![]() |
Tamer Ashraf |
Zira her yeni hamle, bir başka hamleyle karşılanır.
Uluslararası siyasette, hele de giderek kör düğüm halini almaya başlatan Suriye krizinde böylesi bir durumun vuku bulmasını şahsen bekleyenlerdendim.
Nitekim Suriye resmi haber ajansı SANA öteki gün duyurduğu bir haberde PKK/PYD terör örgütü ile Esad rejiminin anlaştığını, rejime bağlı güçlerin hali hazırda Türkiye'nin terör odaklarını yerinde yok etmek üzere harekât düzenlediği Afrin'e gireceklerini haberleştirdi.
Haberde ayrıntılı bir bilgi verilmeyişi, hangi koşullarda rejim güçleri ve teröristler arasında bir anlaşma sağlandığının paylaşılmayışı doğrusu kuşku uyandırmıştır.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, yayınlanan haberin ardından "Suriye rejimi, Afrin'e PKK ve YPG'yi korumak için girerse bizi kimse durduramaz" sözünü kullanması ülkemizin Zeytin Dalı Harekâtı konusundaki kararlılığını yansıtmıştır.
Nitekim aynı haber sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yerinde ve doğru bir girişimle Rusya Devlet Başkanı Putin ile telefonla görüşerek "Suriye YPG ile anlaşma yoluna giderse sonuçları olur" mealinde ikazda bulunması, "konunun asıl muhatabına" verilen önemli bir mesaj olmuştur.
Çünkü Suriye konusunda Esad rejiminin attığı her adımı kendisine mal etmek, içerisinde bulunulan şartlar gereğince pek de mümkün gözükmemektedir.
Şayet rejim adına böylesi bir gelişme yaşanacaksa kuşku yok ki bu durum Rusya'nın istemesiyle vuku bulabilecektir ve aksi bir halin söz konusu dahi olmayacağı her yönüyle, her kesimin karşısında duran açık bir gerçekliktir.
Dolayısıyla SANA'da yayınlanan haberin muhatabını Şam'da değil, Moskova'da aramak daha doğru olacaktır.
Kaldı ki aynı haber Suriye kaynaklı olarak çıkmadan evvel Rusya'nın RIA haber ajansı tam da ABD Dışişleri Bakanının ülkemizde bulunduğu sırada geçtiği son dakika haberinde "Suriye ordu birliklerinin Afrin bölgesinin denetimini teslim alma süreci önümüzdeki günlerde başlayacak" ifadelerine yer vermişti.
Akabinde Suriye rejiminden gelen benzer tarzda ifadelerin olduğu bir metin kullanılmıştır.
Açık ki Rusya, Astana süreciyle beraber önemli bir ilişki sürecine girdiği Türkiye'ye kendi yöntemleriyle bir yandan nazik olduğunu düşündüğünü ancak Türkiye tarafından böyle karşılanmayan bir mesaj vermek istemiş, diğer yandan Suriye'de PKK/PYD terör örgütünü ABD'nin kontrolünden uzaklaştırarak kendi güdümüne sokmayı hedefleyen yeni bir adım daha atmıştır.
Türkiye'nin Afrin'e yönelik düzenlenen harekâttan her ne olursa olsun geri dönmeyeceğini ve hedeflediği noktaya varıncaya kadar harekâtı sürdüreceğini Rusya elbette diğer ülkeler gibi görüyor ve biliyor.
Dahası aynı konu üzerinde harekât öncesinde Türkiye ile vardığı anlaşma da malumdur.
Burada Türkiye başta olmak üzere diğer çevrelere son derece önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemde "Suriye konusunda ağırlıklı söz sahibi olan benim" mesajının bir kez daha verilmek istendiği anlaşılıyor.
Diğer yandan aynı mesajın etkisi altına almak istediği PKK/PYD terör örgütüne ise "Türkiye ve ABD anlaşmak üzere, bu şartlar altında ABD'ye değil bana güvenin" gibi üstü kapalı bir yönlendirme yaptığı da açıktır.
Bu durumu kimse yadırgamamalıdır.
Rusya dış politikada bilindik, hesaplanabilir ve önceden zaten öngörülen manevralarından birini daha yapmıştır.
Meselenin Türkiye'nin ne Afrin'e yönelik düzenlediği harekâtı, ne Suriye ve PKK/PYD terör örgütü konusunda takip ettiği politikayı değiştirecek yönü ve gücü yoktur.
Rusya'nın bir başka hesabı da Türkiye ve Esad rejimini bir araya getirebilecek fiili bir zorunluluk yaratabilmektir.
Yaşanan tüm bu gelişmeler sonrasında dün Moskova'dan açıklama yapan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un yaşanan son gelişmelerle alakalı söylediği "Türkiye'nin güvenlik çıkarları, Şam'la doğrudan diyalog yoluyla tamamen korunabilir" sözleri de bu amacın güdüldüğünü ortaya koymaktadır.
Son olarak Suriye siyasetinde, ülkenin geneli dikkate alındığında Türkiye haricinde diğer tüm ülkelerin "homojen bir yaklaşım" benimsemediklerini görüyoruz.
Örneğin Fırat Nehri'nin doğusunda PKK/PYD konusunda ABD'nin sahasına girmeye Rusya son derece önem gösterirken, aynı çerçevede Esad rejimine dahi destek çıkmamakta ve bunu her yönüyle göstermektedir.
Geride kalan haftalarda ABD'nin Deyr Ez Zor yakınlarında Esad rejimine bağlı silahlı güçleri hedef aldığı saldırıda çok sayıda rejim askeri ve İran destekli milis gruplarının hayatını kaybetmesi sonrasında kendisinden beklenmedik şekilde sessiz kalması yapmaya çalıştığımız izahatı en yalın haliyle yansıtıyor.
Dolayısıyla bu durum bizlere Suriye'nin geleceğinde eskisi haliyle var olamayacak, merkezi bir yönetimi bulunsa da bazı bölgelere ayrılmış daha gevşek tarzda, söz gelimi federatif yapıda olabilecek bir planının olabileceğini işaret ediyor.
Kim hangi hesabı yaparsa yapsın Türkiye'nin sınırları boyunca uzanan alanlar başta olmak üzere diğer sahalar içerisinde de PKK/PYD varlığına yönelik girişimlere asla müsaade etmeyeceğinin bilinmesi gerekir.