Suriye'nin güneybatısında, İsrail ve Ürdün ile sınır hattında kalan bölgede ABD ve Rusya'nın anlaşmasıyla ilan edilen çatışmasızlık sahasının beraberinde getirdiği ana konu, Suriye meselesinde bu iki ülkenin henüz sadece kendilerinin bildiği bir anlaşma içerisinde olup olmadığıdır.
Zira ABD ve Rusya ikilisinin anlaşmaya vardığı günden çok kısa bir süre önce, Suriye konusunda iki ülke çok gergin bir konuma ulaşmış, ABD'nin Tabka'da rejime ait bir uçağı PKK/PYD'lileri bombaladığı için düşürmesiyle Rusya "görünürde" çılgına dönmüş ve koalisyon uçaklarına Fırat Nehri'nin batısına geçmeleri halinde hava savunma sistemlerince izleneceklerini duyurmuştu.
Ne var ki aradan uzun süre geçmeden iki ülke liderlerinin Almanya'da düzenlenen G 20 zirvesi sırasında çatışmasızlık bölgeleri ilanı konusunda anlaştıkları haberi geldi.
Üstelik bu haber Suriye'de çatışmasızlık bölgeleri oluşturulması meselesinde Astana müzakerelerini başlatan üçlü ülkelerden, Türkiye-Rusya-İran arasındaki çatışmasızlık mekanizmasının oluşturulmasından önce gelmiştir.
İlan edilen sahanın durumuna bakıldığında Suriye'deki diğer bölgeler kadar önceliğe alınması için aciliyetine dair herhangi bir durumun söz konu olmadığını tespit etmek mümkündür.
Ancak Rusya ve ABD'nin bu saha ile ilgili taşıdığı görüşlerinin tamamıyla örtüştüğü sonucu da bir başka açıdan ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla bu iki ülkenin, şimdiden sonraki aşamalarda ve önümüzdeki günlerde Suriye'deki diğer alanlarda çatışmasızlık sahaları oluşturulmasına yönelik "ortak tutumlarının ne olacağı" her açıdan önem taşıyor.
Bölge, Suriye, rejim, muhalif gruplar ve krize taraf olmuş ülkeler açısından çatışmasızlık sahlarının oluşturulması, bir bakıma Suriye'de yaşanan iç savaşın sonlandırılmasına yönelik masaya getirilecek olan siyasi çözümün ne olduğunu ortaya koyacak.
Daha ileri gidersek, Suriye'nin yeni haritasının nasıl şekillendirilmek istendiği de böylelikle görülmüş ve anlaşılmış olacak.
Adı şimdiki dönemde çatışmasızlık bölgeleri olarak sunulan projenin bundan sonraki hedefi, bu sahalardaki siyasi temsilin nasıl olacağı, yönetimi kimin sağlayacağı ve kimin/hangi ülkenin böylesi bir çabaya destek vereceğini oluşturma amacı taşıyacaktır.
İşte bu yüzden Suriye'de olan bitenler, mevcut aşamadan sonra Türkiye açısından çok daha fazla önem taşıyor.
Türkiye gibi Suriye ile en uzun sınırı olan, en fazla Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan ve Suriye iç savaşından en çok etkilenen ülkelerin başında gelerek, nihai olarak Fırat Kalkanı Harekatı ile kendisine Suriye'den yönelen terör tehdidini yerinde engelleyerek sahada aktif şekilde bulunan bir ülke için, taşıdığı kaygılarının karşılanıp karşılanmayacağı meselesi ülkelerarası ilişkiler açısından dost-düşman tanımını etkileyebilecek bir etkiye sahiptir.
Zira PKK/PYD'nin IŞİD bahanesiyle silahlandırılıp, eğitilmesi konusunda "geçici ve taktiksel bir işbirliği" tanımında bulunanların, çatışmasızlık bölgeleri ve sonraki siyasi aşamaları konusunda PKK/PYD'yi meşrulaştırmaya ve kollamaya yönelik tutumlarını sürdürmeleri, söylediklerinin aksine ilişki seviyesinin "taktiksel ve geçici olmadığını" ortaya koyacaktır.
