BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

20 Kasım 2017 Pazartesi

NATO'NUN YAPTIĞI HATA DEĞİL AÇIK BİR OPERASYONDUR

Tamer Ashraf
NATO'nun 8-17 Kasım 2017 tarihlerinde Norveç'te düzenlediği bir masa başı tatbikatı sırasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk'ün düşman kampta yer alan isimler arasında ve mevcut Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın da düşmanla işbirliği yapan isimler arasında gösterilmesi tam bir rezalet örneği oldu.
NATO gibi kuruluşu oldukça eski bir teşkilatın, ilgilendiği son derece önemli ve stratejik meseleler dikkate alındığında bu durumun bir hatadan kaynaklanmasının söz konusu olamayacağını ifade etmek gerekir.
Dolayısıyla başta NATO Genel Sekreteri Stoltenberg olmak üzere, Norveç makamlarının da özürlerini iletmesinin, ülkemize karşı yapılan ayıbı örtmesi yahut unutturması gibi bir durumun söz konusu olmadığını en başından belirtmeliyiz.
Ortada bulunan gerçeklik, ülkemize karşı yapılan kasti bir girişimin olduğunu her yönüyle gözler önüne seriyor.
NATO, kendi bünyesindeki üye ülkelerle küresel sistem içerisindeki tüm gelişmeleri askeri stratejik pencereden değerlendirmekte mahir bir yapılanmayken, ittifakın en büyük ikinci ordusuna sahip olan Türkiye konusunda böylesi bir uygulamanın daha açık bir tabirle operasyonun neden yapıldığı üzerinde düşünmek gerekir.
Evvela ilk ve kurucu Cumhurbaşkanımızla beraber, mevcut Cumhurbaşkanımızın isimlerinin aynı anda düşman saflarında gösterilmesi, Türkiye'nin hepten NATO tarafından stratejik düzeyde hedef alındığını gösteriyor.
Aynı anda iki ismin birden hedef seçilmesi, Türkiye'deki tüm toplum kesimlerinin tepkisini çekecek bir sonuç doğurmuştur.
Tatbikat esnasında yapılanın bir hata olmadığı üzerinden düşünürsek, ortaya çıkan sonuç Türkiye ile NATO arasındaki güven bağının tümden ortadan kaldırılmak istendiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Özellikle 15 Temmuz FETÖ merkezli gerçekleştirilen askeri darbe girişimi de beraberinde düşünüldüğünde NATO'nun Türk toplumu nezdindeki konumunun, yapılan son saygısızlıkla beraber daha fazla sorgulanmasının kaçınılmaz hale gelmesinin böylesi bir operasyonda hesaplanmamış olması söz konusu dahi olamaz.
Bu çerçevede yapılan ya NATO merkezli bir gözdağı girişimidir ya da Türkiye'nin NATO'da bulunmasını istemeyen diğer bir kesimin NATO içerisine sızarak yaptığı bir operasyondur.
Bir süredir Türkiye'nin kendi hava savunma sistemini bağımsız olarak oluşturma çabaları çerçevesinde, Rusya'dan almak istediği S-400 füzelerinin gerek ABD, gerekse NATO çerçevesinde rahatsızlık uyandırdığı biliniyordu.
Buna paralel olarak ABD, Almanya ve Yunanistan'ın, NATO üyeliklerine açıktan atıf yaparak geride kalan haftalarda Girit adası çevresinde Patriot ve Stinger füzeleriyle "Potansiyel rakipleri caydırmak" ve "Tartışmalı bölgelerde savaşmaya hazır olmak" için ortak tatbikat yapmaları, tatbikattaki hedef ülkenin Türkiye olduğu kuşkusunu uyandırmıştı.
Zira tartışmalı bölge olarak sunulan alanın Ege'deki adaların bulunduğu bölgeyi kapsaması, Türkiye'nin aynı anda tatbikatı icra eden üç ülkeyle kendisine has sorunları bulunması da bu kuşkuyu güçlendirmiştir.
