SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ & UNUTMAYIN TEK GELİR KAYNAĞIMIZ REKLAMLAR & SİTEMİZİ GEZERKEN REKLAMLARA TIKLAYINIZ
ABD Başkanı Donald Trump’ın dış politikada son dönemde
attığı adımlar uluslararası sistemde derin kırılmalara yol açtı. Bu durum
kendisini Transatlantik ilişkilerde de gösterdi ve Atlantik düzeninin sona
erdiği ile ilgili yorumlar arttı. ABD ve Avrupa arasında yaşanan ve giderek
daha tehlikeli bir hal alan bu kırılma, geçen hafta gerçekleşen NATO zirvesinde
de devam etti.
Ancak bu durum son NATO zirvesine özgü değil zira bir önceki
NATO buluşması da benzer gelişmelere sahne olmuştu. Trump, önceki zirvede de
ittifakın üyelere düşen mali yükleri eşit şekilde paylaşması gerektiğinden
bahsetmiş ve bu konuda özellikle Washington-Berlin hattında yaşanan gerilim
zirveye damgasını vurmuştu. Aradan geçen zamana rağmen Trump tavrını
değiştirmedi ve NATO’nun geçen haftaki zirvesi de benzer gerilimlere sahne
oldu.
Trump neden NATO üyeleriyle gerilim yaşıyor?
Trump, yönetime geldiği ilk günden beri ABD'nin çıkarlarını
savunma iddiasıyla içine kapanma stratejisi benimsedi. Daha açık bir ifadeyle
Trump, “Önce Amerika” söylemiyle çıktığı yola ülkesini yalnızlaştırarak devam
etti. Beyaz Saray bu yaklaşımla, ABD’nin ekonomik göstergelerini düzeltmeyi
amaçlamıştı. Trump’ın bu politikasının temelinde ise Obama döneminde kabul
edilen ve yeniden mevzilenmeye dayanan 'grand strateji' bulunuyor. Bu anlamda
Beyaz Saray’ın yayınladığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, Başkanlık
Kararnameleri ve Başkanlık Çalışma Direktifleri gibi politika göstergeleri
Amerika’nın giderek uluslararası ittifaklardan uzaklaşması gerektiğini
söylüyordu.
Trump’ın yeniden mevzilenmeyi revize ederek uyguladığı grand
stratejisi NATO gibi ittifakların ABD’ye olan ekonomik maliyetlerine
odaklanıyor. Öyle ki ABD Başkanı için büyük ittifaklar yerine bölgesel güç
dengelerine dayalı çıkarlarını koruma politikası daha anlamlı. Bu nedenle
Trump, NATO’ya karşı söylemlerini gün geçtikçe sertleştirdi ve giderek artan
bir ses tonuyla ittifakın eşit ve adaletli bir şekilde ekonomik yükü paylaşması
gerektiğini savundu. Dolayısıyla ABD, NATO’nun en güçlü ülkesi olarak ittifakı
yeniden dizayn etmek istiyor ve üyelerin bu durumu kabul etmesini bekliyordu.
Ancak AB, bu yeni NATO görüşüne karşı çıktı ve ipler gerilmeye devam etti.
AB’nin NATO’dan beklentisi
AB, NATO’nun temel misyonunu önce Sovyetler Birliği sonra da
Rusya’ya karşı bir koruma kalkanı olarak görmüştü. Bu bağlamda AB açısından
NATO, hayati önem taşıyor. Nitekim Trump’ın ittifakın bu hayati durumunu
bilerek attığı sert adımlar AB’de geniş yankı buldu. Bu yankıların en öndeki
temsilcisi ise Almanya’ydı ve Trump-Merkel gerilimi ABD-AB gerilimine dönüştü.
