BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

13 Kasım 2017 Pazartesi

LÜBNAN NEDEN HEDEFTE?

Suudi Arabistan'da yaşanan ve yolsuzluk iddialarıyla gerçekleştirilen çok sayıdaki hanedan üyesi ile eski bakanların ve üst rütbeli askerlerin tutuklanmasının etkileri çok boyutlu olarak tartışılmaya devam ediyor.

Özellikle Lübnan Başbakanı Saad Hariri'nin Suudi Arabistan'da böylesine sıcak gelişmeler yaşanırken, yine Suudi Arabistan'da bulunuyorken istifa ettiğini açıklaması ise dikkatleri bir anda Ortadoğu'daki genel tabloya doğru uzayan bir odak oluşturdu.

Suudi Arabistan'da yaşanan ve Veliaht Prens Muhammed'in krallığa giden yolda önünü açmayı amaçlayan tasfiyelerin ilk önemli sınavını Lübnan konusunda vereceği ise şimdiden bellidir.

Zira Lübnan Başbakanı Hariri, istifasının hemen ardından Birleşik Arap Emirlikleri'ne gidip üst düzey temaslarda bulunmasının ardından tekrar Riyad'a dönmesi ve o andan itibaren de kendisinden bir daha haber alınamaması her yönüyle kuşku uyandırmıştır.

Lübnan tarafından yapılan kimi açıklamalarda istifa kararının Hariri'nin kendi iradesiyle alınmadığı söylenirken, Suudi Arabistan tarafından yapılan baskı sonucunda böylesi bir tavır takınmak mecburiyetinde kaldığı ve şu anda Suud yönetimi tarafından ev hapsinde tutulduğu ifade ediliyor.

Bu iddia öyle bir boyut aldı ki Lübnan'ın Fransa aracılığı ile Saad Hariri'nin durumunu öğrenmek üzere Suudi Arabistan'la temasa geçmesini istediği dahi kimi çevrelerce konuşuluyor.

Diğer yandan tartışmalar ve soru işaretleri artmışken Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, Hariri'nin istifasını ancak ülkesine döndüğünde kabul edeceğini, mevcut durumdaki esrarın korunduğunu, şüphelerin ortadan kaldırılması gerektiğini söylemesi meselenin Lübnan nazarında endişe ve kuşkuyla karşılandığını somut olarak gösteriyor.

Dünyanın gözü önünde bir ülkede görülmemiş şekilde yönetimle ilgili son derece geniş kapsamlı tasfiyeler yaşanırken, diğer yandan yine bir başka ülkenin başbakanının alıkonulması Ortadoğu'da hiçte yabana atılmayacak büyüklük ve ciddiyette olayların yaşandığını gözler önüne seriyor.

Lübnan üzerinde yürütülen tartışmalara İsrail'in uzun süreden bu yana dikkat çekerek Hizbullah'ın gerek bu ülkedeki, gerekse Suriye'deki İran desteğindeki faaliyetlerini gündeme getirmesi anlaşılan o ki Filistin'de Hamas'ın içerisinde yer aldığı uzlaşının sağlanmasından sonra bölgenin ana gündemi haline gelecek.

Hizbullah ve İran konusunda İsrail'in, Suudi Arabistan'la aynı hassasiyetleri taşıdığını gösteren bir tutum takınmaları, Suriye'de IŞİD'in son dönemlerini yaşadığı bir süreçle çakışması ise kimseyi şaşırtmamalıdır, çünkü bu mesele bir bakıma İsrail, Suudi Arabistan ve özellikle de ABD'yi aynı görüşte ve eylemde buluşturan bir etki yaratmıştır.

Bütün bunlar olup biterken Hizbullah'ın, Suriye'de Esad rejiminin yanında savaşan militanlarına acil koduyla Lübnan'a geri dönülmesi talimatını  vermesi ise yaşanan gergin sürecin hangi noktaya kadar gidebileceğine dair karamsar endişeleri beslemiştir.

Anlaşılan o ki Hizbullah yakın dönem içerisinde kendisine yönelik yoğun bir saldırı beklerken, buna karşılık hazırlıklarını sürdürmekte ve kendi planını yapmaya koyulmaktadır.

