BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

9 Ekim 2017 Pazartesi

SÖZDE BAĞIMSIZLIK REFERANDUMUNA DAİR ÜLKELERİN TUTUMU VE YENİ KOŞULLAR

SADECE HAKİKAT VE GERÇEKLER

IRAK VE BÖLGE AÇISINDAN YARATACAĞI SORUNLAR
Tamer Ashraf
25 Eylül'de gerçekleştirilen sözde bağımsızlık referandumunun, Ortadoğu'nun etnik ve mezhepsel açıdan en büyük sorun teşkil eden ülkelerinden olan Irak'ı bir iç çatışmaya yöneltmesi muhtemel senaryolar arasında en ciddi ve vahim olacak sonuca götürebilecek bir seçenektir. ABD'nin 2003 yılında kitle imha silahlarının varlığı iddiasıyla gerçekleştirdiği işgal sonrasında Sünni, Şii ve Kürt olmak üzere üç ana unsurun varlığı üzerinden hesap edilen toplumsal yapının dağınıklığı ve ülkeyi bir arada tutmaktan gittikçe uzaklaşılan ayrımcılık duygusu IŞİD'in ortaya çıkışıyla yerini bir nebze de olsa aynı düşman etrafında Irak toplumunun birleşmesine yol açmıştı.
Ancak IŞİD'e bazı Sünni aşiretlerin destek vermesi ve bu terör örgütünün başta Musul olmak üzere, Irak'ın diğer önemli yerleşim yerlerinde hızlı bir ilerleme ve büyüme sürecine girmesi, Irak açısından var olan toplumsal dağınıklığın ana sebeplerinden bir tanesiydi. (Şimdilerde ortaya çıkan kimi bilgi ve iddialara göre IŞİD'in kuruluşunda rol oynayan bazı terör örgütlerinin Barzani yönetimi tarafından desteklendiği ve yönlendirdiği de değerlendirilmektedir) Aksi bir durumda IŞİD'in böylesine kısa bir zamanda, Irak'ta pek çok yerde yerel ve federal otoriteyi mağlup etmesi söz konusu olamazdı.
Diğer yandan IŞİD'in ortaya çıkışının ardından Barzani yönetimine başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere, çok sayıda ülkenin geniş askeri imkânlar sunması, Barzani'nin Irak anayasasında tartışmalı bölge olarak tanımlanan alanlara doğru genişlemeye seyrini de ilginç bir şekilde hızlandırmıştır. Dahası bu durum bir oldubittiye getirilerek Barzani yönetiminin IŞİD'ten elde ettiği toprakların, hukuksuz bir şekilde kendi kontrolüne geçmesine olanak sağlamış, Barzani de bu sahalardan asla çıkmayacaklarını defalarca kez ilan etmiştir. Bu şüpheli durum IŞİD'in kuruluşunda parmağı olan ülkelerin, Barzani'ye verdiği desteklerle birleşince, Irak'ta oluşturulmaya çalışılan siyasi tablonun, IŞİD'in bir başka eylem ve genişleme sahası olarak kullandığı Suriye'deki gelişmelerle beraber ele alındığında, Barzani'nin 25 Eylül'de gerçekleştirdiği referandumun yaşanılanlardan bağımsız olarak değerlendirilemeyecek bir ajandanın ürünü olduğu sonucunu doğuruyor.
Irak'ın kuzeyinde Barzani'nin bağımsızlık elde etmeye yönelik girişimlerinin, Suriye'nin kuzeyindeki kimi alanlarda IŞİD gerekçesiyle etkinliğini ve kontrol sahasını artıran PKK/PYD'nin faaliyetlerinden bağımsız değerlendirilmesi doğru olmayacaktır. Nitekim ABD'nin görünürde Barzani'ye referandumun zamanlamasından dolayı tepki göstermesinin ana gerekçesi de burada aranmalıdır. Diğer bazı ülkelerle beraber ABD'nin Barzani'ye, referandumdan vazgeçmesine karşılık kendilerinin garantör olacağı ve Irak merkezi hükümeti ile 3 yıllık bir müzakere sürecinin önerilmesi bunun bir göstergesidir. Dolayısıyla Irak ve Suriye ile beraber olgunlaştırılacak olan iklimin bu süreyle çakışacak biçimde iki ülkenin kuzeylerini birleştirecek bir hedefe yönelmesi açığa çıkmıştır.
25 Eylül'e kadar giden dönemde Barzani'yi ikana edememiş görüntüsü veren ABD, İngiltere ve Fransa'nın, sözde bağımsızlık referandumu sonrasında aynı muhtevada olacak Bağdat ve Erbil arasındaki bir müzakere ikliminin oluşmasını sağladığı bugünlerde görülmektedir. Böylesi bir müzakere sürecinin başlaması durumunda ise Barzani yönetiminin, 25 Eylül tarihinden öncesine göre masada elinin daha güçlü olduğu yönündeki yaklaşımlar malumdur. Zira Barzani müzakere masasından çıkacak sonuca razı olan bir tutum yerine, (İsrail haricinde) ismi henüz belli ve açık olmayan ülkelerin desteğiyle gittiği referandum sayesinde kendi tayin ettiği sonuca Bağdat yönetimini razı gelmeye itecek bir gücü elinde tuttuğuna inanmaktadır. Dolayısıyla ABD, Fransa ya da İngiltere garantörlüğünde ve gözetiminde yürütülecek müzakerelerin temel stratejisi Erbil'i değil, Bağdat yönetimini ikna olmaya zorlayacak bir kapsamda olacaktır. Şimdiye kadar Irak merkezi hükümetinden yapılan açıklamalarda Erbil'in sözde bağımsızlık referandumundan vazgeçtiğini ilan etmesi halinde müzakerelerde bulunacaklarına dair resmi bir tavır benimsenmiştir. Ancak 5 Ekim 2017 tarihinde Fransa'nın başkentinde Irak Başbakanı Haydar el İbadi ile bir araya gelen ve Bağdat-Erbil arasında arabuluculuk rolünü üstlenmek isteyen Fransa'nın Cumhurbaşkanı Macron'un "Gelecek haftalar ve aylarda Irak'ın birliği, bütünlüğü ve egemenliğine saygı duyan ve Kürtlerin haklarını tanıyan bir diyaloğun başlatılması hayati önemde" ifadelerini kullanırken, kendilerinin Irak'ta bulunan Barzani yönetimiyle de yakın ilişki içerisinde olduğunu ısrarla vurgulaması müzakerelerin neticesiyle ilgili kuşkuları güçlendirmiştir.