Rus lider Putin, G 20 zirvesi sırasında ABD Başkanı Trump'la el sıkışarak anlaşmalarından hemen sonra Suriye'deki çatışmasızlık bölgelerinin, ülkedeki bütünlüğün sağlanması açısından büyük önem taşıdığını vurgulayarak, "Bu bölgelerin sınırları konusunda anlaşmaya varılması çok önemli. İdlib ve Suriye'de oluşturulması umut edilen çatışmasızlık bölgeleri de Türkiye'nin desteği olmadan oluşturulamaz." ifadelerini kullanması, ülkemize yönelik Suriye'deki siyasi çözüm çabalarında beklentilerin hangi ölçüde şekillendiğini gösteren ilk veri oldu.
Putin, Türkiye konusunda adres olarak İdlip'i gösterse de, Türkiye açısından asıl hassas bölge olan PKK/PYD kontrolündeki alanlarla ilgili hiçbir yaklaşımda bulunmamış olması ise kuşku uyandırmıştır.
Bu açıklamayla ilgili ülkemizden, doğrudan bu açıklamayı muhatap alan bir değerlendirme yapılmasa da, yakın zaman öncesinde İdlip ve çevresinde, silahlı gruplardan Ahrar'uş Şam ile Heyet Tahrir el-Şam arasında yoğun çatışmaların yaşanması ve bu çatışmalar sonucunda Rusya'nın beklediği ölçüde "muhalif ve teröristlerin kontrol sahalarının birbirinden ayrılmış" olması önemli bir sonucu ortaya çıkardı.
Daha açık bir şekilde bu iki silahlı grup arasında süren çatışmalar sonucunda Rusya, İdlip'te kimi ve nereleri hedef alacağını kendince belirlemiş oldu ki önümüzdeki günlerde, özellikle Heyet Tahrir el-Şam kontrolünde bulunan sahalara yönelik kapsamlı bir askeri harekat yapması beklenir hale geldi.
Afrin bahsindeyse birkaç hafta öncesine kadar yoğun bir gündemle gerek iç, gerekse dış kamuoyu nazarınca tartışılan ve üzerinde durulan bir gündem vukuu bulmuş olsa da şimdiki günlerde bu meselenin, eskisi kadar sıklıkla konuşulmadığını görüyoruz.
Dolayısıyla Suriye krizinin siyasi çözüm aşamasında PKK/PYD ile beraber, bu terör örgütünün kontrolünde bulunan sahaların geleceği noktasında Rusya ve ABD'den tatmin edici bir açıklamanın şu ana kadar geldiğini söylemek güç, hatta Türkiye açısından olumsuz yönde seyrediyor görüntüsü veriyor.
Türkiye'nin, PKK/PYD terör örgütü ile ilgili hassasiyetinin iki ülke nazarında, Türkiye'nin beklentileri ölçüsünde karşılanmadığı Menbiç örneğinde görülmüş, ABD ve Rusya bu yerleşim biriminde bulunan PKK/PYD'li teröristleri koruyabilmek için beraber hareket etmişti.
Şayet Suriye'nin geleceğinde "federatif bir yapı oluşturulması" konusunda ABD ve Rusya ikilisi mevcut durumda yalnızca kendilerinin bildiği gizli bir anlaşma yaptıysa, o vakit Türkiye'yi buna nasıl ikna etmeyi hesapladıkları bahsi bizim için önemlidir.
ABD Genel Kurmay Başkanı Joseph Dunford'un, yakın zaman öncesinde "Sadece DEAŞ'ı Rakka'dan ve Fırat Vadisi'nden çıkarmak değil Türkiye ile uzun dönemli ilişkilerimizi nasıl yürüteceğimize yönelik Türkiye'nin kaygılarını azaltmak için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Size şunu söyleyeyim; Suriye'de askeri veya siyasi her çözümde güvenlik bakımından Türkiye'nin uzun dönem menfaatleri tam dikkate alınarak tamamlanacaktır" sözleri "Türkiye'nin içinde olmadığı" birileri tarafından (!) Suriye'nin geleceğinin şekillendirilmeye çalışıldığını gösteriyor.
Sincar ve Karaçok dağlarına düzenlenen hava taarruzuyla ortaya koyulan benzeri kararlılık aktif bir şekilde sürdürülmediği takdirde, PKK/PYD terör örgütünü önümüzdeki aşamalarda siyasi koşullarda Türkiye'ye kabullendirme çabaları anlaşılan o ki Rusya ve ABD nazarında denenmeye devam edecek bir durum olacak.