AB, üzerindeki baskıyı azaltmak için ABD’ye alternatif kartlar gösterdi. Bu
kartların ilki Avrupa Ordusu (PESCO)’ydu. Avrupa Ordusu yeni bir girişim olmasa
da Trump’ın NATO üzerindeki baskısını azaltma ihtimali taşıyordu. Özellikle
Almanya, bu kartı kullanmaya çalışarak NATO yoksa AB içinde biz varız mesajı
verdi.
Almanya öncülüğündeki AB, Trump’a karşı birleşmeye çalışsa
da tam anlamıyla başarılı olamadı. Zira Trump, Macron görüşmesiyle ön alıcı bir
hamle yapmış ve AB içi dengeleri doğru okumuştu. Ayrıca NATO zirvesinden önce
ABD Savunma Bakanı Mattis, İngiltere’deki mevkidaşına mektup yazarak ortak
hareket etmelerinin önemine dikkat çekmişti. Tüm bu tabloya ek olarak, ABD
Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton Putin’le görüşmüş ve Avrupa’ya karşı en önemli
kart olabilecek Rus tehdidine karşı Washington-Moskova hattını yakınlaştırıcı
bir diplomatik hamle yapmıştı. Söz konusu gelişmelere yönelik Avrupa ise cılız
tepkiler verebildi. Sadece Almanya, enerji hamlesiyle Kuzey Akım II (Nord
Stream) üzerinden Rusya’yla yakınlaşabileceğini ortaya koymuştu. Keza
Berlin-Moskova arasında enerji alanında meydana gelen karşılıklı bağımlılık,
ikili ilişkileri olumlu yönde etkilemişti. Almanya bu hamlesiyle, ABD’nin
NATO’yu Rusya’ya karşı yegane koruyucu olarak resmetmesinin de önüne geçmeyi
düşünmüştü. Ancak Almanya’nın bu planına rağmen AB’nin güvenlik kaygıları
tamamen ortadan kalkmadı. Zira Rusya’nın hem Doğu Avrupa’daki etkisi hem de
Kafkasya’da artan nüfuzu, AB için tehdit olmayı sürdürüyor. Bu zirvede de söz
konusu çekinceler devam etti ve buna mukabil Trump’ın sert tepkilerine karşı
AB’nin reaksiyonları zayıf kaldı. Ayrıca ABD Başkanı sadece AB’nin güvenlik
kaygıları üzerinden değil aynı zamanda ittifakın en önemli ülkelerinden biri
olan Türkiye’yle sıcak bir görüntü vererek zirvede yeni bir pozisyon oluşturdu.
Bu pozisyon yakından irdelendiğinde yeni şekillenen dengelere ilişkin ipuçları
bulunabilir.
ABD-Avrupa geriliminde Türkiye’nin pozisyonu
Trump-Merkel gerginliğiyle derinleşen Transatlantik krizinde
Türkiye’nin pozisyonu merak konusuydu. Özellikle Almanya’nın Türkiye’deki
seçimlere müdahale girişimleri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğine yönelik
saldırıları Ankara-Berlin arasında ciddi bir kopmaya neden olmuştu. Türkiye
açısından ABD cephesi de farklı değildi. Zira, FETÖ, PKK/PYD gibi terör
örgütleriyle mücadele sürecinde Trump yönetimiyle yaşanan gerilimlere Hakan
Atilla Davası, Brunson meselesi ve F-35 uçaklarının teslimi gibi konular eklenince
Ankara-Washington ilişkileri tarihinin belki de en zor dönemine girdi. Bu
atmosferde gerçekleşen NATO zirvesine Türkiye, 24 Haziran seçimlerinin ardından
güçlü bir şekilde katıldı ve Transatlantik geriliminin çözülmesi adına önemli
bir aktör haline geldi. Nitekim uzun süredir devam eden ABD-Almanya
gerginliğinde Türkiye, yumuşak dengeleyici (soft balancer) olarak yer aldı.
Ankara hem Washington hem de Berlin’le aynı anda sorunlar, açmazlar yaşasa da
dış politikada attığı sağlam adımlarla imkanlarını genişletti.