Diğer yandan S-400 füzelerinin alımı konusunda konuşan ABD Hava Kuvvetleri Müsteşar Yardımcısı Heidi Grant'ın da, Norveç'teki NATO tatbikatının sürdüğü günlerde, Türkiye'nin S-400'leri alması karşısında son nesil F-35 bombardıman uçaklarını almasının engelleneceğini söylemesi, zamanlama itibarıyla manidar olan bir başka önemli gelişme olmuştur.
Anlaşılan o ki NATO'nun Norveç'teki toplantısında Türkiye'nin, böyle giderse ittifak içerisinde istenmediği ve dahası düşman ülke sınıfında değerlendirileceği ilk kez somut olarak ilan edilmiştir.
NATO'nun kendi şartları gereğince, ittifaka üye olan bir ülkenin, kendi isteği dışında ittifaktan ayrılması gibi bir durum söz konusu olmadığından, Türkiye'nin özellikle son bir yıldır izlediği bağımsız politikanın NATO nezdinde rahatsızlık uyandırdığı açıktır.
Görünen tabloda var olan gerçeklik Türkiye'nin, NATO'dan ayrılmaya zorlanmasına yönelik atılan adımlardan başka bir sonucu işaret etmemektedir.
Meselenin özüne bakıldığında ise NATO'nun mevcut koşullarda Türkiye'nin güvenliğine ne gibi katkılarının olduğudur.
Suriye'de yaşanan krizden en çok etkilenen ülkenin Türkiye olduğu açıkken, Türkiye'nin savunmasına yönelik, ittifakın kendi hukukundan doğan savunma desteğini esirgeyen NATO'nun, 15 Temmuz'daki rolünün ortaya çıkmış olması ve yine yıllardan bu yana Ege Denizi'ndeki gelişmelerde Yunanistan'dan yana tutum sergilemesi, Türkiye'nin güvenliğine katkıdan çok zarar verdiği sonuncunu doğurmaktadır.
Türkiye yarım asrı geçen süre boyunca NATO'nun en güçlü üyelerinden birisi olarak üzerine düşen her sorumluluğu yerine getirmişken, son yıllarda NATO'nun Türkiye aleyhine olacak adımları atması elbette ittifakı bizim nazarımızda haklı olarak tartışmalı hale getirmiştir.
Soğu Savaşı Batı bloku kazanmışsa, bunda Türkiye'nin asla yadsınamayacak büyük rolünün ve potansiyelinin olduğunu sanırım herkes kabul eder.
Ancak şimdiki şartlar artık eski düzenden çok daha farklı hale gelmişken Türkiye'nin önünde bulunan yegâne yolun her alanda "tam bağımsız" bir kudrete ulaşması gerekliliğini karşımıza getiriyor.
Dünya aradan geçen her gün biraz daha düzensiz bir hale doğru sürükleniyor.
Bu durumda alışılageldik yaklaşımların ve aynı şekilde ittifak ilişkilerinin de sorgulanır hatta zorunluluklar gereğince sonlandırılır hale geldiği, yahut kısa bir süre sonra gelmek durumunda kalacağı bir dönemin içerisinde bulunuyoruz.
Böylesine kaygan zeminde ve belirsizliklerin arttığı bir dönemde kazananlar ise kuşkusuz ki tam bağımsızlık noktasında en ileriye gidebilen ülkeler olacak.
Zira ekonomiden tutun harp sanayine, tarımdan alın ilaç sektörüne varıncaya kadar hemen her alanda kendi ihtiyaçlarını mümkün olan en üst seviyede karşılayabilecek olan ülkeler, olası bir kriz halinde ayakta kalmayı başarabileceklerdir.
Türkiye'nin bu durumdan ibret alması, siyasi yönden yaşanan ve çağın şartlarına uygun hale getirilmeye gayret gösterilen yönetim sistemi çabalarıyla beraber, üretim kanallarımızı artırmamız artık her yönden zaruri bir hal almıştır.
Son olarak unutulmasın ki Türkiye NATO ile doğmamış, NATO ile var olmamış bir ülkedir.
Kendi yolumuzu kendimizin çizeceği bir potansiyele sahip olduğumuz ortadadır ve NATO tarafından bize karşı sergilenmeye başlayan, kabulü mümkün olmayan ayıplarla dolu tutumun esasında da zaten bu gerçeği bilmeleri ve anlamış olmaları yatıyor.
google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html