Zira ABD ve Rusya ikilisinin anlaşmaya vardığı günden çok kısa bir süre önce, Suriye konusunda iki ülke çok gergin bir konuma ulaşmış, ABD'nin Tabka'da rejime ait bir uçağı PKK/PYD'lileri bombaladığı için düşürmesiyle Rusya "görünürde" çılgına dönmüş ve koalisyon uçaklarına Fırat Nehri'nin batısına geçmeleri halinde hava savunma sistemlerince izleneceklerini duyurmuştu.
Ne var ki aradan uzun süre geçmeden iki ülke liderlerinin Almanya'da düzenlenen G 20 zirvesi sırasında çatışmasızlık bölgeleri ilanı konusunda anlaştıkları haberi geldi.
Üstelik bu haber Suriye'de çatışmasızlık bölgeleri oluşturulması meselesinde Astana müzakerelerini başlatan üçlü ülkelerden, Türkiye-Rusya-İran arasındaki çatışmasızlık mekanizmasının oluşturulmasından önce gelmiştir.
İlan edilen sahanın durumuna bakıldığında Suriye'deki diğer bölgeler kadar önceliğe alınması için aciliyetine dair herhangi bir durumun söz konu olmadığını tespit etmek mümkündür.
Ancak Rusya ve ABD'nin bu saha ile ilgili taşıdığı görüşlerinin tamamıyla örtüştüğü sonucu da bir başka açıdan ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla bu iki ülkenin, şimdiden sonraki aşamalarda ve önümüzdeki günlerde Suriye'deki diğer alanlarda çatışmasızlık sahaları oluşturulmasına yönelik "ortak tutumlarının ne olacağı" her açıdan önem taşıyor.
Bölge, Suriye, rejim, muhalif gruplar ve krize taraf olmuş ülkeler açısından çatışmasızlık sahlarının oluşturulması, bir bakıma Suriye'de yaşanan iç savaşın sonlandırılmasına yönelik masaya getirilecek olan siyasi çözümün ne olduğunu ortaya koyacak.
Daha ileri gidersek, Suriye'nin yeni haritasının nasıl şekillendirilmek istendiği de böylelikle görülmüş ve anlaşılmış olacak.
Adı şimdiki dönemde çatışmasızlık bölgeleri olarak sunulan projenin bundan sonraki hedefi, bu sahalardaki siyasi temsilin nasıl olacağı, yönetimi kimin sağlayacağı ve kimin/hangi ülkenin böylesi bir çabaya destek vereceğini oluşturma amacı taşıyacaktır.
İşte bu yüzden Suriye'de olan bitenler, mevcut aşamadan sonra Türkiye açısından çok daha fazla önem taşıyor.
Türkiye gibi Suriye ile en uzun sınırı olan, en fazla Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan ve Suriye iç savaşından en çok etkilenen ülkelerin başında gelerek, nihai olarak Fırat Kalkanı Harekatı ile kendisine Suriye'den yönelen terör tehdidini yerinde engelleyerek sahada aktif şekilde bulunan bir ülke için, taşıdığı kaygılarının karşılanıp karşılanmayacağı meselesi ülkelerarası ilişkiler açısından dost-düşman tanımını etkileyebilecek bir etkiye sahiptir.
Zira PKK/PYD'nin IŞİD bahanesiyle silahlandırılıp, eğitilmesi konusunda "geçici ve taktiksel bir işbirliği" tanımında bulunanların, çatışmasızlık bölgeleri ve sonraki siyasi aşamaları konusunda PKK/PYD'yi meşrulaştırmaya ve kollamaya yönelik tutumlarını sürdürmeleri, söylediklerinin aksine ilişki seviyesinin "taktiksel ve geçici olmadığını" ortaya koyacaktır.