Bu sağlam adımların en önemli örneklerine Suriye’de tanık
olundu. Türkiye, Rusya ile birçok konuda mutabakat sağlayarak Suriye iç
savaşında ulusal güvenliğine yönelik tehditlere karşı önemli kazanımlar elde
etti, terörle mücadelesini kararlılıkla sürdürdü. Bu koşullar, Transatlantik
ilişkilerde yaşanan kırılmalara karşı NATO özelinde Türkiye’nin desteğinin
belirleyici bir önem kazanmasını sağladı. Bu çerçevede Trump, Erdoğan’a yakın
durarak NATO zirvesi boyunca Almanya üzerindeki baskıyı artırmaya çalıştı. Zira
Türkiye, NATO’nun en güçlü ülkelerinden biri ve askeri anlamda ittifakın Güney
Kanadını koruyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da AB’nin Türkiye aleyhtarı tutumlarına
karşı Trump ile yakın ilişki kurarak NATO’nun oyun kurucu aktörü olduğunu gösterdi.
Bu bağlamda NATO zirvesine damga vuran gelişme, gelecek dönemde ittifakın ABD
ve Türkiye merkezli bir stratejiyle hareket etme ihtimali olmuştur. Fakat bu
ihtimalin gerçekleşmesi için ABD ve NATO’nun Türkiye’nin ulusal güvenlik
sorunlarına duyarlı olması ve terörle mücadele sürecinde taşın altına elini
koyması gerekiyor. ABD’nin Türkiye’ye yönelik son dönemdeki adımları ise tüm
eksiklerine rağmen olumlu yönde. Bunun en dikkat çekici göstergesi, ABD’nin
PKK/PYD terörüne karşı savaşan Türkiye’ye Münbiç konusunda verdiği destek oldu.
NATO ise son zirvede Türkiye’ye Suriye’den gelebilecek füze tehditleri
konusunda koruma sağlanacağını taahhüt etti.
NATO zirvesi sonuç bildirgesi ne söylüyor?
Tüm bu siyasi gelişmelerle arkada bırakılan NATO zirvesinde
sonuç olarak, ittifak üyelerinin GSMH oranına göre yüzde 2 oranında mali katkı
vermesi, terörle mücadelede ortak hareket, nükleer silahlarla ilgili
gelişmelerinin yakın takibi, hızlı harekete geçebilecek bir hazır görev gücü
oluşturulması ve Rusya’nın Kırım'daki saldırgan eylemlerini sona erdirmesi
gerektiği hususlarında mutabakata varıldı. Bunların yanı sıra Afganistan, Libya
gibi ülkelerde yaşanan güvenlik sorunlarına da dikkat çekildi. NATO’nun sonuç
bildirgesine bakıldığında Trump’ın beklentilerinin karşılandığı ve AB’nin bu
karara uymak zorunda kaldığı söylenebilir. Her ne kadar Rusya tehdidine karşı
ortak iradenin sürdürüleceği vurgusu yapılsa da Trump için öncelik maliyet
paylaşımı olduğundan zirvenin kazananının Trump olduğunu iddia etmek mümkün.
AB ise zirvede beklediğini elde edemedi. Özellikle Almanya,
ABD’nin taleplerini kabul etmek durumunda kaldı. AB’nin bu sonuç bildirgesinden
sonra Avrupa Ordusunu kurmak için daha gerçekçi adımlar atarak harekete geçip
geçmeyeceği merak konusu. Bunun için Almanya’nın Fransa’yla ortak hareket etme
zorunluluğu var. Aksi halde, yani Fransa’nın dahil olmadığı bir savunma gücünün
kurulamayacağı açık. Ayrıca vurgulamak gerekir ki AB kendi ordusunu kurmayı
istese de ABD’nin en fazla askeri Almanya’da bulunuyor. Bu nedenle Almanya’nın
Fransa ile anlaşması, AB üyelerini ikna etmesi, Brexit sonrası ayrışan
İngiltere’yi bu sürece dahil etmesi ve en önemlisi NATO bünyesinden savunma
temelini ayrıştırması gerekecek. Bu sürecin kolay olmayacağı ise aşikar.
