolayı tepki göstermesinin ana gerekçesi de burada
aranmalıdır. Diğer bazı ülkelerle beraber ABD'nin Barzani'ye, referandumdan
vazgeçmesine karşılık kendilerinin garantör olacağı ve Irak merkezi hükümeti
ile 3 yıllık bir müzakere sürecinin önerilmesi bunun bir göstergesidir.
Dolayısıyla Irak ve Suriye ile beraber olgunlaştırılacak olan iklimin bu
süreyle çakışacak biçimde iki ülkenin kuzeylerini birleştirecek bir hedefe
yönelmesi açığa çıkmıştır.
25 Eylül'e kadar giden dönemde Barzani'yi ikana edememiş
görüntüsü veren ABD, İngiltere ve Fransa'nın, sözde bağımsızlık referandumu
sonrasında aynı muhtevada olacak Bağdat ve Erbil arasındaki bir müzakere
ikliminin oluşmasını sağladığı bugünlerde görülmektedir. Böylesi bir müzakere
sürecinin başlaması durumunda ise Barzani yönetiminin, 25 Eylül tarihinden
öncesine göre masada elinin daha güçlü olduğu yönündeki yaklaşımlar malumdur.
Zira Barzani müzakere masasından çıkacak sonuca razı olan bir tutum yerine,
(İsrail haricinde) ismi henüz belli ve açık olmayan ülkelerin desteğiyle
gittiği referandum sayesinde kendi tayin ettiği sonuca Bağdat yönetimini razı
gelmeye itecek bir gücü elinde tuttuğuna inanmaktadır. Dolayısıyla ABD, Fransa
ya da İngiltere garantörlüğünde ve gözetiminde yürütülecek müzakerelerin temel
stratejisi Erbil'i değil, Bağdat yönetimini ikna olmaya zorlayacak bir kapsamda
olacaktır. Şimdiye kadar Irak merkezi hükümetinden yapılan açıklamalarda
Erbil'in sözde bağımsızlık referandumundan vazgeçtiğini ilan etmesi halinde
müzakerelerde bulunacaklarına dair resmi bir tavır benimsenmiştir. Ancak 5 Ekim
2017 tarihinde Fransa'nın başkentinde Irak Başbakanı Haydar el İbadi ile bir
araya gelen ve Bağdat-Erbil arasında arabuluculuk rolünü üstlenmek isteyen
Fransa'nın Cumhurbaşkanı Macron'un "Gelecek haftalar ve aylarda Irak'ın
birliği, bütünlüğü ve egemenliğine saygı duyan ve Kürtlerin haklarını tanıyan
bir diyaloğun başlatılması hayati önemde" ifadelerini kullanırken,
kendilerinin Irak'ta bulunan Barzani yönetimiyle de yakın ilişki içerisinde
olduğunu ısrarla vurgulaması müzakerelerin neticesiyle ilgili kuşkuları
güçlendirmiştir.
Böylesi hareketli bir süreç içerisinde Barzani yönetimine
yakınlığı ile bilinen ve Irak'ın kuzeyinden yayın yapan bazı medya
kuruluşlarının, Irak'taki Sünnilerin de bağımsızlık referandumu hazırlığı içerisinde
bulunduğunu duyurmaları dikkat çekici olmuştur. 5 Ekim 2017 tarihli habere göre
bu hazırlığın kapsamının Musul, Anbar, Diyala, Selahaddin ve Bağdat
vilayetlerinde Sünni bir devletin kurulmasına yönelik olduğu ifade edilirken,
ilk etapta Barzani'nin yapılanmasına benzer bir özerk bölge kurulmasının
planlandığı söylenmektedir. Bu durum, Irak'ta yaşanan iç sorunun garantör
ülkeler ve BM gözetimi altında, mevcut siyasi yapılanmanın federasyondan
konfederasyona geçişle aşılmak istendiğine yönelik hesaplamaların da
olabileceği düşüncesini akıllara getirmektedir. Irak'ın üçe bölünebileceğine
dair önceki yıllarda sıklıkla dillendirilen ve ABD'nin, Büyük Ortadoğu Projesi
kapsamında sunulan bilgilerle örtüşen bir gündemin yaşanmaya başlanması dikkat
çekmektedir. Şayet makul bir iklim yakalanırsa, bu kez sözde Kürdistan'ın
kuruluşuna varacak seçeneğin uygulanması daha güçlü hale getirilecektir.
Elbette bu durumun Irak ile beraber Suriye'nin kuzeyini de kapsayacak bir
sahada olması arzulanırken, PKK/PYD terör örgütünün fiili kazanımlarını hukuki
seviyeye yükseltilmesi çabası üzerinde daha fazla yoğunlaşılacaktır. Nitekim
PKK/PYD terör örgütünün Suriye'de IŞİD'ten elde ettiği sahalarda sözde yerel
seçimler yapmaya koyulması, Barzani'nin girişimleriyle beraber oluşturulan
projenin diğer ayağını işaret etmektedir.
Öte yandan Barzani'nin ısrarı sonucu gerçekleştirilen sözde
referandumun Irak'ta iç çatışma koşullarını oluşturması kuvvetli bir
ihtimaldir. Özellikle Kerkük konusunda Barzani'nin süregelen ısrarını devam
ettirmesi durumunda, burada yaşayan Türkmenler üzerinde oluşturulan baskı
girişimleri katliamlara kadar dönüşebilme tehdidi taşımaktadır. Referanduma
yakın günlerde ve hemen ardından seyreden zaman diliminde Kerkük'te bulunan
Türkmenlere ve siyasi temsilciliklerine yönelik gerçekleştirilen silahlı
saldırılar bunun habercisi niteliğindedir.
