![]() |
TAMER ASHRAF TÜRKİYE DİRİLİŞ POSTASI |
Terör örgütü IŞİD'in Irak'ta elinde tuttuğu en önemli
yerleşim birimlerinden olan Telafer de temizlenerek, IŞİD'in Irak'taki varlığı
büyük ölçüde azaltılmış oldu.
Mevcut durumda IŞİD artık sadece Havice bölgesinde
sıkıştırıldı.
Musul'un alınmasının ardından Telafer operasyonunu başlatan
Irak Hükümeti, yerel unsurlardan oluşan ve içerisinde bazı Türkmen
birliklerinin de bulunduğu Haşdi Şabi ile sonuca ulaşmış görünüyor.
Telafer nüfusunun tamamına yakınının Türkmenlerden oluşması
ve IŞİD'in bu yerleşim birimini ele geçirmesiyle birlikte mezhep temelli bazı
ayrışma ve çatışmaların yaşanması endişesinin ise şu aşamada ciddi bir krize
yol açmadığı görülmekte.
Gerek Irak'ta gerekse Suriye'de terör örgütü IŞİD'ten en
büyük zararı gören Türkmenlerse bir nebze olsun rahat nefes almış durumda.
Gel gelelim dünya kamuoyu Türkmen feryadını görmezden gelme
konusundaysa hala üç maymunu oynamaya devam ediyor.
IŞİD'in köy ve şehirlerini ele geçirmesinin ardından türlü
mezalimlere kurban olan Türkmenler yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda
kalırken, bir zaman sonra aynı yerlerin IŞİD'ten arındırılması çabaları
kapsamında Suriye'de PKK/PYD'ye, Irak'ta ise Barzani'nin kontrolüne geçmesi ise
gelecek noktasında yaşanabilecek sorunların şimdiden en büyük gerekçesini
ortaya koyuyor.
Suriye'de Türkmen köylerini IŞİD bahanesi ile ele geçiren
PKK/PYD'nin, bu alanlara kendisine bağlı olan nüfus taşımışında bulunarak
bölgenin demografik yapısını değiştirmesi girişimi bu ülkede önümüzdeki süreçte
erişilmesi planlanan siyasi çözüm içerisindeki en temel ana başlıklardan birisi
olmalı.
Nüfusu büyük ölçüde Türkmenlerden oluşan alanlara PKK'nın
Mahmur kampı başta olmak üzere kendisine bağlı olan çevreleri taşıması şimdiye
kadar kimsenin dikkat etmediği üzerinde durulmadığı bir mesele olmuştur.
Suriye Türkmenleri zorunlu olarak Türkiye'ye göç edip,
ülkemizin kendileri için kurduğu kamplarda yaşamaya mecbur kalmışken, kendi
toprakları PKK/PYD terör örgütü tarafından ABD desteği ile ellerinden
alınmıştır.
Elbette terör örgütü PKK/PYD'nin nüfus yapısıyla oynadığı
tek yerleşim alanları sadece Türkmenlerle sınırlı olmamakla birlikte, Araplara
ait alanlar ve hatta kendisine bağlı olmayan çok sayıdaki Kürt köylerinde de
benzer bir durumun olduğunu söylemek gerekir.
Irak'ta ise Barzani'nin, bu ülkeye ait olan anayasada
kendisine tanınan Erbil, Süleymaniye ve Duhok'un yanı sıra "tartışmalı
bölgeler" olarak tanımlanan sahalara yönelik kontrol alanını genişletme
girişimleri IŞİD sonrası sürecin zorluğunu şimdiden işaret ediyor.
Aynı zamanda Barzani'nin yapmak istediği sözde bağımsızlık
referandumuna tartışmalı bölgeleri de dâhil etmek istemesi, oldubittilerle
Türkmenlerin yaşam haklarının ellerinden alınması çabasının maksimum düzeye
çıkarıldığını gösteriyor.