AB Konseyi Başkanı Tusk'tan ticaret savaşının önlenmesi için
çağrı
AB Konseyi Başkanı Tusk, Çin, Rusya ve ABD arasındaki
ticaret savaşının önlenmesi gerektiğini vurguladı.
Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Donald Tusk, küresel
düzene zarar verilmemesi için Çin, Rusya ve ABD'ye, ticaret savaşlarının önlenmesi
çağrısında bulundu.
Pekin'de bir zirvede konuşan Tusk, Çin, Rusya ve ABD'den,
ticaret savaşlarının önlenmesi, çatışma ve kaos yaşanmaması için Avrupa ile
ortak çalışmasını istedi.
Dünya düzeninin değiştiği gerçeğinin farkında olduklarını ve
bunu daha iyi hale getirmek için ortak sorumlulukları olduklarını kaydeden
Tusk, küresel düzene zarar vermemek için uluslararası ticaret kurallarını
yeniden şekillendirmenin Avrupa, Çin, ABD ve Rusya için ortak bir görev
olduğunu savundu.
Tusk, kaos ve çatışmadan kaçmak için hala zaman olduğunu
belirterek, "Çin'in yanı sıra Trump ve Putin'e de bu sürece katkı
sağlamaları için çağrıda bulunuyorum." diye konuştu.
Trump'tan Avrupa Birliği'ne 'düşman' nitelemesi
ABD Başkanı Trump, "Bizim çok düşmanımız var. Ticarette
bize yaptıkları konusunda Avrupa Birliği'nin düşman olduğunu düşünüyorum."
dedi.
ABD Başkanı Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir
Putin ile görüşmek üzere gittiği Finlandiya'nın başkenti Helsinki ziyareti
öncesinde CBS televizyonunda açıklamalarda bulundu.
Trump, "Bizim çok düşmanımız var. Ticarette bize
yaptıkları konusunda Avrupa Birliği'nin (AB) düşman olduğunu düşünüyorum. Şimdi
Avrupa Birliği'nden beklemezsiniz ama düşmanlar" şeklinde konuştu.
"Bu onların rekabetçi olduğu anlamına geliyor"
Çin'i, ekonomik olarak Rusya'yı da çeşitli şekillerde
"düşman" olarak tanımlayan Trump, "Ama bu onların kötü olduğu
anlamına gelmiyor. Hiçbir şey demek değil. Onların rekabetçi olduğu anlamına
geliyor." dedi.
Avrupa'yı neden düşman listesinin başına koyduğu sorulması
üzerine Trump, Avrupa'yı da diğerleri ile zikrettiğini, Avrupa ülkelerinin
ABD'den nemalandığını ancak bu ülkelerin bir çoğunun NATO kapsamında
taahhütlerini yerine getirmediğini savundu.
Trump geçen hafta NATO Zirvesi'ne katılmak üzere Belçika'nın
başkenti Brüksel'deydi. Daha sonra Londra'ya temaslarda bulunan Trump bugün
Helsinki'de Putin ile görüşecek.
'AB, Helsinki Zirvesi'nden endişe duyuyor'
Dış politika uzmanları yarın Helsinki'de gerçekleştirilecek
Trump-Putin görüşmesini değerlendirdi. EDAM Başkanı Sinan Ülgen, "AB,
Trump'ın Putin ile görüşmesi sonucunda tavizler vermesinden endişe
duyuyor."
Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Derneği (EDAM) Başkanı
Sinan Ülgen, ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir
Putin'in yarın Helsinki'deki ikili görüşmesine ilişkin "AB, Trump'ın Putin
ile görüşmesi sonucunda, Baltık bölgesindeki askeri tatbikatların askıya
alınması, Avrupa'daki ABD askeri varlığının azaltılması veya Rusya'nın Kırım
ilhakının tanınması gibi tavizler vermesinden endişe duyuyor." dedi.
