BİZLER TÜRKİYE İÇİN VARIZ

Amacımız Bu ülkenin hepimiz için huzurlu ve yaşanabilir olması için yürütülen çabalara katkı sunmak.

Alevisiyle, Kürdüyle; gelenekselcisi, Atatürkçüsüyle; milliyetçisi, solcusuyla… Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz.

Bence, hepimiz daha iyi koşullarda yaşamayı hak ediyoruz.Daha onurlu, daha saygın, daha estetik, daha barışçı koşullarda birlikte yaşamak için bilgilendirme paylaşım yapıyoruz…

Günlük Haber Siyasi-Politik Yorum Platformu


Whatsapp ile paylaş

24 Temmuz 2017 Pazartesi

ALMANYA İLE YAŞANAN KRİZİN GEREKÇELERİ VE GELECEĞİ

Son bir yıldan bu yana Türkiye ve Almanya arasında yaşanan kriz aradan geçen her gün biraz daha derinleşirken, iki ülke arasındaki ilişkiler de gittikçe gergin bir hal alıyor.
15 Temmuz'da gerçekleştirilen FETÖ merkezli darbe girişiminden bu yana FETÖ mensubu teröristleri iltica başvurusu altında koruyup kollayan Almanya'nın Türkiye'ye karşı koyulduğu hasmane tutumu krizi ateşleyen ana unsur oldu.
Aralarında darbe girişimine bizzat karışan bazı asker üniforması giymiş teröristlerin de olduğu çok sayıda FETÖ teröristi için emniyet sağlayan Alman hükümetinin yaptıkları hiçbir şart altında kabul edilemez.
Bununla birlikte FETÖ örneğinde olduğu gibi yıllardan bu yana PKK terör örgütüne yönelik olarak benzer bir tutumu sergileyen, PKK'nın Avrupa yapılanması ve finans ağı için geri planda desteğini bu örgütten esirgemeyen Almanya'nın bir başka tutumu da malum.
Dolayısıyla Türk Milleti'nin açık düşmanlarına bu derecede ev sahipliği yapan bir ülke için, 15 Temmuz gibi toplum hayatı ve devletimiz üzerinde derin yaralar bırakan elim hadiseden sonra, Türkiye karşıtlığını sürdürecek yeni adımlar atması ve FETÖ ile beraber PKK'lı teröristleri de Türkiye'ye teslim etmeme konusunda ayak direten Almanya'nın tutumu iki ülke arasındaki krizin derinleşmesinin ana nedenidir.
Almanya içinse Türkiye meselesi kendi vatandaşı olan bazı sözde gazeteci ve insan hakları savunucularının Türk yargısının kararları gereğince tutuklanmasından kaynaklanıyor.
Bunlar arasında öne çıkan ilk isim Kandil dağına sık sık giderek PKK'lı teröristlerle gazeteci kimliği altında görüşen ve fakat bundan öte bir ilişki ağı içerisinde olduğu anlaşılan Die Welt muhabiri Deniz Yücel'dir.
Alman hükümetine göre bu isim bir gazetecidir ancak Türkiye'nin tespitleri bundan da öte Deniz Yücel'in PKK'lılarla beraber iş yapan ve gerisinde bir devletin misyonunu yürüten anlayışla farklı faaliyetle yürüttüğü yönündedir.
Diğer yandan geride bıraktığımız haftalarda Büyükada'da sözde insan hakları aktivistlerinin gerçekleştirdiği bir toplantıda gözaltına alınan şahıslar arasında bulunan Almanya vatandaşı Peter Steudtner de şimdiki aşamada Alman hükümetinin Türkiye'ye karşı kullandığı dili sertleşmesine neden olan ikinci vaka oldu.
Anlamsız ve kendi tutumunu boşa çıkaran samimiyetsizliği ise Türkiye kendisinden, Almanya'da bulunan FETÖ ve PKK'lıları istemesiyle yargıyı işaret ederek siyasetin buna karışamayacağını söylerken, mevzu bahis ülkemizde tutuklu halde bulunan kendi vatandaşları olduğunda karşılığında Türkiye'den de aynı cevabı bulmasıdır.
Dolayısıyla Almanya'daki hukuk da, Türkiye'deki guguk mudur?
Almanya'nın özellikle bu ikinci olay sonrası her seviyeden gösterdiği tepkinin dozajının artması ise şimdiye kadar biriken ancak açıkça dışa vurulmayan bir tutumun yansıması olsa gerek.