Barzani'nin Musul'un çevresinde bulunan yerleşim alanları ve
Türkiye sınırına kadar uzanan saha ile beraber, Kerkük'ü de kendi kontrolüne
katmak istemesi Türkmenlerin hâkim olduğu sahalarda fiili durum yaratma çabası
olduğu kadar, Iraklı Türkmenlerin Türkiye ile var olan fiziki bağlantısını da
kesme amacı taşıdığı anlaşılıyor.
PKK/PYD terör örgütü ile beraber, Barzani'nin faaliyetleri
beraber incelendiğinde zaten ortaya Irak ve Suriye'nin kuzeylerinden uzanarak
Türkiye sınırı boyunca ilerleyip, Akdeniz'e erişen bir sözde devletçik kurma
hedefinin var olduğu sonucu ortaya çıkıyor.
Bu kirli hesap için Türkmenler hedef olarak seçilmişken,
Türkiye'nin onların varlıklarını koruma, haklı mücadelelerine destek olma
konusunda kendi milli güvenliği çerçevesinden kararlı bir yaklaşım sergilemesi
zorunluluğu her yönüyle ortaya çıkıyor.
Irak'ın 2003 yılında ABD tarafından işgal edilmesinden
sonra, yerel ya da genel siyasetin dışında tutulmaya çalışılan Türkmenler,
ilerleyen süreçteyse kendi kimliklerini Sünni veya Şii olarak tanımlamaya
zorlanırken, bugünlerdeyse artık gelecekteki varlıkların dahi ellerinden
alınması süreci işletilmiş durumdadır.
Suriye ve Irak'taki Türkmenler kendi ülkelerinde
sahipsizdir.
Feryatlarını kimse dikkate almamakta, haklılıkları görmezden
gelinmekte, mücadeleleri ise türlü oyunlarla yolundan saptırılmaya
çalışılmaktadır.
Irak ve Suriye merkezli sergilenen bölgesel projenin
Türkiye'yi tehdit eden konu başlıklarında yer alan her ne varsa Türkmenlerle
doğrudan ilgili ve bağlantılıdır.
Bu gerçek kendisini her hali ile gösterirken, Türkiye
açısından güney sınırımız boyunca oluşturulmaya çalışılan terör kuşağı
tehlikesi ne kadar milli güvenlik meselemiz haline geldiyse, Türkmenlerin aynı
sahalardaki varlıklarını koruma mücadelesi de bizler için milli güvenlik ve
beka sorunumuzun parçası olmalıdır.
Dolayısıyla Kerkük'ü Ankara'dan ayrı tutamayız, Musul'da
huzuru yakalayamadan İstanbul'da rahat yaşayamayız.
Cerablus, Azez, Tel Abyad, Halep, Hama ve Humus'taki
soydaşlarımızı, Kayseri, Konya, Adana, Hatay veya İzmir'deki vatandaşlarımızdan
ayrı tutamayız.
Türkmenlerin tek tutar dalı Türkiye'dir.
Bütün ümit ve beklentileri Türkiye'dendir.
Dolayısıyla IŞİD sonrası süreç açısından Irak ve Suriye'nin
toprak bütünlüklerinin korunduğu bir siyasi çözümü arzu ettiğimiz kadar, bu
koşul için Türkmenlerin kendi yaşam alanlarında huzur ve mutluluk içerisinde
yaşamalarını, anayasal haklarının korunduğu bir düzeni tesis ve temin edebilmek
üzere icap edilen ne varsa Türkiye bu desteği kendilerinden esirgememelidir.
Zaten Türkmen'in Irak ve Suriye'de hakkı olanı alması demek,
Türkiye sınırı boyunca kurulması hedeflenen sözde devletçiğin hayata
geçirilememesi demektir.
Bu çerçevede Türkiye'yi güvenli kılmak, bölünmenin önüne
geçmek istiyorsak, bölgesel siyasetimizde Türkmenleri merkeze alan bir yaklaşım
sergilememiz her yönüyle mecburi bir hal alırken, coğrafyanın ve tarihin
karşımıza getirdiği zorunluluğu da adeta gözümüzün içerisine sokuyor.