Dış politika uzmanları, ABD Başkanı Trump ve Rusya Devlet
Başkanı Putin'in, Finlandiya'nın başkenti Helsinki'de yarın yapacağı ikili
görüşmeyi AA muhabirine değerlendirdi.
Brüksel'deki NATO Zirvesi'nde gazetecilere yaptığı
açıklamada, Trump'ın, Helsinki'de ABD seçimlerine Putin'in müdahalesi konusunu
da gündeme getireceğini söylemesi, ikili görüşmenin sert geçeceği yorumlarına
neden oldu. Bu konuda, Amerika'daki araştırma merkezi Brooking Enstitüsü de bu
görüşmede Putin'in kaybedeceğinin olmadığını açıklayan "What Putin wants
in Helsinki" adlı bir makale yayımladı. Putin'in NATO'nun açık kapı
politikasını durdurma, ABD'nin Batı Avrupa'daki askeri varlığını sona erdirme,
Baltık'taki ABD varlığını azaltma, Ukrayna'ya desteğini bitirme, Kırım'ı tanıma
ve Rusya'daki Batı'nın ekonomik yaptırımlarını ortadan kaldırma gibi birtakım
isteklerinin altı çizilen makalede, Trump'ın Putin'in bu taleplerine yeşil ışık
yakabileceği ihtimali vurgulandı.
Bu konuda değerlendirmede bulunan Brooking Enstitüsü
Araştırmacısı Dr. Alina Polyakova, "Putin'in bu ikili görüşmedeki
önceliği, sunacağı 'diplomatik istek listesini' Trump'a kabul ettirmek
olacaktır." diye konuştu.
NATO Zirvesi gölgesinde Trump-Putin görüşmesi
EDAM Başkanı Sinan Ülgen, NATO Liderler Zirvesi sonrasında
gerçekleşecek Putin-Trump görüşmesi ile ilgili NATO'nun Avrupa kanadındaki son
duruma ilişkin bilgi verdi.
Geçen hafta yapılan NATO Zirvesi'nin sonuç bildirisinde,
Rusya'nın artan bir tehdit olarak görüldüğü hususunda ABD'nin de onayıyla ortak
bir değerlendirmeye imza atıldığını anlatan Ülgen, şu değerlendirmede bulundu:
"Benim de katıldığım bu NATO Zirvesi'nde gözlemlediğim
en büyük endişe; Trump'ın Rusya'ya yönelik benimsenen bu ortak tutumu tehlikeye
atıp atmayacağı ile ilgili. Trump'ın Putin ile görüşmesi sonucunda, Moskova'ya
taviz olarak görülebilecek adımlar atmasından endişe ediliyor. AB, Trump'ın
Putin ile görüşmesi sonucunda, Baltık bölgesindeki askeri tatbikatların askıya
alınması, Avrupa'daki ABD askeri varlığının azaltılması veya Rusya'nın Kırım
ilhakının tanınması gibi tavizler vermesinden endişe duyuyor."
Ülgen, Trump'un savunma ve güvenlik alanında yarattığı bu
belirsizliklerin yanı sıra ABD ile AB arasında ticari ilişkileri de çok daha
sorunlu bir atmosfere taşıdığının görüldüğünü belirtti.
ABD'nin AB'ye ticari baskı uygulamak adına belirli ürün
gruplarında tarifelerin artırılmasını öngören korumacı bir politika
benimsediğinin altını çizen Ülgen, şöyle devam etti:
"AB, ABD'nin ticari yaptırımlarına misillemede
bulunarak ABD ürünlerine yeni gümrük vergileri getirdi. Ticari ihtilaf ile
ilgili olarak 25 Temmuz'da ABD ile AB arasında bir tur görüşme daha yapılacak.