Rus lider Putin, G 20 zirvesi sırasında ABD Başkanı Trump'la el sıkışarak anlaşmalarından hemen sonra Suriye'deki çatışmasızlık bölgelerinin, ülkedeki bütünlüğün sağlanması açısından büyük önem taşıdığını vurgulayarak, "Bu bölgelerin sınırları konusunda anlaşmaya varılması çok önemli. İdlib ve Suriye'de oluşturulması umut edilen çatışmasızlık bölgeleri de Türkiye'nin desteği olmadan oluşturulamaz." ifadelerini kullanması, ülkemize yönelik Suriye'deki siyasi çözüm çabalarında beklentilerin hangi ölçüde şekillendiğini gösteren ilk veri oldu.
Putin, Türkiye konusunda adres olarak İdlip'i gösterse de, Türkiye açısından asıl hassas bölge olan PKK/PYD kontrolündeki alanlarla ilgili hiçbir yaklaşımda bulunmamış olması ise kuşku uyandırmıştır.
Bu açıklamayla ilgili ülkemizden, doğrudan bu açıklamayı muhatap alan bir değerlendirme yapılmasa da, yakın zaman öncesinde İdlip ve çevresinde, silahlı gruplardan Ahrar'uş Şam ile Heyet Tahrir el-Şam arasında yoğun çatışmaların yaşanması ve bu çatışmalar sonucunda Rusya'nın beklediği ölçüde "muhalif ve teröristlerin kontrol sahalarının birbirinden ayrılmış" olması önemli bir sonucu ortaya çıkardı.
Daha açık bir şekilde bu iki silahlı grup arasında süren çatışmalar sonucunda Rusya, İdlip'te kimi ve nereleri hedef alacağını kendince belirlemiş oldu ki önümüzdeki günlerde, özellikle Heyet Tahrir el-Şam kontrolünde bulunan sahalara yönelik kapsamlı bir askeri harekat yapması beklenir hale geldi.
Afrin bahsindeyse birkaç hafta öncesine kadar yoğun bir gündemle gerek iç, gerekse dış kamuoyu nazarınca tartışılan ve üzerinde durulan bir gündem vukuu bulmuş olsa da şimdiki günlerde bu meselenin, eskisi kadar sıklıkla konuşulmadığını görüyoruz.
Dolayısıyla Suriye krizinin siyasi çözüm aşamasında PKK/PYD ile beraber, bu terör örgütünün kontrolünde bulunan sahaların geleceği noktasında Rusya ve ABD'den tatmin edici bir açıklamanın şu ana kadar geldiğini söylemek güç, hatta Türkiye açısından olumsuz yönde seyrediyor görüntüsü veriyor.
Türkiye'nin, PKK/PYD terör örgütü ile ilgili hassasiyetinin iki ülke nazarında, Türkiye'nin beklentileri ölçüsünde karşılanmadığı Menbiç örneğinde görülmüş, ABD ve Rusya bu yerleşim biriminde bulunan PKK/PYD'li teröristleri koruyabilmek için beraber hareket etmişti.
Şayet Suriye'nin geleceğinde "federatif bir yapı oluşturulması" konusunda ABD ve Rusya ikilisi mevcut durumda yalnızca kendilerinin bildiği gizli bir anlaşma yaptıysa, o vakit Türkiye'yi buna nasıl ikna etmeyi hesapladıkları bahsi bizim için önemlidir.
ABD Genel Kurmay Başkanı Joseph Dunford'un, yakın zaman öncesinde "Sadece DEAŞ'ı Rakka'dan ve Fırat Vadisi'nden çıkarmak değil Türkiye ile uzun dönemli ilişkilerimizi nasıl yürüteceğimize yönelik Türkiye'nin kaygılarını azaltmak için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Size şunu söyleyeyim; Suriye'de askeri veya siyasi her çözümde güvenlik bakımından Türkiye'nin uzun dönem menfaatleri tam dikkate alınarak tamamlanacaktır" sözleri "Türkiye'nin içinde olmadığı" birileri tarafından (!) Suriye'nin geleceğinin şekillendirilmeye çalışıldığını gösteriyor.
Sincar ve Karaçok dağlarına düzenlenen hava taarruzuyla ortaya koyulan benzeri kararlılık aktif bir şekilde sürdürülmediği takdirde, PKK/PYD terör örgütünü önümüzdeki aşamalarda siyasi koşullarda Türkiye'ye kabullendirme çabaları anlaşılan o ki Rusya ve ABD nazarında denenmeye devam edecek bir durum olacak.