Bununla beraber IŞİD'e karşı mücadele amacıyla kurulmuş
bulunan Haşdi Şabi ile peşmergeler arasında bir çatışma yaşanması ihtimali de
mevcuttur. Nitekim süreç içerisinde bazı Haşdi Şabi önde gelenleri Kerkük
konusundaki hassasiyetlerini paylaşıp, Barzani yönetiminin tartışmalı
bölgelerden çekilmesi gerektiğine dair sert mesajlar verirken, Barzani idaresi
de bu mesajlara aynı tonda cevap vermiştir. Irak'ta IŞİD'in son kırıntılarının
yer aldığı Havice'nin de terör unsurlarından arındırılması, yakın süre
içerisinde Haşdi Şabi ile Barzani peşmergelerini karşı karşıya getirecek bir
güç çatışmasını oluşturabilecek potansiyele sahiptir.
Ayrıca Irak merkezi hükümetinin mümkün olan en yüksek tondan
Barzani yönetiminden sınır kapılarını, havaalanlarını ve petrol kuyularını
devretmesini isterken, Türkiye ve İran ile beraber yine sınır hatlarında ortak
askeri tatbikatlar icra etmesi, Bağdat yönetiminin de askeri bazı seçenekleri
değerlendirdiği sonucunu doğurmaktadır. Kerkük'e asker gönderilmesi konusunda
Irak meclisinin, ülke hükümetine yetki vermiş olması, krizin tırmanması halinde
iç çatışmanın yaşanabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü Barzani
yönetimi Kerkük'ten çekileceklerine dair herhangi bir tavır göstermezken, şehre
PKK'lı teröristlerin de sokulmuş olması, meselenin vahametini artırmaktadır.
Tabir yerindeyse Kerkük barut fıçısı haline dönüyorken, aradan geçen her gün
gerginliğin daha da artabileceği bir istikamette seyretmektedir.
Bu koşullar altında Irak'ta yaşanabilecek olası bir iç
çatışmanın tarafları şimdiden bellidir. Bu taraflar arasında en savunmasız
olanıysa Türkmenlerdir. Irak'ın işgalinden bu yana siyasi ve ekonomik yönden
türlü baskılara maruz kalan, imkânları kısıtlanan, yerlerinden edilen, nüfus
yapısıyla oynanan Türkmenler, Türkiye için kırmızıçizgidir. Irak'ın sadece
Osmanlı bakiyesinden kalan değil, çok önceki dönemlerinden itibaren en saygın
ve asli nüfusu olan Türkmenler üzerinde yürütülecek sistematik saldırılara
Türkiye'nin sessiz kalması söz konusu olmaz. PKK'lı teröristlerin peşmerge ile
beraber böylesi bir yola girmeye cesaret etmeleri ihtimal dâhilindeyken,
Türkiye'nin Türkmenler konusundaki kararlılığını göstermesi Irak ve sözde
bağımsızlık referandumuna dair politikalarında öncelikli sırada
değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Irak'ta yaşanabilecek bir iç çatışmanın çıkmasını isteyecek
ilk ülke ise kuşkusuz İsrail olacaktır. Zira böylesi bir seçenekte bölgenin
uğraşmak zorunda kalacağı yeni bir mesele daha vukuu bulacağından Tel Aviv
yönetimi şimdiye kadar yürüttüğü bölgesel politikalarına uyacak şekilde bölge
ülkelerinin bu sorunla zaman harcamasını isteyecektir. Böylesi bir durumda
IŞD'in yeniden ortaya çıkıp gücünü artırmak için fırsat kolladığı bir dönem
başlayabileceği gibi diğer terör örgütleri açısından da değerlendirilmek
istenilecek bir süreç başlatılmış olacaktır. Özelikle İran'ın,
Irak-Suriye-Lübnan hattını birleştirme çabasının karşısında durmak isteyen
İsrail açısından, bu güzergâhta çıkacak/çıkarılacak karışıklıkların ne anlama
geldiği açıktır.
Türkiye'nin ilan ettiği Türkmen hassasiyetinin dikkate
alınmaması ve Irak'ın mevcut siyasi yapısının bozulması durumundaysa askeri
müdahale seçeneği kaçınılmaz olarak ülkemizin karşısında bulunacaktır. Peşinen
söylemek gerekir ki koşulları şimdiden belli olan Irak'taki böylesine karmaşık
ve oldubitti anlayışına haiz gelişmeler açısından Türkiye'nin atacağı her
adımın meşruiyeti vardır. Zira Irak'ın toprak bütünlüğünün bozulması Türkiye'yi
pek çok açıdan tehdit ettiği gibi Kandil ve Sincar'da bulunan terör kampları ve
PKK'nın Irak'ta oluşabilecek iç savaş şartlarını (Suriye'de olduğu gibi)
kullanarak böylesine karmaşık bir süreçten yararlanma isteği, Türkiye'nin
Irak'ın kuzeyinde Kandil ve Sincar dağları başta olmak üzere Tel Afer'den
başlayıp önce Musul'a, ardından da Kerkük'e kadar inebilecek bir sahada
müdahale hakkı doğuracaktır. Asla unutulmamalıdır ki askeri seçenek böylesi bir
koşul altında sadece üzerinde çalışılan bir senaryo değil, mutlak suretle adım
atılması gereken bir konudur. Gereği yapılmadığı takdirde Türkiye'nin milli
güvenliği yakın zaman sonrasında çok büyük risklerle karşı karşıya kalacaktır.