Bu görüşmeden de sonuç alınamazsa, dünya uluslararası ticaret sistemi açısından
tehlike olarak görülmesi gereken daha kapsamlı bir ticaret savaşına doğru yol
almaya başlayacak."
"ABD'nin Suriye'den çekilmesine yönelik bir hamle
gelebilir"
SETA Dış Politika Araştırmacısı Can Acun, Trump ve Putin
görüşmesinde ele alınacak önemli meselelerden birisinin de Suriye olacağını
belirtti.
ABD basınına yansıyan bazı haberlere göre Trump'ın, Rusya
ile gerçekleştireceği bir anlaşma ile askerlerini hızlı bir şekilde çekmeyi
hedeflediğini vurgulayan Acun, şunları kaydetti:
"Daha önce yaptığı açıklamalar itibarıyla ABD
askerlerinin Suriye'den çekilmesi gerektiğini savunan Trump'ın bu arzusu,
Pentagon'un kararlı duruşu ile hayata geçirilememişti. Ancak gelinen noktada
Trump'ın Ürdün Kralı Abdullah ile yaptığı görüşmede de bu arzusunu
dillendirdiği ifade edilirken, ABD'nin mevcut Suriye politikasında temel
önceliklerini, İsrail'in güvenliği ve İran'ın bölgedeki nüfuzunun kırılması
oluşturuyor. Eğer Rusya bu bağlamda ABD'nin taleplerini karşılamayı kabul
ederse Trump'tan ABD'nin Suriye'den çekilmesine yönelik bir hamle
gelebilir."
Rejim ve müttefiklerinin Dera'yı hedef alan askeri
harekatına ABD ve Ürdün'ün onay vermesinin de bu anlaşma zemininin güçlü
olduğunu gösterir nitelikte olduğunu anlatan Acun, şöyle devam etti:
"Yine İsrail'den de son dönemlerde gelen mesajlarda,
Esad rejimi ile bir sorunları olmadığını kayda geçirdiler. İsrail için
bölgedeki temel öncelik, İran Devrim Muhafızları, Kudüs güçleri ve Hizbullah'ın
kendi sınır hattında ve genel olarak Suriye sathının dışında tutulabilmesi.
Bunu sağlayabilecek bir anlaşmanın tarafı olmayı isteyecektir. Ancak ABD'nin
askerlerini çekerek Suriye'nin kuzeyinde PYD/YPG angajmanı ile oluşturduğu
nüfuz alanından hemen vazgeçip vazgeçemeyeceği ciddi soru işaretleri
barındırmaya devam ediyor. ABD Münbiç'ten Erbil'e kadar uzanan nüfuz alanıyla
Türkiye'ye baskı kurarken, Rusya ve İran'ın bölgedeki nüfuzlarını da
dengeliyordu. ABD'nin 2014 yılından itibaren bu bölgeye yaptığı yatırımlardan
hemen vazgeçebilmesi zor görünüyor. Ancak ABD Türkiye ile yürütülen Münbiç
mutabakatı gibi bölgesel müttefiklerine daha fazla alan açarak bu bölgeden
kademeli bir şekilde çıkabilir. Halihazırda Türkiye'nin Afrin harekatının da
ortaya koyduğu şekilde mevcut konjonktürünün ABD adına sürdürülebilir olmadığı
görülüyor."
Oxford Üniversitesi St. Antony's College Uluslararası
İlişkiler Bölümü Ortadoğu Araştırmacısı Samuel Ramani ise her iki liderin de
muhtemelen Suriye'nin kimyasal silah kabiliyetlerini sona erdirme taahhüdünde
bulunacaklarını söyledi.
Ramani, "2013'teki Rusya ve ABD arasında Suriye'nin
kimyasal silahlarına son vermek için imzalanan anlaşmanın başarılı olup
olmadığı konusunun yarınki görüşmede tekrar masaya yatırılması muhtemel."
dedi