Böylesi hareketli bir süreç içerisinde Barzani yönetimine yakınlığı ile bilinen ve Irak'ın kuzeyinden yayın yapan bazı medya kuruluşlarının, Irak'taki Sünnilerin de bağımsızlık referandumu hazırlığı içerisinde bulunduğunu duyurmaları dikkat çekici olmuştur. 5 Ekim 2017 tarihli habere göre bu hazırlığın kapsamının Musul, Anbar, Diyala, Selahaddin ve Bağdat vilayetlerinde Sünni bir devletin kurulmasına yönelik olduğu ifade edilirken, ilk etapta Barzani'nin yapılanmasına benzer bir özerk bölge kurulmasının planlandığı söylenmektedir. Bu durum, Irak'ta yaşanan iç sorunun garantör ülkeler ve BM gözetimi altında, mevcut siyasi yapılanmanın federasyondan konfederasyona geçişle aşılmak istendiğine yönelik hesaplamaların da olabileceği düşüncesini akıllara getirmektedir. Irak'ın üçe bölünebileceğine dair önceki yıllarda sıklıkla dillendirilen ve ABD'nin, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında sunulan bilgilerle örtüşen bir gündemin yaşanmaya başlanması dikkat çekmektedir. Şayet makul bir iklim yakalanırsa, bu kez sözde Kürdistan'ın kuruluşuna varacak seçeneğin uygulanması daha güçlü hale getirilecektir. Elbette bu durumun Irak ile beraber Suriye'nin kuzeyini de kapsayacak bir sahada olması arzulanırken, PKK/PYD terör örgütünün fiili kazanımlarını hukuki seviyeye yükseltilmesi çabası üzerinde daha fazla yoğunlaşılacaktır. Nitekim PKK/PYD terör örgütünün Suriye'de IŞİD'ten elde ettiği sahalarda sözde yerel seçimler yapmaya koyulması, Barzani'nin girişimleriyle beraber oluşturulan projenin diğer ayağını işaret etmektedir.
Öte yandan Barzani'nin ısrarı sonucu gerçekleştirilen sözde referandumun Irak'ta iç çatışma koşullarını oluşturması kuvvetli bir ihtimaldir. Özellikle Kerkük konusunda Barzani'nin süregelen ısrarını devam ettirmesi durumunda, burada yaşayan Türkmenler üzerinde oluşturulan baskı girişimleri katliamlara kadar dönüşebilme tehdidi taşımaktadır. Referanduma yakın günlerde ve hemen ardından seyreden zaman diliminde Kerkük'te bulunan Türkmenlere ve siyasi temsilciliklerine yönelik gerçekleştirilen silahlı saldırılar bunun habercisi niteliğindedir.
Bununla beraber IŞİD'e karşı mücadele amacıyla kurulmuş bulunan Haşdi Şabi ile peşmergeler arasında bir çatışma yaşanması ihtimali de mevcuttur. Nitekim süreç içerisinde bazı Haşdi Şabi önde gelenleri Kerkük konusundaki hassasiyetlerini paylaşıp, Barzani yönetiminin tartışmalı bölgelerden çekilmesi gerektiğine dair sert mesajlar verirken, Barzani idaresi de bu mesajlara aynı tonda cevap vermiştir. Irak'ta IŞİD'in son kırıntılarının yer aldığı Havice'nin de terör unsurlarından arındırılması, yakın süre içerisinde Haşdi Şabi ile Barzani peşmergelerini karşı karşıya getirecek bir güç çatışmasını oluşturabilecek potansiyele sahiptir.
Ayrıca Irak merkezi hükümetinin mümkün olan en yüksek tondan Barzani yönetiminden sınır kapılarını, havaalanlarını ve petrol kuyularını devretmesini isterken, Türkiye ve İran ile beraber yine sınır hatlarında ortak askeri tatbikatlar icra etmesi, Bağdat yönetiminin de askeri bazı seçenekleri değerlendirdiği sonucunu doğurmaktadır. Kerkük'e asker gönderilmesi konusunda Irak meclisinin, ülke hükümetine yetki vermiş olması, krizin tırmanması halinde iç çatışmanın yaşanabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü Barzani yönetimi Kerkük'ten çekileceklerine dair herhangi bir tavır göstermezken, şehre PKK'lı teröristlerin de sokulmuş olması, meselenin vahametini artırmaktadır. Tabir yerindeyse Kerkük barut fıçısı haline dönüyorken, aradan geçen her gün gerginliğin daha da artabileceği bir istikamette seyretmektedir.
Bu koşullar altında Irak'ta yaşanabilecek olası bir iç çatışmanın tarafları şimdiden bellidir. Bu taraflar arasında en savunmasız olanıysa Türkmenlerdir. Irak'ın işgalinden bu yana siyasi ve ekonomik yönden türlü baskılara maruz kalan, imkânları kısıtlanan, yerlerinden edilen, nüfus yapısıyla oynanan Türkmenler, Türkiye için kırmızıçizgidir. Irak'ın sadece Osmanlı bakiyesinden kalan değil, çok önceki dönemlerinden itibaren en saygın ve asli nüfusu olan Türkmenler üzerinde yürütülecek sistematik saldırılara Türkiye'nin sessiz kalması söz konusu olmaz. PKK'lı teröristlerin peşmerge ile beraber böylesi bir yola girmeye cesaret etmeleri ihtimal dâhilindeyken, Türkiye'nin Türkmenler konusundaki kararlılığını göstermesi Irak ve sözde bağımsızlık referandumuna dair politikalarında öncelikli sırada değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Irak'ta yaşanabilecek bir iç çatışmanın çıkmasını isteyecek ilk ülke ise kuşkusuz İsrail olacaktır. Zira böylesi bir seçenekte bölgenin uğraşmak zorunda kalacağı yeni bir mesele daha vukuu bulacağından Tel Aviv yönetimi şimdiye kadar yürüttüğü bölgesel politikalarına uyacak şekilde bölge ülkelerinin bu sorunla zaman harcamasını isteyecektir. Böylesi bir durumda IŞD'in yeniden ortaya çıkıp gücünü artırmak için fırsat kolladığı bir dönem başlayabileceği gibi diğer terör örgütleri açısından da değerlendirilmek istenilecek bir süreç başlatılmış olacaktır. Özelikle İran'ın, Irak-Suriye-Lübnan hattını birleştirme çabasının karşısında durmak isteyen İsrail açısından, bu güzergâhta çıkacak/çıkarılacak karışıklıkların ne anlama geldiği açıktır.