Özellikle Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel'in geride bıraktığımız hafta düzenlediği basın toplantısında Türkiye'yi Büyükada'da gerçekleştirilen toplantıyla ilgili tutuklamalar yönünde eleştirirken, sözlerinin devamında ekonomik yaptırımlar ve AB ile müzakere süreci anlamında aklınca tehdit eden bir tutum takınması ise yüzsüzlük olduğu kadar, ülkemize yapılmış büyük bir saygısızlıktır.
Sözde Ermeni Soykırımını kendi meclisinde kabul ederek Türkiye'ye karşı büyük bir tarihi hata içerisine giren, ardından cevabını İncirlik bahsinde alan Almanya, altını çaldırmamak için İncirlik'teki askerlerini Ürdün'e çekmişken, şimdi yanlış siyasetini sürdüreceğini de bir bakıma ilan etmiş oluyor.
Türkiye'den bakılınca Almanya'nın durumu ülkemize karşı büyük bir samimiyetsizlik ve hatta malum terör örgütlerini koruyup kollayarak açıkça art niyet taşıdığı yönündedir.
Mevzu bahis iki büyük ülkenin ilişkileri olsa da, bu durumun özellikle de Almanya açısından ne derecede sürdürülebilir olduğu açık değildir.
Zira görünürdeki duruma bakıldığında Almanya'nın aklı ile hareket etmediği ortadadır.
Bu nedenle Türkiye'ye karşı sergilenen tutumun iki ana gerekçesi olabileceği göze çarpıyor.
1-Eylül ayında gerçekleştirilecek seçimler sebebiyle, Almanya'da son dönemde artan yabancı karşıtlığını ve sığınmacı meselesini Merkel hükümetine fatura etmek isteyen bazı basın kuruluşlarının oluşturduğu kamuoyu gereğince, Merkel'in sığınmacı meselesinde AB ile beraber anlaşma sağladığı Türkiye'ye taviz verdiği iddialarının üzerini örtebilmek. Bu bahis geçerliyse, seçimlerin ardından iki ülke arasındaki ilişkilerde artan gerginliğin azalması beklenir.
2-Türkiye ve Almanya arasındaki anlaşmazlıkların çokluğu, 15 Temmuz, FETÖ ve PKK terör örgütlerinin yarattığı meselelerin derinliği sebebiyle Almanya'nın tutumunu sertleştirme arayışları. Şayet mesele Almanya açısından bu alanda seyrediyorsa, o vakit AB'nin de meseleye bir noktadan sonra Almanya'nın yanında yer alarak dâhil olması kaçınılmaz olacaktır.
Geride bıraktığımız hafta sonu bazı Alman medya kuruluşlarının, Alman hükümetinin Türkiye'ye yönelik askeri anlaşmaları askıya alma hazırlığında olduğunu duyurması ve Alman Dışişleri Bakanlığı'nın, Almanya'da yaşayan Türklere yaşanan krizle ilgili mektup yazarak "Politikamız değişecek. İşbirliğimizi ve Türkiye'ye ekonomik yardımı gözden geçireceğiz." demesi, ikinci konunun geçerliliğinin daha fazla olduğunu işaret ediyor.
Yani Almanya seçime bağımlı ya da bağımsız olmak üzere Türkiye'ye karşı takındığı tutumu kendince sertleştireceğini, siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerin seviyesini düşüreceğini şimdiden işaret ediyor.
Şayet Türkiye'yi bu alandan ilerleyerek, tehditkâr bir üslupla ve aklınca hizaya getirebileceklerini düşünüyorlarsa, Merkel hükümeti büyük bir yanılgı içerisinde demektedir.
Zira bu ölçüde Türkiye'ye vermek istedikleri zarardan daha fazlasını kendileri bizzat yaşayacaktır.
Üstelik siyasi, toplumsal, ekonomik ve askeri düzeylerin tamamında bu kayıpların neler olabileceğini büyük bir pişmanlıkla tecrübe etmeleri kaçınılmaz hale gelir.
İlave olarak krizin daha da derinleşmesi halinde Alman hükümetinin bu kez Yunanistan'ı Türkiye'ye karşı kışkırtacak bazı eylemler içerisine girebileceğini de bir yerlere not etmek gerekir.
Her ne olursa olsun, Türkiye'nin tam bağımsızlık yolunda kendi milli egemenliğini tesis etmeye yönelik kararlılığını hiçbir çevrenin bozamayacağını herkesin anlaması gerekir.
google-site-verification: google2afd6f3c8ec4d6d7.html