2006 yılında Hizbullah ile İsrail arasında yaşanan çatışmanın benzerini bekleyenler ise büyük bir yanılgının içerisinde olduklarını belki göremiyorlar, belki de bunun şimdiden görülmesini istemiyorlar.

Mevcut durumun bölgesel koşulları dikkate alındığında 2006 yılında olmayan ancak şimdiki dönemde var olan oldukça geniş ve tesiri büyük olacak bölgesel fay hatlarını kurabileceği anlaşılıyor.

Sorunun sadece Hizbullah ve İsrail arasında olmayıp, yaşanan krize Suudi Arabistan öncülüğünde BAE ve Mısır'ın da dahil olmak istemeleri, ABD'nin bu bloğu destekleyeceğine dair taahhüt veren tutum sergilemesi ve İran'ın sadece Lübnan ile sınırlı kalmayacak genişlikte imkanlara sahip olması Ortadoğu'da mezhep eksenli yaşanan gerginliğin, vekalet yoluyla yürütülen savaşın bir ülkelerarası çatışmaya dönüşme riskini akıllara getiriyor.
Bu meselede İsrail'in aylardan bu yana ön alarak İran'ın kendi topraklarından başlayarak Lübnan'a varacak hat kuracağını söylemesi ve daha şimdiden Suriye ve Lübnan'da İran destekli grupların balistik füze imalatı yaptıklarını iddia ettiği bazı askeri üslerin bulunduğu gerekçesini öne sürerek Rusya'dan yaşananlara müdahale etmesini istemesi ise şimdilik bir netice vermemişse benziyor.

Ortadoğu IŞİD'in yarattığı büyük tahribat, Yemen krizi, Katar'la diğer Körfez ülkelerinin yaşadığı ciddi sorunlar ve Barzani'nin 25 Eylül'de düzenlediği gayrimeşru referandum sonrasında şimdi etkisi çok daha derin olabilecek ve uzun sürebilecek yeni bir krizle karşı karşıya kalmış durumda.
Sürecin çatışmaya varma ihtimali ise gerçekten ciddi seviyede ama nerede ve nasıl durabileceği yahut durdurulabileceğini söyleyebilmek ise mümkün gözükmüyor.

İsrail'in kendi çıkarları için kurgulanan oyunda taht karşılığında destek verilen Veliaht Prens Muhammed şayet çoktan bir figüran olmayı seçtiyse, o zaman mezhepsel ayrışmanın ciddi neticeleri olacağını, yıkıcı bir krizin gelmekte olduğunu söylemek gerekir.

Son olarak Lübnan konusunda Türkiye'nin dikkat etmesi gereken bir başka konunun Doğu Akdeniz'i de kapsayabileceği konusu üzerine ciddiyetle yaklaşılmasında fayda vardır.

Zira Doğu Akdeniz'de kıyısı olan ülkelerin münhasır ekonomik bölgelerinin durumu, bölgede son yıllarda keşfedilen zengin doğalgaz yataklarının varlığı sebebiyle eskisine nazaran çok daha önemli bir hal almıştır.

Körfez'den çıkan doğalgazı Ürdün ve Suriye üzerinden Türkiye'ye, akabinde de Avrupa pazarına malum nedenlerle ulaştıramayan proje sahipleri, önümüzdeki dönemde bu hattı İsrail üzerinden Doğu Akdeniz'deki yine İsrail'e ait gaz sahalarıyla birleştirip, oradan Güney Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden Avrupa pazarına sunmanın hesabını da yapıyor olabilirler.

Nitekim İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İtalya'nın Akdeniz üzerinden Avrupa'ya ulaşacak bir doğalgaz boru hattı inşası için aralarında anlaşma yapmış olmaları bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.

Katar'a yönelik uygulanan ambargo ile Lübnan konusunu birbirine bağlayan ve en önemlisi her ikisinde de Suudi Arabistan merkezli ancak İsrail destekli manevraların kendi arasındaki ilişkileri konusunda Türkiye sağlıklı bir sonuca vararak bölgesel adımlarını atmalıdır.

Ortadoğu yeni dengelerle şekillenirken, umulmadık gelişmelerin yaşanması kaçınılmaz olarak gözüküyor.
google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html