Türkiye'nin ilan ettiği Türkmen hassasiyetinin dikkate alınmaması ve Irak'ın mevcut siyasi yapısının bozulması durumundaysa askeri müdahale seçeneği kaçınılmaz olarak ülkemizin karşısında bulunacaktır. Peşinen söylemek gerekir ki koşulları şimdiden belli olan Irak'taki böylesine karmaşık ve oldubitti anlayışına haiz gelişmeler açısından Türkiye'nin atacağı her adımın meşruiyeti vardır. Zira Irak'ın toprak bütünlüğünün bozulması Türkiye'yi pek çok açıdan tehdit ettiği gibi Kandil ve Sincar'da bulunan terör kampları ve PKK'nın Irak'ta oluşabilecek iç savaş şartlarını (Suriye'de olduğu gibi) kullanarak böylesine karmaşık bir süreçten yararlanma isteği, Türkiye'nin Irak'ın kuzeyinde Kandil ve Sincar dağları başta olmak üzere Tel Afer'den başlayıp önce Musul'a, ardından da Kerkük'e kadar inebilecek bir sahada müdahale hakkı doğuracaktır. Asla unutulmamalıdır ki askeri seçenek böylesi bir koşul altında sadece üzerinde çalışılan bir senaryo değil, mutlak suretle adım atılması gereken bir konudur. Gereği yapılmadığı takdirde Türkiye'nin milli güvenliği yakın zaman sonrasında çok büyük risklerle karşı karşıya kalacaktır.
google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html